- Çocukken de sözcüklerini seçmede, sevgini belirtmede tutumlu davranırdın. Harçlığını bir günde harcardın da hiç değilse borç verme keyfini esirgerdin benden. Ödünsüzlüğün işine yaradı mı bari?
- Belki. Ama seni çok özledim, anne. (s.13)
Belki de yazma eylemi, şu ufak tefek insan bedeninin koskoca bir dünyaya açılmasını sağlıyordur. (s.14)
Kalabalık bir çarşıda, kızgın güneşin altında kalmış bir kedi yavrusu kadar çaresizim. Geçmişi
silinmiş birini anlatmak zorundayım. Yeni çaresizliğim ondan.
Ertelenmiş bir ceza olsa, seve seve çekerdim. Değil ki. Yaşandığı sırada
çok güzel geçmiş ama artık anıları bile silikleşmiş bir tatilin, bir
turizm şirketinin ayarladığı eski bir yaz tatilinin, kış ortasında önüme
gelen son taksiti, son faturası gibi duruyor karşımda. (s.16)
Otuzların Kadını'nın kişiliğini, bulmaca yöntemiyle çözmeliyim. (s.17)
Kocasından neden boşandığını kimseye söylememekte direndi. Bu soruya tek
yanıtı: "Konuşabileceğimiz hiçbir şey yokmuş"tu ki sanırım temelde
doğruydu.
Kızıl Saçlı'nın kaşları hafif çe çatılmıştı. Otuzların türünden kadınlara özgü bir iç-çatışma yaşadığı belliydi: Trende karşılaştığı bir yabancıya bu kadar açılması doğru muydu? Ama bir daha karşılaşmayacaklarına göre ne fark ederdi? (s.33)
- Sakın yanlış anlamayın beni. Hendrik'i tanısanız çok severdiniz. Kadın arkadaşlarımın hepsi onu tutar.
- Hiç kuşkum yok. Özellikle de ilişki kurmadığı kadınlara çok zarif davranıyordur. Anlayışlı bir dosttur; aydın bir erkektir. (s.33)
Her sivriliği yumuşatma, her suçu bağışlama, her ayıbı örtme gibi üzücü
becerileri olduğu kesin. Uzaktan tanıyanların bir çırpıda "kibir",
yakından tanıyanların bir çırpıda "edilginlik", gündelik yaşam içinde
karşısına çıkanların bir çırpıda "öz-yıkımcılık" tanısını koydukları
karmaşık bir gurur: daha doğrusu, yerine oturtulsa yerini bulacak bir
onur. (s.34)
Boş inançlara hiç bel bağlamazken, beklenmedik bütün aksilikleri, kötü
rastlantıları, karşılaştığı engelleri hep kendi hatalarına yorarken, bir
şeyin birdenbire yolunda gitmesi -ufacık bir şey de olsa- uğurlu bir
belirtge demekti gözünde... (s.40)
Kocasını onu başka kadınlarla aldatma olasılığı bir yana, asıl onları
kendisiyle arada bir aldatmasına katlanamazdı, hiç bir haklılık uğruna. (s.45)
İçimizde birbirleriyle daha önce hiç yüzyüze gelmemiş olanlar vardı,
birbirlerinin edebiyat anlayışını toptan yadsıyanlar, bu eleştirilerini
sözle yada yazıyla açıklayanlar vardı. Demek böyle önemli bir olay
karşısında bunların önemi kalmıyordu, hemen birleşebiliyorduk. O zaman
protestoyu elimizdeki verilere göre biçimlendirmeye karar verdik ; Hepimiz kadındık.. Hepimiz anneydik. (s.498
İyi ki bu dönemde kurulmuştu dostluğumuz: eskiden olsa, o beni hercai
bulurdu, ben onu hırçın. Farklı kınlganlıklar taşıdığımızı da
kavrayamazdık her tür tartışmanın tatlıya bağlandığı eski gece
sofralarında. Şimdiyse, birbirimizde eski günlerin, eskiyüzlerim
izlerini özgürce saptayabiliyoruz. Susmak, konuşmak anlamına geliyor.
Güvenle dinlenmek. (s.49)
Acaba bizler, yara almadığımıza, güçlü olduğumuza bu kadar inanan
çocuklarımızın bir gün biz yok olduğumuzda duyacakları boşluğu nasıl
hafifletebiliriz? Şimdiden başlamalıdır ama nereden? (s.50)
Eski şeylerin hepsine veda etmek istiyorum. Ben de Perulu dev gibi güney
denizlerinin ormanları içine kendimi gömmek, istediğim gibi yaşamak,
istediğim gibi sevişmek, istediğim gibi şarkı söyleyip yok olmak
istiyorum. (s.64)
Bir erkeğin, kültürce kendisine denk, üstelik konuşmaya, düşüncelerini
anlatmaya susamış bir kadını uzun süre kaldıramayacağı, o dönemde henüz
keşfedilmemiş bir gerçekti. (s.65)
Kendisi kadar romantik, tapınılası bir yaratığın günbegün sıradan bir ev
kadınına dönmesini görmek, tahammül edilir gibi değildi; sıradan
olsaydı gene neyse, başka erkeklerin gözünde eski cazibesini koruyordu
hala.
Başlangıçta sevişmeyle tatlıya bağlanan kavgaların, bundan böyle ertesi
günkü içten özür dilemelerle sürüncemede kalacağını, bu kısırdöngünün
sonsuza kadar gideceğinden duyduğu ürkünün bir zamanlar onca tutkun
olduğu o bedene değmesini bile engellediğini de kavradı. (s.73)
Şimdiye kadar evlenmeyişimin nedeni, senin gibi bir kadına rastlamamış olmam. (s.81)
Ben, benim. Benim neler yaşadığımı bilemeyeceğine göre toplumsal gözlemlerini kendine sakla. (s.83)
Televizyonun Türkçemi giderek bozacağından kaygılanmam sizce yersiz mi? (s.87)
Sınıftakilerle, evdekilerle ve okuduğum kitaplarla iletişim kurabilmem için üç ayrı Türkçe gerekiyor.(s.89)
Gerçi baştan beri böyleydi. Kimsenin yalan söyleyeceğine inanmazdı...Neden söylesinlerdi ki? (s.101)
Merhaba canım; Önce iyi bir haber: yalnızlığa sandığımdan daha
çabuk alıştım. Aslında sensizliğe demek daha doğru, çünkü ne de olsa
yalnızlığa baştan beri alışkınım. (s. 107)
Geçmişi konusunda hala ağzından bir şey alabilmiş değilim. İki
üç saptamam var yalnızca. Sesler yükselince, siniyor, ürküyor.
Geceleri, karanlığa bakmaktan sıkıldığında beni uyandırmaya
çalışıyor; uyanmazsam, kapılara, pencerelere koşuyor. Bu
gerçeklerden yola çıkarak onun bir süre sık kavga edilen bir evde,
bir süre de (kedilerin süre anlayışına göre) bir ölünün yanında
kaldığını düşünüyorum. Büyük çantalardan duyduğu korku, çok ev
değiştirdiğini göstermiyor mu zaten? Kovulmaktan da bıkmış,
kaçırılmaktan da. Benim çantama girmeye, evimize gelmeye nasıl gönül
indirdiğini anlayamadım daha. (s.107)
tomris uyar ın günlüklerini öykülerini romanları herbişeyini seviyom bi de kedilerini :)
YanıtlaSil