31 Ekim 2020

Eğri oturup hiç konuşmayanlar

" - Hâlâ tanıyamadınız mı beni ?
- Ne demek "hâlâ tanıyamadınız mı ?" sizi hiç tanımıyorum... Bir saatte tanınmaz ki insan."
"Yazık!" dedi Adrien, üzüntüyle başını öne eğerek.
"Bense, bir insanı sevebilmek için zamanın hiç önemi olmadığını sanırdım"
-Evet ama, bir insanı sevebilmek için, ilkin onu tanımak gerekir.
-Hayır, tam tersi: Birini tanıyabilmek için, onu sevmeli, ilgimizi çeken insanlar bize kendilerini sevdirir, böylece açılır, onları tanımamıza izin verirler.
Bence, gönülleri birbirine yaklaştıran tek şey sevgidir."..
                        -Panait İstrati - Arkadaş-


                      



29 Ekim 2020

Henry Miller / Uykusuzluk (Alıntılar)

  20 gün önce almıştım bu kitabı, aldığım diğer kitaplarla birlikte acaba hangisine başlasam derken yarım bırakmayacağım bir şey olsun dedim, bir solukta okudum. 400-500 sayfalık kitapların çoğunda altı çizilecek bu kadar çok şey bulamazken ortalama 50 sayfalık bir kitapta bu kadar çok altı çizilecek şey bulmak mutlu etti. altını çizdiğim satırlar.
İyi okumalar


İlkin kırık bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir yüz ifadesi, en sonunda da kırık bir kalp. Ancak bir yerde de söylediğim gibi insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılır ona. (s.9)

Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda ileri geri volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.
Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma , o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu.  (s.10)

Kuşkusuz genç değilim artık bu da her şeyi daha da can sıkıcı, söylemeye gerek yok belki, daha da gülünç yapıyor. Tek fark, sözlerime kulak verin, işin içine aşk girdiğinde hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir durum o denli gülünç olamaz. Azıyla yetinemediğimiz tek şey aşktır. Ve yeterince veremediğmiz de odur. (s.11)

Gerçek şu ki, biz sıradan insanlar hep erişilmezi isteriz. Baştan çıkarmanın özgürlerştiricilği yalnızca biz insanlar için geçerli. Ateşlerin arasından geçmesi gereken bizleriz- aziz mertebesine ulaşmak için değil, var olduğumuz sürece illklerimize dek insan kalmak için. En önemli edebi eserleri hatalarımız ve zayıflıklarımızdan ilham alıp ortaya çıkaran da bizleriz. En kötü halimizde bile umut doluyuz biz. (s.13)

Ah “ruh”!!! Kim bilir hakkında kaç mektup yazmışımdır. O kadının konuştuğu dilde ruh için bir sözcük olduğunu sanmıyorum. Kalp sözcüğü var, evet, ama ruh? (Yine de inanmak isterdim var olduğuna). Böyle söylüyorum ama söyler söylemez de âşık olduğum şeyin onun “ruhu” olduğunu anımsıyorum. O bunu anlamamıştı tabii. (s.15)

Şeytan'ı iyi tanıyorsam. ''İçgüdülerine güvenme, sezgilerinden uzak dur'', der o. Bizim insan kalmamızı ister - hem de insandan fazla insan. Düşüşe geçmişsen bunu sürdürmen için itici gücünü kullanır. Uçurumdan aşağı itmez seni - yalnızca kenarına dek getirir.
Ben iyi tanırım Şeytan'ı; yollarımız çok sık kesişti onunla. Beceriksiz bir ip cambazı gibi ipte yürümeni keyifle izler. Ayağının kaymasına seyirci kalır ama düşmene izin vermez.  (s.17)

Sözünü ettiğim, kadının içindeki şeytanın ta kendisi kuşkusuz. Kadını böylesine anlaşılmaz, şaşırtıcı yapan da oydu. Tanrı yardımcım olsun. Kadının ruhu bende meleksi, benliği de en azından açık ettigi kadarıyla şeytani bir izlenim bırakmıştı. Oluşumunda neler var diye sık sık soruyordum kendime. Ve her gün farklı yanıtlar veriyordum. Bazen ait oldugu ırkla, geçmişiyle, kalıtımından gelen özellikleriyle, savaşla, yoksullukla, vitamin eksikliğiyle, sevgiden yeterince nasibini alamamış olmasıyla, aklıa gelen herhangi bir şeyle ve her şeyle tanımlıyordum onu. Ama bir türlü sonuca varamıyordum. Söylemek uygun düşerse o bir insolite (aykırı, sıradışı) idi. Peki ben niçin onu bir kelebek gibi iğneyle tahtaya mıhlayıp kendini açık etmeye zorluyordum ki? Olduğu gibi görünmesi yeterli değil miydi? Hayır, değildi. Daha fazlası ya da daha azı olmalıydı. Algılanabilir ve anlaşılabilir olmalıydı. (s.17-18)

Biraz saçma gelebilir ama benden başka herkes onun “içyüzünü” biliyor gibiydi. Oysa o benim için çözülmesi zor bir bilmeceydi. Kendimi tanıdığım kadarıyla bu durumun ta­mamen kadınlar karşısında takındığım her za­manki davranış biçimimin bir parçası olduğu­na inanmaya çalışıyordum. Nasıl da severim ulaşılmaz olanı! Ama bu tür hesaplamalar işe yaramıyordu. Bölünemeyen sayılar gibiydi o, karekökü yoktu. Dediğim gibi, yine de başkaları okuyabiliyordu onu. Aslında onun na­sıl okunacağını bana anlatmaya çalıştılar. Yara­rı yoktu. Her zaman içinden çıkamadığım bir şeyler kalıyordu geride. (s.18-19)

Asla kendini kaybetme! Kaçamak sözlerle, öfkeli tavırlarla, oyalamalarla, sanrılarla, sahtecilikle, kararsızlıklarla hatta kabızlıkla karşılaşırsan gülümsemeyi elden bırakma, reverans yapmayı sürdür.(s.25)

Bütün kaypaklığına, hoppalığına ve yalancılığına karşın ona güvenim tamdı. Bana yalan söylediğini anladığım anda bile ona güveniyordum. Yaptığı her yanlış, saçma ve ikiyüzlü davranış için kendimce birtakım bağışlayıcı nedenler bulabiliyordum. Aslında bende de biraz yalancılık yok muydu? Ben de ikiyüzlü biri değil miydim? Seviyorsan güvenmelisin; güvenirsen anlayışlı ve bağışlayıcı olursun. Tamam, bütün bunları yapabilirdim ama unutmak, işte onu yapamazdım. Benim bir yüzüm aptalın dik alası, öbür yüzüm de araştırmacı, yargıç ve cellattır.. (s.25)

Görmek ve anlamak istiyordum; onun anımsamak için neyi anımsayacağını görmek amacıyla beklemede kalıyordum... Ama gerilere dönüp birşeyleri anımsayacak tipte biri değildi o. Geçmişi gömmek, kürekler dolusu toprak atarak tabutun  üstünü kapatmak için yeni araştırmalar peşindeydi söz gelimi.(s26)

 Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir: belirli bir şeye ait değildirler yalnızca -- yani hiçbir yere ait değildirler. (s.29)

Epeyce yazıştık onunla, yani bu işi ben yaptım. Onun yazışmamıza katkısı biri yarım kalmış iki mektuptan öteye geçmedi. Kesin olan şu ki yazdığım mektuplarn tümünü okumadı o. (s.29)

Onun varlığındaki hangi cevherin beni pençesine aldığını saptamak mümkün olabilseydi bunun gözleri olduğunu söylerdim rahatlıkla. Görünüşte gözlerinin öyle sıra dışı bir özelliği yoktu. Büyüleyici ve tedirgin edici olan, onun gözlerinin verdiği havaydı. (s.35)

Neşeliyken bile gizli bir hüzün vardı gözlerinde. Onu korumak ister gibi bir duyguya kapılırdım, ama kimden, neden koruyacağımı bilmeden. Kendiside söylemezdi bunu. Ruhu bir şeyin baskısı altındaydı; epeydir sürüyordu bu hali. (s.36)

Varlığının derinliklerinde bir yanardağdı o. Bir şeytan taht kurmuştu içinde, derinlerde. Her şeyini o yönetiyordu; hangi havaya gireceğini, iştahını, isteklerini, özlemlerini hep o belirliyordu. (s.36)

Onun karalara bürünmüş hantal suskunluğu, ağzından çıkabilecek herhangi bir sözcükten daha anlamlıydı benim için. Yaşamımızın anlamsızlığını gözler önüne serdiği için biraz da ürkütüyordu beni. Durum bu, her zaman böyleydi, her zaman da böyle olacak. (s.45)

İşte böyle, aylarca süren bekleme, yanıtsız kalan mektuplar, amaçsız telefon görüşmeleri, Mah-Jong olayı, yalancılık ve ikiyüzlülük, hoppalık ve kadınsı soğukluk sonucu aygıra dönüşen ben , adına Insomnia denen uykusuzluk şeytanıyla boğuşmaya başladım. Sabahın üçünde, dördünde ve beşinde sıçrayarak uyanıp kendimi duvarlara yazı yazmaya verdim: “Senin suskunluğunun hiçbir anlamı yok benim için; benim suskunluğum seninkini bastıracak”... (s.46)

Çevremdeki insanlar harika göründüğüm, gittikçe gençleştiğim ve bunun gibi bir dolu zırva laf ediyordu. Ruhumdaki kıymıktan haberleri yoktu. İçi saten kumaş kaplı bir boşlukta yaşadığımı bilmiyorlardı. Nasıl kuş beyinli bir serseme döndüğümü anlamıyor gibiydiler. Ama ben biliyordum. Dizüstü çöküp konuşacak bir karınca ya da hamamböceği arar hale gelmiştim. Kendi kendime konuşmak bıkkınlık vermişti. (s.47)

En sağlamı her zaman gülümsemek, özellikle incindiğinde, hakarete uğradığında ya da aşağılandığında. Hançer sonradan saplanır, hiç beklemediğin bir anda. (s.50)

Beynindeki kurtları def edemiyorsan karanlıkta vals yapmayı dene ya da merdivene çıkıp sevdiğinin adını Braille harfleriyle yaz tavana. Sonra ellerin başının altında, yatağına uzanmış yatarken onun yanlışlarına karşı kör olduğunu hayal et. (s.51)




26 Ekim 2020

Murathan Mungan / Kadından Kentler (Alıntılar)


İnsanlar aynı biçimde, aynı yönlere doğru değişmiyorlardı. Çoğu kez mazi ortaklıkları, şimdiki zaman arkadaşlıklarını diri tutmaya yetmiyor ama insanlar bu gerçeği kabullenmeyip her şey eskisi gibi sürsün istiyorlardı. Sanki bir şeyler hiç değişmeden olduğu gibi sürerse, hayat daha gerçek, dünya daha inandırıcı bir yer olacaktı.

Birbirlerine hatırlattıkları şeyler, birbirlerinden uzaklaştırmış olabilirdi onları.

Değişmeyen gerçekler yalnızca yorduğuyla kalıyor.

İnsan kendini ancak bir yabancıyla anlardı.

Onun kimseyle derdi yoktu. Dünyayla yarışıp itişen kadınlardan değildi. O, hep kendi havasındaydı.

Geriye bakmaktan, geçmişi didiklemekten hiç hoşlanmazdı. Geçmiş onun için her zaman ölü bir şey olmuştu. İnsana zaman kaybettirmekten başka bir şeye yaramazdı.

Bazı huylarını bildiğimiz insanları bütünüyle tanıdığımızı sandığımızı, ama günün birinde hiç beklenmeyen şeyleri yapanların da o bizim huylarını bildiğimizi, kendilerini tanıdığımızı sandığımız insanlar arasından çıktığını düşünüyor.

Anlam veremediği, düzene sokamadığı, nicedir neresinde saklandığını kendinin de bilmediği bu karmaşık duyguların kendisine pahalıya patlamayacak bir açıklaması olmalıydı. Bu kanepeden kalkmadan bunu anlamayı umuyordu.

İçimizin bir yanı sevdiklerimizi kollarken, kendini kollamayı unutmaz mı?

Her şeyi konuşmak iyidir sanıyorlar şimdilerde. Halbuki insan münasebetlerinin çoğu kelimesiz halledilir.

Söylendiğinde tek bir anlamı varmış gibi görünse de, yalnızlığın ne çok çeşidi olduğunu anlamak için yılların geçmesi gerekiyordu.

İnsan masumiyetini bazen bir başkasının günahıyla kaybeder.

Sitem etmek adeti değildi; duygusal dayatmalardan hoşlanmadığını bilirdim. Sitemle kalp kazanılamayacağına inanırdı.

Hem insan bazen bazı şeyleri yabancılarla daha iyi konuşur.


25 Ekim 2020

Hayaller ... hayatlar


  Geçen hafta çok güzel planlar yapmıştım, bir koli dolusu kitap alıp kendimce kabuğuma çekilip kitap karantinasına girecektim ama hiçte öyle olmadı. Salı günü idari iznimin bittiği ve göreve başlamam gerektiği haberini aldım, 2 aydan sonra o 3 gün tam işkenceydi benim için, halende öyle hiç işe gitmek sorunlarla uğraşmak istemiyorum. Kendimi yıllar önce söylediğim bir sözün cümleleri arasında buluyorum. "29 harf arasına sıkışmış devrik bir cümleyim ben".

  Mevsimden mi havadan mı bu aralar hep bir halsizlik uyku hali var, kaç saat uyursam uyuyayım hep yorgunum. Bunun yanında tahammülsüzlük kendini salmışlıkda var. İnsanlardan kendimi soyutlayayım derken her gün adalet bekleyen insan yumağının içindeyim. Hayal ettiğim gibi her gün bir kitap okuyamayacağım maalesef ama en azından haftada 1 kitap okumaya çalışacağım, blogları da çok dolaşamayacağım, sözde Ağaç Ev Sohbetleri ne katılacaktım ama bir süre o da hayal oldu.  Esnek çalışma uygulamasına geçilirse belki bu hayallere yeniden dönebilirim. İş, ev, çocuklar insanlar sarmalı içinde kafam çok dolu olunca olmuyor maalesef.

                                         


Italo Svevo / Zeno'nun Bilinci (Alıntılar)

Bir aydır başlayıp ama hiç ilerlemediğim kitabı 1 gece de bitirdim. Zeno'ya bazen kızdım bazen empati kurdum, bazen üzüldüm ama bitirdim sonunda.
Altını izdiğim alıntılar.


"Dün kendimi alabildiğine koy vermeyi denedim. Deneyim deliksiz bir uyku ile noktalandı, elde ettiğim tek sonuç adamakıllı dinlenmek, bir de o uyku sırasında önemli bir şeyler gördüğüm duygusuydu, garip bir duygu. Ama unutulmuş sonsuza dek yitirilmişti. (s.18-19)

İnsan ihtiyarladı mı, yaşama da, getirdiği her şeye de gülümseyip geçiyor. (s.26)

Bu dünyada herkesin günde iki saat şöyle rahat bir koltuğa gömülüp karşısına iyi cins, insana dokunmayan bir şişe içki dikerek oturma hakkı olmalıymış. (s.41)

Şunu itiraf etmeliyim, her zamanki gibi içimde iki ayrı kişi savaşmaktaydılar. (s.43)

Şimdi ihtiyarladıkça aile babası tipine yaklaşıyorum ya, başkalarına ahlaksızlık dersi vermenin ahlaksızlıktan daha büyük ceza hak ettiğini duyuyorum ben de. İnsan sevdiğinden ya da nefretinden ötürü birini öldürebilir; ama öldürmeye özendirme yalnız kötülüktendir. (s.50)

Din benim için incelenmesi gereken herhangi bir olgudur, o kadar. (s.56)

Sana ne düşündüğümü söyleyemiyorsam, korkarım bunun tek nedeni senin her şeye gülüp geçmendir. (s.59)

Gözyaşı insanın kendi suçunu gölgeler, rahat rahat talihi suçlamaya olanak verir. Ağlıyordum, çünkü kendimi bildim bileli yaşamımın nedeni olan babamı yitirmekteyim. (s.63)

Yaşanan günün önemi arttıkça herkesin geçmişini daha büyük bir coşkuyla andığı olur. Hatta, derler ki, insan ölürken, son humması içinde yaşantısı gözlerinin önünden geçermiş yeniden. Şimdi geçmişim beni son ayrılışın şiddeti ile pençesine alıyordu, çünkü ondan çok uzaklara gidiyormuşum duygusu içindeydim. (s.103)

Sanırım hepimizin bilincinde de, bedenlerimizde olduğu gibi, düşünmekten pek hoşlanmadığımız nazik, örtülü yerler var. Ne olduklarını bilmeyiz bile, ama var olduklarını biliriz. (s.106)

Gözyaşını döktüren, acının kendisi değil, tarihçesidir. İnsan bir haksızlık karşısında bağırmak istediğinde ağlar. (s.232)

Yaşamın ne denli hüzünlü bir şey olduğunu derinine duyduğum, bir zamanlar benim olan ve benim sevmediğim gencecik kızın ardından hayıflandığım günlerde, o ninni bir sitem gibi yankılanır  hep kulağımda.
Aslında, Carla unutulmaz bir sevgiliydi , ama iyi bir anne olamazdı, çünkü iyi bir evlat değildi. (s.279)

... bir zamanlar ateşiyle yandığımız elde edemediğimiz, şimdi de hiç mi hiç umursamadığımız bir kadını sevmek hayli garip oluyor. Böylelikle, eğer zamanında isteklerimize boyun eğmiş olsaydı ne durumda olacaktıysak, bütünüyle yine aynı durumda sayılırız. Başka bir deyişle, yaşamımızın nedeni olan kimi şeylerin aslında önemsiz olduklarını bir kez daha gözlemlemek şaşırtıyor insanı. (s. 323)

İstemeden ağzımızdan kaçan hayvanca laflar yüreğimizde tutkumuzun bizi sürüklediği en kötü hareketlerden daha ağır pişmanlıklar uyandırır." (s. 334)


16 Ekim 2020

Kitap karantinası

  Selam, daha geçen gelen kitaplara başlayamamışken sevgili D&R bana durmadan indirim kodu gönderip kanıma giriyor. Bu ciciler bugün geldi, kutusundan çıkarırır çıkarmaz inceledim biraz. Bunlar da ne şimdi diyeceksiniz belki. Eskiden beri CSI tarzı dizilere, filmlere kitaplara oldukça meraklıyım, polisiye olsun. Özellikle seri katiller ve psikopatların hayatları, aklından geçenler onları motive eden yada onları buna yapmasına iten sebepleri hep merak etmişimdir. Üstün bir yeteneğim olsaydı, kesinlikle akıl okumayı isterdim, insanların akıllarından geçenleri her zaman merak etmişimdir. O yüzden bu türden de bir yerim arşivim olsun istedim kitaplığımda.

Bu okuduğum izlediğim şeylerin, yıllar sonra da işime alışmam ve yabancılık çekmemem konusunda faydasını da gördüm. Girdiğim otopside. Sonra koridorda bir katille göz göze geldiğimde ben gerilirken onun umurun da olmayıp polislerle gülerek börek yediğini gördükten sonra sanırım arayı fazla açmışsın dedim. Psikoloji, adli tıp, kriminal ağırlıklı olmak üzere uzun süredir listemde olan kitapları aldım. Sanırım bir kaç yıl kitap almam çünkü pandemi döneminde çok fazla
almıştım zaten duramadım yine. Bu aldığım kitapların bir çoğu yaşanmış gerçek olaylar, seanslar ve belgelerdir, günlükler gibi gerçekliği olan şeyler hep çekiyor beni. arada farklı türler de var tabi.

Sözde Zeno'nun Bilinci'ne başlamıştım ama onu bitirene kadar kaç kitap bitirdim, ona ara verip başka kitaplara göz atacağım hazır evdeyken, o yüzden bir süre bir şey paylaşmam sanırım ama Deeptone'nun Ağaç Evi'ne katılacağım benlik bir konu olursa. Bitirdiklerim olursa, alıntılayıp düşüncelerimi paylaşacağım. Sevgiyle.. Çok çok kalp
 


 

14 Ekim 2020

Takip edilesi bloglar

  

 Fulya - Ribbon

  Sevgili Fulya'cığımla 9 yıl önce şuan ikimizinde görüşmediği biri sayesinde tesadüfen tanıştık. Çok özel, çok donanımlı birikimli birisidir ve abartısız hayatımda gördüğüm en güzel !! kadınlardan biridir, hatta ilk iki de yer alır. Bunca eğitim, bilgi birikim ve güzelliğe rağmen sıfır ego, o yüzden beni hep kendisine hayran bırakmıştır bu konuda. Kendisini ön plana çıkarmak yerine aksine mahremiyetine yalnızlığına önem veren biridir. Bazı kısımlarıyla sanırım seni anlatan şarkı Teoman-Uçurtmalar olabilir :)
Belki kızacaksın bunları yazdığıma, hem mahremiyet diyorsun hemde yazıyorsun diye ama kusura bakma Fulya'cım yazmak istedim. Kiminle aynı günahı paylaşıyorsan onunla daha iyi anlaşıyorsun derler, belki aynı günahları paylaşıyoruzdur. Günahlarınla da kusursuzsun dostum.
Başkaa... Kitap zevkimin değişmesinde katkısı büyüktür, önceleri sadece polisiye gerilim okurken beni bambaşka türlerle kitaplarla tanıştırdı bir sürü önerisiyle, her ne kadar onun 'kutsal kitabım' dediği  Tutunamayanları daha okuyamasam da Marquis de Sade'le tanıştırdığı için minnettarım. Bloguna gelince, harika müzik zevki ve alıntıları ile takip edilesi.

Sabaha kadar yaptığımız Facebook sohbetleri gibi olur mu bilmiyorum ama bir gün Paris'te o demir yığınının altında viskilerimizi yudumlarken de sohbetlerimize devam etmek ümidiyle.  Minik şirineyle öpüyorum seni, sevgi ve huzurla kal güzel insan. çok çok kalp..


 Deeptone - Sade ve Derin

  Sevgili Deep'ciğimle 8 yıl öncesinden tanışıyoruz, bir de Kuulumsu Kadın'ı mız vardı ama blogu bırakmış sanırım. Twitter'da doğum yılını 98 yapmış ama şaka olduğunu düşünüyorum Deep. Neyse 8 yıl önce gerizekalıya anlatır gibi MiM nasıl yapılırı anlatmıştı bana ve ben yine yanlış yapmıştım :) Hoş MİM neydi unuttum gitti, çokta gerekli değil. Şimdi de Ağaç Ev muhabbeti var onu da anlamadım ama neyse :)
Alıntı yapmak, film replikleri vs bunları paylaşmak kolay ama sıfırdan içerik üretmek hem zaman, hem beceri hemde bilgi birikim isteyen bir şey, hiç bir şeyin alıntısını yapmayıp tamamen kendi gözlem yaşadığı ve okuduklarını tanıtan anlatan komplike bir arkadaş. Ayrıca kitapları da var, yok yok yani. Sağolsun geçen günlerde kendisiyle birlikte çok güzel insanlarda getirdi.  

2012 mayıs ayında  aynen şu cümlelerle tanımlamışım Deep'i : "Gece konseri adlı yazısında Prag gözlemlerini paylaştıktan sonra oda bendim içimdeki şeytanı dürtükledi. Kendi kendime evet gitmelisin buradan , başka ülkelere başka kültürlere gitmelisin dedim. Önerileri gözlemleri ve iletişim gücüyle blogunu şöyle bir kokladığınızda "hey ben bu işi biliyorum keyifle yapıyorum, bana kulak ver" diye hoş bir koku alabilirsiniz.. Ha aslında öyle bir söylemi  yoktur, siz o keyfin kokusundan anlarsınız".
8 yıl da değişen pek bir şey yok. Yolun açık olsun Deeptone.




İlkay - Kağıttan Dünyam

  Sevgili Deeptone sayesinde tanığım bir güzel insan daha. İtiraf etmek gerekirse ilk başta erkek sanmıştım niyeyse :) Tabi o zaman blogunu ve yazılarını incelememiştim. Bugün Otomatik Portakal kitabında aynı bölümde aynı tepkiyi verdiğimizi öğrenince tebessüm oluştu, aaa bu da benim gibi dedim. Hoş ben hiç bir zaman Peri olmayı beklememiştim ama :) Bir paylaşımımız olmadığı için Fulya ve Deep gibi uzun uzun birşey yazamayacağım hakkında (zamanla oda olur) ama blogu takip edilesi buldum..
Yeni kitaplar da, yeni alıntılarda görüşmek üzere. Elbet bir gün o çizgiyi tutturacağız :) Sevgiyle kal İlkay..


Lady Wednesday

  Eveet yine Deeptone sayesinde tanıdığım bir başka güzel insana. Kendisini Flaneur olarak tanımlamış ama Flaneuse demek isterim ben. Yine itiraflardan gidersek, kullanıcı adını ilk okuduğumda kokoş bir blog beklerken bambaşka bir blog buldum ahh bu önyargılar..
Tezer, Plath, Woolf gibi isimler hakkındaki düşüncelerimiz neredeyse aynı, yazdığı bir çok yazıda kendi içimden şeyler buldum. Hayat çoğu zaman sanki " Herşeyi Bitirmeyi Düşünüyorum" filmi gibi olsa da, bir filmde bir alıntı da bir yazı da ya da yazarda ortak fikirler kalpler buluşuyor.. Bu hissi İlkay'ın blogunu okurken de yaşadım  bu arada. Blogu takip edilesi buldum. Seninle de yeni kitaplarda yeni alıntılar da görüşmek üzere. Sevgiyle..

 

Hangi şarkıyı seçsem derken tesadüfen playlistten bu çaldı. Bu şarkı eşliğinde yazdım  o yüzden bunu paylaşayım dedim. Sevgiyle kalın güzel insanlar.  Çok çok kalp


11 Ekim 2020

İki ileri, bir geri


Beni anlamayan insanlara karşı her zaman sessiz kalmak zorunda hissediyordum kendimi. Onlar beni aptal sandılar her zaman. Beni anlayacaklarını sandığım insanları hissettiğimde ise geveze sandılar, 
çizgiyi tutturamadım.
-Murat Aydın - Sineklerin Kanadı Yoktur-


10 Ekim 2020

Sigmund Freud / Grup Psikolojisi ve Ego Analizi (Alıntılar)


  Sıkılgan biri olduğum için, genelde aynı anda iki hatta bazen üç kitap okuyanlardanım. Uzun süre ara vermezsem zor olmuyor, aksine zihni dağıtıyor iyi geliyor bu yöntem. Önceki yazılarım da belirtmiştim Zeno'nun Bilinci'ni okuyorum diye. Sabah birini okuyorsam akşam birini yada farklı günlerde birini okuyorum. Zeno'nun Bilinci'ni bitirince alıntılayacağım.

  Freud'un kitabına gelince, dün geldi merak edip hemen okuyayım dedim ama beklentimden farklı çıktı.  Altını çizdiğim yerleri paylaşacağım, fakat bazı yerleri çok sevdiğimi söyleyemeceğim. Sayfa 38'de Özdeşleştirme bölümü ve o bölüm de sayfa 41'de "Erkeklerde eşcinselliğin oluşumu genelde şöyledir" diyerek kısaca şöyle özetlemiş. Erkeklerde eşcinselliğin oluşumu genellikle Oidipus Kompleksi ile açıklanır. Her erkek, çocuk yaşta annesiyle özdeşleşir ama bazılarında bu özdeşleşme kalıcı hale gelir ve kendi benliğini yitirip annesinin hoşlanabileceği şeylere (erkeklere) ilgisini artırmasına yol açar.
Bana saçma geldi bu kısım.

Altını çizdiğim hoşuma giden yerleri paylaşıyorum, iyi okumalar..

 

Bir bireyin yalnızken olduğu haliyle grup içindeki halinin ne kadar farklı olduğunu kanıtlamak kolaydır ama bunun nedenlerini keşfetmek çok da kolay değildir.

Zihnin bilinçli olan kısmı bilinçaltı ile karşılaştırıldığında daha küçük bir öneme sahiptir. En usta analizciler, en zeki gözlemciler bile bireyin davranışlarını belirleyen az sayıdaki güdülerden daha fazlasını bulurken nadiren başarılı oldular. Bizim bilinçli hareketlerimiz, zihnimizde kalıtsal olarak var olan bilinçaltı temelinin bir sonucudur. Bu temel, nesilden nesile miras bırakılan ve bir ırkın düşünce yapısını oluşturan çok sayıda ortak özellikten oluşmaktadır. Hareketlerimizin belirli olan nedenlerinin arkasında, hiç kuşku yok ki itiraf etmediğimiz gizli nedenler de vardır. Bu sebeplerin de arkasında bizim bilmediğimiz daha da gizli birçok neden vardır. Bizim günlük hareketlerimizin büyük bir kıdmı gözlemlemekten kaçtığımız gizli dürtülermizin sonucudur.

Grup içindeki en çelişkili fikirler bile yan yana olabilir ve aralarındaki mantıksal zıtlıktan hiçbir sorun çıkmaksızın birbirini hoş görebilir. Psikanalistlerin de uzun zamandan beri dikkat çektikleri bu durum bireylerin, çocukların ve sinir hastalığı olan kişilerin, bilinçaltındaki zihinsel hayatlarında olan durumdur.

Yalnız olan bireylerde kişiyi harekete geçirme gücü sadece kişisel ilgiler iken, grup içindeyken kişisel ilgiler çok nadir öne çıkar.
Birey yalnızken görgülü biri olabilir; kitle içindeyken içgüdüleriyle hareket eden bir barbardır.

Dini inançların ne kadar hoş görüşsüz olduğunu ve insanlar üzerinde ne kadar baskıcı etki uyguladıklarını herkes bilir. Kitleler zayıflamayan muhafazakarlık iç güdülerine sahiptirler ve geleneklere puta taparcasına saygı duyarlar. Hayatlarının gerçek şartlarını değiştirecek her yenilikten, bilinçsiz olarak nefret ederler.

...kendini sevgi dini olarak adlandırsa bile bir din kendisine ait olmayanlara karşı sert ve sevgisiz davranmaya mecburdur. Aslında temel olarak ele alındığında, aynı şekilde, her din, sadece kucakladığı insanlar için bir sevgi dinidir. Öte yandan kendisine ait olmayanlara karşı ise zalim ve hoşgörüsüz olmak bütün dinlerin tabiatında vardır.

Bizim bilinçli hareketlerimiz, zihnimizde kalıtsal olarak var olan bilinçaltı temelinin bir sonucudur. Bu temel, nesilden nesile miras bırakılan ve bir ırkın düşünce yapısını oluşturan çok sayıda ortak özellikten oluşmaktadır. Hareketlerimizin belirli olan nedenlerinin arkasında, hiç kuşku yok ki itiraf etmediğimiz gizli nedenler de vardır. Bu sebeplerin de arkasında bizim bilmediğimiz daha da gizli birçok neden vardır.

 



09 Ekim 2020

En güzel doğum günü hediyesi

  Hediyeler her zaman güzeldir. Benim için en anlamlı hediye her zaman kitap olmuştur. Kitap, konser bileti ve branş fark etmeksizin Fenerbahçe maçlarına bilet, baktığım zaman birilerini hatırlatacak hediyeler her zaman favorim.

Bu kitaplar birkaç saat önce geldi. 24 Eylül doğum günüm dü 36 yaşına girdim. İş arkadaşlarım güzel bir sürpriz yapıp D&R dan hediye çeki yapmışlardı, kitaplar indirime girmişken bunları aldım. İdari izinim nedeniyle şuan yanlarında olamasam da, varlıklarını sevgilerini her zaman hissetiğim güzel dostlar. Hazır evdeyken hafta da 1 kitap hedefimi gerçekleştirmeye çalışacağım benim küçük kurbağalardan fırsat buldukça. Yeni alıntılarda görüşmek üzere..


Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar (Alıntılar)

Geçen yazımda bahsetmiştim bu kitapla ilgili düşüncemi, bunun üzerine  Lady Wednesday'in yorumu geldi. Onun için kitapta altını çizdiğim alıntıları paylaşmak istedim. Lady gibi Tezer kitaplarını okumamış yada okumak isteyenlerin Tezer hakkında bir fikri oluşur belki diye.
İyi okumalar

Önsöz- Leyla Erbil 1994

Tezer Özlü ile iki konuda birbirimize söz vermiştik.
İlki evlilik kurumunu, kocaları, daha çok eşlerimizi anlatacak birer roman yazmaktı. Ben sözü Mektup Aşkları'yla yerine getirmeye çalıştım. Yazık ki Tezer, kendininkini yazmaya fırsat bulamadan, benimkini de göremeden hayata veda etti.
İkinci sözümüz ise, mektuplarımızı yayınlamaktı.

Hepimizin hayatında karşılaşmaktan, dostluk etmekten pişmanlık getirdiğimiz insanlar olmuştur. Hayatımızı güzelleştiren karşılıklı olarak yüreklerimizi değiştirdiğimiz insanlar da. Tezer Özlü benim yaşamımda, ne şanslıyım ki sayıları pek de az sayılamayacak derin dostluklar kurabıldığım bir kişi olarak yerini aldı.

Özverinin, kardeşlik duygusunun silinip, kullanmanın, çıkar ilişkilerinin egemen olduğu bir dünyada dostlar olmadan ne yapardık bilemiyorum.. (s.7. Önsöz- Leyla Erbil 1994)

"Bu adam benim ölümüm Leyla" diye tanıştırıyor sevgilisini. "Bak bak bu benim ta kendim! Kafatasım bu; kendi ölümüm!" (s.11)

Türkiye, aslında aşığı olduğu bu topraklar acılarına acı katmıştır Tezer'in.
Din kökenli ilkellik, resmi ideolojinin sarmalında özgür aklı boğmuştur bu ülke.
Buyurgan, yasakçı, ataerkil toplumun yatışmak bilmez gizli şiddeti, sadece on yılda bir sıkıyönetim dönemlerinde değil, sivil yönetimlerde de insan ilişkilerinin tüm alanlarını kaplamış, yurttaşların tümünü hasta etmiş, cehemmene çevirmiştir yaşamı. Hele Tezer gibi kozmopolit kültür sahibi insanlarınkini.. (s.13)

Sabah görüştüğümüzde bir kez daha bu ülkeyi terk edeceğine yemin ediyor.(Tezer Özlü) Mücadeleyi sürdürme lafları ediyorum ben, o ise, "burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu!" diyerek sürekli yineliyor... Hâlâ da öyle değil mi? (s.14)


-Mektuplar-

21 Haziran 1982 Berlin
Sevgili Leyla

Bundan sonra bana hangi insan ne verebilir, diye düşünüyor ve Türkiye'de tanıdığım insanları bir anda kafamdan geçiriyordum. Zaten bana orada bir şeyler veren tek dostum Leyla, diyordum kendi kendime, senin yanına bir kişi koymaya, bulmaya çalışıyordum. O sırada Deniz senin mektubunu getirdi.
Tabi sende, ya da bende sana benzeyen çok yönler var. Mektubunu okuduktan sonra otobüs beklerken bunları düşündüm. erkeklerin beğendiği istediği bir kadınsın. Hep sevildin. Güzelsin, temizsin. (Pis kadın olur mu diyeceksin.) Ama kimlerin pis olduğunu sen de çok iyi biliyosun. Sonra senin, benim gibi ( Galiba kendimi çok koydum bu işin içine) eleştirici yanın çok güçlü. Sonra cin gibisin, bir kere kendikendini iyi gözlüyorsun. Bu gariban insanlar ne kendilerinin, ne yazdıklarının farkındalar. Zaten farkında olsalar bunları yazmazlar. Cahil insanlar. (s.29)

Bizim D., E. gibi (düşünürlerimiz) Türkiye'yi o denli tanıtmamış ki, herkes bizi şalvar giyer, başını örter, yazsa yazsa geri kalmış bir toplumun geri, egzotik öykülerini yazar diye düşünüyor. (s.30)


9/10 Ekim 1982 Berlin
Sevgili Leyla'cığım

Sana ne kadar uzun süredir yazamadım.
....
Sevdiğim kitapları yeniden okumak, sözcükler, dünyayı sözcüklere çevirerek algılamak. Bunun dışında her birey bana çözümlenmeyecek bir dünya gibi görünüyor. Bu korkular birer fantazi gibi tabii. (s.33)

Burada kapitalist gelişimin bunalımını yaşayan insanların çıkmazı ve sorunları bizden daha mı güç bilemiyorum. Bu açıdan dönecek bir yerimin olması beni çok mutlu kılıyor. Dönecek yeri düşünürken, döneceğim yerdeki değer ve mutlulukları düşünürken de, senin yerin ne denli büyük bilemezsin. Sana günlerce anlatabileceğim gözlemlerim var. (s.34)

Artık ikiyüzlü ilişkileri yürütemeyeceğim. Geçmiş ola. (s.34)

Türkiye'de edebiyat cahillerin elinde. cümle kurma estetiği olmayan, düşünceleri de bunamayı kanıtlayan herkes tuttu. Şaşılacak şey. Oysa Can Yücel gibi büyük bir şairin adını bile geçirmiyorlar. (s.35)

Artık bir kent insanı değilim. doğayı, sessizliği ve küçük kasabaları seviyorum. (s.44)


22 Mayıs 1984
Sevgili Leyla'cığım

Mektubunu aldığımdan beri, kafamda sana yazıp duruyorum, ayrıca bu büyük sevinci, sana yazmanın mutluluğunu belki bilinçli olarak biraz sakladım durdum.Yaşamımda birlikte olmaktan hiçbir an sıkılmadığım ender insanlardan biri sensin, bir ikincisi var mı, bilmiyorum. Sıkılmak bir yana, tam aksine içim direnç ve yaşam sevinciyle dolmuştur, beni hep coşturmuşsundur.
Düşümcelerimi dilediğim doğrultuda yönlendirebildiğim günlerde herşeyle çok mutlu oluyorum. (s.47)

İnsanın kendisi kadar duygulu bir insanla bir sevgiyi bölüşmesi, birbirine sevgiyi aktarması ve o insanla bir arada yaşaması ne kadar güzel, ama o kadar zor ki. (s.49)


16 Temmuz 1984 Zürih

Biz, Türkiye olarak gerçekten yalnız kalmış, batılılaşma sürecinin de artık içinde boğulmuş bir durumdayız, ama bu durumdan belki sıyrılırız. (s.53)


20 Temmuz 1984

Burada 100 yaşını bulan, 20 yıl bitki gibi yaşayan insanlar var. Yoğun yaşayıp, ölebilmek de güzel. (s.55)


27 Ağustos 1984

Özlediğim sessizliğe kavuştuğum için mutluyum. Ama bu sessizlik de koşullu, her olgunun içerdiği çelişkiyi sen çok iyi bilirsin, yaşamışsındır, sürekli yaşarsın. Senin gibi bir yakınuım olduğu için mutluyum. (s.59)


3 Ocak 1985 Zürih

Burada en çok seni arıyorum. Ne önemli, yeri doldurulamaz bir doşlukmuş, dostlukmuş...

Aslında memnunluk ya da rahatsızlıklarımızın tümü kendi içimizden kaynaklanmıyor mu? Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar olmana karşın, çağdaşlarının geriliği nedeniyle cahillerin baskısı altında kaldın. Ama bu, yalnız sana özgü bir durum değil, tüm ülkelerde örneği var. seni anlayan, seven, değerini bilen mutlak önemli bir kesim var, bu kesimde hiç de küçük değil. Zamanlara dayanacak bir öncüsün. Senin gibi bir kadın - kadın olmasın, kadın demeyeyim, insan- kiminle yaşarsa yaşasın, sorunlar olacaktır. Bizler belki de kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belkide toplulumumuz buna el vermediği için evlilikler yapan kadınlarız... Paris, New york gibi kentlerde olsaydık, belki başka türlü yaşardık... bilmiyorum. Ama İstanbul'da da çok derin yaşadığımızı, içten insanlar bulduğumuzu... burada daha iyi algılıyorum. (s.60)

İlk kez çocukluğumdan uzaklaşıyorum. Kendi zamanım içindeyim. (s.61)

İnsanların birçoğu depresif. Burada depresyon çok yaygın. O yüzden ben de kendimi uzak tutuyorum. (s.63)

13 Ocak1986
Sevgili Leyla'cığım

Kendim de hastalığın neden olduğu depresyon ve üzüntüleri yenmeye çalışıyorum. Zaman geçerse iyi olacak. Okuyorum, yürüyüşe çıkıyorum. İstanbul'da sizlerle olsam daha mutlu olurdum, burada hep yalnızım. Yalnız olunca insan acı düşüncelere saplanıyor. ama iyi olacağıma inancım büyük. Gözlerinden öperim. (s.69)
 

Bu Tezer özlü'nün son mektubuydu, iyi olacağına umudu vardı fakat  18 Şubat 1986'da eşi Hans Peter'in  kollarında kansere yenik düştü. Işıklar içinde uyu Tezer.



06 Ekim 2020

Günlükler mektuplar anılar

   Son bir kaç yıldır günlüklere, mektuplara anılara sardım. Sevdiğim beğendiğim hatta hayranlık duyduğum isimlerin anılarını, ilişkilerini, aklından geçenleri, üzüldüğü sevdiniği öfkelendiği şeyleri okumak kitaplarını okurkan farklı bir anlam katıyor.  Yazara farklı bir pencereden bakmama ne demek istediğini altını çizmesede anlamamı sağlıyor. Benzeyen yönlerimi içimden geçenleri gördüğüm zamansa hayranlığım daha çok arttığı gibi neden tanışmadık diye üzüntümde çoğalıyor.
Bunun ilk örneği Tezer Özlü. Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e mektuplar kitabı, bu türlere sarmamın fitilini ateşledi. Tezer Özlü'nün tüm kitaplarını okudum fakat ona ait anıları ve arkadaşı ile mektupları hayata edebiyata, bazı yazar arkadaşlarına, ülkeye siyasete bakış açısı eleştirisi o kadar tanıdık ve benimde içimden geçen şeylerdi ki, onu neden sevdiğimi bir kez daha anladım. Keşke daha uzun olsaydı dedim, Tezer Özlü'nün vefatı ile son bulan güzel mektuplar.

Sonrasında Mina Urgan, keşke oturup sohbet edebilseydim dediğim diğer isimlerden biri. Bir Dinozor'un Anıları ve Bir Dinozor'un gezileri okuması çok keyifli. Hepsine tek tek sırayla geleceğim, vaktim olursa alıntılayabilirim ama az önce yaptım cidden çok meşakkatli.

Pandemi döneminde deyim yerindeyse eve kitap stokladım, baya abarttım diyebilirim. Bu türden okuduğum diğer kitaplar belirttiğim gibi zamanla alıntılayacağım.
Huzursuzluğun kitabı ve Yaşama Uğraşı okuduklarım.
Bulantı ve Sylvia Plath Günlükler okumak için sırada bekleyen kitaplar.

Şuan İtalo Sevivo / Zeno'nun Bilinci'ne başladım bitince görüşürüz.


 


Jules Payot / İrade Terbiyesi (Alıntılar)

 


Uzun zamandır elimde olan fakat tembelliğim nedeniyle anca okuma imkanı buldum İrade Terbiyesi'ni,  Fransız Pedagog Jules Payot tarafından 1893 yılında yazılmış. Bu kitabı almamı sağlayan en büyük etken kapağında ki Cemil Meriç'in "Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim" sözüdür. Bu aralar çok ihtiyacım var disipline toparlanmaya. Bazı bölümleri çok sabit fikirli, tutucu bulsam da genel olarak sıkılmadan okudum diyebilirim. Bu arada basım, çeviri yayın evi farklılığı olabilir, benim elimde ki kitap sonsöz kısmıyla 176 sayfa. Normalde 208 miş.

Altını çizdiğim alıntılar.
İyi okumalar..



  ...tüm başarısızlıklarımızın neredeyse tek sebebi vardır. O da irade zayıflığı. Çaba göstermekten ve özellikle süreklilik gerektiren bir çabadan korkarız. Rahata düşkünlüğümüz, tembelliğimiz gibi insani huylar tıpkı yer çekimi kanunu gibi doğaldır.
(s.13)

  Gerçek şu ki kararlı bir iradenin karşısında ancak devamlı bir güç durabilir. Tutkularımız ise doğası gereği geçicidir; ne kadar şiddetli olursa bir o kadar kısa sürer. Takıntı haline gelen ihtiraslar haricinde tutkuların sık oluşu düzenli bir çabanın yerini tutabilecekleri anlamına gelmez.
(s.13)
 
Ancak hantallık, rehavet, tembellik veya aymazlık diye adlandırılan huylarımız süreklilik arz eder. Bu huylarımıza karşı yapılacak düzensiz mücadele, mücadeleyi tekrar etmekten başka bir şeye yaramaz, sonunda başarılı da olunmaz. (s.13)

  Mücadele etmeden mutlu olunmaz, her mutluluk az çok bir çaba ister. Kitap okumak, müze ziyareti, ormanda dolaşmak hep bir teşebbüs gerektiren zevklerdir. Ayrıca tembelin kendini mahrum bıraktığı zevkler istediğiniz kadar tekrarlanabilen ve çaba gerektiren etkinliklerdir. Tembeller yumruklarını sıkmadıkları için mutluluğun avuçlarının içinden kaçıp gitmesini seyrederler. (s.15)

  Birçok öğrenci koşuşturmacaya üniversitede de aynen devam eder. Hatta daha hızlı. Ek olarak modern hayat şartları ruh dünyamızı yok etmeye ve zihnimizi meşgul etmeye gayret eder. İletişimin kolaylaşması, seyahat sıklığı, gezme alışkanlığı düşüncelerimizi dağıtmaya sebep olur. Okumaya zaman bile bulamayız. Coşkulu ama bir o kadar da boş bir hayat yaşıyoruz. (s.20)

  Günlük gazetelerin yaydığı sahte telaş, dünyanın dört bir yanından gelen üçüncü sayfa haberleri yığını, bazı insanları okumanın ne kadar da tatsız bir şey olduğu duygusuna sevk eder. (s.20)

  Peki bunca dikkat dağıtan olay karşısında eğitim sistemimizin vasatlığı da göz önünde bulundurulursa bu durumdan nasıl kurtulmalıyız? Ayrıca bizi bu hâlden çıkaracak olan irade terbiyesine eğitim sistemimizde yer verilmemesi de ne acı değil mi? (s.20)

  İrademizi güçlendirmek için yapılması gerekenleri yapmıyoruz. Beynimizi depolamakla meşgulüz. Zihnimizi çalıştırırken irademizden de istifade edeceğimiz için onu beslememiz gerek. Buğday ekip büyütmek gibi canlandırmaktan bahsediyorum. Gençler bugünün ötesini göremiyor. Günümüzde öğretmen baskısı, arkadaş alayları, bir taraftan cezalar, diğer taraftan ödül, iltifatlar. Yarın ise uzak olmasına rağmen lisans eğitimi, sınavlar, hatta en tembelin bile kolaylıkla başarabileceği ezberci baro ve tıp sınavları. İrade terbiyesi pek ciddiye alınmaz ancak insanı insan yapan, hayatını düzene koymasını sağlayan bu değil mi? En parlak yetenekler dahi özgüven olmazsa sönmez mi? İnsanlığın büyük başarılarında en büyük pay sağlam iradelerin değil midir? (s.20-21)

Bir fikrin veya bir duygunun içimizde canlanması ve yerleşmesi için samimi olması, devamlı olması ve tekrar etmesi gerekir. Bu fikir veya duygu yavaş yavaş ama sebatkar bir şekilde etkisini arttırır, adeta etrafını çevreleyen kaynakları oluşturup, kendisini empoze eder ve bir değer yargısı halini alır. Sanat eserleri de böyle ortaya çıkar. Bir dâhinin kafasındaki fikir genellikle bir gençlik hayalinde ya da yaşanmışlıkta gizlidir. Bir yerlerde okunmuş birkaç satır, hayata dair bir anı, bir yerlerden kalan bir mutluluk ifadesi, irticalen söylenen bir söz bereketi anlaşılmayan bir fikre kaynak oluverir. Fikir o güne kadar ulaşan her şeyden beslenir. Seyahat, muhabbet, iki satır yazı, ona yoğuracağı ve kendine mâl edeceği aynı zamanda güçleneceği kaynağı sağlar. İşte tam da bu şeklide Goethe, Faust eserini oluşturmak için tam otuz yıl boyunca yanında dolaştım. Bu süre boyunca tohum toprak altında olgunlaşmakta, büyümekte, gitgide derine inip kök salmakta, diplerde ihtiyacı olan şaheseri oluşturan can suyunu arayıp bulmaktadır.

  Tüm önemli fîkriler için geçerli olan bir kuraldır. Fikir sadece içimizden geçip giderse hiçbir kıymeti olmaz ve vuku da bulmaz. Fikre düzenli itina, hassasiyet, samimi bir dikkat göstermek gerekir. Tek başına yaşayabilmesi için Özel ilgi göstermek, saklamak, sahiplenmek gerekir. Onu uzun süre bilincinde canlı tutmak, ara sıra üzerinde düşünmek gerekir. Böylece Fikirlerin uyuşumu diye adlandırdığımız çekim gücü sayesinde güçlü duygularla yaşam kaynağını bularak kendine çekecek ve kendine mâl edecektir .(s.24-25)

    ... "bir harem dolusu  kadındansa akılcı, gözlem yeteneğine sahip bir kadının varlığı düşünür için daha değerlidir." (s.38)

    Kendini beğenmişlik, kendini gösterme peşinde olmak eziklik göstergesidir. Çalışarak başarmanın verdiği onurun yanına yaklaşmaz. (s.50)

   Arkadaş dediğimiz figürün arkasında geleceğimizin en azılı düşmanı olabilir. (s.52)

  Paris'te yaşamanın küçümsenemeyecek tek avantajı şehirdeki güzel sanatlardır. Müzik, resim, heykel, hitabet gibi sanatsal etkinlikler birçok taşra şehrinde eksik olabilir ancak oralarda da zihni çalışma imkanı açısından sayısız fırsatlar sunulur. Zaten taşralı olmak köyde, kasabada oturmak anlamına gelmez. Paris'te yaşayıp taşralı olabilirsiniz. Manası da yüksek zevklerden uzak olmaktır. Taşralı olmak anlam itibarıyla boş dedikodularla ilgilenmek, sadece yemek, içmek, yatmak, para kazanmak gibi şeylerle meşgul olmaktır. Sigara içmekten başka zevki olmayan, iskambil oynayan, kendi akıl seviyesindeki insanlarla oturup kaba saba espriler yaparak gülen kişiyi kast eder. Ancak doğa sevgisi olan, büyük düşünürlerin eserlerini okuyan genç, sırf taşrada bulunmakla bu sıfatların hiçbirini hak etmediğini bilir.
Büyük şehirlerden uzaklaşmak için daha hangi nedeni sayalım? Bazı yazarlar küçük şehirleri manastıra benzetirler. Doğrusu sükunet, sakinlik açısından benzerdir. Sürekli çevreden etkilenmeden düşüncelerimizi olgunlaştırabiliriz. Kafanız rahat olur, iç dünyanızda yaşarsınız. Düşünmekten mutlu olursunuz. Sükunet içindeyken en derinlerdeki düşüncelere ulaşmak mümkün olur. Fikirlerimiz git gide gelişir, olgunlaşır ve amaçlarına göre netleşir. Hatıralarımız yeniden canlanır. Şehirde yavaşlayan, ket vurulan beyin burada kendine gelir, hızına kavuşur. (s.61)


Israr etmenin bir anlamı yok. Yetenek dışarıdan, tepeden inen bir şey değildir. Gelişim de dışarıdan içeriye doğru değil, içeriden dışarıya doğru olur. Dış etkenler sadece bir aksesuardır. (s.62)

 Yunan filozof  Epiktetos olayları ikiye ayırır: Bizden kaynaklananlar ve bizden kaynaklanmayanlar. Bizden kaynaklanmayanların da acılarımızdan, hayal kırıklıklarımızdan kaynaklandığını söyler. Tembelin mutluluğu sadece başkalarına bağlıyken, çalışmaya alışık olan işiyle meşgul olarak mutlu olur. (s.66)

Bir çoğumuzun tercihlerini eğitimimiz, arkadaşların ve ya kamuoyunun eleştirileri, özlü sözler, telkinler şekillendirir. Çok azımız hangi limana gittiğimizi, ne zaman nerede demirleyip kendimizi toparlayacağımızı biliriz. (s.90)

Küçüklüğümüzden itibaren bize bazı şeylerin iyi, bazı şeylerin kötü olduğuıu öğretilir. Bunları konuştuğumuz insanların düşüncelerinden, hareketlerinden anlarız. Oysa o kavramları gerçek anlamlarıyla değil insanların ona yüklediği anlamlarla öğrenmiş oluruz. (s.93)

Bizim arzuladığımız sükunet insanı faydasız işlerden uzaklaştırıp içimizde olumlu duyguları uyandırmaya yetecek bir dinginliktir. Bunun için her gün veya her hafta biraz zaman ayırıp iç dünyanıza gezintiye çıkarak içinizdeki şevki ve isteği uyandırmak kafidir. (s.94)

Çocukların, kadınların veya erkeklerin davranışlarına dikkatlice bakılırsa anlık tepkilerle yaşadıklarını, anlık kararlarla hareket edip daha sonra oluşan durumu adapteolmak zorunda kaldıklarını görürüz. Toplum içinde prensip olarak saygı koruma adına daha kontrollü oluruz. Kendimizi sakin ve naif biri gibi gösterme eğilimine gireriz. Oysa toplum nezdinde ortalığı karıştıran kişi olarak görünmemek için değil kendi yanlışlarımızı görebilmek için tefekkür etmemiz faydalı olur. (s.94)

Ortalığı birbirine katanlar, politikacılar, kahramanlar, tarihi saçmalıklarıyla dolduran heyecanlı tipler insanlık adına sadece basit, vasat bir basamak oluştururlar. (s.94)

Kargaşadan uzak durmak, tefekkür etmek, içimizi dinlemek, faydası olacak kitaplar okumak, notlarımızı tekrar tekrar okumak ve hangi davranışın nasıl bir tehlike yaratabileceğini somut olarak derinlemesine düşünmek akıl yürütürken bize yardımcı olacak en önemli adımlardır.
Alelacele konunun üzerinden geçmeyi kastetmiyoruz. düşünmek, koklamak, dinlemek ve dokunmaktan bahsediyoruz. (s.101)

Psikolojide hiçbir şey yok olmaz. Doğa ince hesap yapan  bir muhasebeci gibidir. Görünüşte hiçbir anlam ifade etmeyen eylemlerimiz birike birike yerinden kımıldamayan davranışlara dönüşür. Kendimizi aşmamızda önemli bir iş birlikçi olan ''zaman'' amacımız doğrultusunda çalışmaya zorlanmazsa aleyhimize dönebilir. Çünkü zaman, alışkanlıklar teorisi gereği psikolojimiz üzerinde lehimizde ya da aleyhimizde baskı kurar. Alışkanlıklar sinsi bir şekilde yavaşça ilerler. (s.103)

Tüm isteksizliğe rağmen kalkıp bilmediği bir kelimenin anlamını sözlükten bakan, tembellik yapma arzusuna rağmen işini tamamlayan, can sıkıcı olsa da o sayfayı okuyup bitiren öğrencidir cesur olan. İrade de bu saymakla bitmeyen, tek başına anlamsız eylemlerin toplamının meyvesidir. (s.104)