Aslında her şeyin halleri var; saplantı tek ama onunda halleri var. Mesela benimde hallerim var. ev halim, iş halim, vapur halim, sen halim. (s.7)
Belki bambaşkaydı sözlerin, belki yabancılığıyla irkiltmişti beni. belki de sigaran için ateş istemiştin sadece, belki de eski bir sınıf arkadaşımdın ya da uzak bir akraba. Belki ilk konuşan sendin. Belki gerçekten de bendim. Susmaya daha fazla dayanamayıp, beni çeken o inanılmaz düşüşe aceleyle yetişmeye çalışıyordum. Ne fark eder? Bir sürü şey üst üste yığıldığında altta kalanların şekillerinin bozulması kaçınılmaz. (s. 9)
Bir kadın imkansızlığı temsil ediyordu kişisel sözlüğümde ve karşısı hep boş kalmak zorundaydı. (s.10)
Yalan söylemediği birine sığınamaz insan, dürüstlük daima bir eşitlik gerektirir, çocukluğun en ağır yüküdür dürüstlük.(s.10)
Arızayı giderip ışıkları tekrar kapadıklarında içindekiler taşınıp bomboş kalmış bir ev gibi hissediyorum kendimi. Ruhum çekilmiş, soyulmuş. (s.16)
İnsan kaç cümlesinin sonunu getirebilir ki? (s.17)
Beni daha iyi tanımlayacak başka kaç kelime var ki? Belki bir tane daha ama o hiç söylenmedi. (s.18)
Bazen geri çekilmek gerekir, gözden düşmek, kapanmak, susmak. Dipten
de derin bir yere vurur insanı, ah delirsem de dinse der ama delirmek
kolay değil. Bir imtiyazdır aklın yönetemediği dünya. Akla kendiliğinden
karşı çıkmak, isyan etmek, onu hükümsüz kılmak kimsenin taktir etmediği
bir imtiyazdır. Delilik sırf mümkün olduğu için irkiltir insanı.
Mümkündür ve gündeliğin, normalin, olağanın, -ması gerekenin gelip
tosladığı bir duvardır. Yaklaştığını geriletir, sersemletir, üzer. Ne
lüzumsuz. (s.28)
Kimi zaman geri çekilmek gerekir; saçaklı ayaklarını bir anda kabuğuna toplayan bir deniz yaratığı gibi kapanmak Ama geri çekilmek öğretilmez hiçbir çocuğa . Batmaya dirensin diye büyütülür her çocuk .Ben de bir çocuktum ,ben de büyütüldüm ve şimdi nasıl batacağimi bilemiyorum . Direnmek nasıl bırakılır ? (s.28)
Kendimizden konuşmazdık, dertleşmezdik, sır vermezdik, yemin etmezdik, cilveleşmezdik. (s.32)
Haksız yere dayak yemiş bir çocuk gibi kıvrılıp içimi çeke çeke uyudum.
Benim öfkeme sığındığı için gözlerinin ışıltısındaki tuzu asla göremeyeceğim. (s.54)
Yanımdan geçerken başını kaldırıp yüzüme baksa, gözünde bir şey görsem her şey bitecek; merak ettiğim son kişi de fos çıkmış olacak; zihnimi insanlardan bütün bütün çekeceğim artık. (s.34)
Bellek bir konuşmanın ne kadarını kaydedebilir? Neler kaybolur? Neler silinir? Yerine neler konur? Bellek cansız bir şey olsa kaydettikleri de değişmeden durabilirdi belki ama o da soluk alıyor. Geçmişi aktarmak bu yüzden umutsuz bir çaba. sonrasını bildiğim bir şey nasıl değişmeden kalabilir ki aklımda? (s.40)
"Yeter artık, yeter bana bakıp durma. Ben kafandaki kadın değilim". (s.41)
Ne fark eder ki? Kime ne ispatlamaya çalışıyorum? Sana söylemek istediklerimi kimseye söyleyemezdim ki; bana söylemek istediklerini sen de kimseye söyleyemezdin zaten. Yine de en azından birbirimize söyleyenilmek iyi olurdu. Hislerin kesif sıcağından uzaklaşıp birbirimizi kelimelerle serinletmek. (s.45)
Dilsizliğin çok sinir bozucuydu ama onu yıkacak cesaretim yoktu. Sözlere o kadar yabancı olmadığını biliyordum; sadece bir sınırdan sonra tükeniyordu sözlerin. Ama o sınıra bile gelemiyorduk artık. (s. 64)
Birisiyle konuşmamanın gerçekten ne anlama gelebileceğini belki de azncak o zaman anladım. Sessizlik: Tenimden daha yakına gelemezsin; ben artık sana insan değilim. (s.65)
Bozuldun çünkü, çarpıldın, değiştin. İnanılmaz bir durağanlık bastı bütün o kıpır kıpır yanıp sönmeleri. Şimdi bakıyorum da her şey günden güne farklılık gösteriyor, denizin pis kokusu, martıların uçuşu, hatta vapurlar bile. Sen ise değişken bir çerçeve olan benim içimde hep aynısın. Gitgide unutuşa esir düşüp eksilen bir bellek kişisi. (s.76)