24 Temmuz 2024

Oruç Aruoba / Zilif (Alıntılar)

 Zilif, Oruç Aruoba'nın intiharı düşündüğü bir dönemde kızı Filiz'e yazdığı vasiyetname niteliğindeki mektubun kitaplaştırılmış halidir.


Sevgili Kızım,
zorlukla yazıyorum. Elim rahatsız, titriyor. Onun için, yazım çarpık-çurpuk oluyor. (Bu küçük defteri de kendim yaptım; sayfalan keserken o da biraz eğri-büğrü oldu.) Kusura bakma.
Yazdıklarımı şimdi okurken, beni iyice anlayabilecek konumda olacaksın — yıllar geçecek; büyüyeceksin. O zaman, bana küçükken beslediğin. duygular, belki bir-iki anıya sıkışıp kalmış olacak; belki de, kocaman bir boşluğun incecik çeperleri durumuna gelecek; ama bu cılız anılardan onlann anlamını çıkarabilecek yaşa gelmiş olacaksın; yıllar boyunca da, düşüne düşüne, çıkaracaksın. Bunu umuyor değil, biliyorum; çünkü sende, daha o yaşında bile, o anlamı kavrayacak gücü görmüştüm — yani, şimdi, görüyorum...

Anımsıyorsundur: Senin için, “Benim kızım insan olacak” demiştim. Sen, benim bu sözümü o anda beynine kazımış, ama yüzüme de hayretle bakmıştın — o hayretini anımsıyorsun, değil mi?
Evet, gururla, biraz da övünçle söylemiştim o sözü (babalar çocuklarından kendilerine pay çıkartırlar ya işte...); ama, yüzümde bir hüzün, bir üzüntü de görmüştün. Şaşırmıştın; pek bir anlam verememiştin buna.
Bugün anlamışsmdır — anladığını biliyorum : o gurur ile o hüzün nasıl oluyor da birarada bu
lunabiliyorlar; biliyorsun.

İnsan olan insan pek az — bunu anladın bunca yıl sonra; bir de şunu: İnsan insan oldu mu, acı çeker. Bunlan anlaman, senin insan olacağını gören Baban’m gururlu üzüntüsü ile üzüntülü gururunu anlamlı kılmıştır sana.
Ama, bak, sana, şimdi, buradan, yıllar öncesinden, şimdi, sana, orada, yıllar sonrasında, şunu söylüyorum — bunu söylemek için yazıyorum: Ne mutlu sana ki, insan olmanın acısını çekebiliyorsun, bunca yıl da, çektin — ve ben, yıllar öncesindeki Baban, şimdi, orada, yıllar sonrasında bulunsaydım, yüzümde göreceğin, artık, üzüntü değil, yalnızca gurur olurdu.
Bu sözü niye söylediğimi de gayet iyi hatırlıyorsun, biliyorum — şunu da biliyorum ki, senin küçük kalbinde o gün meydana gelen çalkantıları, ben, o gün de, şimdi de, tamamiyle bilecek durumda değilim...

Sana şimdi o kadar çok şey söylemek istiyorum ki, hiçbirini doğru-dürüst söyleyemiyorum...
Kusuruma bakma — yazım da gittikçe bozuluyor...

Bu dünya pek fazla şey vermedi bana — hoş, ben de ona pek birşey vermedim ya... Ama başlangıçta öyle değildi. Gençliğimde ben de coşkuyla, tutkuyla atılmıştım hayata; Annen’i sevmiş, işimde de başanlı olmak istemiştim. Sonra, biliyorsun, işimi de Annen’i de kaybettim — herşeyimi... — Peki nasıl oldu da bu hâle düştüm... Sana anlatmağa çalışacağım — umarım anlarsın; çünkü bu anlatacağımı anlayabileceğinden pek emin değilim — , çünkü, belki ben de tam olarak anlamamışımdır ve anlatamıyorumdur...

‘Coşku’, ‘tutku’ dedim; bu duygularla, şunu isteyerek giriştim hayata: Tanınmak.
İnsanların, hele, yakınlarımın, beni tanıması, yaptıklarımı görmeleri, ne yaptığımı anlamalan. — Bak, sevmesi, saymaları demiyorum; amacımda, birçoklarının yaptığı gibi, kendisini şöyle şöyle göstermek, şu şu gibi görünmek, haketmediği bir sevgi bulmak, layık olmadığı bir saygı görmek, değildi. Beni ben olarak tanısınlar, bilsinler istiyordum. Gençtim, dopdoluydum; büyük işlere girişmek, gücümü sınamak, başarıya ulaşmak istiyordum. Bunları yaparken de, nasıl bir kişi olduğum ortaya çıksın, gözüksün istiyordum — işte, etrafımdakiler de bu kişiyi, bu “ben”i görsünler, kişiliğimi anlasınlar istedim. Sahici ol
mak; sahiden anlaşılmak, tanınmaktı, istediğim.

Ama beni tanımalarını en çok istediğim kişiler, beni en çok yanlış anlayan kişiler oldular.

— Bak, sakın sen de yanlış anlama: Sızlanıyor değilim, hiçbirşeyden yakınmıyorum. Davacı değilim dünyadan. Bunlan yalnız senin için; şimdi, sana, yazıyorum — başka kimseye söyleyecek sözüm yok.

İşte, hep buydu olan: Annen beni gerçekten sevdi, biliyorum; ama neydi bu ‘sevgi’ — onun yalnızca daha önceden edinmiş olduğu bakış biçimlerine verdiği addı. Beni, hep, ya yanlış anladı, ya da hiç anlamadı. Beni hiçbirzaman sahiden ben olarak göremedi ki — o zaman kimdi Annen’in ‘sevdiği’?... Bende ben olmayan birini — hatta birşeyleri— ‘sevdi’; sonra, beklediklerini bulamadıkça, duygulan — o sevgi’si— nefrete dönüşmeğe başladığı zaman da, ne yazık ki, gene, ben değildim nefret ettiği kişi... Beni tanıyarak,
bilerek, görerek; sahiden ben olan benden nefret etseydi, inan, sevinirdim buna.
Öyle olmadı.

Toplum da öyle: Benden hep önceden konmuş kalıpların içine girmemi istediler. Benden, ben olarak, belirli bir görevi üstlenmemi isteselerdi, sorun olmazdı — benim istediğim de zaten buydu. Ama, benim o görevin kendisi durumuna girmemi istediler. Benim bambaşka bir kişi olmamı bile değil; sanki kişiliksiz birşey olmamı — sanki cansız, düşüncesiz birşey, bir alet, bir makina...
Dünya benden ben olmamı istemedi.
Beni ben olarak tanımadı.

Ben de sırtımı döndüm işte, bu dünyaya — gerisini biliyorsun; şimdi, artık, öğrenmiş olacaksın.

Sırtımı dönüp nereye gittiğimi de biliyorsun : toplumun, benim gibi, kıyılarına sürdüğü insanların arasına... Bir kez seni bile o insanların arasına sokma cesaretini göstermiştim. Anımsıyorsundur şimdi: Hani o çok boyalı ‘teyze’ler; o sıra sıra masalarla dolu, gündüz vakti karanlık salon; sana garip gelen, tanımadığın kokular...
Bir de, heyecan içinde, korkudan tiril tiril o genç ‘teyze’yi hatırlıyorsundur. Ve onun için söyleneni: “Dostu gelecek de...”. “Dost”u gelecek diye korkudan titreyen bu insana hayretle, anlayamadan bakmıştın. “Dost” sözcüğünün böyle bir anlamda kullanılmasını yadırgamıştm: İnsan “dost”u gelecek diye korkar mıydı hiç?...

— Bugün, sözcüğün bu yananlamım da biliyorsundur artık; bir de şunu : bu sözcüğün sözümona ‘düz’ kullanıldığı yerlerde nasıl bir sahtelik taşıdığını. İnsanların, “Çok yakın dostumdur” dedikleri kişilerle ilgili neler yapabildiklerini — ve neler yapmayabildiklerini, parmaklarını bile kıpırdatmaya yanaşmayabildiklerini, biliyorsun.

Sen, “dost” sözcüğünü kullanan kaç insanda sahici bir duygu gördün, şimdiye kadar? (Umuyorum benim gördüğümden daha fazlasını görmüşsündür...)


İşte, o insanların arasına gittim ben de, toplumdan çıkıp. Sahici tanınmayı orada buldum mu — bilmem : kendimi aldatma eğilimim güçlü olunca, bu soruya “Belki, bazen” diyebiliyorum — ; ama, inan bana, sahici insanlar tanıdım orada, sahici ilişkilerim oldu. Bunlar, toplum indinde ‘geçerli’ ilişkiler değildi, biliyorum — ama, hiçbir ‘geçerli’ ilişkinin olamadığı kadar — hatta olamayacağı kadar— gerçek, sahici idiler. Ben de toplumun geçerli saydığı ölçüler içindeyken hiçbir zaman olmadığım kadar sahici oldum, orada, o insanlar arasında.
— Garip işte: Beni tanımaya en çok o‘tanmmayan’lar yaklaştı...

Gene de; evet, doğru : bir anlamda kaçtım, kaçıyorum şimdi de — bu da belki güçsüz olduğumu, yetersiz ve korkak olduğumu gösterir. Başarısız oldum. Bugün, yakınlarımın gözünde de, toplum indinde de, yersiz bir ‘düşkün’üm.
Biliyorum.
Ama düşün: Nedir ki ‘başarı’ — ne olabilirdi ki benim başanm, ben o koşullara boyuneğip, toplum içinde bana gösterilen yeri alsaydım? Bir ikiyüzlülük, bir sahtelik, bir aldatmaca olurdu bu ‘başarı’ — ‘ben’im, ben olmadan, hatta benliğimi bir kenara atarak, kişiliğimi çiğneyerek elde ettiğim birşey. Karşılığında kim olduğumu verdiğim bir ‘kimlik’...

Bunu kabul etmedim. — Şunu bilmeni istiyorum: Pişman değilim; hiç de pişman olmadım. Ama şunu da bil ki, öyle gururlu falan da değilim — olamadım: Kendimden hiç nefret etmedim; ama bir türlü beğenemedim de kendimi. Çok acı çektim, ama başkalanna da çok acı çektirdim — bu da insanın gururlanabileceği birşey değil pek... Kendimi haklı görüyor değilim; ama kendimi savunuyor da değilim — hele yargılamayı hiç beceremiyorum, kendimi de dünyayı da...
— Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum — uyuşamadık. Hepsi bu.

Yaşam tek seferliktir. Bir kişi de, kim ise odur. Ben de ancak öyle, yaşadığım gibi yaşadım; başka türlü yapamazdım. — Başka türlü yapabilmeyi ister miydim... Sanıyorum, Hayır — peki o zaman, bütün bunları yeniden yaşamak durumunda kalsaydım, bunu ister miydim... Sanıyorum, Evet.
Çünkü, işte, başka, olduğumdan farklı bir kişi olmak istemezdim — bütün yoksunluklarımla, kusurlarımla, bozukluklarımla, ben benim... Yaşamım da böyle olacaktı; zaten de, öyle oldu...

Şimdi artık tek bir amacım var; bu da, gerçekleşmesi için benim yaşıyor olmamı gerektiren birşey değil: -
Senin beni tanıman.
Biliyorum, aklında kalacak o bir-iki anı, yıllar geçtikçe; sen, Annen’i, toplumu, insanlan tanıdıkça, onlarda göreceklerinin çerçevesi içinde anlamlanacak; sana, yavaş yavaş, Baban’m sahici kişiliğini gösterecek. — Aslında benim bunları şimdi yazmama gerek yoktu; bunu da biliyorum.
Bu yüzden, bu küçük defter sana ‘hayatın ortası’na geldiğinde ulaştırılacak. Sen de, burada yazdıklarımda, zaten çoktandır bildiğin şeyleri bulacaksın. Bu mektup hiç de yeni birşeyler anlatmayacak sana; ama, herhangi birşeyi de doğrulamayacak.
— Zaten boşuna bütün bu yazdıklarım...

Yalnız... -------
Evet, işte, yalnız, şu: Beni tanıyacaksın...
Başka birşey istememiştim ki zaten, yaşamım boyu...
— Garip değil m i: şimdi, yaşamım boyu isteyip de elde edemediğim birşeye, şimdi, öldükten yıllar sonra, kavuşmak...

Artık hazırlanmalıyım.
Sen geleceksin biraz sonra buraya, bir tuhaflık, bir karışıklık göreceksin — olup-bitenden de pek birşey anlamayacaksın. Ancak yıllar sonra aydınlanacak bu son anının anlamı; öteki, o daha eski anılarla birlikte.
O zaman, şimdi, sen herşeyi anladıktan sonra eline geçecek bu satırlar: Neyi anladığını anlayacaksın.
Tanıyacaksın.
Seni şimdiden öpüyorum,
Sevgili Kızım
benim-------
Baban.


4 yorum:

  1. Burnumun ucu sızladı..... internetten okumuştum, baskısı çok az yapılmış nadir bir kitaptı bir zamanlar nedense... zilif / filiz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten okurken insanın gözleri doluyor. Hele bir de o babanın yaşadığı ruh halinden benzerlik bulunca kendimizden iki kat etkiliyor.

      Sil
  2. Oruç Auroba'yı iyi bir yazar olarak biliyorum ama bu kitabını bilmiyordum. Kitabın çok ilginç bir adı var; Zilif Filiz'in tersten okunuşu. Çocuklarına yazı yazan anne babaların kitapları ilgimi çekiyor, özellikle babalarla kız çocukları arasında farklı bir iletişim oluyor. Emre Kongar'ın kitabı da ne güzeldir.
    Alıntılar, insanı kitabı okumaya teşvik ediyor. İlk video harika, ikinci de güzel bir seçim.
    Sevgiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tesadaüfen gördüm bende, kitap PDF lerine bakarken gözüme ilişti ve hemen bitti.
      Bende anılar ve mektup, mektuplaşmadan oluşan kitapları seviyorum. İnsanın iç dünyasını yansıtan şeyleri izlemeyi de okumayı da seviyorum.
      Sevgiler..

      Sil