28 Temmuz 2024

Aslı Erdoğan / Kabuk Adam (Alıntılar)


Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.

Yaşadıklarım, o her biri elmas değerindeki anlar su damlaları gibi kayıp gitti avcumdan. Gerçekliğin
sonsuz okyanusundan tek bir deniz kabuğu kaldı geriye. Ona kulağımı dayayarak sonsuz bir şarkıyı sözcüklere dökmeye çalışacağım. Anlayabildiğim, yorumlayabildiğim kadarını elbette.

Çıldırtıcı gücünü, sonuna dek yaşanmayan arzulardan, en gizli hayallerden alan bir tutkuyu, ölümle yaşamın sınırında kurulan mucizevi bir dostluğu ve bütün yıkımların nedeni olan korkuyu, insanın en temel özelliği olan korkusunu, alçaklığını, umutsuz yalnızlığını...

Tropiklerde, o gözden ırak adada öğrendim ki, cennetle cehennem iç içedir, ancak bir katil bir peygamber olabilir ve insan bir başkasına, aynı karabüyü ayinlerindeki gibi, dönüşebilir, çünkü insanın tam zıddı gene kendisidir.

Oysa gerçekte ben, bunalımdan bir türlü kurtulamayan, hiçbir düşünceye, inanca ya da insana bağlanamayan, sürekli huzursuz, karamsar ve yapayalnız biriydim. Yaşama coşkumu çoktan kaybetmiş, belki de hiç kazanamamıştım. Bana kalırsa, kişisel tarihimin tek bir teması vardı; hayal kırıklığı. Ağır aile
baskısı ve şiddetle dolu geçen çocukluk yıllarım, dünyayı, acı çekenler ve çektirenlerin bulunduğu bir savaş alanı gibi algılamama neden olmuştu ve sanırım haklıydım da.

ölüme hazırlanan yaşlı bir kadın kadar umutsuz ve kırgındım.

insanın bir tutkusunun, işi dışında herhangi bir bağlılığının olmaması, kendi benliğini gözden çıkarmayı, bedenini dışlamayı, duygularının çoğunu bastırmayı öğrenmesi gerekir.

"Burası, en yakın dostunuz kafasına bir silah dayadığında, başınızı çevirip bakacak zamanı, gücü, hatta isteği bile bulamayacağınız bir yerdir." Ben de şöyle eklerdim: "Zaten dostunuz da yoktur."

Kısa zamanda, birbirimizin desteği olmadan, hayatımıza katlanamaz duruma geldik; depresyon kış yağmurları gibi bastırdığında, terk edildiğimizde, aşağılandığımızda, bizi kobra yılanı gibi izleyen intihar düşüncesi kafasını kaldırdığında, hep birbirimizi kurtarıyorduk. Bir yandan cezaevi ya da askerlik arkadaşlıklarına benziyordu ilişkimiz, ancak bu tür dostluklarda görülebilecek fedakarlıkları içeriyordu,
ama aynı zamanda ortak geçmişlerin, ortak acıların, ortak ruhların kesişmesiydi. Bazen birbirimizi yansıtan iki ayna oluyorduk, bazen birbirimizi bütünlüyor, bazen de kendi gücümüzün son kırıntılarını ötekine aktararak sağ kalmayı başarıyorduk.

Kurallara sıkı sıkıya bağlı, hep kabızmış izlenimi veren insanların, azıcık kuraldışı ve asi olanları tanımakta olağanüstü bir iç güdüleri vardır.

O anki umutsuzluğumu, o köle ruhlu insanlarla bir arada olmaktan duyduğum utancı anlatmak çok zor.

Acı doluydu söylediği; içtenlikle, hiçbir kızgınlık, yalvarma ya da ima içermeden, dolambaçsızca dile getirilen, eski bir acı. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. İçimdeki taşlar hızla yuvarlanıyorlardı, duygularımın bir kaynaktan fışkırırcasına boşalmalarından korktum.

"bir kitabın kapağına bakarak içindekileri anlayamazsın. "

Hem bilgece bir yönü vardı, hem de şeytanca; ikisi de aynı ölçüde çekiyordu beni. Konuşmayı olabildiğince uzatmak, onu, kendisini anlatmaya ikna etmek, bu gizemli Kabuk Adam'ı çözecek ipuçlarını ele geçirmek istiyordum. Güçlü bir önseziyle biliyordum ki, Kabuk Adam'ın bana öğretebileceği, o zamana değin ıskaladığım çok önemli bir şey vardı; yaşama dair, belki ölüme. Belki de dünyayı, benim için daha tanıdık ve duyarlı kılacak bir gizi biliyordu

"Bir insanı da sadece yüzüne bakarak anlayamadığın gibi. "

"Birisi bana bir şey vermek istediğinde kuşkuya kapılırım."
Biraz bıkkınlık, biraz acımayla süzdü beni, söylediğime pişman olmuştum. Zekamı kanıtlamak için söylediğim nice laf gibi gereksiz ve boştu, ruhun kendisinden gelmediği için de yapaydı.
"İnsanlara hiç güvenmiyorsun, değil mi?

Geçirdiği bunalımın izlerini, sessizliği ve durgunluğundan çok, ansızın patlattığı yersiz kah kahalarında ve öfke nöbetlerinde seçebiliyordum.

Beni hiç tanımayan, tanımak da istemeyen insanlara açılmak için güçlü bir dürtüye kapılırım zaman zaman, aslında bu bir tür kışkırtma, meydan okumadır. Ama kendi acılarına bile yabancılaşmış bu insanlara, acıdan söz etmenin ne anlamı olabilirdi ki? Yürekleri yerine, tıkır tıkır işleyen, yağb bir makineyi kullananların inandığı, şu "acı çekeni oynama" kavramı, aarun sayısız görünümlerinden biridir bence.

Öylesine Batılılaşmışsın ki, diye geçirdim içimden, sana işkenceden, tecavüzden, intihardan söz etsem burun kıvırırsın, ama parasızlığı geçerli bir mutsuzluk nedeni sayıyorsun.

Yalnızlığa öyle alışmıştım ki bir başkasının ilgisini ancak bir tehdit olarak algılayabiliyordum . Yabani bir hayvanın insan karşısında tedirginliğine benzeyen bir duyguydu bu. İçimdeki ceset uyandırılmaktan korkuyordu. Sesimdeki sertlikten yılmıştı, yumruk yemişçesine bir adım geriledi.

Tanıdığım gerçek bir insan değildi o sanki, düşsel bir yaratık vücut bulmuş ve bu adada karşıma çıkmıştı.

Umutsuzluk içindeydim.

İçine girdiğim yolun dönüşü yoktu.

O benim hem koruyucu kılavuzum, hem de olası celladımdı. Çok gizemli ve derin bir bağdı bu, iki insan arasında olabilecek belki de en giz dolu bağ. Rüzgarın ölümcül aşkları ve nefretleri hatırlatan şiddeti, sabolanmın altında çığlıklar atarak kınlan çakıl taşları, dalgaların tekdüze fısıldamaları, her şey, algılayabildiğim her şey bir uyarı niteliği kazanmıştı.

Zaten ömür boyu hep sahte, cansız bir dünyada, bir hapishanede yaşamıştım, gerçekliklerinden bile emin olmadığım insanlar arasında soluksuz kalmıştım.

"Sana öğretebileceğim çok şey var, senin de bana."

Mutlak güven ve korkunç bir ölüm korkusu arasında gidip gelen bir sarkaç sallanıyordu beynimde. Sonraları onda da, o uzun yürüyüş boyunca, böyle bir sarkacın sallandığını anladım; o da beni öldürmek ile bana .lşık olmak arasında, her an değişen seçimler yapıyordu.

Kendisinden beni öldürmesini isteyebileceğim ve bunu gerçekleştirebilecek tek insan şüphesiz ki Tony idi.

İntihar benim gizli dehlizim, içimde sürekli taşıdığım ve zaman geçtikçe derinleşen kuyumdu. Her insanın, gün gelip de düşüp parçalanmaktan kendini güçlükle alıkoyduğu bir uçurumu vardır.

Psikanaliz, nevroz, varoluşçuluk gibi kavramlarla kafası bulanmamıştı ve aslında son derece basit bir şeyi, bir başkasının korkunç acısını hissedebiliyordu. Bir başka insan için üzülebiliyordu. İkiyüzlü, çok bilmişlerin dünyasında eşi bulunmaz bir duyarlılıktı onunki.

Ayrıntıları anlatmak, öykünün kendisini anlatmak olurdu ve ben henüz buna hazır değildim. Ne kendime, ne başkalarına, gerçeğin kaba, anlamsız bir özetini sunmaktan öteye geçememiştim bugüne kadar. Bu olay çözülmemiş bir kara delik olarak kalmıştı içimde, bir türlü kapanmayan, sürekli kanayan bir yaraydı. Sargılar açılmaya, yara çıplak gün ışığıyla karşılaşmaya hazır değildi ve Tony'nin iyi niyetli ama keskin neşteri gerçekten de tehlikeli olabilirdi. Saklanıyordum, çünkü saklanmam gereken bir şey vardı, ne olduğunu tam olarak bilemediğim, dehşet verici bir şey. Ölüm değildi beni böylesine korkutan, uzun zamandır ölüme az çok hazır sayılırım; ölümü defalarca kışkırttım bugüne dek, kendimi gerekli gereksiz bir yığın tehlikeye attım; ama bu, korktuğum başka şeyler olmadığı anlamına gelmiyor. Ruhun karanlık vadilerinde gizlenmiş hayaletlerin sezilmesiydi bu belki de .

"Bunu hiç anlatma insanlara. Kendini öldürmek istediğini. Anlayamazlar. "

Hayatım boyunca okuduğum yüzlerce kitabı, dinlediğim insanları, anlamaya çalıştığım kavramları düşündüm; fizik, edebiyat, felsefe, tarih . . . Hepsinden geriye kalan tortu, bir avuç kumdan daha fazla değildi. Yirmi beş yıl boyunca, yaşamın özüne ilişkin hiç ama hiçbir şey öğrenmemiştim. Beni, kendimi, temelden ilgilendiren bir soruyla yüzleşmiş miydim gerçekten? Bu çeyrek yüzyılı, tek bir ağacı sabırla izlemeye adasaydım, kesinlikle daha bilge biri olmuştum bugün.

Yüzü öylesine değişti ki, aşılmaması gereken bir sınırı aştığımı, onu en zayıf, savunmasız yerinden vurduğumu anladım.

Yoksuldu, eğitimsizdi, siyahtı, beyaz adamın bitmez tükenmez hırsının ve sözde uygarlığının bir kurbanıydı... Öfkesinin ve acısının boyutlarını, ruhunda açılmış derin çatlakları nasıl kavrayabilirdim ki?

"Ben öyle bir kadın istiyorum ki onunla evreni yeniden kurabileyim. Bir aile, bir ev kurmaktan da öte, bütün dünyayı, si1baştan beraber yaratmalıyız."

Aramızdaki konuşmalar ne kadar kısa ve basit olursa olsun, asla sıradan değildi ve açıklanamaz bir biçimde doyurucuydu.

"Gözlerine bir kez bile bakmam yetti sana güvenmeme . "

Yalnız kalmak, bütün zamanımı kendime ayırmak istiyordum. Çözümleyemediğim, başa çıkamadığım dönüşümler gerçekleşiyordu içimde ve bunların üzerinde düşünecek vakit bile bulamıyordum. Kendi hayatım iplerini koparmış, benden kaçıp gidiyordu.

Benim hayal bile edemeyeceğim acılarla sertleşmiş ama benim çoktan yitirdiğim mutlulukları yaşamış olmalıydılar.

Sonuçta alışmıştım, yalnızlığa, sevgisizliğe, yalnızca kendimiçin var olmaya, en insani tepkilerimin anarşistlikle suçlanmasına alışmıştım. Giderek, karşımdakilerin kafasındaki imgeye daha çok benzemeye başlamıştım. Her geçen gün daha vurdum duymaz davranıyor, daha çok başkaldırıyordum, hiçbir otoriteyi önemsememeyi öğreniyordum.

"Korkmadığını söylediğin şeylerden korktuğuna eminim. İstemediğini söylediğin şeyleri de çok istiyorsun. Umutsuzluk değil seninki, sadece bıkkınlık. Yaşayan herkesin umudu vardır."

"Biliyorum . Seni görür görmez sezdim bunu. İlk karşılaşmamızda, bana doğru yürüdüğün anda anlamıştım. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordun. Sende de var bir şeyler. İstersen dünyanın en tehlikeli kadını olabilirsin . Ama istemiyorsun." İkimiz de karşımızdakinin karanlığını, yabanıllığını sezmiştik
demek ki. İçimizdeki ortak uçurumdu bizi bağlayan ve aramızdaki bağın bu kadar güçlü oluşunun nedeni çok derinlerde, ruhun en karanlık diplerinde kurulmuş olmasıydı. Okyanus dipleri kadar derin ve ulaşılmaz.

Sonuçta insan yaşamayı hep sürdürmek zorunda ve bunun için de kendisiyle birlikte yaşamayı öğrenmeli.

Yaşadığım bu duygu, şimdiye kadar duyduklarımın hiçbirine benzemese de, ancak aşk diye adlandırılabilirdi. Tiksinti ve korkudan, aşka doğru ani, bilinçsiz bir sıçrayış yapmıştım . Tırtıl, kelebeğe dönüşmüştü.

Bir kadına değil de hayatın kendisine dokunuyormuş gibiydi.

İçimdeki bütün pisliği kusmak istiyordum: Şiddeti, acıyı, umutsuzluğu, yalnızlığı, tek bir virgül bile atlamadan ortaya dökmek. Geceler, bıçaklar, kürtajlar, ihanetler, çocukluk cehenneminin hayaletleri. Hastalıklı bir sayıklamaydı bu, beni rahatlatacağına daha da huzursuzlaştınyordu.

"Sen," dedi birdenbire, "benim yıllarca birlikte yaşayabileceğim bir kadınsın."
Ne söyleyeceğimi bilemedim . Okyanusun ortasındaki bu küçücük adada kurabileceğim hayatın belli belirsiz hayali geçti gözlerimin önünden. Sabahlan okyanusta yüzerek, mercanların arasından kabuk çıkararak, kuytu köşelerde marihuana içerek akıp giden bir hayat. Tropikal günbatımlannda sevişmek, şiir
yazmak; giderek incelen, dinçleşen, esmerleşen bedenim; her gece dans etmek; adalılar gibi çömelmeyi, ağaca tırmanmayı, dövüşmeyi öğrenmek, turistlere deniz kabuğu satmak, melez çocuklar doğurmak. . . Geçmişimi, köklerimi, yaldızlı gelecek hesaplarımı yitirmek. Uzun, sıcak günler boyunca unutmak. Ken
dimi unutmak ve sonra yeniden bulmak. Şimdiye kadar yaşadığım, daha doğrusu, vitrinden seyrettiğim hayattan ve avuçlarımda tuttuğum kül renkli gelecekten belki çok daha güzel. Ama böyle bir serüvene atılmak, bir başkasının yaşamını ödünç alırcasına kendiminkinden vazgeçmek için çok fazla cesarete gereksinimim vardı. Sahip olabileceğimden çok daha fazlasına.

Cömertliği, benim gibi ne almayı ne de vermeyi doğru dürüst beceremeyen biri için ezici bir yüktü.

Sonuçta biz kadınlar, cinsellik: söz konusu olduğunda umulmadık davranışlar gösterebiliriz ve bu da bedenimizle ilişkilerimizin karmaşıklığından kaynaklanır.

"Cehenneme giden yolun taşlan iyi niyetle döşenmiştir,"

Artık gözlerimin içine hiç bakmıyordu. Olağanüstü bir dostluğun can çekiştiği anlardı bunlar.

Bugün artık biliyorum: Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.

"Ben de kendimi keşfediyordum. Bunun için niye bir başkasına, hele hele bir erkeğe ihtiyacım olsun ki? "

Aramız da gerçekten geçmiş bir konuşmayı defalarca tekrarlıyor, değiştiriyor, ona söyleyemediğim, söylemek için çok geç kaldığım cümleleri kendi kendime mırıldanıyordum. Sabahları uyandığımda ağlamış oluyordum, çünkü hemen her gece, o uzaklardaki adaya dönüyor ve onu arıyordum.


6 yorum:

  1. Bir önceki paylaşımı çok beğenerek okumuştum. Tam yorum yapmaya hazırlanırken türlü çeşitli işler çıktı, olmadı. ve ansızın şimdi bu uzuuun yeni paylaşımı gördüm. Okumadan yorum yapamam ki... Eminim gene özenle seçilmiş alıntılardır. Ama daha sonra uğrayacağım.
    Bu hızın sırrını bir gün sormak isterim sevgili Kırmızı...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bir sırrı yok hocam. Okuduklarımın Pdf lerini buluyorum, alıntıları eklemesi eskiye göre çok daha çabuk oluyor ve hızlı okuyan biriyim. Bir de her şeyden soyutladım kendimi sadece kitap okuyorum. Ağustos sonu Eylül başı gibi bloga ara vereceğim, aksilik olmazsa kitabımı yılbaşından önce çıkarmayı planlıyorum. O yüzden ara vermeden olabildiğince çok okuyup eklemek istedim. Ücretsiz izine ayrıldığım bu 1,5 ayda 23 kitap okudum ve okuduklarımı da ekledim.

      Sil
  2. "Bir insanı da sadece yüzüne bakarak anlayamadığın gibi. "

    Anlarım, tıpkı kelimelerine bakarak anladığım gibi... hatta iddialıyım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunun bir formülü var mı? Öğrenilebilir bir şey midir bu yetenek?

      Sil
  3. Öğrenilebilir mi bilmiyorum. Küçüktüm, yazları mağazaya çalışmaya giderdim. Henüz ilkokuldaydım, gelen müşterilere bakar, şu borcunu öder, şu ödemez gibi laflar ederdim. Babam da insanları seveceksin derdi. Bunun insanları sevmekle bir alakası yok ki dedim babama. Sonra büyüdüm, babam öldü, mağazayı ben ve küçük kardeşim yönetmeye başladık, yirmiyim, kardeş de 15. Müşterinin yüzüne bakar veresiye verilip verilmeyeceğine karar verirdim. Bütün hayatım boyunca içlerinden çıkan çürük elma %3'ü bulmamıştır. Babamın insanları seveceksin cümlesi onları dikkatli izlememe vesile olmuştu ve mağazayı yöneten babam olduğu için ben de kendimi test etme imkanı bulmuştum, bir sorumluluğum yoktu, karar noktası babamdı o an için. Bir anlamda odaklanmıştım, bir oyundu benim için elbette yanılıyordum ama kendimi kısa sürede eğitmiştim :)) Yani biraz yetenek, biraz da odaklanma:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İçsel bir yeteneğin yanında hayatı insanları bilmenin avantajı sanırım. Benim maşallah dediğim 40 gün yaşamıyor :)

      Sil