22 Ocak 2024

Elizabeth Smart / Merkez İstasyonu'nda Oturup Ağladım (Alıntılar)



Elizabeth Smart, 30 yıl arayla çıkardığı ve birbirinin devamı olan iki kitabına rağmen hep merak ettiğim bir yazardı. Hayatı ve özellikle şair George Baker'a olan tutkulu aşkı, tanışma süreci sonrası merak uyandırdı. Kitap şiirsel düzyazı klasikleri arasında yer alır. Bu kitapta anlattığı öykü kendi hayatıdır. Bir kadın ne kadar aşık olabilir? Bir kadın aşk uğruna kendini ne kadar perişan edebilir? Bütün bunlara cevap verirken kalbinden çok şey katmış Elizabeth Smart. Eğer hayatını bilmeden bu kitabı okursanız " yauv ablacım bu nasıl bir sevgi, mazoşist misin az kaldı bayılazzaamm" dersiniz. Ki bildiğim halde ben bile arada "ay yeter bacım" dedim. Şaka bir yana bu kadar yoğun bir aşk, tutku beklemiyordum. Ben hiç sevmem aşk meşk kitaplarını, daral gelir. Ha kitabı sevmedim mi, sevdim o ayrı. Başlarda doludizgin bir aşk tutku görülürken, sonrasında bu yasak ilişkiye gelen tepkilerle mutluluğun yerini melankoli alıyor. Kendi şiirsel diliyle bu aşk üçgenini, acıyı, vicdan muhasebesi ve bitmeyen aşkı anlatıyor Smart.

Elizabeth'in hikayesine gelince; Londra'da bir kitapçıda tedadüfen bulduğu şiir kitabı onu çok etkiler ve kitabın yazarı George Baker'a
hiç görmediği tanımadığı halde sırılsıklam aşık olur. Onunla tanışmayı hatta evlenmeyi kafasına koyar ama adam evlidir. Adam karısıyla birlikte Japonya'da yaşamaktadır, İngilizce öğretmenliği yapar ve Smart onları Amerika'ya davet eder. Aralarında hemen bir aşk doğar ve ikisi de adamın evli olmasına aldırmaz. Şair evliliğini asla bitirmez ve Smart'la olan ilişkisi de ömür boyu devam eder. Dört çocukları olur ve Smart ailesinden hiç birşey kabul etmez çocukların hepsini tek başına büyütür. Adama olan aşkından tutkusundan hiç vazgeçmez. Baker'la olan ilişkisi1941'de başlar ve kitabı 1945 yılında çıkar Kanadalı yazarın.
Siz düşünün artık o dönemin olanaklarını imkanlarını. Cep telefonu, internet yok. Nasıl bir aşk, tutku, azim ya da saplantı ne derseniz artık, kadın istediğini yapmış ve mutlu olmuş.. Şimdi, iyi de Kırmızı bize ne bundan derseniz de, kitabın hikayesini, koşullarını ve kadının ruh hali bilip ona göre yorumlamak daha sağlıklı olur diye düşünüyorum..
Bu arada Elizabeth Smart deyince isim benzerliğinden 2002'de 14 yaşındayken, karılı kocalı pedofili sapık tarafından kaçırılan Elizabeth Smart sanılmasın. En çok onun kitapları hikayesi çıkıyor isim aratıldığında.


Gökteki aydan tiksinerek kendimi neden üzerinde yattığım bu kayadan aşağı atmıyorum? Biliyorum, bugünler geleceğim için bana yalnızca cinayet sunuyor. (s.16)

Gün bir şekilde geçse de gece sanrılardan kaçış yok. (s.18)

Günlerin uzunluğu, düşünceleri baştan çıkarıyor, güneşin altında kertenkeleler gibi uzanıp yaşamayı belirsiz tarihlere erteliyoruz. (s.18)

Çemberin dışında pusuda huzursuzluk bekliyor. aramızdaki bu sessizlik, herhangi bir yakınlıktan kaçış; bu sırf bir isim olarak bile gecelerce uykusuz bırakıp yakınında olma arzusu ile titretirken şu an çok daha tehlikeli. Aramızda görünür olan uzaklık artıyor. (s.18)

Aklım gerginliğimin kayıtsızlıktan kaynaklandığı sonucuna varabilir ama yüreğim gerçek kayıtsızlığın bunca tutkulu olamayacağını biliyor. (s.18)

İçimden sordum. Kadınlığımla böyle apaçık damgalanmış olmanın, bir rastlantıdan ibaret olsa da hemen göze batan, cinsiyetim nedeniyle Vesnüs'ün Adanis'le uğradığından çok daha beter bir hakarete uğramanın öfkesiyle kıpkırmızı kesilerek kızıl meselerin içine daldım. (s. 19)

"İnsan cinsiyetleri ne olursa olsun bütün canlıları sevmeli." (s. 19)

Gece kıyı boyu arabayla giderken alnımı öptü, şimdi nereye gidersem gideyim lanetli başımın üzerinde, daha yücesi hiç kimseye bahşedilmemiş olan o öpücüğü Demokles'in kılıcı gibi taşıyorum. (s.21)

Yatağımda, un ufak olmuş yatıyorum, bütün arzuların saldırısı altındayım: Yüreğimi bir güvercin yemiş, cinsel organımın oyuğunu bir kedi tırmalıyor, saatler giderek artan işkencelerle sabrımı sınarken kafamın içindeki tazılar sürekli saldırı buyruğuyla kırbaçlayan efendilerine boyun eğiyor. Bağırsam hangi melek duyar ki sesimi? (s.22)

Bir zamanlar, belli ki, bir çiçeğin büyüyüşünü izlediğim, güneşin adımlarını saydığım, belleğimin bir oyunu değilse, saati geldiğinde gülümseyen hayvanı doyurduğum o günlerin adasından çok ama çok uzağım artıık. Her yanımdan yaralar almışım, yaraların gözleri var; bütün dünyayı iyileşmesi olanaksız bir hüzün yumağı olarak gören gözleri ve kandan oluşan bir gök yüzüne asılı anlatılmaz ağızları var. (s.22)

Nasıl nazik olabilirim? Her gün yuvasını yeniden yapan bir kuşun huzuruna nasıl kavuşabilirim? Mecburiyet kaçmaya yarayacak kadife kanatlar sunmuyor insana. Aşkın tohumlarıyla, tam anlamıyla ölümüne, paramparça bedenim. (s.22)

Her zaman kurban olmaya aday bir günahsız o. Yaşamın deli akışından zarar gören her şeyin tanrıçası o. Kolları neden böyle bomboş? (s.23)

Gece, penceremin dışında derenin sesiyle çağıldıyor, bir zamanlar dokunuşunu tattığı ve aklından hiç çıkaramadığı çocuğu arıyor: Doğanın yasalarına uymayı kendisinden daha iyi başarmış olan o çocuğu. (s.23)

Omuzları hep acı çekiyormuş gibi,
basık göğüsleri yağlanmış Bakire Meryem Tapınakları gibi acınası. Nasıl konuşabilirim onunla? Nasıl rahatlatabilirim onu? Kırda yürürken ayağımın altında ezilen çiçeklere söyleyebileceğimden fazla ne söyleyebilirim ona? (s.23)

Sevgilim, sevgilim gel bizim yanımıza yat, çünkü sen de aşktan başka hiçbir şeyin tohumunun ekilemeyeceği bir topraksın. (s.24)

Doğanın yas tutmaya ayıracak vakti yok, her şey dünyanın dönüşüne bağlı, başına ne felaket gelirse gelsin, o var gücüyle yer altı törenlerini ve kendisinden beklenen bütün kehanetleri yerine getirir. (s.24)

Hayat ne kadar durağanlaştı, saatler inanılmayacak kadar uzadı. Kayalıkların dibindeki altın renkli çimenlere oturduğumuzda aramıza giren güneş, boş yere aradığımız bir çözümü ayağımıza getiriyor ama bu çözümün hemen uygulanması gerektiğini biliyoruz. Daha önce hiç ölüme aşık olmamıştım ya da aşağıdaki kayalıkların mutlak ölüm anlamına geldiğine sevindiğim olmamıştı. Oysa şuan ölme fikri cazip bir melankoli tülüne sarılı, her tür ayartıya eşlik eden bir şey olup çıktı. Çünkü aşkı inkar etmenin - belki ölümle inkar dışında - bir güzelliği yok, aşkın önünde başka hangi yol uzanabilir ki? (s.25)

Dünyanın, bütün dünyaların, merkezinden ne kadar uzaklaşırsam o kadar kolay olacak kendimi kandırmam ama ben güneşin kollarında yanıp tutuşurken bir kibrit alevini görebilecekmiyim? (s.26)

Tanrı'nın sabrının iyiden iyiye taştığını gösteren cezanın gümbürtüsünü bekliyorum. (s.26)

Siagara içmeyi öğrendim çünkü tutacak bir şeye ihtiyaç vardı. Elimde sigara olmadan durmaya korkar oldum. (s.27)

Gökyüzünde bulutlar ağır ağır ve kümeler halinde hareket ediyor. Bir araya toplanıyorlar ve ben onların dağın arkasında siyah uzun bir gökkuşağı oluşturarak denizin üzerinde kayboluşunu korkuyla izliyorum. Artık çok yakın o Şey. Çömelip Tanrı'nın gazabını beklemekten başka yapılacak bir şey yok. (s.27)

Doğa basıl bir unutma düzeneği geliştirebilir ya da Tanrım, sen, hangi akla sığmaz gerekçeleri öne sürerek sabrımın gücünü tüketen bu tutkuyu bastırabilirsin? (s.31)

Odamda kadının ağzından hiç çıkmamış çığlıklar yankılanıyor, vicdan azabının asmaları döşemeyi ve altındaki nemli mahzeni delip gecek gibi hızlı büyüyor. Cırcır böceği, gözüm döner de şeytan beni yine kışkırtır diye, kulağıma hiç durmadan uyarılar gönderiyor. Tuzak kuruldu ve ben tuzağa düştüm. (s.32)

Kör oldum ama gözümü göre eden şey kan, aşk değil. Aşk kılıcını çekti, suçuma kılavuzluk etti, kadın, denizde boğulmak üzereyken o tek can kurtaran botunu seçen biri gibi imdat diye çırpınıp bağırarak elimi kolumu bağladı, suyun üstündeki o yüzle benim tutkumun puslu maskesi üst üste bindi artık. (s.32)

Kapımı kilitledim ama korku dışarıda pusuda. (s.32)

Bütün çığlıklar fırtınanın kargaşasında yitiyor. (s.33)

Kibrimi kayalığın tepesine ayağa dikip benliğimi yalnızca intiharın buluşturabileceği o benlikle başbaşa bırakıyorum. (s.33)

Yaşam zaten korkunç tehditler altında, o yaraladığım kadın, acısını seyretmesi benim için bir ceza olan kadın, güçlükle nefes alarak kıyıda yatıyor ama hala yaşıyor. Bir korkak gibi tir tir titriyorum, o gulyabaninin açık duran avucundan ne yaşamı çekip alabiliyorum ne ölümü. (s.34)

Korku, üstümdeki davranış denen giysinin altında içorganlarımı kemiren bir kurt gibi. (s.34)

Tanrı'ya inanmayanlar cesaretimi kırıyor, Tanrı sesimizi duyurabileceğimiz bir uzaklıkta değil. Pencereme üşüşen kalabalıkla baş edebilmek için umudumu yitirmeden iyi melekleri toplamalıyım. İçeriyi gözleyenler kapıya engeller yığdığımı anlarlarsa bundan yararlanıp hep birden üstüme atlayabilirler. (s.35)

Bir ardıç kuşu yumurtası gibi kırdım kalbini. Kırıklar onun sonlu ufkuna kadar uzanıyor. (s.35)

Baş aşağı duran adamın hangi palangası seni yukarıya çekti de kaşla göz arasındaki o anlamsız gülüşlerin başladı ve sen güneşten beslenir oldun? Benimki gibi bir umutsuzluğun üstesinden gelebilmekmiydi yoksa senin ödülün? (s.36)

Ayağımla yanlışlıkla çaresizlerin üzerine bastım, bu cinayetimin avuntu götürür hiçbir yanı yoktu. Acım suçumu hafifletecek kadar güçlü değildi. Okaliptüs ağacında gelecekteki intikamın gök gürültüsüyle öten güvercin, söyle bana, nasıl bağışlatayım kendimi? Bu volkanın benim mucizemin habercisi olduğunu söyle. (s.36)

Yüreğim kendi kendini tüketiyor. Gerçeğin zehirli ritmiyle atıyor. (s.36)

Islak bir kanat ürkek geceyi süpürüyor, sabah, ruhları bekleyen zihnime soğuk çözümlerini üflüyor. (s.36)

Ama benim umut kadar cılız, ölüm kadar kaçınılmaz anka kuşu aşkım, sabah gökyüzünde bir put gibi işe koyulan bir işçi gibi soluk soluğa, pırıl pırıl parlıyor. (s.36)

Bir yabancıdan gelen en basit soru karşısında bile büyülenmiş gibi kalıyor, yüzümde anlamsız bir gülüşle, sadece bu ateşli sıvının gözlerimden dışarı akışını hissederek, aptal aptal bakıyorum. Aşkın elinde tutsağım artık, hiçbir kurtuluşum yok. (s.39)

Onun bir işaretiyle, yeni doğmuş bir kuştan daha ilkel bir güdüyle baştan ayağa ağız kesilerek gözlerimi kapatıyorum, titreyerek o cennete eş dokunuşu bekliyorum.  (s.40)

O gelgitlerin üzerindeki ay, çiy, yağmur, aşkın bütün tohumları ve özü. Kemiklerim bambu ağacı gibi çıtırdıyor. Ben üzerinde bitkilerin yetiştiği toprağım. Ama Filizlendikleride bende bir tanrı olacağım.
O kadar çok şey var ki elimde, birden çok zenginleşiyorum, bunu hak edecek, bu kadar çok şeye sahip olmamı haklı kılacak hiçbir şey yapmadım. Hem de öyle bir boşluğun ardından. Ben hiçbir şeyim, hiçbir şeye layık değilim, demeyi öğrenmişken hem de. (s.40)

Oldu işte, mucize gerçekleşti, herşey bugün başlıyor, dokunduğun herşey yaşam buluyor; yeni aya iki büyük yıldız eşlik ediyor; güneşli gün coşkulu bir parıltıyla sona eriyor; şu son yirmi yıldır bana yoldaşlık etmiş kederli dostlarım, yol yol uzanan sokaklar, solmuş sardunyalar, çocukların cılız bacakları, bütün dünya beni neşeyle kucaklıyor, üzerime atlıyor, sonunda gerçekleşen doğuşu müjdeliyor. (s.40)

Ne olacak şimdi? Hiçbir şey. Herşey oldu zaten. Zaman şimdiyle sınırlı ve zamanın getirebileceği başka birşey yok. Hiçbir şey bu şimdiki zamandan daha değerli olamaz, daha önce de olmadı hiç. Hayatta küçük gerçekler yok, sadece kocaman bir tane var. Dünyayı aşkımıza katabiliriz, hiçbir öfke zarar veremez ona, kıskançlık bile. (s.41)


Size göre Aşk diye bir şey var demek? (s.41)

Ama benim içdenizlerimdeki gürültü, içimdeki bu doğumun, aşkın kıyameti anımsatan doğumunun, göz kamaştırıcılığı onun söylediklerini anlamamaı engelliyor. Bir tepki vermek, çok derin uyuyan ve uyumaya devam etmek isteyen bir insanı uynadırmak kadar zor. Gülümsüyorum ama ayakarım yere basmıyor, aşktan başka gerçeklil yok. (s.41)

Onun o uçucu sözcüklerinin arasında bütün dünyanın düşmanlığını kazandığımızı, sıradan insanların - her türlü mucizeye olan - nefretini harekete geçirdiğimizi fark edememişim. Tek istediğim herkesin başımdan gitmesi, beni bu tamamlanmışlık duygusuyla içine dalıp gideceğim, öylece dalıp gideceğim bir yaşamla baş başa bırakması.   O kadar uzun zaman aşağılandım ki. Anlam denen şey başımın üzerinde sürekli kanat çırpıp durdu da bir türlü tutamadım onu. Şimdi de geldi başıma kondu. Dairenin ta merkezine çöreklendi. Aşığım, aşık, aşık - ama aynı zamanda da herşey bu adam. (s.42)

Dövünmeye zaman yok ki, hiçbir şeye yok. Kanayan bir kalple coşkuyu sadece kırmızının zenginliğinde bulmalıyım. (s.42)

Bir süre loş sokaklarda bu bilinmezin acısıyla dalgın ürkek yürüdüm, ..... acıyı böylece çevreye hiç belli etmeden aşmayı umuyordum. Ama korkuyordum ürküyordum ve inanmıyordum, umut ediyordum. Beni bir gemi gibi batıran azgın bir deniz değil ele konan bir kuş sanmıştım ben onu. (s.42)

Yerkürenin bir parçası oldum artık : Onun coşup taşan dalgalarından biriyim. Ağaçlarla, sinekkuşlarıyla, gökyüzüyle, meyvelerle ve karıklardaki sebzelerle hep bir ağızdan şakıyorum. Onların hepsi ya da hiçbiriyim. İsteğe göre şekil değiştiriyorum. (s.42)

Biraz coşku ya da sevgiye mi gerek duydunuz? Bomboş bir bahçenin ıslak yaprakları mısınız? Yüzüstü mü bırakıldınız, üşüyor musunuz ya da aç, felçli, kör müsünüz? Avuç avuç alın, alın, artanını saklarsınız!
(s.43)

Bu, Bugün. Bütün yolların ulaşmayı istediği, bütün ayakların varmaya çalıştığı nokta. Dünyanın dertleri, tasaları, yanlışları neler? Adete denizdeyim, cebirle ilk tanıştığım günkü kadar vahil be büyülenmiş gibiyim.(s.43)

İmrenilecek ne varsa alın götürün: Üzerinde adımın olduğu gümüş taraklar,uzun tuvalet, araba, yüzlerce hayran, lokantada iyi karşılanmak - ben en arsız gönüllerin hayal edebileceğinden bile daha zenginim, her yanımdan taşıp akan iyilik duygusuyla en asık suratları bile yıkayabilirim. Elimde ne varsa, ne olabilecekse, dünya bana ne verebilecekse hepsini alın, ben yine de yeni keşfedilmiş bir ülkenin imparatoriçesiyim, ne Kolomb'un ne Cortez'in hayalini bile kuramayacağı bir ülke. (s.44)

Beni kalbinin üzerine bir mühür gibi bas, kolunun üzerine, bir mühür gibi, çünkü aşk ölümden güçlüdür. (s.44)

Beni konuşmamak ve sevmek suçlarından yargılıyorlar. (s.48)

Kıskanç dünyanın gözleri gardiyanın gözleri olmuş, kapıdaki gözetleme deliğinden içeriye bakıyor. Yine de tek işkence erkeğinden yoksun olmak. (s.48)

Bizi birbirimizden ayırırken onun dizine dokunduğumu görmüşlerdi, gözlerimizdeki şey yüzünden bakışlarımızı da ayırmaya karar verdiler. Ne için yaşar insan o zaman? (s.48)

Bütün insanlar bize düşmansa kim yanımızda olacak? Bütün dileklerimiz özeldi, kendimizden başka kimseyi katmadık tutkularımıza. Yalnız göz göze bakışmakla gençlerin ahlakını bozmuş olabilir miyiz? Kimsenin başka işi yok mu? Büyük zararlara mı neden olduk? (s.52)

"Bana yemin ettirdiler--!"
"Usul gereği!"
"Ama Gerçeği istiyorlardı--!"
"Gerçek nedir ki?" (s.52)

Yani aşk, anne ve babanın gözündeki beklentileri kör edebiliyor; ya da benim aciliyetimin zarif dili onları merhametten eritiyor. (s.56)

İşlemediğime inandığım günahlar için kimseden af beklemiyorum, öyleyse bir sevgili gibi bağlandığım o yerleri bırakıp eve döndüğüm için neden ağlıyorum? (s.56)

"Aşk mı? Saçma sapan bir şey!" diyecekti annem, " önemli olan bağlılık, ahlak ve alışılmış davranış kalıpları." ama gözleri kafasında ortaçağ delilerininki gibiydi. Oysa babamdan daha fazlasını beklemiştim. Zihnini bir davanın kanıtı gibi gözler önüne serebilirdi o. Yalnız herhangi bir duygusallağın yaklaştığını görecek olursa döner sandalyesinde sallanarak acı acı gülümser, geçmesini beklerdi: "Bu işe aklını fazla takmışsın bence." Ardından bütün karşıt görüşler ordusu geçide başladı. (s.61)

Ben efsanedeki kapı kapı dolaşıp ekmek isteyerek kimlerin iyi yürekli olduğunu bulmaya çalışan yeşil cinim. İnsanların hepsi kötü aslında, hiçbiri iyi yürekli değil.(s.62)

Hayır, aşkın hiçbir savunması yok, gözyaşları olsa suçluluğu arttırır. Akıllı ol. Normal davran. Sen akıllı bir kızsın. Aklını kullan. Kedini oyala, bir işe yaramaya çalış. (s.63)

Ne akıl, ne duydu, ne açgözlülük, ne acıma, ne zeka, ne kurnazlık, ne çıkar ne de evlatlık görevimdi elimi seninkiyle birleştiren. O an düşünmeden hareket ettiğimi kimse iddia edemez. (s.65)

Ben onu hüzünle, pişmanlıkla, özlemle ya da umutsuzlukla yaşamıyorum. Ben onu yarınsız ve zambaklar beklemeden yaşıyorum. O yetiyor, o şu anım, yanında birşey getirmese de herşeyi veriyor bana. (s.66)

Aşk ölüm kadar güçlüdür. (s.66)

Yazık, bu düşünceler senin günahın, senin utanç giysilerin. (s.69)

Tanrı karşısında savaşı kaybettiği için Lucifer'i sevenler var. Şeytanın da kendisine göre haklı olduğu noktalar vardı, belkide eskiden cennet ülkesinde çürümüş birşeyler vardı. Hayatlarını kurtarsınlar diye kütüklerin üzerine bırakılan sincapların kuyruklarını ya da kapandaki tavşanların çeliğe karışmış, kemirilmiş pençelerini görmediğimi sanma. (s.69)

Benim melekliğe heveslendiğim filan yok. Ama insanın sırf hafif bir coşku ve mutluluk hali içinde görünmekle bile düşman kazanabileceğinmi iyi bilirim.
Yanlızca şunu hatırla: Ben bir rahatlık değil, ulaşılacak son noktayım.
Ben seni kör etmeye değil bulmaya çıktım. (s.70)

O olağanüstü yüz de bir utanç numarasıyla damgalanmış olarak suçlular galerisine iliştirildi. Deli gömleğiyle yatağa atıldı hemen. Burası hastane mi yoksa hapishane mi? Bilemiyorum. (s.73)

Karının çığlıklarını duydum: Neden çocuğu doğurmama izin vermedin, ah neden çocuğu doğurmama izin vermedin? (s.74)

Sana inanıyorum elbette, sana inanıyorum, çünkü senin için yalnız ben vardım, böyle dememiş miydin? Evet, demiştin, bu kıza iyi bak, çünkü o damarlarımdaki kanın akışını, yıldızların hareketini, mevsimlerin geri gelişini sağlayan kişidir.(s.76)

Dünyanın on asırlık acıları bile benim aşık olduğum gerçeğinin önemini azaltabilir mi? (s.80)

Bütün bildiklerimi getiriyorum gözümün önüne ama hiçbir anlam çıkaramıyorum. (s.80)

Ben hala VARIM, buradayım, hep var olacağım, diyor: belleğin ölümcül bir darbe alacak: unutacaksın, silineceksin, ama ben yok olmayacağım. (s.81)

Kim güneşli bir havada otururken intiharı düşünür ki? (s.84)

O aşka karşı günah işledi, bunu Acımak adına yaptığını söylese de; Acımak, Aşkla, kaybedilmesi kaçınılmaz bir savaşa girmek demektir, acımakla işi olmamalıydı onun, kararsızlığıyla, uğruna herşeyini, elinde avucundaki kumar oynamaya gelmeyecek herşeyi tehlikeye atmakla Aşkı yaraladı. (s.85)

Yani kutup yıldızsız kaldım. Umutsuzluğuma hangi yasak gem vurabilir? Beni ne durdurabilir artık? (s.86)

Herşey bu kadar basit ve açıkken kendini yok etmeye niyetli, gözü donmuş umutlarımı aşkı nasıl telkin edebilirim: Her gece onun göğüsüne damlayan gözyaşları kadının gözyaşları; karısı için endişeleniyor; yirmi dört saatini dolduran duyguda acıma duygusu zaten, aşk değil.
Belki onun umudu benim. ama karısıda içinde yaşadığı an. eğer içinde yaşadığı an karısıysa, ben içinde yaşadığı an değilim. Değilim işte, öyleyse nasıl oluyor da kimse benim ölü olduğumun farkına varmıyor, kimse beni görmeye kalkmıyor. Çünkü kelimenin tam anlamıyla bitmiş haldeyim. Boş bakışlarla amaçsız geziyor. Güçsüzlüğümü göz önüne seren yaşlar döküyorum. (s.86)

Herkesi kendime uzak buluyorum. Herkesi, her şeyi görmezden geliyorum, çürüyüp bir leşe dönüşmeme engel olmaya kalkan herkesten nefret ediyorum. Doğa yalnızca bunaltıcı bir hava, çiçeklerse varoluşun bezginliğini insanın yüzüne vuruyor. (s.86)

Son on gündür hissettiklerim aşktan çok umutsuzluk. Aşksız ben bir hiçim, hem de onun düşünebileceğinden de ölümcül durumum, o doğanın beni dirilteceğini düşünüyordu oysa. Doğa bana iyi davrandı aslında, mucizeler yarattı benim için, ama sonuçta bu noktaya gelimdi işte, doğanın beni tutsal aldığı bu ana. (s.87)

Bazen kafese sıkışmış başımın ağrısını bir yandan öbür yana iterken, benim acım buysa eğer, diyorum, kimbilir o kadın ne acılar çekti - yüz katını bunun, bir umut ışığı olmadan, bense onun derin ve dayanılmaz kederinin tepesinde mutlu umutlu oturdum. (s.87)

İşte zihnimde inatla boy veren umudun çimi bu, belki de bu gece onun ağzının, bütün güllerin ortası gibi görünen o ağzın, benimkinden başka bir ağzın üzerine kapanacağını, özürlerle, sevgiyle, meme emen bir bebek gibi o ağza yapışacağını aklıma getirmemeye çalışıyorum hiç. (s.89)

Siz sadece gerçeğe olan inancımı geri verin bana, ben kansere, dedikoduya, savaşa çare bulayım. Siz bana o gerçeği verin, ben de ellerimi kesip o kadına vereyim ki bir saatliğine de olsa huzura kavuşsun. Yaralayın beni, aldatın ama yeter ki aşktan emin olayım. (s.91 )

Söyleyeceğimiz bir şey var mı acaba, çok bildiğini sanan bizlerin? (s.93 )

Nasıl da amaçsız sürükleniyorum. Ne kadar tehlikeli bir boşluktayım. (s.98)

Çok kötü bir haldesin değil mi, tatlım? Çok feci lekelendin? (s.101)

Ah! Benim seksle filan işim yok aslında, öpüşüp koklaşmaktan çok sıkılırım. (s.102)

Ben yalnızım. Bir azize olamam ben. Ben istediğim adamı istiyorum. Dünyadaki herkesin içinden onu seçtim ben. Buz gibi kararlılıkla seçtim onu ben. Ama tutku buza benzemez. Beni tutuşturdu. Dünyayı tutuşturdu. Aşk, aşk, yüreğim rahat bırak, kollarınla sar beni, yüreğimi rahatlat. O küçük piçi hisset. (s.102)

Yazgı, bu son bildirgemi duy, onu bugün elimle imzaladım, imzalı, ayrıntılı, herşeyi anlatıyor, en son ve değişmez vasiyetim. (s.104)

Merkez İstasyonu'nun oraya oturup ağladım. Varoluşun mekanik akışı beni rahatlatamaz, perişan yüzümü farkeden garsonların yakınlığı avutamaz. (s.107)

Benim bentleri yıkıp taşan kederimin ırmağında nereye sürükleniyoruz hep birlikte? Ah kasırga, karar ver artık. Neresi olursa olsun, yeter ki bir yerde karar kıl. (s.108)

Kendini bir bırakabilse ağlayacak. Bir zaman o da insanca duygular taşıyordu. Ama ne hale geliniyor görüyorsunuz? (s.110)

Aşka ne zaman vaktin olacak, tatlım? (s.111)

Bütün kutup yıldızlarım kayan yıldızlara dönüştü. Zihnim büyük bir selde gemi enkazı gibi sürükleniyor. Hiçbir bunalımlı ergen bir acı sona doğru böylesine çılgınca sürüklenmemiştir dünyanın gürültüleri sürüyor. (s.112)

Kanımın aktığı her yara onun öpüşleriyle açılmışken orada zalim rüzgarların önünde çaresiz sürüklense de nasıl acıyabilirim ben ona? (s.114)

Ve yüzeye çıkamadan boğuluyorum. Dipteki su yosunlarına ulaşamadan boğulıyorum. Irmağın bakışını görmezden geliyorum. Oysa ömünde dans ediyor. Şehvetle bakıyor bana. artık iyice tükendim. (s.115)

Bütün gece ağladıktan sonra yüzüm ne kadar beyazsa sayfada o kadar beyaz. Harabeye dönmüş zihnim kadar da kısır. Bütün şehitlikler boşuna. Kendini gereğinden fazla kurban etmenin kanında boğuluyor o da. Silahları bir kenara koy aşk, çünkü bütün savaşlar kaybedildi. (s 118 )

Canım, sevgilim, uyuduğun yerden duyuyor musun beni? (s.119)




3 yorum:

  1. İlginç bir aşk öyküsü. Bazı kitaplar daha uzun zamanda okumayı gerektiriyor. Zamanla okuma hızımız düşüyor. Çalıştığım bir Eğitim kurumunda" Hızlı Okuma Kursları" çok yararlı geçerdi. Keşke tüm kurumlar düzenleyebilse.
    Sevgiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarın iki kitabı var, 30 yıl arayla yazmış, birbirinin devamı ve bunun devamını da yakın da ekleyeceğim başlamadım henüz.
      Ben izinliyim, haftaya başlayacağım işe :/ o yüzden bu kadar sık paylaşım yapıp okuyabiliyorum. Bu hafta okuyabildiğim kadar okuyup sonra ekleme yapmayı panlıyorum bakalım.
      Sevgiler..

      Sil
    2. Bir de Derin ve sizin yorumlar spama düşüyor, anlamadım bir türlü..

      Sil