21 Haziran 2024

Luigi Pirandello / Biri, Hiçbiri, Binlercesi (Alıntılar)

“Yirminci yüzyılda üç yazar huzursuzluğumuzu, acılarımızı ve korkularımızı en iyi şekilde dile getirdi. Bunlar Pirandello, Kafka ve Borges’tir.”
-Leonardo Sciascia-

Vitangelo Moscarda’nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. Kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. Moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? Kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser, ölümsüz bir de edebi kahraman da yaratır, Vitangelo Moscarda’yı. O kahraman bize şu soruyu sorar: İnsan bir midir, hiç midir yoksa binlerce midir? (Arka kapak)

98 yıl önce yazılmış ve günümüz insanının estetik kaygısını ve insanları bozan psikolojisini resmetmiş adeta. İnsan zihninin kendisine ne tür labirentler tuzaklar kurduğu ve labirentlerin arasında kendisini, olduğu, olduğunu sandığı, olmasını istediği şeyi aramasının en saf örneği...
Biçimsiz bir vücuda sahip olma bedbahtlığını yaşamamış herkesin genellikle kabul ettiği ve savunduğu şu düşünceyi kabul etmek ve savunmak, benim için de gayet kolay olmuştu: Dış görünüş nedeniyle böbürlenmek budalalara mahsus bir davranışür. Bu yüzden olsa gerek, bendeki bir kusurun bu ani ve beklenmedik keşfi, hak etmediğim bir cezaya mahkûm olmuşçasına öfkelendirmişti beni.

Hak ettiği bir övgünün önce kendisinden esirgendiğini, ardından kendine cömert bir armağan gibi sunulduğunu görüp de sinirlenmeyecek biri var mıdır, bilemiyorum.

Uzun yıllar burnumu hiç değiştirmeden, hep aynı burunla ve aynı kaşlar, aynı eller, aynı bacaklarla yaşayıp da hepsinin kusurlu olduğunu ancak evlendikten sonra fark edebilmem devasa ve olağanüstü bir önem taşıyordu.
“Aman nasıl da şaşırdım! Kadın milletinin nasıl olduğu bilinmez mi sanki? Kocalarının kusurlannı keşfetmek için özellikle yaratılmışlardır onlar.

Ufak kusurlarımın keşfine dönmeye karar vermemle, bir anda ruhumun derinlerine çöken her şey şu düşünceye sarıldı: Nasıl yani, bizzat kendi vücudumu ve mümkün olan en derin mahremiyet seviyesinde bana ait olan şeyleri, yani burnumu, kulaklarımı, ellerimi, bacaklarımı dahi tanımıyor olmam mümkün müydü? Ve onları yeniden, dikkatle inceleyebilmek adına dönüp dönüp bakmaktan alamıyordum kendimi.
Hastalığım işte bu noktada başladı.

Başkalarının kusurlarını kolayca fark ettiğimiz halde, kendimizinkileri görmekte zorlandığımızı gözler önüne seriyor. Gel gelelim, hastalığın ilk tohumu ruhumda kök salmaya başlamıştı bir kere ve bu düşünceyle kendimi avutamıyordum. Aksine içimde, başkalarının gözünde, bugüne dek kendimi zannettiğim kişi olmadığım görüşü yerleşmeye başladı. Şimdilik sadece bedenime odaklandım.

Deliliğin önceden beri içimde olabileceğini inkâr etmemekle birlikte, gerçekten yalnız kalabilmenin tek yolunun bu söylediğimin olduğuna yalvanrım inanın.
Yalnızlık asla sizi de kapsamaz; sizi daima dışarıda bırakır ve sadece çevrenizde yabancı birinin var olmasıyla mümkündür: Nerede ve kiminle olursanız olun, tamamıyla yok sayılmalı ve siz de etrafınızdakileri tamamıyla yok saymalısınız ki arzu ve duygunlarınız kaygı verici bir belirsizlik içinde yitik, havada öylece asılı kalabilsin ve kendinizi kanıtlama arzunuz tamamen ortada iken, bilincinizin içtenliği de yok olsun. Sadece kendisinin yaşadığı, sizinse var olduğuna dair en ufak bir iz veya sese rastlayamayacağınız bir yerdedir gerçek yalnızlık ve nitekim orada yabancı olan da sizsinizdir. İşte bu şekilde yalnız kalmak istiyordum. Ben olmadan. Çoktandır tanıdığım ya da tanıdığımı düşündüğüm o ben olmadan demek istiyorum. Yanımda sadece bir yabancıyla, yanımdan uzaklaştırmayacağımı zaten anlaşılmaz biçimde hissettiğim ve aslında benden başkası olmayan bir yabancıyla birlikte: Benden ayrılması mümkün olmayan bir yabancı.


Eğer başkalarının gözünde bugüne dek olduğuma inandığım kişi değilsem, kimdim ben?

Öylece yaşayıp giderken burnumun şeklini, boyutunu, küçük mü yoksa büyük mü olduğunu hiç düşünmemiştim; aynı şekilde gözlerimin rengini, alnımın dar mı yoksa geniş mi olduğunu ve daha birçok şeyi de. O benim burnumdu, onlar benim gözlerim, o ise benim alnım: Benim ayrılmaz parçalarımdı onlar ve kendimi işlerime adamış, düşüncelerime dalmış, duygularıma teslim olmuş bir haldeyken bir de onlar üzerine kafa yoramazdım.
Şimdi ise şöyle düşünüyordum:
“Peki ya başkaları? Onlar benim içimde değiller ki. Dışarıdan bakanlar için, düşüncelerim ve duygularımın bir bumu var -benim burnum. Ve benim görmediğim fakat onların görebildiği bir çift gözü var -benim gözlerim. Düşüncelerimle burnum arasında nasıl bir ilişki var? Bana sorarsanız, hiçbir şey yok. Ben burnumla düşünmediğim gibi, düşünürken burnumu kale de almıyorum. Ya başkaları? Başkaları düşüncelerimi benim gibi içeriden bakarak göremediklerine göre, ancak dışarıdan bakıp burnumu mu görüyorlar? Demek ki başkalarına göre düşüncelerim ve burnum arasında öylesine yakın bir bağ var ki, farz edelim düşüncelerim çok ciddi olsalar bile, burnumun bu çok gülünç şekline bakıp hemen gülmeye başlayacaklar.” Böyle düşünmeye devam ederken kendimi bu sefer de şu endişenin orasında buldum: Yaşadığım sürece, hayatımın çeşitli olayları sırasında kendimi kendi nezdimde temsil edemeyecek; bedenimi karşıma koyup da, yaşayışını başkasının bedeniymiş gibi izleyemeyecektim. Ayna karşısına her geçişimde içimde âdeta bir kilitlenme meydana geliyor, tüm doğallığım uçup gidiyor, her hareketim bana sahte ya da kurmacaymış gibi geliyordu.
Kısacası, yaşadığımı göremiyordum

Bir anlığına hayal meyal beliren görüntü bana mı aitti? Ben tam da böyle miyim; dışarıdan bakıldığında -yaşarken- yani kendimi düşünmediğim zamanlarda böyle miyim ben? Demek ki başkaları için, tanıdığımı sandığım ben değil, kendisini aynanın yansımasında ele veren o yabancıyım: İlk bakışta benim dahi tanıyamadığım o kişiyim. Bir anlığına beklenmedik şekilde görmemiş olsam, yaşadığını göremeyeceğim o yabancıyım ben. Yalnızca başkalarının görüp tanıyabileceği, benimse göremeyeceğim bir yabancı.” Ve işte tam o anda, kendi kendime beni çaresizliğe sürükleyecek o sözü verdim: İçimde olup da benden kaçan, bir aynanın önünde durup da yakalamaya çalışnğım anda hemen tanıdığım ben oluveren, başkaları için yaşayan ve başkalarının yaşarken görebildiği, benimse asla görmediğim o yabancının izini sürerek yaşayacaktım. Ben de onu başkalarının görüp tanıdığı gibi görmek ve tanımak istiyordum.

O zamanlar, tüm bunları anlamama yardımcı olacak pırıl pınl bir zihnim vardı.

Başkalarının bende birini gördüğü ama o birinin de benim tanımadığım bir ben olduğu; başkalarının ancak bana ait olmayan gözlerle bana dışarıdan bakmak suretiyle tanıyabildikleri, görebildikleri o birisine,benim içimde ve onlara göre "benim” görüntüm olduğu halde (o halde "benim” dediğim, aslında benim için değildi!) bana daima yabancı kalacak bir görüntü atfedecekleri; bu hayatın, onlara göre benim olan bu hayatın içine giremeyeceğim düşüncesi, bana âdeta işkence ediyordu. İçimdeki bu yabancıya nasıl katlanacaktım? Aslında kendimden başkası olmayan bu yabancıya? Onu nasıl görmezden gelecektim? Nasıl bilmezden gelecektim? Başkaları onu gördüğü halde ben görmezken, onu daima beraberimde götürmeye, içimde taşımaya mahkûm bir halde, nasıl yaşayacaktım?

İçimdeki o lanet olası ses, onun, yabancının da burada, karşımda, aynanın içinde olduğunu söylüyordu. Benim gibi gözleri kapalı beklemekteydi. Evet oradaydı ve ben onu göremiyordum

Ben başkaları için ne isem, o da benim için oydu; başkaları tarafından görülebilirken beni görmeyebilirdi. Gözlerimi açtığımda onu bir başkasıymışım gibi görebilecek miydim?
İşin en can alıcı nokası buydu.
Aynaya bakarken, tesadüfen başkalarının aynı aynadan bana yönelttikleri bakışlarını yakalamışlığım çoktur. Ben aynada kendimi görmüyor fakat görülüyordum ve aynen bu şekilde, öteki de kendisini görmüyor fakat benim yüzümü ve ona baktığımı görüyordu.

Ben kendimle yüzleşmek, tanışmak istemiyorum; isteğim onu benden ayrı olarak tanımak. Mümkün mü bu? Uğruna en fazla çaba göstereceğim hedef şu olmalı: Kendimi, kendi içimde görmek yerine, kendimin ben tarafından görülmesini sağlamak.
 
Kim bu? Ben miyim? Ama başka birisi de olabilirdi! Herhangi birisi olabilirdi orada duran. O kızıl saçlar, uzanna işareti gibi kaşlar ve sağa doğru yamuk burun, bana ait olabileceği gibi başka birinin de olabilirdi. Orada öyle duran, neden ille de ben olacaknm ki?
Hayatımı yaşarken, bana ait hiçbir görüntüyü temsil etmiyordum. O halde neden oradaki bedeni ille de bana ait bir görüntüymüş gibi kabul etmeliydim ki?

Onu tanıyor muydum acaba? Onunla ilgili ne biliyordum? Yalnızca gözlerimi dikmiş ona baktığım ânı! Kendimi böyle gördüğüm gibi hissetmediğim ya da istemediğim durumlarda ise aynadaki görüntü benim için de bir yabancıydı; o hatlara sahip olduğu gibi, bambaşka bir şekle de bürünebilirdi. Gözlerimi dikmiş ona baktığım bu anın sona ermesiyle birlikte, o çoktan başka birine dönüşmüştü bile.

 Ben başkalannın gözünde, bugüne dek kendim için olduğumu düşündüğüm kişi değildim.

Dürüst olun: Kendinizi hayatınızı yaşarken görmek isteği aklınızdan hiç geçmemiş olamaz.

Yalnızlık sizi korkutuyor. O halde ne yapıyorsunuz? Pek çok kafa hayal ediyorsunuz. Hepsi de sizinkine benziyor. Hatta benzemekle de kalmıyorlar, onların hepsi sizin kafanız. Ve belirli durumlarda, bizzat sizin tarafınızdan görünmez bir iple çekilir gibi, sizin istekleriniz doğrultusunda öne ya da yana sallanarak evet ya da hayır diyorlar. Böylece siz de kendinizi güvende ve rahatlamış hissediyorsunuz.

Ruhun dilsiz olduğu ve herkesin hata yapabileceğinin bilinen gerçekler olduğunu söyleyeceksiniz.

Ah sevgili dostum, ne kadar deneseniz de sonunda bana daima kendinize özgü bir gerçeklik sunmanın ötesine geçemiyor ve bu gerçekliği benim de kendiminmiş gibi sahiplenebileceğime tüm iyi niyetinizle inanıyorsunuz -bir şey demiyorum; belli mi olur, belki de öyledir.

İddialarınızdan vazgeçmeli, kendi vicdanınızın size yettiğini söylemeyi bırakmalısınız.
Ne zaman bu şekilde davrandınız? Dün, bugün, bir dakika önce? .. Peki ya şimdi? Ah, öyle ya, şimdi ise farklı bir tepki de verebileceğinizi kabul etmeye hazırsınız. Peki, neden? Aman Tanrım, bembeyaz kesildiniz. Bir dakika önce başka biri olduğunuzu şimdi siz de mi kabul ediyorsunuz yoksa?

Deliliğim kıyısından köşesinden de olsa sizin de içinize nüfuz etmeye başlamış gibi, ağzımdan çıkan her yeni sözün ardından yüzünüzde bir ürperti, gözlerinizde bulutlar.

Tamam, bana fazlasıyla güvenebileceğinizi söylemiyorum ama, bu kadar da korkmayın.

Dünya içinde başka bir dünya orası:
Parçaları insan eliyle üretilmiş, birleştirilmiş ve düzenlenmiş; hiçlik, yapmacıklık,
uyarlama, çarpıtma ve aldanışlar üzerine kurulmuş; yalnızca kendisini yaratan insan için
bir anlam ve değer taşıyan bir dünya.

Doğa ve insanoğlu arasında biraz daha uzlaşı olması gerektiğini düşünüyorum. Gözlemlediğim kadarıyla, aksine, bizim büyük bir beceriyle inşa eniğimiz şeyleri yerle bir ederek sıklıkla eğleniyor doğa. Kasırgalar, depremler... Gel gelelim insanoğlu yenilgiyi kabul etmiyor. Azimle yeniden, yeni baştan inşa ediyor dikkafalı hayvancık! Her şeyi bir inşaat malzemesi olarak görüyor; çünkü içinde kendisinin de ne olduğunu bilmediği fakat onu mutlak surette inşa etmeye ve her şeyden habersiz ve istediğinde gayet sabırlı olabilen doğanın kendisine sunduğu malzemeyi, kendince başka bir şeye dönüştürmeye iten bir şey var belki de.

Benim sizin gözünüzdeki gerçekliğim, sizin bana verdiğiniz biçimden ibaret, ama bu yalnızca sizin gerçekliğiniz, benimki değil.

Başlangıçta, hislerimin biraz fazla karmaşık, düşüncelerimin fazla anlaşılmaz, zevklerimin
fazla alışılmadık olduklarını düşünüyordum.

Karım benim dudaklarım aracılığıyla aslında başka birini öpmüyor muydu? Benim dudaklarımı mı dedim? Hayır, o da değil! Nereden de benim oluyor o dudaklar! Her şeyden önce, öptüğü o dudaklar gerçekten de benim miydi? Peki ya kollarıyla sardığı beden benimki miydi? O beden her ne kadar gerçekten benim, ne kadar gerçekten bana ait olsa da, ya o kollarıyla sardığı ve sevdiği adam ben değilsem?

İyice düşünün bakalım: Eğer ki karınızın, kollarının arasındaki bedeniniz aracılığıyla aklındaki ve kalbindeki başka birinin tadına baktığını, ondan zevk aldığını, onunla seviştiğini anlasanız kendinizi kalleşliklerin en ince düşünülmüşüyle yaralanmış ve ihanete uğramış hissetmez misiniz?

Size ilk olarak, en yakın tanıdıklarımın içinde yaşayan diğer tüm Moscardaları keşfetmek ve hepsini teker teker yok etmek adına yaptığım deliliklerden, kısaca da olsa bahsetmek istiyorum.

Şimdiye dek hayatın içinde bir adam olduğuma inanmıştım. Bir adam işte, hepsi bu! Hayatın içinde. Kendimi her şeyimle kendi ellerimle yaratmıştım sanki. Gel gelelim, nasıl ki o bedeni kendi ellerimle yaratmamış, adımı kendi kendime koymamışsam, aynı şekilde başkaları tarafından isteğim dışında dünyaya getirilmiştim; aynı şekilde pek çok şey isteğim dışında başıma gelmiş, içime nüfuz etmiş ya da etrafımı sarmıştı; pek çok şey bana başkaları tarafından yapılmış ya da verilmişti ve daha önce gerçekten de hiç düşünmediğim ve herhangi bir imge atfetmediğim bütün bu şeyler, şimdi tuhaf, düşmanca imgelere bürünmüş, üzerime üzerime geliyorlardı.

Kendimce herhangi birisi olabilirken, başkalarının gözünde böyle olmam mümkün değildi.

Sen aptalın biriydin ve hâlâ da öylesin... Evet evet, aklı bir karış havada zavallı saftiriğin birisin; düşüncelerinin peşine kapılmış gidiyorsun ve kendini frenleyebilmek adına onlardan yalnızca birini dahi durdurduğun yok; aldığın tüm kararların bir şekilde etrafından dolanmanın yolunu bulmakta gecikmiyorsun; kararlarını asla hayata geçirmeden, olup biteni boş boş izlerken sonunda uyuyakalıyor ve ertesi gün uyanıp da almış olduğun kararla yüzleştiğinde, dünkü o güzel havaya, o güneşe rağmen nasıl olup da zihninde böylesi bir kararın şekillendiğine şaşıp kalıyorsun; söyle bana, seni böyle sevmeyip de ne yapacaktım.

Odaya, ruhumun içlerine sızamayacağı suskun bir hareketsizlik içindeki tüm o saçma ve şekilsiz şeyin ağırlığını taşıyan dehşet verici bir sessizlik çöküyor... O kısacık an, sonsuz gibi geldi bana. O anın içinde kör ihtiyaçlarımızın, değiştirilmesi mümkün olmayan şeylerin verdiği tüm çaresizliği içimde hissettim

O günlerde babamı ilk kez, daha önce hiç görmediğim biçimde görmeye başladım: Ona dışarıdan bakıyordum, kendi hayatının içinde fakat kendisi için olduğu, kendisi için hissettiği kişi değildi -ki ben bu kişinin kim olduğunu bilemezdim; benim şimdi bu haliyle gördüğüm ve ona başkalarının vermiş olduğunu da varsayabileceğim gerçekliği, bana hepten yabancıydı.

Babanız cellat olsa, bu durumu sizin babanıza ve onun da size olan sevgisiyle uyumlu kılabilmek adına, mesleğini aile içinde nasıl adlandırırdınız?

Peki bu ruh benim değilse, kime aitti? Başkalarının bana verdiği o aşağılık gerçekliği kendiminmiş gibi kabul edemeyeceğimi söylüyorsam, maalesef kendime bir gerçeklik vermiş olsam dahi, benim için onun da hakiki olmayacağını, başkalarının bana verdiği gerçeklik kadar hakiki olmayacağını kabul etmem gerekir.

Onlara dışarıdan bakıyorum ve doğal olarak, kendilerini benim onları gördüğüm biçimde tanımaları mümkün değil. O halde şikayet ettiğim haksızlığın aynısını, şimdi ben onlara yapmış olmuyor muyum?

Alın size somut gerçekler. Bir gözünüzü kaybetmeniz de bir gerçektir; nitekim her iki gözünüzü
birden de kaybedebilirsiniz ki eğer bir ressamsanız başınıza gelebilecek en kötü olaydır bu.

Zaman ve mekan: İhtiyaçlar. Kader, şans, rastlantılar: Hepsi de hayatın tuzakları. Var olmak istiyor musunuz? O halde böyle olacaksınız. Soyut olarak var olmak mümkün değil. Varlığımızı bir şeklin içine sığdırmak ve bir süre sonra da aynı şeklin içinde son bulmak zorundayız, burada ya da orada, öyle ya da böyle. Ve her şey, var olduğu sürece o biçimde olmanın, böyle olup da öbür türlü olamamanın cezasını da beraberinde taşır.

Yaptıklarınızın ağırlığını üzerinizde ve çevrenizde yoğun, solunması güç bir hava gibi hisseder, o eylemlerin sorumluluğunu ve istemediğiniz ya da öngörmediğiniz sonuçlarını da üstlenmek durumunda kalırsınız. Ve ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bir daha da yakanızı kurtaramazsınız.

Pek çok kişi; aynen öyle: O tek birinin gerçekleştirdiği eylemin dışında kalan ve o eylemle hiçbir ilgileri bulunmayan pek çok kişi var içimizde. Üstelik bununla da kalmıyor; o tek birinin ta kendisi, yani bu eylemi gerçekleştirdiği belirli bir an'da ona verdiğimiz gerçeklikten ibaret olan kişi, çoğunlukla eylemin hemen ardından ortadan kayboluverir; bu arada o eylemin hatırası ise kaygılandırıcı, açıklanamaz bir rüya gibi içimizde kalır. Ardından ise her birinin de aslında bize karşılık geldiği ya da gelebileceği bir kişi, on farklı kişi, bütün o farklı kişiler içimizde birer birer ortaya çıkarak, nasıl olur da böylesi bir eylemde bulunduğumuzu sorduklarında, bizler olup biteni kendimize açıklamayı bir türlü beceremeyiz.

Asla herkes için tek bir gerçeklik olmayacak, sürekli ve sonsuz kez değişecektir. Bugünün gerçekliğinin tek olduğu yanılsaması bizi bir yandan desteklerken öte yandan dipsiz bir boşluğun içine iter; çünkü bugüııün gerçekliği yarının yanılsamasını ortaya çıkarmakla yükümlüdür. Ve hayat, asla son bulmaz; bulamaz. Eğer yarın son bulursa, her şey biter.

Her şeye rağmen, size o sahip olduğunuzu düşündüğünüz gerçekliği vermeye çalışacağımdan hiç şüpheniz olmasın: Yani, demem o ki, içimde aynen kendi istediğiniz şekilde var olmanızı sağlayacağım. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım sizi istediğiniz biçimde temsil etmemin mümkün olmadığını artık gayet iyi biliyoruz; zira daima yalnızca bana göre bir biçiminiz olacaktır, size ve başkalarına göre bir biçiminiz değil.

Bana verdiğiniz gerçeklik, aslında sadece size ait: Sadece size ait bir düşünceden, kendi kendinize bana dair edindiğiniz izlenimler bütününden, sizin hissettiğiniz, size göre, size mümkün gelen bir var olma biçiminden bahsediyoruz; benim gerçekten kim olabileceğim hakkında ise bırakın sizleri, benim dahi en ufak bir şey bilme ihtimalim yok.

Halen şaşkınsınız -haliniz gözümden kaçmıyor; rahatsız, huzursuz, eski arkadaşınız karşısında hayli mahcupsunuz; yeni bir arkadaş edinir edinmez onu hemen aşağılık bir bahaneyle postalayıverdiniz çünkü onu yeni arkadaşınızın önünde gülerken, konuşurken görmeye daha fazla dayanamıyordunuz. Nasıl yapabildiniz bunu? Onu böyle postalamanızdan bahsediyorum, halbuki az önce, bu yenisi gelmeden evvel, onunla konuşmak ve gülmek pek hoşunuza gidiyor gibiydi, yanılıyor muyum?

Aynı anda iki kişi olduğunuzu fark etmenin dayanılmaz utancı içinde, arkadaşlarınızın birinden değil de sizi aynı anda kendileri olmaya zorlayan ve içinizde yaşayan o iki kişinin birinden kurtulmak için aşağılık bir bahane aramaya koyuldunuz.

Sonsuzluk kavramı, yalnızca bu beş yıl içinde değil, şu bir dakikayla diğeri arasında da çökmüştü benim için. O zaman içinde yaşadığım dünya bana şimdi nasıl uzak geliyor bilemezsiniz, gökyüzündeki en uzak yıldızdan da daha uzak.

kafam uzun zamandır yaptığım düşünsel sorgulamalar ve fikirlerle dopdolu

O kişinin ben olmadığımı söyleyebilir miydim? Ya da aslında başkası olduğumu? Başkalarının gözünde tamamıyla kendi aleyhime ve tu^raz görünecek böylesine bir davranış, üzerine kafa yormaya değmezdi bile.

Ruhumu saran bu umutsuzluk, eğer ki başladığım bu olağanüstü işi sonuna kadar götürmemi engelleyecekse, o halde başımı dosyalara dayayıp ölmeyi arzuluyordum, evet ölmeyi.

Ruhumu giderek daha da katılaştıran bir kine ilgisizmiş gibi davranmak bana oldukça pahalıya patladı

Ben kimsenin bana baktığını görmeye tahammül edemiyorum arnk, hatta senin bile.

İntiharı düşünen birisi, neden kendisi için değil de başkaları için ölü olduğunu hayal eder?

Başkalarının bakışları olmadan, bir şeylerin varlığını tek başıma keşfetmem ihtimalinin verdiği dehşet.

Onların gözünde değil yalnızca kendim için iki kişiydim ben; onların gözündeki bir ve bir kişinin toplamı olarak iki kişi olduğumu biliyordum ki bu, benim için bir artı değil ama bir eksi kişilik demek oluyordu; çünkü onların gözünde sadece o gördükleri bir kişi olarak kalırken, gerçekte olduğum kişi olarak hiçbir varlığa sahip değildim.
Sadece onların gözünde mi? Hayır. Benim için de böyleydi; o an, kendi bedenimi görünür tüm gerçeklikleri bir yana bırakarak, bana o ikisi tarafından önüne geçilemez biçimde verilen ve birbirinden farklı o iki gerçeklik olmaksızın hiç kimse olarak görmenin nasıl dehşet verici olduğunu kavrayan ruhumun yalnızlığı için de.

Hayattaki en basit ve sıradan işi yapan birine dahi durup bir süre boyunca bakmak; zihninde ne yapağını anlamadığımız gibi, yaptığı işin onun bizzat kendisi tarafından da anlaşılmadığı kuşkusunu canlandıracak şekilde bakmak: Kendine duyduğu güveni zayıflatıp sarsmak adına, bu kadarı dahi yeterli olacaktır. Hiçbir şey, bizi görmediğini ya da bizim gördüğümüzü görmediğini anladığımız, boş bakan bir çift gözden daha çok huzursuzluk verip allak bullak edemez bizi.
“Niye öyle bakıyorsun?”
Ve hiç kımse, hepimizin daima böyle, her birimizin gözleri, asla kaçıp kurtulamayacağımız kendi yalnızlığımızın verdiği dehşetle dolu bir halde bakmamız gerektiğini düşünmez.

Orada bulunan diğer herkesin, benim hakkımda ne kadar çok yanıldığınızı göstermek istedim! Size kalsa hep öylesine, laf olsun diye konuşuyorum; hep boş, aptalca şeyler söyleyen aklı bir karış havada adamın biriyim, ama işin gerçeği bambaşka, biliyor musun? Aslında her şeyi gözlemliyorum, her şeyi inceliyorum ben!

Yaptığınız eylemlerin dışarıda nasıl bir etki yarattıklarını gözlemliyorum ve bu bana yetiyor.

Biraz düzene sokmuş ve biraz da tartışmanın akışına bırakmış olduğum ruhumun karımın kahkahalarından aniden ve hiç de beklemediğim bir şekilde yaralandığını hissettim; beni içimdeki, yaşayan bir noktadan yaralamıştı ve bu noktanın tam olarak ne olduğunu ya da nerede bulunduğunu söyleyemiyordum.

Duygularının alışılageldik tamlığı ve doluluğundan emin olup kör gibi yaşayan tüm o başkaları içinse orada olmaya devam edecekti o karanlık. Davranışlarımın ardındaki sebeplerden yalnızca bir tanesini bile açıklamaya kalkmam halinde, her ikisi tarafından da bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde delinin biri olarak damgalanacağımı hemen anlamıştım

İrademi, mendilimi cebimden çıkarırcasına basit bir şekilde dışıma çıkarıp herkesin gözünde kendi aleyhimde ve tutarsız bir eylemde bulunmak suretiyle deliliğe giden anayolda bizzat yürüdüğümü gören yine ben değil miydim?

Yara aldığını söylediğim «yaşayan nokta» tam da buydu ve beni körleştirip o an olup biten hiçbir şeyi kavrayamamama neden oluyordu

Saldırganlığımın dehşeti, halen titreyen ellerimde capcanlı görünüyordu. Ama fark ettim ki yaşadığım dehşet saldırganlığımdan değil, içimde uyanan kör bir duygu ile kör bir isteğin sonunda bende vücut bulmuş olmasından kaynaklanıyordu: Korku uyandıran ve ellerimi saldırganlaştıran hayvani bir vücut.

Ya artık gözlerim kendim için, kendi içimde nasıl olduğumu görecek durumda değillerse? Ben bile kendim için nasıl olduğumu henüz bilemezken başkalarının gözlerini üzerime hissetmeye devam ediyor ama içimde henüz yeni doğan şu irademle beni nasıl gördüklerini yine de bilemiyordum.

Bir başkasıydım.
Aslında tam da bunu istemiştim.
Benim hiç kimse ya da yüz bin kişi birden olduğumu ortaya çıkaran bu işkence olmasa, içimde acaba başka kimler olurdu?

Kendimi yeniden toparlayabilmek için yaramın üzerine ne sürebileceğimi sezinlemek istiyordum: Biraz yaradan sızan kandan, bir miktar o lime lime olmuş, acıyla erimiş duygulardan, biraz da o arzunun parçalanmış iskeletinden ekleyebilirdim; oh, bakın hele, ortaya başkalarının ona bakan gözlerinden korkan cılız bir adamcağız çıkıyordu

Kendime dokunduğumda, ellerimi sıkarken, evet, diyordum, işte «ben», benim bu ama gerçekten kime diyordum bunu? Ve kim için? Yalnızdım. Koca dünyada bir başımaydım. Kendim için bile yalnızdım. Saç köklerime kadar titrememe yol açan o ürperti anında, sonsuzluğu ve bu sonsuz yalnızlığın verdiği dondurucu soğuğu duyumsuyordum.

Beni başkalarının önünde olduğu kadar kendi gözümde de temsil eden koşullardan ille de bir sonuç elde edeceğim diye, gecenin büyük bir kısmını sayıklamalar içinde geçirdiğimi söylemeliyim (ama söylemeyeceğim).

Dört kişi miydik?
Hayır.
Birbirinden farklı kaç Moscarda olduğunu az sonra göreceksiniz; zira ben de orada oluşumu fırsat bilip o sabah kendimi çoğaltarak eğlendim.

Size yemin ederim ki aşkı benim için çok değerli olan o zavallı bebeğimi -karım Dida'yı- huzursuz etmemek, çevremdeki beni seven pek çok iyi insanı böyle vahim bir kargaşaya sürüklememek adına, onu orada öylece bırakmaya da hazırdım gel gelelim bunu yapabilmem için, onu orada başkalarına bırakırken, benim kendi namıma başka bir beden ve başka bir adla başka bir yere gidebiliyor olmam gerekirdi.

Kent sakinleri de önceleri bana çok gülünç gelen o saçma dedikodulara hemen inanmayı tercih ettiler. Gerçeğe yakınlıklarının dahi şüphe götürür olduğunu düşündüğüm bu dedikodular, üstüne üstlük bir de gerçek olarak kabul edilmiş; daha da kötüsü sadece bu dedikoduları yayan ve bunlardan çıkarı olanlar tarafından değil, aynı zamanda yaralı halde kollarımda taşıdığım kadın tarafından da ciddiye alınmışlardı.
Tamı tamına böyleydi işte

Sanki bana ihanet ederken, önce güvenimi kazanıp beni soyunmaya ikna etmiş, sonrasında ise kapıyı ardına kadar açarak beni orada öyle çıplak ve korunmasız halde sergileyip dileyeni içeri alarak beni onların alay ve aşağılamalarına terk etmişti. Üstelik bununla da yetinmeyip ailem hakkında öyle değerlendirmeler, en doğal alışkanlıklarıma ilişkin öyle yargılarda bulunmuştu ki ondan hiç ummayacağım şeylerdi bunlar. Kısacası, çok başka ve gerçekten bana düşman bir Dida ile karşı karşıyaydım

Bu zamana dek Tanrı inancımı içimde, kendi bildiğim şekilde taşımak bana yetmişti. Başkalarının inancına saygı duyduğum için de kiliseye girmek isteyen Bibl’ye daima engel olmuştum; gel gelelim yalnız onu sokmamakla kalmıyor, kendim de girmiyordum. Başkalarının inşa ettiği bir eve gidip diz çökmek yerine, duygumu, inancımı kendi içimde taşıyor ve diz çökmeden, ayakta durarak muhafaza etmeye çalışıyordum.

Durumumun aslında tahmin ettiği gibi tam anlamıyla bir vicdan vakası olmadığını anlatmayı başarabilir miydim acaba? Kendimi riske atıp durumu anlamasını sağlamaya çalışmam halinde, onun da gözünde hemen deli damgasını yiyiverecektim.

Buraya gelerek kendisinden yardım ve koruma talep ettiğim Tanrı, her şeyi sonradan inşa edenin ta kendisiydi.

Hayatta olan bir kişi ise yaşamakla meşguldür ve kendini göremez. Kendini tanımak, ölmek demektir. Siz yalnızca buna değil tiim aynalara uzun uzun bakıp duruyorsunuz çünkü aslında yaşamıyorsunuz; yaşadığınızı bilmiyor, yaşayamıyor, yaşamak istemiyorsunuz. Kendinizi tanımayı gereğinden fazla istiyor ve tam da bu yüzden yaşamıyorsunuz.

Kendinizi daima görmek istiyorsunuz. Hayattayken yaptığınız her eylemde. Her davranışınızda, her hareketinizde kendi görüntünüz hep gözünüzün önünde sanki. Ve tahammülsüzlüğünüz belki de bundan kaynaklanıyor. Siz, hissiyatınızın kör olmasını istemiyorsunuz. Onu gözlerini sürekli açık tutmaya ve karşısına koyup durduğunuz aynada kendisini görmeye mecbur ediyorsunuz. Ve hissiyatınız aynada kendisini gördüğü an donup kalıyor. Sürekli bir aynanın karşısında yaşamak mümkün değildir. Aksine, kendinizi asla görmemek için çaba gösterin derim. Zira ne kadar uğraşsanız da kendinizi asla başkalarının sizi gördüğü biçimde tanıyamayacaksınız. O halde kendinizi sadece kendiniz için tanımanızın ne anlamı var ki? Hatta ileride neden ille de aynanın size iade ettiği o görüntüye sahip olmak zorunda olduğuııuzu anlayamaz duruma bile gelebilirsiniz.

Bu konuşmanın ve ruhumdaki tarifsiz işkencelerle ilgili anlattıklarımın ardından, onulmaz yalnızlığımızın o sonsuzluk kadar uzun gelen anda, korkunç olduğu kadar da açık ve net bir biçimde, tüm gerçekliğiyle benim gibi onun da gözlerinin önüne seriliverdiğinden eminim. Her nesnenin görüntüsü, bizi ürkünç bir şekilde soyutluyordu. Ve bu yalnızlığın ortasında ona dışarıdan bakıp bir şekilde sınıflandıran diğerleri onu kim bilir nasıl görüyorlarken, kendisinin dahi yaşadığını göremedikten sonra, sahip olduğu o yüzü
taşıması için artık hiçbir neden kalmadığım düşünmüştü belki de. Bütün gurur kalkanları düşmiiştü.
Her şeyi, başka gözlerin nasıl gördüğiinü bilemeyen gözlerle görmek.
Birbirini anlamadan konuşmak.

Bir pencereye yanaşırsınız; dünyaya bakarsınız ve dünyanın size göründüğü gibi olduğuna inanırsınız. Aşağıda yoldan geçip giden insanlar görürsünüz; onlara yukarıdan, o pencereden baktığınızdan görüş açınız genişlemiştir ve bu nedenle aslında büyük olan o insanlar size küçük görünürler.

Ah, orada kendimi kaybetmek; uzanıp kendimi gökyüzünün sessizliğinde otların arasına bırakmak; ruhumu herhangi bir amaçtan uzak o uçsuz bucaksız mavilikle doldurup bütün düşüncelerimi, bütün anılarımı enginliğinde batırmak ne güzel olurdu!

Herkesten daha aklı başında olduğumu ispatlamak zorunda olduğum bir zamanda giriştiğim bu yeni macerayla, nasıl büyük bir skandala meydan verdiğimi nasıl olup da fark etmemiştim?

her şeyin suçlusu olan suçlu tutku, az daha hayatıma mal oluyordu!

Beni en çok rahatsız eden, bu tamamıyla teslim olmuş, boyun eğmiş halimin gerçekten pişman olduğum şeklinde algılanmasıy-dı; oysaki ben, başkaları için bir değeri ya da bir anlamı olabilecek her şeyden artık çok uzaklaştığım, kendime ve bana ait her şeye yabancılaştığım ama yine de bir şeylere sahip birisi olarak kalabilme ihtimalinin dehşetini içimde yaşadığım için her şeyimi veriyor, hiçbir şeye karşı gelmiyordum. Hiçbir şey istemediğim için, artık konuşamayacağımı da biliyordum. Ve susuyor, karşımdaki aksine çok şey istediğini bilen o zayıflıktan âdeta saydamlaşmış yaşlı rahibe hayranlıkla bakıyordum; isteklerini büyük bir maharetle kabul ettirmeyi başarıyor ve bunu kendisine çıkar sağlamak ya da başkalarına iyilik yapmak istediği için değil, büyük bir inançla bağlı olduğu ve hizmet ettiği Tanrı’nın evini onurlandırmak için yapıyordu. Alın size kendisi için hiç kimse olan bir kişi daha.
Belki de herkesin gözünde birisi olabilmek için baş vurduğu yöntem buydu.

Ona bakarken bir yandan hayranlık duymaya devam ederken, diğer yandan da acıyordum aslında.

Kendime bir daha asla aynada bakmadığım gibi, yüzümün ve dış görünüşümün aldığı hali merak edip de aynaya bakmak, aklımın ucundan dahi geçmiyor artık. Mahkeme salonunda beni karşılayan şaşkınlık ifadesi ve kahkahalardan anlaşıldığı üzere, başkalarının gözündeki dış görünüşüm yalnız değişmekle kalmamış, oldukça gülünç bir değişikliğe uğramış olmalıydı.

Düşkünler yurdu kırın ortasında, oldukça hoş bir yere kurulu. Ben her sabah gün ağarırken dışarı çıkıyorum çünkü artık böyle, gün ağarırkenki tazelikte, henüz ortaya çıkmış, gecenin çiğliğini hâlâ üzerinde taşıyan her şeyle birlikte, güneşin onların nemli soluğunu kurutup kavurmasına izin vermeden korumak istiyorum ruhumu.



4 yorum:

  1. Bu kitap önceki yazılarınızdan birinde çok ilgimi çekmişti. Bir ara başlamak istiyorum. Öneri için teşekkürler. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında gereksiz uzatmış, daha kısa öz olsa tadından yenmezdi. Kötü değil ama ooo aman aman birşey bekleme. İyi diyalogları ekledim zaten..
      İyi okumalar. :) Bende Albert Camus Düşüş'e başladım şimdi.

      Sil
  2. Diyalogları okumamak için es geçtim, ilk paragraf güzeldi. Elimdekileri bir eritmeye başladım. Sıraya almak ilginç olabilir. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumayı düşündüğünde Pdf olarak atarım :)

      Sil