02 Ocak 2021

Joanne Greenberg / Sana Gül Bahçesi Vadetmedim (Alıntılar)

 

Bir gün, hastalığın olduğu kadar sağlığın da nerede olduğunu bize gösterecek bir test yapmalıyız. (s.24)

Suskun bir insanın yardım çığlığı olan o, intihar girişimi... (s.34)

Yıllarca, beyniyle komut vermeyi hiç akıl edemediği sözcükler öylece ağzından çıkıvermişti hep. Kimi zaman, içini bir duygunun sardığı olurdu. Bu duygu söze dökülür, ama altında yatan ve dünyayı ikna etmeyi sağlayabilecek mantık suskun kalırdı. (s.36)

Bir çocuğun bağımsız olması, kimi ana babaların kırılgan dengesi için çok büyük tehlikeydi. (s.39)

Bir keresinde kendine korkunç işkenceler yapan bir hastam olmuştu. Ona neden böyle şeyler yaptığını sorduğum zaman "Bunları bana dünya yapmasın diye." karşılığını vermişti. Sonra "dünyanın neler yapacağını görmek için biraz bekleseniz" demiştim. O da "Anlamıyor musunuz? Eninde sonunda oluyor bunlar, bu şekilde hiç olmazsa kendi yıkımımı kendim yönetiyorum." diye yanıt vermişti. (s.48)

Sevdiğiniz insanları korumak için hiçbir zaman dünyayı yeniden kuramayacağınızı anlatmaya çalışıyorum size.. (s.49)

Benim düşmanım, ne nefret edebileceğim ne de bağışlayabileceğim bir insan. (s.52)

Lanet olası aptallar çocuklara yalan söylememeyi ne zaman öğrenecek bunlar! (s.53)

Niye hepiniz böyle kötü yalanlar söylüyorsunuz? (s.53)

Sinirli değilim ben; kaçığım. (s.54)

Kadın ufak tefek, siyah saçlı ve üzgün görünümlü biriydi. Ama bir başkasının korkusunu görebilecek kadar kendi dışına bakabilmişti. (s.59)

Sen hiçbir zaman onlardan biri olmadın, hiçbir zaman. Tamamen farklısın sen. (s.60)

Kimseye ait değilim ben! Ne size ne de dünyaya. (s.72)

Biliyor musun.. akıl hastası olmanın en kötü yanı, hayatta kalabilmek için ağır bir bedel ödenmesi. (s.73)

Her yerde olduğu gibi, burada da saldırganlar saldırıya uğrayanlardan üstün tutuluyordu. (s.77)

Cehennem’in eşiğine gelmiş kişilerin şeytandan ödü kopuyordu; zaten cehennemin içinde olanlar içinse şeytan özel biri değildi, yalnızca başka biriydi, o kadar. (s.77)

Hiç durmadan ummadığım yönlerden darbe yemek acı veriyor. (s.80)

Eskiden nasılsam şu anda da öyleyim, -içim yanardağ olan devinimsiz bir dağ. (s.87)

Bütün hasta insanların hastanelerde olduğunu mu sanıyorsun sen? (s.103)

Birisi seni kırdığı zaman hiç ağlama, gül. Seni üzdüklerini bilmelerine asla izin vermemelisin. (s.105)

Gurur, sanki her gün yapılan bir şeymiş gibi, soylu bir biçimde üzüntüden ölme yetisi anlamındaydı. (s.105)

Deborah, akıl hastaları ile dindar fanatikler arasındaki benzerlik konusunda düşündürücü bir takım gözlemlerde bulunuyordu. (s.106)

Anılar biçim olarak değişmeyebilir, ama yıllar boyu önemlerinin vurgulanması onlara korkunç boyutlar kazandırabilir. (s.107)

Bütün hasta insanların hastanede olduğunu mu sanıyorsun sen? (s.108)

Sana hiçbir zaman gül bahçesi vadetmedim ben. Hiçbir zaman kusursuz bir adalet vadetmedim. Ve hiç bir zaman huzur ya da mutluluk vadetmedim. Sana ancak bunlarla savaşma özgürlüğüne kavuşmanda yardımcı olabilirim. Sana sunduğum tek gerçeklik savaşım. Ve sağlıklı olmak, gücünün yettiği kadarıyla, bu savaşımı kabul edip etmemekte özgür olmak demektir. Ben yalan şeyler vaad etmem hiç. Kusursuz, güllük gülistanlık bir dünya masalı koca bir yalandır... Üstelik böyle bir dünya çok can sıkıcı bir yer olur.
(s.115)

Adalet uygulanmıyorsa, namussuzluk örtbas ediliyorsa ve inançlarını koruyan insanlar acı çekiyorsa, sizin gerçekliğiniz ne işe yarıyor peki? (s.121)

Bütün bu şeyleri öğrenebiliyorsam dedi Deborah, okuyup öğrenebiliyorsam, neden hâlâ her şey bu kadar karanlık? (s.130)

Bir şeyi övmek bir başka şeyi kötülemek anlamına gelmez. (s.141)

Coşkuları baltayla parçalamayın. (s.171)

İnsanlar karşı-ateşler yakarlar, bir yangını söndürmek için bir başka yangın çıkarırlar.
(s.175)

Kapayın çenenizi! Düşüncelerimi duyamıyorum.. (s.175)

Vazgeçmiş değilim; yalnızca yorgunum, o kadar. (s.175)

Dünyada bile aynı dilden konuşan iki insan yok muydu hiç? (s.195)

Birbirimizle geçinemedik, işte o kadar. Birbirimizden hoşlanmadık. Galiba birbirimize çok fazla benziyorduk… (s.215)

Yaşamak savaşmak demektir. (s. 244)

Okuduğu bütün kitaplar ona kesin ifadeler kullanmamasını, tartışmamasını ve duygularını belli etmemesini, neşeli ve yardımsever olmasını söylüyordu. (s.260)

Hiçbir şeye ilgi duymuyordum ve bu bana bir çeşit huzur veriyordu. (s.276)



01 Ocak 2021

Lou Andreas-Salome / Feniçka (Alıntılar)

 
- Bir gece uyumamak sizi zorlamayacak belli ki.
- Buna alışkınım, geceleri kitapların başında oturmayı tercih ederim. Ortalık o kadar sessizken…

Ben kitaplara gömülmekten daha yeni kurtuldum.. Ve siz.. kendinizi gönüllü olarak teslim ediyorsunuz.

“Bakış açımızı genişleten, hayatı önümüze seren ve bizi bağımsızlaştıran kitaplar niye bir cephe hizmeti olsun ki ,” diyerek şaşkınlıkla ona baktı kız .” Bu dünyada bizi özgürlüğe yaklaştıran tek bir şey varsa o da zihinsel çalışmalardır.”

Düşünceleri bambaşka bir yerdeymiş gibi dağınık bir hali vardı.

Hiçbir şey talep etmeden bahşeden bir kraliçe gibi seviyor beni. Kadın gururunun en inatçı türü.

.. kendimi gerçekten de toparlanma dönemindeki bir hasta gibi hissediyorum; o zaman insan çok farklı yaşıyor, daha edilgin, sezgileri daha açık, almaya hazır.Tam olarak tetikte değilsiniz, fakat uykuda da değilsiniz..

"Gökyüzünün sonsuzluğuna yükselmek istiyorum,
Denizin derinliklerine gömülüyorum,
Sana bütün dünya nimetlerini vermek istiyorum!
Yeter ki sev beni! Sev beni!

İnsan kadınları ister idealize etsin ister şeytanileştirsin, her durumda erkeğe bağlı değerlendirip basitleştiriyordu.

- Aşkın size verebileceği en değerli şey nedir peki?
- Huzur!

Benim onurum için başka insanların endişe etmeleri son derece nahoş ve ben buna alışık değilim. Ayrıca onur kırılgan bir şey ola bilir, ama ben değilim!

Benim duyduğum en aşağılayıcı şey, insanın yürekten inanarak yaptığı bir şeyi saklamak veya inkar etmek zorunda kalması. Sevinmeniz gerekirken utanç duyuyorsunuz!

Erkekler meseleye böyle bakabilir, onlar ki, her şeye hakları vardır ve bir şeyi gizlemeleri için içsel nedenlerinden başka bir gerekçe söz konusu değildir. Fakat bizim için durum çok farklı.

Ama bütün bunların hepsi boş laf aslında. İki âşık için önemli olan her zaman dünyaya değil, birbirlerine nasıl baktıklarıdır.

Büyük kuramlar geliştiriyoruz, ruhen uyumlu olmak istiyoruz, her şeyi kılı kırk yararcasına sınamak istiyoruz, ama sonunda başka hiçbir işarete bakmadan anın bahşettikleriyle seçiyoruz birbirimizi.

Karşınıza bir şey çıkıyor ve sizi teslim alıyor, siz de kendinizi bırakıyorsunuz, artık hesap kitap yapmıyorsunuz, hiçbir şeyden çekinmiyorsunuz ve artık yarım kalan bir şeyle yetinmiyorsunuz, hiç düşünmeden, hiç kuşkuya kapılmadan, hatta ayrımına varmadan alıyor ve veriyorsunuz; tehlikeye gülerek, kendinizi unutarak bakıyorsunuz; takatten kesilen bir akıl ve yoğunlaşan bir ruhla ilerliyorsunuz, ilerliyorsunuz...

Odamda kalmaya katlanamıyorum. Ama dışarıda olmaya da katlanamıyorum. Korkunç kaygılar içindeyim.. 

Sonuçta siz kadınlar çok farklı hissediyorsunuz - daha duyarlı, daha derin. Bunları inanarak söylüyorum. Aslında siz kadınlar süreklilik ve tam bir aidiyet istiyorsunuz, inan bana; bunları beni seven kadından biliyorum.

Hasta değilim. Sadece öyle sanılmak istiyorum. Dışarı çıkmak, bir yere gitmek, insanları görmek şimdi katlanamayacağım şeyler..

Ona șunu söylemek, ondan șunu rica etmek istiyordum: lütfen uzaklaș benden, beni tümüyle bırak ve git! Fakat ona söylediğim șu oldu: Benimle kal! Benimle kal!

Kadınları salt insani zenginlikleri içinde kavramanın, hep cinsiyetleri açısından bakmaktan, hep yarı şematize ederek görmekten kaçınmanın bu kadar zor olması ne tuhaf.

Belli ki birinin onun arkasında durması,sorumluluğunu alması, korumak veya savunmak için önlemler düşünmesi Fenya’ya sıkıntı vermişti...ansızın kırılacak eşya muamelesi görmek kıza herhalde hem rahatsız edici hem de gülünç gelmişti.

Dostluğun içimde aşka kadar yükselmesini bekledim. Ara sıra yükseldiği de oldu, giderek daha yukarılara doğru, fakat aşka ulaşmadı, yükseldikçe inceldi, sivrildi ve her defasında günün birinde ucundan kırılıverdi.