Selamlar, normalde ben bu Mim olaylarına hiç girmiyordum, malum hatırlayanlarınız olabilir 8 sene önce fena rezil olmuştum :) Deep bana gerizakalıya anlatır gibi anlatmasına rağmen ben yanlış yapmıştım, o zamandan bu yana yapmadım hiç. Onlarınkine baka baka yaptım :)
Sevgili İlkay'cığım Mimlemiş beni, hatır için çiğ tavuk yiyenlerdenim, hemen geçelim o zaman.
1. 2020 senin açından nasıl geçti?
Herkesten çok farklı geçmedi, 11 ayın 8 ayı evdeydim, idari izinli olarak. Evde olmaktan da hiç şikayet etmedim, keşkem yine olsa :) (esnek çalışma için dedim yanlış anlaşılmasın) Okuma yönünde kendi rekorlarımı kırdım, 6 senenin sonunda bloga yeniden döndüm, çocuklarımla vakit geçirdim genel olarak öyle, şuanda, iş, ev kitaplar.
2. Yıl boyunca yapmayı en çok özlediğin şey nedir? Etkinlikler, konser, gösteri tiyatro vs, arkadaşlarla bu etkinliklerden sonra dışarıda sabahlamak, sanırım en çok bunları yapmak istedim bu sene.
3. Biraz da olumlu yönden bakalım. 2020'de güzel geçtiğine inandığın ve
2020 şu yönden uğurlu geldi dediğin bir durumla karşılaştın mı?
Hafta içi iddiadan bu zamanki en yüksek parayı tutturdum :) Malesef kumar bağımlılığım var :/ Şaka bir yana bunun dışında ekstra bir durum olmadı benim için.
4. Karantina süresinde veya bulabildiğin boş vakitlerde kendine zaman
ayırabildin mi? Ayırdıysan neler yaptın? (Örneğin, yeni hobi edinme,
önceki alışkanlıklara daha çok vakit ayırabilme vb.)
Bol bol uyudum, diziler filmler belgeseller izledim, yeni müzikler isimler keşfettim, çocuklarımla vakit geçirdim. Uyumaktan birşeyler izlemekten sıkılıp bloga döndüm, pandemiden bu yana 300'e yakın kitap aldım, özellikle son 1 aydır da deli gibi kitap okuyorum. (2 günde 1 kitap)
5. Son olarak 2021 yılından beklediklerin neler?
Ölmemek :) Bir şey beklediğim yok açıkcası, 2020'yi aratmasın yeter. 2020'den de birşey beklediğim yoktu, tüm kötü şeyler sıraya girdi. Normalde senelere günlere (özel günler hariç) çok anlam yüklemem, anı yaşarım ben, sonrasını pek düşünmüyorum malesef. Temennim ne dersen; Kimsenin hiç bir şeye muhtaç olmaması, sağlık, refah, kalkınma, huzur, barış, mutluluk tabiiki.
Bu arada Mim konusunda iyi olmadığımı pek te anlamadığımı söylemiştim, umarım olmuştur:)
Eskiyi çok özlüyorum ben, eski arkadaşlıkları sohbetleri, eski şarkıları, eski dizileri, eski Türkiye, eski İstiklal, eski dünya. Tamam eskiden de herşey güllük gülistanlık değil di, ama ne bileyim hastalıklar, soğuk savaşlar, güç gösterileri, ben yaptım oldular. Gösterişler, her yediğinin içtiğinin fotosunu atmalar, samimiyetsiz gülüşler selfiler. Müzikte sanatta iyinin değil, popüler olanın kıymet bildiği bir dönem. 90'larda ki müzik, söz hatta klip kalitesi şuan bile yok. Tabi ki 90'lar deyince benim için iki isim vardır. Başta kızımın isim annesi Şebnem Ferah ve Sibel Alaş. Hala eski yayın yapan radyolar daha güzel en başta KENT FM, eskiye dair yapılan programlar daha özel. Hoş 30 yıl sonra da bugünler için aynısı denecek belki de, çocukluğumda derlerdi nerede o eski Ramazan lar diye, şuan yine aynısı deniliyor. Zaman geçtikçe iyilikte güzellikte kendini yutarak kayboluyor sanırsam, kuyruğunu yiyen yılan, çok severim bu tabiri, durum bu ne yazık ki. Eski demişken İstiklal'in beton yığınına ve Halep'e dönmeden önceki zamanları 8 yıl öncesinden hoş bir anı ile anımsayalım eski İstiklal'i..
1946 yılında yazılmış bir şaheser bana göre, bayıldım. Dünyada ülkemizde çevremizde o kadar çok ki bu "küçük adamlar" ya da "küçük kadınlar"dan. Belki ailemizden biri belki biz, ama hangi coğrafya hangi yıl olursa olsun tüm toplumun belası, sorgulamadan inanan asalak insanlar. Bu kitaba uyacak en güzel şarkı da canım İdil'in yazıp söylediği Kaypak sanırım.
Altını çizdiğim alıntılar
"Dinle Küçük Adam!" Bu sesleniş insancıl bir belge, bilimsel değil. 1946 yazında Orgon Enstitüsü'nün arşivi için kaleme alındı. Hiç bir zaman yayınlanması düşünülmedi. Bu, halkın içinden küçük adamın kendi kendine ettiklerini; nasıl acı çektiğini, isyan ettiğini, düşmanlarını sayıp, dostlarını katlettiğini; "millet vekili" olarak ne zaman erki eline geçirse, bunu nasıl istismar ettiğini ve iktidarı, daha önceleri bazı üst sınıf sadistlerinden kendisinin sineye çekmek zorunda kaldığından, daha da zalim olarak kullandığını, on yıllar boyunca ön safiyane, sonra hayretler içinde ve nihayet tüyler ürpererek yaşayan bir doğa araştırmacısının ve hekimin iç fırtınalarının sonucudur. (s.11- Öndeyiş)
Sana geleceği veriyorlar, ama senin geçmişini sormuyorlar. (s.15)
Şu andan itibaren insanlığın geleceği senin düşünmene, senin eylemine bağlı. Ama öğretmenlerin ve efendilerin, senin gerçekte nasıl düşündüğünü ve nasıl olduğunu sana söylemiyorlar; kimse, kendi yazgının yönlendiricisi olarak seni donatacak ve sağlam durmanı sağlayacak tek bir eleştiriyi bile sana yöneltmeye cüret etmiyor. Sen, yalnızca bir anlamda "özgür"sün: Yaşamını kendinin yönlendirmesi için gerekli eğitimden azade, özeleştiriden azade! (s.15) Seni hiç şöyle yakınırken işitmedim: "Beni, kendimin ve dünyamın gelecekteki efendisi olmaya teşvik
ediyorsunuz. Ama bana, insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olduğunu, söylemiyorsunuz, ayrıca bana, hangi yanlış yolda olduğumu, neyi yanlış düşündüğümü, yanlış yaptığımı söylemiyorsunuz". (s.15)
Benim karşımda ağladın, feryat ettin, özlemlerini anlattın, sevgini ve derdini açtın. Seni biliyor ve seni anlıyorum. (s.16)
Kendinin olmayan düşüncelere hayran, ama kendininkine değil. Bir şeyi ne denli az kavrıyorsa, o denli sıkı inanıyor ona. (s.17)
Sana diyorum ki: Kendi kurtarıcın, yalnızca sen kendin olabilirsin! (s.19)
Sen kendi kendini aşağıladığın için, küçük adam, onlar da seni aşağılılıyorlar, seni sevmiyorlar. Onlar seni çok iyi tanıyorlar. Yanlızca kendinin bileceği, en berbat zaflarını biliyorlar senin. Seni bir sembole kurban ettiler, sen de onları kendi sırtında iktidara taşıyorsun. (s.24)
Bu yüzden senden korkuyorum, küçük adam, baş edemediğim bir korku bu.
Dünyanın, insanların bundan sonraki yazgısı sana bağlı. Senden
korkuyorum, çünkü sen, kendinden kaçtığın gibi hiçbir şeyden kaçmıyorsun. (s.24)
Ben Kızıl değilim, Kara değilim, Beyaz değilim, Sarı değilim. Ben
Hristiyan da değilim,Yahudi de değilim, Müslüman da değilim, Mormon da
değilim,çok karılı da değilim, eşcinsel de değilim, anarşist de değilim,
boksör de değilim. Bir kadına, sevdiğim ve hoşlandığım için
sarılırım, yoksa nikah cüzdanım olduğu için ya da cinsel aç dolaşıp
durduğum için değil. (s.26)
Bir anlamı varsa, her türlü yasal kurala uyarım, ama eskimiş ya da anlamsızsa, ona karşı mücadele ederim. ( Hemen savcıya koşma, küçük adam! Çünkü o da aynı şeyi yapar namuslu bir adamsa ). (s.26)
Senin boş, geveze "topluluklarında" bulunmaktansa, düşünceleriyle baş başa kalmayı yeğlediği için, ona asosyal diyorsun. Parasını, senin gibi hisse senetlerine değil de, bilimsel araştırmalara yatırdığı için, ona deli diyorsun. (s.29)
Onu kendi darkafalı ölçülerinle tartıyor ve senin normallik beklentilerine uymadığını, saptıyorsun. Bilmiyorsun ve bilmek de istemiyorsun, küçük adam. (s.29)
Hiç (haydi samimi ol! ) kendi kendine sordun mu, doğrumu , yoksa yanlış mı düşündüğünü? Yanlış mı düşünüdüğünü, sormadın kendi kendine, ancak komşunun buna ne diyeceğini sordun kendi kendine ya da doğruluğun sana kaç paraya patlayacağını. Bunu, küçük adam, sordun kendi kendine, başka hiçbir şeyi sormadın. (s.30)
Seni hayal kırıklığına uğratınca, eşini karalamaya, kötü niyetli
komşunun hoşuna gitmiyor diye, çocuğuna eziyet etmeye, arkadaşını
aldatmaya, iyi yürekliyle alay edip onu sömürmeye, kamçı karşısında iki
büklüm olmaya, verilen yerde almaya, talep edilen yerde vermeye, ama
sevgiyle verilen yerde hiç vermemeye, düşene ya da düşmek üzere olana
bir tekme de sen vurmaya, doğrunun söyleneceği yerde yalan söylemeye ve
yalanı değil de doğruyu kovuşturmaya. Sen kendini hep kovuşturanların
safında buluyorsun, küçük adam. (s.31)
İçindeki en iyi şeyi duyuyu yitirdin. Boğdun onu, ve onu kimde görsen, katlediyorsun, çocuklarında, karında, kocanda, ananda ve babanda. Sen küçüksün ve küçük kalmak istiyorsun, küçük adam. (s.33)
Alçak insan olmaktan vazgeçmeni ve "senin kendin" olmanı istiyorum. 'Sen kendin', diyorum! Okuduğun gazetenin fikri değil, kötü komşunun işittiğin fikri değil, aksine "sen kendin. Ama gazete yazınca, anlasan da anlamasan da inanıyorsun. (s.34)
Hayatta mutluluk dileniyorsun, ama güvence senin için daha önemli, hatta
bunun bedeli, bütün yaşamın boyunca baş eğmek olsa bile. (s.35)
"Evli olmayan anne" yi, ulaşabileceğin her yerde, ahlaksız yaratık diye
kovuşturmuyor musun, küçük adam? "Evlilik", yani doğru dürüst
çocuklarla, "Evlilik dışı" yani bozuk çocuklar arasında keskin bir ayrım
yapmıyor musun? Ey, bu uydunun mihnet hanesindeki zavallı adam! Kendi
sözlerini kendin anlamıyorsun. (s.41) İsa bebeğe saygı gösteriyorsun. İsa çocuk, nikah kağıdı olmayan bir anne tarafından doğuruldu. "Evlilik dışı" doğan İsa çocuğu, evlilik dışı çocuk tanımayan Tanrı'nın oğlu diye yücelttin. (s. 41-42)
Bir kız arkadaşın yok ve bir kız arkadaşın olsa da, içindeki "erkekçik"i kanıtlamak için, onu yalnızca cinsel ilişkiden başka bir şey düşünmezsin. (s.43)
Bir bilgenin bu küçük ihmalinden sen, yalan, kovuşturma, işkence,
zindan, cellat, gizli polis ve yatak odası casusluğu, kabadayıcılık ve
muhbirlik, üniforma, mareşaller ve madalyalardan meydana gelmiş, devasa
bir sistem kurdun.. (s.46)
Sen “dinsel hoşgörü”den yanasın. Hangisi olursa olsun, dinini sevmek
için, özgür olmak istiyorsun. İyi hoş. Ama bundan fazlasını da
istiyorsun : Yalnızca senin dinine göre tapınılsın istiyorsun. Kendi
dinine hoşgörülüsün, ama diğer dine değil. Birisi kalkıp, kişisel bir
tanrıya değil de, doğrudan doğaya tapınacak ya da onu sevecek ya da onu
tanımak isteyecek olsa, hiddetleniyorsun. (s.53)
Şu senin vatanseverlere bir bak: Yürümüyorlar; marş marş gidiyorlar. Düşmandan nefret etmiyorlar; her on yılda bir değiştirdikleri can düşmanları var; can düşmanını dost, can dost ve can dostunu tekrar düşmanı yapıyorlar. Şarkı söylemiyorlar. Kız arkadaşlarına sevgiyle sarılmıyorlar; onlarla cinsel ilişkiye geçiyorlar. (s.54)
Tamamen bir rastlantı sonucu b u dünyaya ve sessiz sedasız onu yine terk edeceksin. Korktuğun için bağırıyorsun, müthiş korktuğun için. (s.55)
Sen onun bedenini katlettin, ama fikrini değil. Katle devam ediyorsun, huzur ve düzen adına; ama alçakça katlediyorsun, arkadan sinsice! Beni alanen haksızlıla suçlarken, gözüme bakma cesareti gösteremiyorsun. Çünkü biliyorsun, hangimiz asıl ahlaksız, hangimiz şehvetli ve kaypak. (s.57)
Sen yüreksizsin! Pastamdaki üzüm tanelerini istiyorsun ama güllerimin dikenini istemiyorsun. (s.59)
Sakin ol, küçük adam! Amacım seni aşağılamak değil, aksine şimdiye dek niçin özgürlüğü fethedemediğini ya da elinde tutamadığını, sana göstermek istiyorum. seni hiç ilgilendirmiyor mu? (s.61)
Elbette, elbette, "dehalar" olsun istiyorsun ve onlara saygı göstermeye
hazırsın. Ama sen uslu dehalar istersin, ölçülü ve görgülü ve
delilikleri olmayan... Kısacası bir uyumlu ve uygun ölçümlü deha...
Vahşi, ehlileştirilemez olmayan, senin bütün sınırlarını ve
darkafalılıklarını yıkmaya kalkmayan bir deha... Sınırlı, kısaltılmış,
budanmış ve uydurulmuş bir deha istiyorsun, yüzünü kızartmaksızın, zafer
geçidinde kentlerinin caddelerinde onu gezdirmek için. (s.62)
Diyorsun ki; Her şeyi bu kadar trajik görme! Kendini bütün kötülüklerden sorumlu hissediyor musun? Milyonların küçük adamı, bir zerre sorumluluk taşısan dünya başka olurdu. (s.72)
Hayallerini küçük bir parça hakikat için kullan. Politikacılarını ve diplomatlarını cehennemin dibine yolla! Yazgını kendi avucuna al ve hayatını kaya üstüne kur. Komşunu unut ve kendi iç sesini dinle! Komşunda sana müteşekkir olacaktır. (.s73)
Küçük çocukların sevgisini, azgın, doyumsuz karıların ve heriflerin tecavüzünden koru. (s.73)
Hedefe ulaşmak için her türlü aracın, adi ve alçakça aracın da mübah
olduğunu sanıyorsun. Ama ben sana diyorum: Hedef, ona ulaştığın yoldur.
Bugün atacağın her adım, yarınki yaşamındır. (s.77)
Sen bir osuruksun, ama menekşe gibi koktuğunu sanıyorsun. (s.80)
Biliyorum, küçük adam, bir hakikat işine gelmedi mi hemen delilik
yaftasını yapıştırırsın. Ve sen kendini "normal insan" olarak görürsün.
Delileri hapsettin, normal insanlar yönetiyorlar... Kim öyleyse
felaketin suçlusu? Sen değil, biliyorum, sen yalnızca görevini
yapıyorsun, ayrıca sen kimsin ki kendi fikrin olacak... (s.88)
Boks maçı yerine kitapçıya git, eğlence merkezlerine gitmek yerine uzak
ülkelere seyahat et.Doğayı düzetlmeye çalışma, onu kavramayı ve korumayı
öğren.
Sen yaşam değilsin, yaşamın en büyük belasısın; ama anlıyorum, niçin kendini paralı kulene geri çektiğini. Başka bir şey gelmezdi elinden... (s.97)
Toplumsallık ve sevimlilik maskesi ardında sen acımasız birisin, küçük adam. Gerçek yüzünü ele vermeden, benimle yarım gün bile bir arada olamazsın. (s.105)
Bugün sen nasıl seven gençleri hapse atıyorsumn, gün gelecek, kendi pisliğini namuslu insanların yüzüne bulaştırmaki stediğin zaman, sebi de tımarhaneye tıkacaklar. O zaman, bugünkü biçimci bezirgan yargının yerine, hukukla ve iyilikle yöneten başka türlü yargıçlar ve hakikat savcıları olacak. Sıkı, sert yasalar olacak yaşamı korumak için, onlardan nefret edeceksin, küçük adam, ama uymak zorunda kalacaksın. (s.111)
Yeniden merhaba. Eğer bir kitap yazmış olsaydım kesinlikle bu kitap olurdu. Bu zamana kadar okuduğum yüzlerce kitap içinde benim yazdıklarıma en benzeyen kitap bu oldu. Siddhartha'yı paylaştıktan sonra başlamıştım, Kafka ile açılış ve tek kelimesini asnlamadığım 3 sayfadan sonra, sebebini bilmediğim bir şekilde bende bambaşka duygular uyandırıp içimi ısıtan bir kitap oldu. Eskiden Radikal blogda yazdığım yazılara çok benziyor sanırım o yüzden. Fazla beklemeden paylaşmak istedim.
Altını çizdiğim alıntılar..
"Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle.
Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve
yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır
sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir
önünde." -Franz Kafka-(Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler)(Giriş)
Oysa sen, uykusuz geçen saatlerini, var mıyım, neden varım, nereden geliyorum, ben neyim, nereye gidiyorum gibi soruları kendine sorarak geçirenlerden değilsin. Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı sorusu üzerinde hiçbir zaman ciddi olarak düşünmedin sen.
Metafizik kaygılar soylu yüzünün çizgilerini adamakıllı derinleştirmedi. Ama, o ok gibi kararlı çizgiden eser yok. (s.18)
Yirmi beş yaşındasın ve yirmi dokuz dişin, üç gömleğin, sekiz çorabın,
artık okumadığın birkaç kitabın, artık dinlemediğin bir kaç plağın var. Başka
şeyleri hatırlamayı canın hiç çekmiyor: ne aileni, ne öğrenimini, ne
aşklarını, ne dostlarını, ne tatillerini, ne de tasalarını. Yolculuklara
çıktın ve dönüşte yanında hiçbir şey getirmedin. Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana
kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar
silikleşsin. Dostlarını görmüyorsun. Kapını açmıyorsun. Postada bir şey var mı diye inip bakmıyorsun. (s.19)
Dostların bıktı artık, kapını çalmıyorlar. Onlarla
karşılaşabileceğin sokaklarda pek yürümüyorsun artık. Sorulardan,
rastlantı eseri karşına çıkan birinin bakışlarından kaçıyor, sana
ısmarlamak istediği birayı ya da kahveyi kabul etmiyorsun. Sadece gece
ve odan, üstüne uzandığın dar sedir, her an yeniden keşfettiğin tavan
seni koruyor. (s.21)
Tanı koymaya alışık değilsin ve bunu yapmak da
istemiyorsun. Seni rahatsız eden, seni duygulandıran, seni korkutan, ama
bazen de coşturan şey başkalaşmanın aniliği değil, aksine, bunun bir
değişim olmadığı, hiçbir şeyin değişmediği, -bunu ancak bugün bilsen de-
öteden beri böyle olduğun duygusu, o belirsiz ve ezici duygu; çatlak
aynadaki bu yüz senin yeni yüzün değil, maskeler düştü sadece, odanın
sıcaklığı onu eritti, uyuşukluk onları yerinden söktü. Doğru yolun,
güzel kanaatlerin maskeleri. Bugün artık pençesine düşmüş olduğun şey hakkında yirmi beş yıldır hiç mi bir şey anlamadın? Kendi tarihinde hiç mi çatlaklık, zayıf nokta görmedin? (s.21)
İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret
edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait
olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde
getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç
adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o
dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen
başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım
dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu
ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek
bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma,
durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun
her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet. (s.32)
Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti. Topu topu yirmi beş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de. Bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki
tekerlekli sandalyeye varana kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş
sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmişler ki, en
şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır. (s.33)
En yüksek tepelerin doruklarına ne diye tırmanasın ki, sonra inmek
zorunda kalacak olduktan sonra; inince de yaşamını oraya nasıl çıktığını
anlatarak geçirmemen mümkün mü? Ne diye yaşar gibi görünesin? Neden
sürünesin? Başına gelecekleri şimdiden bilmiyor musun sanki? Olman
gereken her şeyi daha önce olmadın mı...(s.33)
Hayır. Sen, yap-boz oyununun eksik parçası olmayı yeğliyorsun. Tasını tarağını topluyorsun. Şansını hiç denemiyor, hiçbir işe hiçbir umut bağlamıyorsun. (s.34)
Odan dünyanın merkezi. (s.37)
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik. (s.41)
Kendini koyveriyorsun; senin için neredeyse kolay bir şey bu. Çok uzun
süredir izlediğin yollardan kaçınıyorsun. Yüzlerin, telefon
numaralarının, adreslerin, gülümsemelerin, seslerin anısını silmeyi
geçip giden zamana bırakıyorsun.
Unutmayı öğrendiğini, günün birinde unutmak için kendini zorladığını
unutuyorsun. (s.42)
Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman. (s.48)
Çok mutlu bir parantez içinde, hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun. Görünmez, duru ve saydamsın. (s.56)
Kayıtsızlığın ne başlangıcı vardır, ne de sonu; değişmez bir durumdur
kayıtsızlık; bir ağırlık, hiçbir şeyin sarsamayacağı bir kıpırtısızlık,
bir cansızlıktır. (s.64)
Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama
hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey
talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun. hiç dinlemeden duyuyor, hiç
bakmadan görüyorsun:tavanlardaki çatlakları, parkenin dilimlerini,
gözlerinin çevresindeki kırışıklıkları, ağaçları, suyu, taşları, geçen
arabaları? artık tükenmez olanın içinde yaşıyorsun. her bir gün ses ve
sessizliklerden,ışık ve karanlıklardan, yoğunluklardan, bekleyişlerden,
ürpermelerden oluşuyor. olan tek şey, her seferinde biraz daha yitip
gitmen, sonu olmadan başıboş dolaşman: vazgeçme bıkkınlık, uyuşukluk,
kendini koyveriş? artık sen dünyanın adsız efendisisin, tarihin üzerinde
artık etki yapmadığı kişisin, yağmurun yağdığını artık hissetmeyen,
gecenin gelişini artık görmeyen kişisin. ne bir aşama sırası, ne bir
tercih. dingin bir kayıtsızlık seninki.
(s.64)
Sen ulaşılmazsın. (s.67)
Gözünden bir şey kaçmıyor, ama yakaladığın bir şey de yok, yakalasan da çok geç, hep çok geç, gölgeler, yansımalar, çatlaklar, savuşmalar, gülümsemeler, esnemeler, yorgunluk ya da vazgeçiş. (s.78)
Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse
tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine,
saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat,
reddedilmiş bir gerçeklik gibi.. (s.78)
Önemli olan tek şey yalnızlığın: Ne yaparsan yap, nereye gidersen git,
gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her
şey sahte. Var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç
karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her
seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış,
umutsuz, sabırsız. (s. 79)
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu. Ama bu
sözcükler, boğazında takılıp kalan bu binlerce, milyonlarca sözcük,
arkası gelmeyen sözcükler, sevinç çığlıkları, aşk sözcükleri, budalaca
gülüşler, peki onları ne zaman bulacaksın yeniden? (s.79-80)
Şimdi sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. Ama sen herkesten daha sessiz değil misin? (s.80)
Sabit fikirleriyle yaşayan herkes; insan müsveddeleri, insan kalıntıları, kahvelerde, barlarda patronların tepeleme doldurdukları bardakları ağızlarına götüremeyip onların eğlencesi olan zararsız, bunak ucubeler, saygıdeğer görünmeye çabalayarak Marie Brizard'larını bir dikişte yuvarlayan kürklü, geçkin orospular... Ve tüm diğerleri, en kötüleri, alıklar, hınzırlar, kendinibeğenmişler, bildiklerini sananlar, bilgiççe gülümseyenler. (s.82)
Sanki her an, kendine şöyle demek ihtiyacını duyuyormuş gibisin: Bu böyle, çünkü ben böyle istedim; ben böyle istedim yoksa ölürüm. (s.85)
Onun yürüyüşünü, yüzünü, ellerini, ne yaptığını, yaşını, düşüncelerini hayal etmeye çalışıyorsun sık sık. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, onu hiç görmedin bile, olsa olsa bir gün onunla merdivende karşılaşmışsınızdır belki, geçebilsin diye duvara yapışmışsındır, ama bilmeden, o olduğunu kesin olarak söyleyemeden.... onu dinlemeyi, ona kendi istediğin biçimi vermeyi tercih ediyorsun. (s.87)
Ama belki de bilmeden, sırt sırta sessiz bir yaşamda sen de ona aitsindir. Belki o da senin gibidir, sen nasıl onun öksürüğünü, ıslıklarını, çekmece gürültülerini kolluyorsan, belki onun için de senin etajerin üzerine koyduğun fincanın sesi, alıp alıp bıraktığın gazetelerin hışırtısı, dar sedirin üzerinde yerlerine yerleştirdiğin oyun kâğıtlarının kayışı, su seslerin, soluğun, su damlasıyla, çanla, sokak ve şehrin gürültüleriyle birlikte, akan zamanın, süreduran yaşamın kalın dokusunu oluşturuyordur. Belki de umutsuzca seni tanımaya çalışıyor, algıladığı her işareti sonu gelmez biçimde yorumluyordur. Gazeteleri buruşturan sen, dışarı çıkmadan günlerce odanda kalan ya da odana dönmeden günlerce dışarda kalan sen kimsin, ne yapıyorsun? (s.90)
İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir. (s.99)
Dibe ulaşmak, hiçbir anlam taşımaz. Ne umutsuzluğun dibine, ne nefretin
dibine, ne alkole bağlı düşüşün, ne de kibirli yalnızlığın dibine..... Günahkar adamlar tıpkı balıkadamlar gibi, günahlarının bağışlanması için yaratılmışlardır. (s.100)
Ne var ki hiçbir şey olmadı: hiçbir mucize, hiçbir patlama. Birbiri ardınca sıralanan her bir gün, gülünç çabalarındaki ikiyüzlülüğü ortaya sermekten, sabrını aşındırmaktan başka işe yaramadı. (s.101)
Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı. Ölmedin. Delirmedin. (s.102)
Eğer çirkin olsaydın, belki çirkinliğin gözalıcı olurdu, oysa çirkin bile değilsin, (s.102)
Selamlar, bu kitap okuma listemde öncelik sırasında değildi, fakat Deeptone'un yazısından sonra merak uyandırdı elime alır almazda bitti. Çok farklı hislerle okudum bu kitabı, bazen anlam veremedim neden bu kadar insan kendine acı çektirir diye, ilk başlarda Mevlana'yı çağrıştırdı. Şems gittikten sonra Mevlana'nın yaşadığı durum gibi. Bazı yerde aa bu bildiğim Mandıra Filozofu dedim :)) Yine de anlam veremedim Siddhartha'ya, sıkıya gelemeyen rahatına düşkün bir yapım olduğu içindir belkide. Ama Kitabın son çeyreğine geldiğimde, özellikle oğlu gittikten sonra ırmakta babasını görmesi ve zamanında yaptığı şeyi yaşamasında aynen şunu dedim, kuyruğunu yiyen yılan. Dönüp dolaşıp yine aynı yere gelmesi, geçmişte yaşattığı duyguyu yaşaması ve hep bir arayış içinde olması.
Altını çizdiğim alıntılar..
Ormana gideceksin ve bir Samana olacaksın," diye başladı konuşmaya.
"Baktın ki ormanda mutluluğa kavuştun, dön gel ve öğret bana mutluluk
neymiş. Düş kırıklığına mı uğradın, yine dön gel... (s.21) Ele geçireceğimiz tek şey kimi avuntular, kimi duyarsızlıklar olacak,
birtakım beceriler elde edeceğiz ve bunlarla aldatacağız kendimizi.Ama asıl önemli olan şeyi, o yollar yolunu bulamayacağız. (s. 28)
Hiçbir şey öğrenilemeyeceğini öğrenmek için hayli zaman harcadım ve
harcıyorum hala, dostum Govinda; şimdiye kadar öğrendiğim tek şey,
hiçbir şey öğrenemeyeceğim oldu. (s.29)
Bir başkasının yaşamı konusunda yargıda bulunmak bana düşmez! Bir tek
kendim, yalnızca kendim için bir yargıya varabilir, bir şeyi seçer ya da
yadsıyabilirim. (s.44)
Bir insan gördüm, diye geçirdi içinden Siddhartha, bir tek insan gördüm
şimdiye kadar önünde gözlerimi yere indirmeden duramadığım. Bundan böyle
kimsenin önünde gözlerimi yere indirmeye niyetim yok,kimsenin. Bu
insanın öğretisi beni kendine çekemediğine göre, başka hiçbir öğreti
bunu yapamayacaktır. (s.45)
"Peki ama, nedir senin öğretilerden ve öğretmenlerden öğrenmek istediğin
ve sana öğretmenlik edenlerin bir türlü sana öğretemediği?" ve şu
yanıtı verdi soruya: Hikmetini ve iç yüzünü öğrenmek istediğim şey Ben'di. Kurtulmak, alt
etmek istediğim şey Ben'di. Ama alt edemedim sadece yanılttım sadece
kaçtım ondan sadece saklanıp gizlendim.... Siddhartha olduğum bilmecesi kadar kafamı başka hiçbir şey kurcalamadı. (s.47)
Böyle bakılınca, böyle aramadan, böyle yalın, böyle
çocuksu gözlerle bakılınca, güzeldi dünya. Ay ve yıldızlar güzeldi, güzeldi çay
ve sahil, orman ve kaya, keçi ve uğurböceği, çiçek ve kelebek güzeldi. Güzel ve
iç açıcıydı dünyayı böyle gezip dolaşmak, böyle çocuksu, böyle uyanmış,
çevresine karşı böyle kucak açarak, güvensizlikten böylesine uzak. (s.54)
Sevgi avuç açıp dilenilebilir, para pulla satın alınabilir, armağan
olarak sunulabilir sana, sokakta bulunabilir, ama haydutlukla ele
geçirilemez. (s.62)
Sen de benim gibisin, insanların büyük çoğunluğundan farklısın. İçinde
dingin bir yer, sığınılacak bir yer var, ne zaman istersen benim gibi
oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda
vardır bu, oysa herkes buna sahip olabilir. (s.77)
İnsanların büyük çoğunluğu düşen bir yaprak gibidir,kapılıp gider
rüzgarın önüne,havada süzülür,dönüp durur,sağa sola yalpalar vurarak
iner yere.Pek az kişi de vardır,yıldızlara benzer,belli bir yörüngede
ilerler durur,hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına,kendi yasalarını ve
izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar. (s. 77)
Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir, diye geçirdi içinden. Dünya zevklerinin, zenginliğinin özenilecek şeyler olmadığını, daha
çocuk yaşta öğrenmiştim. Çoktandır biliyordum, ama yaşayıp görmek, ancak
şimdi nasip oldu. Artık gördüm, biliyordum, sadece hafızamdan,
hatırladıklarımdan değil, kendi gözlerimle görerek kalbimde duyarak,
yemeğini yemiş, içkisini içmiş olarak biliyorum. Bilmek iyi oldu! (s.99)
Bu korkunç dünyada o kadar uzun zaman kaldığım için kendime ne kadar kin
beslemiştim! Nasıl kendimden nefret etmiş, kendimi yağmalamış,
zehirlemiş, kendime işkence etmiş, kendimi yaşlı ve kötü yürekli biri
haline getirmiştim! (s.100)
Dinlemesini bilen insanlar o kadar az ki! Senin gibi iyi dinleyen birine şimdiye kadar rastlamadım hiç.(s.106)
Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya
fazla değer verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü
yakalayamayacağını mı ? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden
başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmasını beceremez, dışarıdan hiç
bir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir
hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır.
Aramak bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık
bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten
arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün
önündeki bazı şeyleri pek görmüyorsun. (s.137)
Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez (s.140)
Günaha pek çok gereksinim olduğunu kendi bedeninde ve kendi ruhunda
yaşadım, diretmekten vazgeçip dünyayı sevmesini öğretmek, onu kendi
arzuladığım, kendi hayalimde yaşattığım bir dünyayla kendi uydurduğum
bir mükemmellikle karşılaştırmayıp nasılsa öyle bırakmak ve onu sevmek
gönülden onun içinde yer almak için şehvete, mal ve mülke, kendini
beğenmişliğe gereksinim duydum, en rezilce umarsızlıklara kapılmayı
gereksindim. (140-141)
Sanırım bu kitaba gidecek en uygun şarkı bu, en azından benim aklıma ilk gelen.
İçimde nelerin olup bittiğini, neler hissettiğimi açıklayamam size. Kendime bile. Franz Kafka / Dönüşüm
Tecrübeliyim diye geçinenler mi?
Bunlar hayatlarını yarı uyku ve uyuşukluk üzerine kurmuşlardır,
sabırsızlıktan çabucak evlenmişler, rastgele çocuk yapmışlardır.
Jean-Paul Sartre / Bulantı
Koltuk altında kitaplar
taşıdığını görüyorum kardeşim. Bugünlerde hâlâ kitap okuyan birine
rastlamak gerçekten nadide bir zevk kardeşim.
Anthony Burgess / Otomatik Portakal
İstemediğim konuları bazan
düşünmemeyi başarabiliyordum.Bazan da tam tersi oluyor,düşünmeyi
istemediğim bir resmi ya da kelimeyi aklımdan hiç çıkaramıyordum.
Orhan Pamuk / Kırmızı Saçlı Kadın
Kadınları korumaktan vazgeçmeniz
lazım, onları farklı işler ve farklı uğraşlarla baş başa bırakın; izin
verin ki asker olsunlar, denizci olsunlar, otomobil sürsünler, liman
işçisi olsunlar.. "Kadınlık korunmaya muhtaç bir varoluş olmaktan
çıkınca her şey olabilir."
Eğer Tanrı varsa, iyi bir Tanrı
olması gerekir. Oysa bunca felâket var, savaşlar var, depremler var,
trafik kazaları var. Hiçbir günah işlememiş insanlar, masum küçük
çocuklar ölüyor. Böyle haksızlıklara izin veren, kötülüğe göz yuman bir
Tanrıya ben neden inanayım?
Mina Urgan / Bir Dinozorun Anıları
Ne yaşadıysanız yüzünüze
yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir. İfadeniz bomboşsa da hiç
bir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan kurtulmak mümkündür; yaşayın
monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin başkalarıyla ilgilenin,
okuyun, sevin. Bunları dolu dolu yapın ki izleri yüzünüze
yansısın. Yüzünüz ifadesiz kalmasın.
İlber Ortaylı / Bir Ömür Nasıl Yaşanır?
Ben sadece fazlasıyla ciddiye
almıştım, küçükken babamın bana birini üzdüğümde söylediği o sözü.
“Kendini karşındakinin yerine koy” ve ilk başlarda bunu o kadar çok
yapmıştım ki, bir gün dönüş yolunu yani kendimi bulamadım.
Hakan Günday / Kinyas ve Kayra
"Sana dürüst davranmak istiyorum,''
diyen birisi nasıl çürümüş ve sahtekardır. Ey insan, sen ne yapıyorsun?
Bunu söylemene gerek yok. Dürüstlük kendiliğinden anlaşılmalı. Yüzünde
yazmalı, sesinde çınlamalı. Tıpkı sevgilinin, sevgilisinin bir bakışında
her şeyi anlayabilmesi gibi dürüstlük baktığın an gözlerinden
taşmalıdır. Kötü kokan bir insanın yanından geçerken fark edilmesi gibi
hemen anlaşılmalıdır sade ve dürüst insan.
Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum. Fernando Pessoa / Huzursuzluğun Kitabı
Niye bu kadar sıkıyorsun kendini? Yeni tanıştığın birine her şeyini
anlatmaz mısın? -Ben karşıma çıkan ilk insana, bütün hayatımı
anlatabilirim. “Neden?” -Nedeni yok. Yani bence yok. Doktora sorarsan,
manik döneminde olduğu için der ama palavra. Ben her zaman böyleyim.
Bizi samimiyetin hastalık olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. İnanınca,
herkes gibi olunca, aptallaşınca iyileşiyoruz… -Emrah Serbes / Her Temas İz Bırakır-
Zamanla herkesin sende hissettiği bir şeyi ben bilinçaltımda
algılamıştım, sen ikili bir hayat yaşıyordun, bir yönüyle
aydınlık,tamamen dünyaya açık bir yüzey, öteki yönüyle ise çok karanlık
ve sadece senin bildiğin bir yüzey –bu dipsiz derinliklerdeki ikili
yapıyı, senin varlığının sırrını ben, yani daha on üç yaşında olan
çocuk, sihirli bir çekim gücünün etkisiyle daha ilk bakışta
hissetmiştim. -Stefan Zweig / Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu-
O benim aynamdı ve aynımdı. O benim taraklı ayaklarımdı. Serce
tırnakları gibi ince parmaklı iki elimdi. Hep içeri bükük utangaçlı
boynumdu. Kamer Hala'mın parmak izlerini taşıyan burnumdu. Şeker pembe
dilimdi. Taş yanığı, yarali dizlerimdi. Uzun uzun arka odalarda
yorganların altında yatanımdı. Ağlayarak uyananımdı. Petoğlan'ımdı..
Ali’mdi. Kötü kızımdı. Ardından küllerin üstünde kederle mırıldandığımı
duymadı. Peşinden koşan mahzun bir hayatsızın kalbini kırdı. Ne çok
aradım onu karanlık sularda, buldum sonunda bir çamur kuyusunda. -Latife Tekin / Gece Dersleri-
Tüm gülünç geçmişimizde o kadar gülünç şeyler, aldatmacalar, saflıklar
keşfediyorduk ki belki de genç olmayı bir anda durdurabilmeyi isterdik,
gençliğin kopmasını beklemeyi, bizi geçerek çekip gitmesini beklemeyi,
uzaklaşmasını izlemeyi, tüm o küstahlığına bakabilmeyi, bıraktığı
boşluğa dokunabilmeyi, derken yeniden kendi önümüzden son bir kez daha
geçerken gözlemeyi ve sonra da kendimiz çekip gitmeyi, onun, yani
gençliğimizin gerçekten gittiğinden iyice emin olmayı ve o zaman da
huzur içinde, kendi yolumuzdan, tamamen kendimiz olarak, usulca Zaman’ın
öte tarafına geçip insanların ve nesnelerin neye benzediklerine
gerçekten bakabilmeyi. Louis-Ferdinand Celine / Gecenin Sonuna Yolculuk-
Çünkü Oğuz Atay’ı da okudum, seni de tanıdım... Diyebilirsin ki, bir insanı fotoğraflarından ve
hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın, belki de çok az... O
zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime.
Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle
yazılmış onbinlerce kelime ve
yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile
o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için
yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi
teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi... Bu yüzden belki de, az çoktan fazladır. Belki de az,
hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok
biliyorum, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana
söyleyebileceğim tek şeydir. Hakan Günday / Az
Her halk kendi dininin en iyisi olduğunu ileri sürer ve ikna etmek için
de yalnızca birbirleriyle uyumsuz olmakla kalmayan, neredeyse hepsi de
çelişik olan sayısız kanıta dayanır. İçinde bulunduğumuz derin
cehalette, bir Tanrı’nın varlığını varsayarsak, hangi din Tanrı’nın
hoşuna gidebilir? Eğer aklı başında insanlarsak ya bunların hepsini
korumalıyız ya da hepsini yasaklamalıyız; onları yasaklamak kesinlikle
en emin yoldur, çünkü hepsinin şaklabanlık olduğuna ahlaki olarak
inanıyoruz ve var olmayan bir Tanrı’yı hiçbir din memnun edemez. - Marquis De Sade / Yatak Odasında Felsefe-
Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl
sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayallerin
neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız
seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir?
Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle.
Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında ufacık bir şey
danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış
yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir
tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok
daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika
bedava konuşma hakkım var çünkü. -Emrah Serbes / Erken Kaybedenler-
Hayatta en önemli şey nedir? Açlık çeken bir ülke birine bu soruyu
sorarsak cevap “yemek” olacak. Donmakta olan birine aynı soruyu sorarsak
cevap “sıcak” olacaktır. Kendini yalnız ve çaresiz hisseden birine
soracak olursak cevap mutlaka “diğer insanlarla beraber olmak”
olacaktır. Ama bütün bu ihtiyaçlar giderildikten sonra, bütün insanların
ihtiyacı olan bir şey var mıdır hala ? Filozoflar buna evet diye cevap
verirler. Onlara göre insan sadece ekmekle yaşayamazlar. Tabi ki bütün
insanlar yemek yemelidir. Ayrıca sevilmeye ve ilgi görmeye ihtiyaçları
vardır. Ama bütün insanların ihtiyacı olan bir şey daha vardır: Kim
olduğumuzu ve neden yaşadığımızı bilmek. -Jostein Gaarder / Sofie'nin Dünyası-
Merhabalar bu haftaki Ağaç Ev Sohbet'i konusunu ben belirledim, umarım ilk denemem de hüsran yaşamam. Ve sevgili Deeptone'a isteğimi geri çevirmediği için teşekkürler.
Bu haftanın konusu: İnternet Arkadaşlık & Dostlukları
Murathan
Mungan'ın bir sözü vardır, "Bir gün gelir, dünyanın bir yerinde
yıllarca senin haberin olmadan yaşamış birine, bütün hayatını anlatmak
istersin." diye. Çok severim bu sözü, çünkü ben 36 yıldır içimi hayatımı
hep tanımadığım görmediğim insanlara daha rahat açmış birisiyim. Kendi
adım yada bir nickin ardın da olmak fark etmeksizin. Sizi gerçekte
tanımayan birisi kolayca yargılamaz, tanımadığı için anlamaya çözmeye
çalışır ve yüz yüze de görüşmediğiniz için de sizde onun verdiği bir
rahatlık vardır.
Yıllardır internet aracılığıyla o kadar çok
kişi tanıdım ki. Sonrasında arkadaş, dost daha ötesi kardeş gibi
olduğum. Böyle hissettiklerimle tanıştım, hatta gerek kendim, gerek
eşimle çocuğumla misafirliğe gidip evinde kaldığım, şehrini gezdiren,
şehrime evime gelen güzel insanlar, hala da hayatımda bir kısmı. Şansıma
genelde güvenilir iyi insanlar çıktı, arada kendini farklı cinste,
farklı isimlerle tanıtan da oldu ama sonunda dayanamayıp söylediler kim
olduklarını, zaten o günden sonra da çoğuyla konuşmadım. Hayatı yalan
olan kötü kalpli insanlar da oldu elbette, onlarda zamanla kendi
pisliğinde boğulup layık olduğu yerde kaldı.
Sonraaa, yıllardır hatta
çocukluğumdan beri sesine, kalemine hayranlık duyduğum isimlerle uzun
uzun edilen sohbetler de yaşaması harika bir tecrübeydi. Kalemine aklına hayranı
olduğunuz birinin sizi online görüp gecenin 3'ünde "heyy gece kuşu niye
uyumadın sen yineee" yazmasının verdiği keyif. Sizi konserine davet edip,
imzalı bir sürü şey hediye edip arkadaş olduğunuz güzel sesler. Ses
tonuna bayıldığınız bir Dj'le saatlerce yaptığınız sohbet ve
dertleşmelerle ilgili isim vermeden yayında sizden bahsetmesinin verdiği
keyif. Yüz yüze gelsek iki kelime konuşamayız belki, ( tanıştıklarımda genelde böyle oldu ) bir resmiyet
mesafe olur, herkes birbirini derince süzüp karşının ilk açılışı
yapmasını bekler, kafasında canladırdığı kişiyle karşısındakini kıyaslar ama internet ortamında öyle bir şey yok, onun verdiği
güzellik rahatlık hiç bir şeyde yok.
Uzun süre insanlarla
yoğun iletişim içinde olduğum şeylerle uğraştım, web siteleri, forumlar,
10 yıl boyunca Facebook'ta Kırmızı'nın Sayfası sonrasında Kırmızı Ruh
adıyla yayında olan sayfamda tanıdığım tanıştığım insanlar. Bir müzik,
bir kitap, film dizi yada hayata dair çoğu şeyi paylaşıp önerdiğimiz
öneren, yeri gelip dertleştiğimiz ve birbirimize farklı bakış açıları
sunan insanlardı. Bir çoğuyla hala yazışırız, aklınıza kalbinize
ruhunuza dokunan insanlardan kopamıyor sunuz. Bunların en başında,
aklını bilgisini kalbini, ruhunu herşeyini sevdiğim hayranlık duyduğum,
en kıymetlim Fulya'm var, onun yeri bambaşka. Sabaha
kadar yapılan sohbetler, belki kimseyle paylaşamadığınız şeyleri
paylaştığınız insanlar, içini görüp içini açık ettiğiniz yargılamayıp
dinleyen dinlediğiniz, hiç görmediğiniz halde sebepsizce güvendiğiniz
size huzur veren insanlar. 15 yılı aşkındır telefon da yada yazışarak
görüştüğüm ama hala yüz yüze denk gelemediğim insanlar var. Sizi hiç
görmeyen birisinin kafası güzelken ağlayarak arayıp aşk acısını
anlatması garip bir his, yada sizin bir derdinizi anlatmanız.
Yaklaşık
8 yıl önce Facebook sayfamda aynı Ağaç Ev Sohbetleri gibi her gün bir
konu belirler sohbet ederdik üyelerle, 67 bin kişi vardı katılım oldukça
fazlaydı. İnsanlar eşleriyle, ailesiyle, çocukları hatta kendileriyle
ilgili döküyordu için hem özelden hem konu altına. Beni en çok sarsan,
konu çocuk istismarıydı o zaman oldukça fazla olmuştu bu durum. Özel
mesaj atarak 20'li yaşlara gelinceye kadar yıllardır uğradığı istismarı
anlatan 27 yaşındaki bir adamı kanım donarak dinlemiştim, sahte bi hesap
değildi kesinlikle, adını bile hatırlamıyorum şuan ama sana anlatmak
istedim diye hayatını anlatmıştı bana ve ben sabaha kadar onu dinledim
anlattıklarına kahrolarak. Sonraki günlerde dahasını anlatmak istedi ama
ben cevap vermedim, neden bilmiyorum şuan çok kızıyorum kendime keşke
cevap verseydin diye, bunu okıuyorsan kusura bakma, ağır geldi o zaman..
Ve o zamanlar tam da Murathan Mungan'ın sözü aklıma geldi ve iyi
bir şey yapıyorsun demek ki insanlara o samimiyeti verebiliyorsun
diyerek, çünkü bende yıllarca bana kendimi iyi hissettiren insanlarla
konuştum, konuşmak istedim, onun yaşadığı da buydu size kendinizi daha
iyi hissettiren insanlarla konuşma isteği.
Gelelim blog arkadaşlıklarınaa, blog sayesinde de tanıdığım güzel insanlara. Bunun başında sevgili Deeptone
gelir, 8 yıl öncesinden tanışıklığımız var, ben uzuun bir süre erkek
sanmıştım aslında onu :) Hiç tanımadığı birine Mim konusunu gerizekalıya
anlatır gibi defalarca anlatacak kadar sabırlı ve yüreği güzel bir
insan.Yabancı diller, ülkeler, kitaplar filmler derken derin bir kültür abidesi, bu yönüyle Fulya'ya çok benzetiyorum onu, bir
gün yüz yüze de görüşmek dileğiyle. Hatta Deep ben bir teklifte
bulunuyorum, şu hastalıkların azaldığı havaların daha da güzelleştiği
bir dönemde tüm bu adını bilmediği mi fakat takip edip yazılarını
hayatlarını dinlediğim, okuduğu dinledikleriyle belleğimizi
zenginleştiren güzel insanlarla buluşmayı çok isterim, bir buluşma
düzenleyelim İstanbul'da ne dersin??. Sen başta olmak üzere merak
ettiğim insanlar var meselaa, önceden tanıdığım Elif. Eski ben İlkay, parmaklarına hasta olduğum sayın flâneus Lady Wednesday, Gökalp'ın anneciği sevgili Bigudili Anne Yazar, sonraaLevent, Kaystros Tyrha, vee takip ettiğim bir çok isim. Ben teklifimi yaptım sıra sizde :)
Edit: Bir konu da ekleme yapmak istedim, yanlış anlaşılmasın ben her merhaba dediğmle hadi
görüşelim demedim, yıllar süren bir sohbet muhabbet sonunda, o görüşüp
evine gittim kişiler yaklaşık 10 yıldır belki daha fazla tanıdığım
insanlar. Belki öyle bir izlenim yaratmış olabilirim nasıl bu kadar rahatsın nasıl güvenebildin diye mesaj atanlar olmuş durum bu yani :)
Sevgili Deeptone'un bulabildiğim 2 kitabından biri Sade ve Derin,
bloguğla aynı adı taşıyor dün geldi, bugün elime alır almaz bitti.
Torpil geçmeden kitap hakkındaki düşüncelerim. Hiç sıkmadan kendisini
okutturuyor, köşe yazısı yada bir konu hakkında uzman olanlar youtube ta
5-10 dk lık yorum yaparlar ya o gibi sanki. Nagehan Alçı gibiler yerine
keşke Deep gibi insanlara köşe verilse. gazetelerde dergilerde.
Deep gibi düşünmediğim 2
konu vardı Aşk ve Sevgi konuların da biraz fikir ayrılığına düştük ve
fazlasıyla hümanist geldi bana. Şunu belirteyim sıkıntı Deep'te değil
bende, o olması gerekeni söylemiş ama çoğunluk için bu pek mümkün değil. Çünkü insan sevgisinin karşılığını görmek ister, takdir edilmek
ister, karşı taraf tarafından sevilmeyi istemek insan doğası. Ben çok
tutkulu bir insanım, bu aşk, arkadaş dost, yazar, şarkıcı, tuttuğum
takım yani o ilişkinin ne olursa olsun hepsini tutkuyla severim, o
yüzden bu konularda rahat değilim hiç.
Altını çizdiğim yerleri paylaşacağım, bu arada bende ayağını içe basanlardanım :) Kalemine sağlık Deep. Seviliyorsun
... çalkantılı ve derin yaşayanlar en vurucu yapıtları çıkarıyorlar. Bazıları da yaşama; ama hisseder. İnsanların duygularını , yaşamlarını içlerinde hissederler. (s.10)
Aslında hepimiz güzel seviyoruz da hep karşımızdakiler bencil ve çıkarcı. Biz içteniz; ama ilişki kurduklarımız hep yüzeysel ve bencil zaten. Bu aşk, sevgi denen şeyi de biraz yıkayıp temizlemek lazım galiba. Elimizde iyice kirlendi. (s.32)
Herkes yaralı, herkes sevilmek istiyor. Herkes üzülmemek istiyor. Herkes sevilmeyi hak ediyor. Herkes sevgi, ilgi peşinde. Herkes kolaya kaçıyor. Ama herkes tedirgin. Kapler Üzülmek içindir. Üzülen kalp üzmemeyi öğrenir. (s.39)
Tapma dedim bana. Gelme mavi cenazeme. Kızıl cennetinde kal sen. Çürük hayatın izlerinde yürü. Ama derin dokun kalbime. (s.42)
Şafakta mı boyayayım mavi gökleri kırmızı elektiriğimle, gece yarısı günah çöllerinde mi intikam alayım senden, kalbin mi ölü, beynin mi kan lekeli? (s.43)
Öyle bir kitap yazmalı ki okuduktan sonra bir daha hiç kimse aynı kalmamalı. (s.98)
Her defasında tamam bu sene başka kitap almayacağım diyorum ama dayanamayıp ilgimi çeken gördüğüm her şeyi merak ediyorum, bu ciciler bugün geldi. Sevgili Deeptone'un bulabildiğim 2 kitabı ve uzun zamandır alamak isteyipte ertelediğim kitaplar. Bu isimler içinde en tartışmalı isim güzelim Barbaros Şansal. Hayatımda bu kadar çok yanlış tanınan ve tanıtılan bir isim görmedim, ülkesini bu kadar çok seven biri çoğunluğun gözünde vatan haini. Onunla bir kaç kez sohbet etme imkanım oldu, inanılmaz bir beyin, karşısında kendimi zır cahil gibi hissettim, o yüzden uzun zamandır aklımda olan bir kitaptı. Kesin olarak bir kaç yıl kitap almayı düşünmüyorum çünkü okumak için bekleyen 250'e yakın kitap var, kısmetse 2-3 güne bir kitap bitirmeyi planlıyorum, Alıntılarda görüşürüz.
John Steinbeck: Sir Thomas Malory - Arthur'un Ölümü
Ernest Hemingway: Tolstoy - Anna Karenina
Paul Auster: Virginia Woolf - Deniz Feneri
Samuel Beckett: J.D. Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar Mark Twain: Binbir Gece Masalları Stephen King: William Golding - Sineklerin Tanrısı
Dan Brown: William Shakespeare - Kuru Gürültü
Ahmet Ümit: Umberto Eco - Gülün Adı
Latife Tekin: 1. Deniz Gezgin / Ahraz 2. Zeynep Sayın / Ölüm Terbiyesi 3. Seyyidhan Kömürcü / Kendinin Ağacı 4. John Berger / Görme Biçimleri 5. John Zerzan / Gelecekteki İlkel
Mustafa Kemal Atatürk: 1. Reşat Nuri Güntekin / Çalıkuşu 2. Grigory Petrov / Beyaz Zambaklar Ülkesinde 3. Jean-Jacques Rousseau / Toplum Sözleşmesi 4. Ziya Gökalp / Türkçülüğün Esasları
Murathan Mungan: 1. Elsa Morante / Arturo'nun Adası 2. Ursula K. LeGuin / Mülksüzler 3. Marguerite Yourcenar / Doğu Öyküleri 4. Jean Rhys / Geniş, Geniş Bir Deniz 5. Arundhati Roy / Küçük Şeylerin Tanrısı 6. Flannery O'Connor / Her çıkışın Bir İnişi Vardır 7. Alice Munro / Bazı Kadınlar
Özgür Mumcu: 1. Kemal Tahir / Kurt Kanunu 2. Elias Canetti / Körleşme 3. Douglas Adams / Otostopçunun Galaksi Rehberi 4. Peter Frankopan / İpek Yolu: Alternatif Dünya Tarihi 5. Adrian Coldsworthy / Caesar Ernest Hemingway: 1. Tolstoy / Savaş ve Barış ve Anna Karenina 2. Bahriye Albayı Marryat / Midshipman Easy, Frank Mildmay ve Peter Simple 3. Flaubert / Madam Bovary ve Duygusal Eğitim 4. Thomas Mann / Buddenbrooklar 5. Joyce / Dublinliler, Sanatçının Portresi ve Ulysses 6. Fielding / Tom Jones ve Joseph Andrews 7. Stendhal / Kırmızı ve Siyah ve Parma Manastırı 8. Dostoyevski /Karamazov Kardeşler 9. Mark Twain / Huckleberry Finn 10. Stephen Crane / The Open Boat ve The Blue Hotel 11. George Moore / Hail and Farewell 12. Yeats / Autobiographiles 13. W.H. Hudson / Far Away and Long Ago 14. Henry James / Madame de Mauves, Yürek Burgusu, Bir Kadının Portresi, Amerikalı
Tolstoy: Çocuklukta (14 yaşına kadar) 1. Eski Ahit. Yaratılış Kitabı. 2. Binbir Gece Masalları.
14 – 20 yaş arasında 3. Matta İncili. 4. İtiraflar, J. J. Rousseau. 5. Yevgeni Onegin, Aleksandr Puşkin. 6. Hırsızlar, Friedrich Schiller. 7. Nikolay Gogol’ün çeşitli kitapları. Vıy, Palto, Nevski Prospekt ve Ölü Canlar. 8. David Copperfield, Charles Dickens. 9. Zamanımızın Bir Kahramanı, Mihail Lermontov.
20-35 yaş arasında 10. Hermann ve Dorothea, Goethe. 11. Notr Dame’ın Kamburu, Vİctor Hugo. 12. İlyada ve Odissea, Homer. (çeviriden)
35-50 yaş arasında 13. İlyada ve Odyssey, Homer. (Yunancasından) 14. Sefiller, Victor Hugo. 15. Basrestshire Günlükleri, Anthony Trollope. 16. East Lynne, Mrs. Henry Wood. 17. George Eliot’ın romanları.
50-63 yaş arası 18. Bütün İnciller (Yunancalarından) 19. Yaratılış Kitabı (İbranicesinden) 20. İlerleme ve Yoksulluk, Henry George. 21. Düşünceler, Blaise Pascal. 22. Epictetus. 23. Konfüçyus. 24. Büyük İnisiyeler, Eduard Schure. 25. Tao Te Ching, Laozi.
Dipnot: İçeriğin büyük bir kısmını Edebiyat Haber'den derledim.
Merhaba bu haftaki geleneksel Ağaç Ev sohbetlerine bende katılmış bulunuyorum. Nedir bu Ağaç Ev Sohbetleri derseniz, sevgili Deeptone'nun organize ettiği herkesin öneride bulunup katkı yapabildiği haftalık bir konu hakkında yazılan yazılar. Umarım bunu da Mim gibi ağzıma yüzüme bulaştırmam. Bu haftanın konusunu Andromeda'dan gelmiş. "İnternette vaktinizi nasıl geçiyorsunuz?"
İnternette vaktinizi nasıl geçiyorsunuz?
İnternet deyince aklıma ilk Yonja geliyor, o zamanlar Facebook'un adı bile yoktu. Yonja'nın kuruluşuna 2009 diyor ama 2007'de üyeydim. Sonra MSN Facebook devamında geldi. MSN'de sabahlara kadar yapılan sohbetlerin keyfi bir başkaydı titretmeler cam aç muhabbetleri :) Facebook ve İnstagram'ı hala aktif kullanırım kendi adımla. Kırmızı Ruh adıyla Twitterım var ama onu sadece izleme amaçlı kullanıyorum, pek aktif değilim artık. Facebook'ta 10 yıllık 67 bin üyeli blog sayfam telif hakkı ihlali nedeniyle kapanınca 4 yıl önce Facebook'ta sayfa olayını yapmaz oldum ve bloga geri döndüm. Yeni işle birlikte bloga her şeye ara verdim, 2012 de başladığım blog dönüp dolaşıp geldiğim yer oldu. Bir dönemde Radikal Blog'da yazılarımı yayınlamıştım. Gazete kapanınca onlarda gitti, hatta o dönem kitap çıkarmanın köşesinden dönmüştüm devamını getiremediğim için, kim bilir belki ilerleyen zamanlarda kısmet olur.
Neslihan Demir, Şebnem Ferah, İdil Çağatay, gibi isimlere web site ve hayran sitesi yaptım geçmiş yıllarda, en son 2012'de Umay Umay'a resmi web sitesini hazırlıyorduk ama Umay'la tasarımdan başlayıp sonra farklı yere giden tartışmalar anlam veremediğim bir boyuta gitti ve süreç kötü bir şekilde biterek iletişim kesildi, ondan sonra da çok farklı bir meslek seçimi ile site web işleri tamamen bitti benim için.
Oyunlarla aram hiç bir zaman iyi olmamıştır anlamam da beceremem de, oyun delisi ve yazılım uzmanı bir eşim olmasına rağmen oyun konusunda oldukça yeteneksizim. Genelde benim için internet her zaman araştırma, müzik, film, dizi belgesel oldu. Günümün büyük kısmı halen sosyal medya mecralarından haber sitelerinden gündemi takip etmek, alışveriş yapmakla özellikle son aylar kitap almakla geçti.
Uzun süre sözlüklerde yazarlık yaptım hatta kendi sözlüğümüzü kuracaktık ama dediğim gibi bambaşka bir meslek seçimi ile onu da bıraktım. Snapchat, tik tok vs bunlardan hiç anlamam, hiç kullanmadım youtuber ların %95'ini bilmem teknoloji özürlüyüm bu konularda, o yüzden zihnimi gereksiz şeylerle kirletmediğim için memnunum. Ayrıca sevdiğim müzikleri paylaştığım bir youtube kanalım mevcut.
Umarım bu kez doğru yapmışımdır Deep, aklıma gelenler şimdilik bunlar. Sevgiler.
... yaşamak güzel şey. Yoksa, bunca zahmete değmezdi. (s.28)
İnsanın yaşamını güzelleştirebilecek durumda olması ve bunu reddetmesi gerçekten garip. (s.29)
İnsan
daha başlamadığını sanır, oysa başlamıştır. Hiçbir şey yapmadığını
sanır, oysa yapmaktadır. Bir amaca doğru yürüdüğünüzü sanırsınız, bir de
dönüp bakarsınız ki, amaç ardınızda kalmış. (s.33)
İnsanlar
konuşma ihtiyacı duydular mı, hemen göze çarpar bu, ve ne gariptir,
genellikle, hiç de iyi karşılanmaz bu ihtiyaç. Yalnız parklarda
garipsenmez. (s.40)
Yaşamımı
dolduran büyün o ufak tefek sorunlar, sanki o güne dek yalnız,
hayalimde varmışlar gibi, bir anda eriyip gitmişti. Uzak bir geçmiş gibi
hatırlıyordum onları ve hatırladıkça gülüyordum. (s.58)
Herkesin
sahip olduğu şeyleri kendiniz için, yalnız kendiniz için de isterken
ruhunuzu kaplayan bezginliği yenmek çok güçtür. (s.59)
İnsanlar
aslında mutluluğa dayanamıyorlar. Mutlu olmak istiyorlar tabii, ama
bunu elde eder etmez, birtakım yersiz düşlerle kendilerini yiyip
bitiriyorlar... İnsanlar mutluluğa mı dayanamıyorlar, yoksa onu yanlış
mı tanıyorlar, ya da kendileri için neyin gerekli olduğunun mu farkında
değiller, mutluluğu kullanmayı mı beceremiyorlar, yoksa öteye beriye
çekiştirmekten yorgun mu düşüyorlar, bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa,
habire ondan söz ediyorlar, böyle bir sözcük ortada ve herhalde boşuna
icat edilmedi. (s.66)
Bütün koşullar sağlanıp işler iyi gitmeye
başladı mı, insanla bunu bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Acı
bulurlar mutluluğu. (s.67)
Nerede olursam olayım, vaktimi yitiriyormuşum gibi bir duyguya kapılmaktan korkuyorum. (s.85)
Bazı insanlar yaşamaktan öyle büyük bir zevk alırlar ki, umut beslemeseler de olur. (s.89)
Dün gelmişti bu kitap hemen başladım çok çabukta bitti.
Arjantin'in en ünlü psikanalisti olan Rolon'un 8 hikayeden oluşan, satış rekorları kıran ve sansasyon yaratn kitabı diye geçiyor kendisin okutturuyor sıkıcı değil ama benim pek umduğum gibi olmadı, alıntı yapılacak pek bir şeyde yoktu. Bu türde daha iyilerini okuduğumdan belki de, üstünkörü ve sonuca bağlanmamıştı çoğu hikayeler. Bunun neyi sansasyon yaratıp rekor kırmış anlamadım açıkçası. Gary Small'ın Bir Pskiyatristin Gizli Defteri bundan çok daha iyi. Hikayeyi okurken birden pat diye bitiyor, hatta bazen sayfaları kontrol ettim eksik mi var diye, sonuca bağlanmamış derinliği bulunmayan hikayelerdi (bence).
Şimdi de Susie Orbach'ın Terapi Odasında kitabına göz atacağım bakalım o nasıl çıkacak.
Bu ciciler bir kaç saat önce geldi, aldıklarımın bir çoğunu daha okuyamamışken indirimlerden ve hediye çeklerinden yararlanmak istedim. Sevgili Deeptone önerdiğin kitapların stoğu ne İdefix ne de D&R da mevcut o yüzden alamadım onları. Esnek çalışmaya geçilirse hedefim 2 günde 1 kitap bitirmek, tabi hayaller yine hüsrana uğramazsa. Bu arada elimde İdefix ve D&R da geçerli 2 adet hediye çeki mevcut isteyen olursa paylaşabilirim, benim kitap alma serüvenim yeter bir süre.
"Sevmeyi özledim biliyor musunuz? Kayıtsız şartsız bir gülüşü. olur olmaz yerde ağzıma bir öpücüğün
konmasını. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen
hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir
şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefonlar arasında
tükenmeyi. geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Bir gövdenin
önünde diz çökmeyi. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma
duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerinden içmeyi. Yumruk kadar bir
yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben
buradayım' zenginliğini özledim. Otel odalarının insanı bir yaprak gibi
incelten kederini. Başka kentlere vuran rengini güneşin. Başka
sokakların telaşıyla çoğalmayı. dünyayı yudum yudum aşka çeviren
yalnızlığı..." - Şükrü Erbaş / İnsanın Acısını İnsan Alır
-
”Siz hangi gruptasınız? yıllar önce yaşadığı olumsuzlukları durmadan
tekrarlayıp elindeki kartopunu kocaman bir çığa dönüştürerek içinde
kaybolanlardan ve yanındakileri de sürükleyenlerden mi; yoksa kocaman
bir kar kütlesini güneşin sıcaklığıyla eritip etrafına huzur verenlerden
mi? -Gabriel Garcia Marquez - Yüzyıllık Yalnızlık-
Benim
kurallara, geleneklere, yasalara ve halkın düşünce ve inanışlarına
karşı gelmeyi ne kadar sevdiğimi bilemezsin; ama benim ayaklarımda beni
sınırlayan zincirler var. Benim ruhum, vücudum ve bütün davranışlarım
anlamsız ve zayıf sosyal yasalar çerçevesinde mahpus kalmıştır ve ben
sürekli, ne olursa olsun alışılagelmişliklerin bir adım ötesine geçmem
gerektiğimi düşünüyorum. Ben bu sıkıcı ve kayıtlar ve kurallar dolu
hayatı sevmiyorum. -Furuğ Ferruhzad-
....
"anlamak için, kendimi yok ettim. anlamak, sevmeyi unutmaktır. leonardo
da vinci:" insan bir şeye ancak anladıktan sonra nefret ya da sevgi
duyabilir" demiş. bundan daha yanlış, aynı zamanda da daha mantıklı bir
söz bilmiyorum" - Fernando Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı-
"Mutsuzluklarıma benim düşünce tarzım değil diğerlerinin düşünme tarzı neden oldu." -Marquis de Sade - En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan-
“Yürüyüp geçeceksin, hep yürüyüp geçeceksin. Ben öyle yaptım. Hep
yürüdüm. Herkesin her şeyi anlamasını bekleyemezsin. Sen yürüyüp
gideceksin. Anlayan anlayacak, anlamayan anlamayacak; dünyanın hepsine
yetişemezsin ki!” -Murathan Mungan - Yüksek Topuklar-
İnsanlarda beğendiğimiz iyilik,
cömertlik, açıkkalplilik, dürüstlük, anlayış ve hassasiyet gibi
özellikler yaşayış sistemimizin bozuk tarafını teşkil etmektedir. Ve
beğenmediğimiz sertlik, açgözlülük, ihtiras, bayağılık, bencillik ve
kendini beğenmişlik başarıya giden yolun temel taşlarını teşkil
etmektedir. Birincisinin hayranı olduğumuz halde, ikincisinin yarattığı
neticelere bayılıyoruz. -John Steinbeck - Sardalye Sokağı-
Bize yaşadığımızdan pişman olmamayı yiğitlik diye
belletmişlerdi. Pişman olmamak, yaşamdan ders almamak, yani boşuna
yaşamak demektir. Ders almayacaksam, yanlışımı anlamayacaksam, daha
güzelini yapmak ve yaşamak istemeyeceksem ben o geçmişi niye yaşadım?" -Aziz Nesin-
Anlatamayacağım.
Bu insanlar “Guguk Kuşu” filmini de, Napolyon’un yaşamöyküsü filmini
de, limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de, vitrinlerdeki yeni
sonbahar giysilerini de aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa, elimden ne
gelir? -Tezer Özlü - Çocukluğun Soğuk Geceleri-
Hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin
acısından kaçımız kurtulacağız? Yalnızca bizim için çok önemli olan
insanlardan değil, düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum. Bir
gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda
yitirmeye yazgılıyız. Bedenimiz sağ kalır, ama ruhumuz er geç ölümcül
darbeyi yer. En kusursuz cinayet budur. Yaşama sevincimizi
kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede
bulunacağını bilemeyiz. -Paulo Coelho - Portobello Cadısı-
Bizim şu prensiplerimiz amma da gurur ve gözü bağlanmışlıkla dolu !
Görüşlerimiz, hiçbir fikrimiz olmayan şeyler, bilgi konusunda en ufak
sezgimiz bile yok, inanç konusunda, aşk konusunda umut konusunda… Bu
konulardan çok söz ediyoruz, ne var ki boş konuşuyoruz. Yeterince sağlam
bir dayanağımız yok, ne bağlamı biliyoruz ne de her şeyin temeli olan
sistemi. Bir kavram ya da bağlamından ayrılmış bir sözcük kapıyoruz ya
da bir düşünce biçimi sonra onun üzerine ardı arkası kesilmeyen bir
şekilde konuşup dururuz. Sözde düşünce sürecimiz psikoterapiden başka
bir şey değil, delirmemek için, ruhsal denge hakkına sahip olduğumuz
illüzyonunu ayakta tutmak için uyguladığımız bir psikoterapi. Ne kadar
da değersiziz ! " -Andrey Tarkovsky-
Bu kitap bitti ama bende bittim. Gergin olduğum bir dönemde nasıl denk
getirdiysem, oldukça zorlandım. 6 yıldır bitiremediğim kitabı 1,5 günde bitirdim. Okuması ayrı, altını çizdiğim yerleri
yazması çok daha ayrı bir dert. Neyse ki bitti sonunda. 6 yıl
önce, çok kıymetli nevi şahsına münhasır biri önermişti
Tutunamayanlar'ı. Çok başlayıp bıraktım. Her okumaya başladığımda "ben bu kitabı
niye okuyorum ki "hissi verdirmişti. 300 e gelene
kadar tam bir işkenceydi sonrası öyle olmadı hatta çok hoşuma giden yerlerde oldu. Ek
olarak bir diğer tezatlık, çoğunlukla sıkılarak okuduğum bir kitaptan
bu kadar altını çizdiğim beğendiğim satırlar olması. Bu kitabı okurken Kinyas ve Kayra'da ki hissi yaşadım. An geliyor Selim an geliyor Turgut oluyorsun.
Okumama vesile olan güzel insana teşekkürler.. Seviliyorsun, çok çok kalp.. ❤️ ❤️ ❤️
Senin ne işin vardı orada? Herkesin işine karıştın, işin olmadığı halde. Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir. Kendine oyunlar buldun: başkalarının katılıp katılmadığına aldırmadığın oyunlar. Herkesi yargıladın bu oyunlarda. Bu arada beni de yargıladın, bana da haksızlık ettin. (s. 31)
Bazı günler konuşamazdı insan. (s.45)
Yaptıkları eserleri karşılarına koyup, bununla boş bir gurura kapılmak
Evropalıların işidir. Durmadan, varlıklarını duymak için, olur olmaz
yerde, good morning, bon soir derler birbirlerine. Bizde de birtakım
insanlar bunu tutturmuş. Bugünlerde de “iyi günler” diye bir söz çıkmış.
Herkes birbirine iyi günler deyip duruyor. ‘Bon jour’un tercümesiymiş. (s.47)
Hayır, dostum. Ben en acıklı anda bile güldürücü sözler bulabilen bir insanım. Kendime acımam yoktur. (s.61)
Kendini,
rakipsiz saydığı konuların dışında, bir daha hiç bir zaman tecrübe
etmemeyi ve kuvvetsiz olduğu yerlerde de
ehemmiyet vermiyormuşçasınagillerden olmayı uygun buldu. (s. 62-63)
Sen, yalın düşüncelere alışıksın sadece. Hayatın asıl tadı, gerçek tuzu
olan ikinci dereceden bilinmeyen güzelliklerin farkında değilsin. (s.71)
Benim gibi az gelişmiş bir ilkokul öğrencisinin de başarabileceği tek
şey buydu. Kötülüğe kayıtsız kaldım; ona içimde yer vermedim. Kara
ekmeği yemek zorundaydım; ama kötü şiir okumadan da yaşayabilirdim. (s.77)
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir
bahçe görmedim. Kirden kararmış, dayanan dirseklerle cilalanmış eski
sıralar; sıraların üstüne, geçen yılların Süleymanları, Necdetleri,
Aykutları, zaman geçtikçe öztürkçeleşen isimlerini, adlarını çakıyla
kazımışlar. Duvarlarda, her yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren
renkli badanalar üstüste: son müdür Behçet Beyin sidik sarısı
badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Beyin türbe yeşili ve
merhum Sami Beyin çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın
karalığı, sözde kalmış. Öğretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın
öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için
açılmış koca birdelik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş
bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi
siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var
olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını
verebiliyor. (s.78-79)
Hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz. (s. 80)
Belki de anlatmaya çalıştın birilerine. Kim bilir? Anlatamadın;
belki o insanın yüzüne bakar bakmaz anlatmanın yararsızlığını gördün. (s.89)
Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz
geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak
olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bu temel
ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini
çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez. (s.94)
Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur. Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. (s. 95)
“Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş
sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.”
s.97)
Ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum;
toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla
birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe
başkaldırmamışsa, o kişi namuzsuzdur benim için. (s.97-98)
Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. (s. 93)
Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez. (s.94)
Canım Selim! Nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için. (s.99)
Dünyada büyük ve güzel şeyler de var
demişti bir gün. O sırada ben ne yapıyordum? Hiç bir güzelliğin içime
girmesine izin vermiyordum. (s. 107)
Başka bir yol olmalıydı, dedi. ‘Bir yol
bulunmalıydı. İnsana bir fırsat verilmeliydi. Bana, sana hiç olmazsa… Bu
çaresizliğe dayanamıyorum. Bir defaya mahsus olmak üzere bir istisna
yapılmalıydı. Kağıtlarınızda bir noksanlık var, bir imza eksik diye geri
çevirilmeliydi Selim. Özür dileriz, kabul edemeyiz; bazı noktaları
unutmuşsunuz denemez miydi? (s. 111)
Birdenbire yüklenmezler üstüne. Önce bırakırlar istediği gibi düşünsün
her şeyi. Dünyayı dilediği gibi anlamasına, yaşamasına hissetmesine izin
verirler. Hatta alkışlarlar, överler onu. Büsbütün çileden çıksın da
geri dönemesin diye. Sonrasını biliyorsun işte. (s.112)
"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş
olmayı isterdim,” dedi: “Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden için
rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.” (s.113)
Bazı üstü örtülü olaylar, küçük ya da büyük bazı topluluklara gösterilen
ilgisizlikler, tarihin tozlu raflarıdda unutulduğu için hemen önemi
sezilmeyen yaşantılar ve yanlış yorumlamalar nedeniyle sınıflamalarda
alt katta kalmış insanlar güneş ışığına çıkarılabilseydi Selim’in
yalnızlığının sadece bir görünüşten ibaret olduğu anlaşılacaktı. Tarih,
işine gelmeyen bütün belgeleri, Selim ve Selim gibilerden gizlemişti. (s.136)
İnsan, hareketlerine engel olabilirdi; fakat düşüncelerini nasıl durdurabilirdi? (s. 153)
Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği
çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden,
geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu
göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına
yardım etmedin? (s.199)
Selim’in içgüdüleri iyi gelişmemişti.
Çıkarlarını pek bilmezdi. Oysa… çıkarlarını düşünmeyenler
unutulacaklardır. Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir
kenarda kalacaklardır. (s. 201)
İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor
artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini
anlamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. (s.254)
Ben, seni görür görmez anlamıştım. Bu kaygısız görünüşünün altında; duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. (s.259)
Kızımı bir memura verdim; kızımı bir subayla evlendirdim! Demek o zaman insanla evlenmek adeti yokmuş. (s. 295)
Şimdi yanımda olsaydın, bütün bu meseleleri tartışsaydık. Birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. Beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında. Ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. Eteğimin ucundan bağlandım bu düzene. (s.307)
Kimseye zararı dokunmayan soyut bir kötülüğün ben, büyük ve mustarip bir ruhun iç çekmesi olarak kabul ediyorum. (s.316)
Hayatında
ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. Hiç bilmediği bir içkinin
susuzluğu gibi bir duygu. Değişebilmek. Kendinin bile tanıyamacağı yeni bir
varlık olmak. (...) değişmek kendine yabancılılaşmak demekti. (s.319)
Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi
kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun
bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: ‘Buraya
kadar!’ dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara;
pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.
Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, daha önce haber vermiştik,
derler onlar. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik.
Yaşarken eskidiği ve eskittiğini söylemiştik. Sevginin ölümünü her pazar
çanlar çalarak ilan etmiştik. (s. 321-322)
Bazen
eksik karşılıklar da fazlaları kadar tehlikelidir. Az konuşmakla da “şey”e
ihanet edebilirsin. (s.325)
Zaman baş döndürücü bir hızla dönüyor , ayakta durmasını bilmeyenleri yıkıyordu.. (s.331)
Yalnız
hayallerle beslenen bir arkadaşlık ne kadar kısa sürüyordu. (…) Bir ruhla
yaşamak, tek başına yaşamak gibi, hayal gücü isteyen bir davranıştı. (s. 339)
Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen
çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası
kadar bir şeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen
kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun
canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı? (s. 346)
Günahlarımın ağırlığına dayanamıyorum Olric. Neden beni uyarmadın. Buna
hakkım yoktu efendimiz. Öyle güzel gürlüyordunuz ki. Size kapılmamaya
imkan yoktu. Çevrenizdeki bütün sahtelikleri öyle güzel
aydınlatıyordunuz ki. (s. 349)
Sonra unutacaklar. Unuttukları için de
unutulacaklardır. Kendi güzelliklerini de -eğer bir güzellikleri varsa unutacaklardır. Yalnız sizin içinizde yaşayacaklardır: bunu bilmedikleri
için de, yaşadıklarını da bilmeyeceklerdir. Alışkanlıktan başka bir şey
bilmedikleri için, sizin de yokluğunuza alışacaklardır.(s 350)
Genç kız karşısında oturuyor: resimlerdeki gibi soluk beyaz yüzlü, uzun boyunlu. Hasta bir güzelliği var. Çorap giymemiş: çıplak bacakları düzgün. Elleri bakımsız: manikür yapmamış, tırnaklarını kısa kesmiş. Acaba o mu? Olmadığını biliyorsun. İstediğim gibi düşünebilirim. Çok genç, çok mahzun görünüşlü. Fakat gülerken gördüm: mahzun değil. Dudaklarını ileri uzatmış: çocuk gibi. İri siyah gözlerini dikmiş, inceliyor beni: korkusuz. Hiç çekingen değil. Hayır bu değil. Selim’i tanıyor. Acaba üzülmüş müdür? Kusursuz bir güzelliği var. Bakımsızlığının içinde daha çok belli oluyor güzelliği; odanın içinde tek parlayan yer onun teni. Saydam bir ten. Kendine çeki düzen verse bu kadar güzel görünmez. Hareketleri o kadar ağır ki, insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla. Kısık bir ses. Kesik bir konuşma. Kirpikleri havayı süpürüyor: uzun ve dağınık. Her tarafı uçuşuyor; bu dünyadan olmayan birşeyler var tavırlarında. Aynı zamanda, gizlemeye çalıştığı bir basitlik, haşinlik seziyorum. Özellikle başını yukarı kaldırdığı zaman. Biri, ona, bunu söylemeliydi. Yazık. Bununla birlikte, nesli tükenmiş yaratıkların, bilinmeyen bir dünyanın kokusunu getirmeleri gibi bir çekiciliği yayıyor çevresine. (s.352)
Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz Olric? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?(sayfa 357)
Söylenen sözlerin, yaşanan olaylardan önemli olduğunu Selim’de gördüm. (sayfa 359)
Büyüyemediği, gerçek dünyaya karışmadığı
için üzülüyordu. ‘Gerçekten bucak bucak kaçıyorum,’ diyordu. ‘Birini
sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Korkaklıktan
değil; kendimi onun yerine koymaktan. İnsanların karşısında bazen de o
eski aptalca utangaçlığım yüzünden dikilip kalıyorum. Gitmek gerektiği
halde bir türlü uzaklaşamıyorum. Her zaman gerekenin tersini yapıyorum,
çocuklar gibi. Kitaplarla, yani bir çeşit masal dünyası ile hayatı
karıştırıyorum eskisi gibi. Galiba gittikçe de düzeltilemez oluyorum bu
konuda. Masalın nerede gittiğini, hayatın nerede başladığını
farkedemiyorum. Bazen, suratıma bir garip bakıyorlar; o zaman uyanır
gibi oluyorum. (s. 369-370)
Onunla
olmadığım zaman ne yaptığımı, nasıl yaşadığımı hiç sormazdı. Oyun dünyamızın
dışındaki yaşantımla pek ilgili değildi. (s.372)
Rahat görünmeye çalıştığı zamanlarda bile
bu görünüşünün altında kuşkulu, güvensiz ve karanlık iç dünyasının
katılığı olduğunu sanıyorum. İlk bakışta insanlara hemen inanıveren,
söylenen sözlerin gerçekliğinden kuşkusu olmayan bir genç izlenimi
bırakırdı. Fakat, kendisinde, gerçeklere karşı dalgın duran bu yanı iyi
bildiği için, kimsenin aklına gelmeyecen yersiz ve gerçek dışı kuşkulara
kapılırdı. Öylesine söylenmiş sözlerin altında gizli anlamlar arar,
kimsenin onunla ilgilenmediği bir sırada kendisiyle alay edildiği
endişesine kapılarak azap çekerdi. Bir söz yüzünden geceleri uyuyamaz,
huzursuzluk içinde kıvranırdı. (s. 373-374)
Olur ya, belki bir gün tam senin gibi hissederim, senin heyecanların
benim heyecanlarım olur: o zaman seni bütünüyle yaşarım, kim bilir? (s.375)
Selim, artık onun gibilerle hiç konuşmayacak. Aynı yanlışlığı bir daha
yapmayacak. Burada olduğu halde ona görünmeyecek. Böyle insanlar Selim'i
bir daha göremeyecek. O, artık, kendisini sevenlere görünecek yalnız. (s.378)
Başkalarına
yaptıklarını hemen unuturdu. Başkalarına kötülük ettiğini hissetmenin acısına
dayanamazdı. ‘Bütün öfkelerimi öyle içten duyuyorum ki, kimsenin alınmaması
gerek bana; bu yüzden ancak beni beğenebilirler,’ diyerek şımarıkça gülerdi. ‘Beni
ya şımartın, ya da kapı dışı edin!’ diye bağırırdı. ‘Yarı içtenliğe dayanmam
zor benim. Bir kişi mi kalacak? Tamam: bir kişi kalsın.’Sonra gene bağırmaya başlardı: ‘Ben günahkârım: bana vurun!’ O günlerde Dostoyevski’yi okuyordu. “Sonra hemen mahzunlaşırdı: ‘Ya bir kişi de kalmazsa?’ Yanıma oturur, titrek bir sesle: Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey,’ derdi. ‘Sanki hepsi benim için yazılmış. Bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. Gülünç oluyorum.’ Odayı dolaşırdı inleyerek. ‘Ben rezilin biriyim ve rezilliğimi biliyorum.’ Anlaşılmamaktan
çok korkardı. ‘Başkalarından ayrı hissettiğimi nasıl belirtsem? Kimse bilmeyecek…
Hiç olmazsa mezar taşıma yazın: burada insanlara başka türlü hayran olan biri
yatıyor. Ne türlü? Bir bilsem, ah bir bilsem.’ (s.384)
Önüne gelen nimetleri değerlendirmesini
bilmeyen, seni, senden başka türlü bir insan yapmak isteyenlerin arasına
düşmüşsün. (s. 387)
Herkesin iyi kötü, yürüdüğü bir yol vardı. Herkesi yoldan çevirmeyeçalıştın sokağın köşesinde durup. Hepsi de sana içinden güldü. (s.388)
Unutulmalısın. Unutulan herkesin
hatırlanması için ne kadar zaman geçiyorsa, o kadar zaman geçirmelisin
mezarda. Orada bile acele etmemelisin. Senden önce ölüp, senden önce
unutulanlar ve daha hatırlanmayanlar var. Dur bakalım, dur hele. Sıranı
bekle. (s. 389)
‘Bütün
alçakgönüllülüğüm, bütün iyiliğim, daha doğrusu iyi olduğum anlar,
başarısızlığımdan ileri geliyor. Kendi kendime –eğer kendimi kaybetmemişsem-
hiç olmazsa iyi olayım, tutulacak bir yanım olsun diyorum. Başarısızlık
korkusu, kötülükleri denemeye engel oluyor. Çıkmazlar içindeyim Esat Ağabey!’(s.397)
Bir anlam aramamalı. Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur. (s. 403)
Günlerce mektup bekledi. Birkaç kere telefon etmek istedi, vazgeçti. Acaba, aklı başına gelince, şaşkınlığı geçince korkmuş muydu Metin? Anlamsız bulmuştur bu isteği; tanıdığı Turgut’un bu davranışlarını garip bulmuştur. Yazmaz, hiç yazmaz. Kendimi yok yere gülünç duruma düşürdüm. Hemen aramalıyım onu; isteğimin saçma olduğunu söylemeliyim. Unutsun hemen beni. Onu hiç aramasaydım! Böyle insanları ürkütmeye gelmez; kuşku içindedirler, her harekete yüzlerce anlam verirler. Sözünü yerine getirmek için yazar; aklımı büsbütün karıştırır. Benim de aklım ne kadar kolay karışıyor bugünlerde. (s. 407)
...susmak da konuşmak kadar tehlikeli oluyordu artık. Dalgınlık, suskunluğu artırıyordu. Evli olduğunu unutuyordu. Evin içinde, bekârlığından kalan alışkanlıklarla yaşadığı oluyordu; hem de çok oluyordu. (s. 407)
…bu
bozucu çevreye büyük tepkiler gösterirdi. Ayrıca, bütün bu tepkilerinin
yanında, hayatın içine karışıp güzellikleri yaşamak da isterdi. (s. 415)
Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok. (s. 425)
Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar
aynı yerde kımıldamadan oturacağım,’ dedi. ‘Herkes istediği kadar
koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur. Oturacağım
ve bekleyeceğim. Yerinde oturan Selim’e değer vermeyenlerin, Selim’in
gözünde de değeri yoktur. (s. 425-426)
Sıkıntısını artık gizleyemiyordu. Kendi de bilmeden bir kurtarıcı arıyordu. (s. 443)
Yaşamaktan utanıyordu herhalde. Hayata
karşı ayıp oluyordu. Onyüzbin şeyi birden yaşamak istiyordu. Hangisine
sarılsa başkasına ayıp oluyordu. Kaç parça olabilirdi? Neden bu
utançları bir yana itip yaşamaya çalışmadı? Gözlerini yerden kaldırmayı
denemedi? (s. 447)
Hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım. Oyalanacak durumum yoktu. Ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgalarımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim. Belki seni bir erkek anlayabilirdi Selim. Nasıl olur? hepimiz, birbirimizin gözünü oyuyorduk. Bir kadın karşı koyamazdı: artık bana karşı konulmasını istemiyordum. (s.447)
Yalnız kalmaktan da kalmamaktan da korkuyordu. (s. 448)
Beni tanıdığı zaman bir yolun sonuna
gelmişti. Yorulmuştu. Artık ne deseler yapacaktı. ‘Yaşamamaktan
yoruldum,’ diyordu.” (s. 449)
Anlamıyorsun, derdi. Bütün bu yazdıklarım uydurma. Aklımdan geçenleri yazmaya cesaret edemiyorum. Alışılmış kalıplar içinde bocalıyorum. Kalıbım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. Eriyip dağılıyorum yazarken. Olmuyor. Bana uzak gelen yaşantıları düzmece bir biçimde anlatmaya çabalıyorum. İçinden geldiği gibi yazsan, içinden geldiği gibi anlatsan Selimim. Olmaz. Deli derler adama sonra. Hemen damgayı yapıştırırlar. Daha kötüsü, hiçbir şey demezler. Ya da, bütün çıkardığın gürültünün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o kadar karışmış ki sahtelikleri ayıklayıp temizleyemiyorum. (s.452-453)
Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. (...) Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, hiç bir sözünü kaçırmamak; bir
kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an
yeni sözler bulup söylemek istiyorum. (s.453)
Neymiş efendim? Hiç bir işin sonunu
getirmemişim. Siz başlamayı bile göze almadınız. Benimle içinizden
gelerek hangi yaşantıma katıldınız? Benimle yaşanmazmış. Ne
biliyorsunuz? (s. 454)
Herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden kimse bana başvurmasın.Evde yokum. (s.455)
.. Seni dinlemek istiyorum senin masallarını yaşamak istiyorum senin dışındaysa gerçekler dediğin şeyleri
yaşamak istemiyorum anlıyorum beni dinlemekle bana inanmakla gösterdiğiniz sabrı beğeniyorum kalbinizden kötü düşünceleri uzaklaştırın ve teyzenizi evden kovun yerine saygılarımı kabul edin bu günlerde iyi bir dinleyici bulmak o kadar güçleşti ki hayalimdeki kadınlardan bile bu kadarını beklemediğimi itiraf etmeliyim siz kurduğum hayallerden de güzelsiniz bütün hayallerim soluklaştı sizin yanınızda sizi düşünürken aklım duruyor heyecanımdan yemeğe verdim kendimi çocukken okuduğum dedektif romanlarından da heyecanlısınız siz onları da okurken heyecanımdan durmadan yerdim seni düşünürken ve seninle yaşarken durmadan yemek içmek istiyorum bu romanın sonu nereye varacak uzun parmaklı elleri tabaklara uzanır bardakları kavrardı onu seyrederdim hayır olmaz benim tadımı çok çıkarıyorsun seni kıskanıyorum bütün hareketlerinin sevgi dolu olduğunu görürdüm kendi hareketleriyle çok ilgiliydi durmadan kendini seyrederdi hareketlerine farkında olmadan duyduğu ilgi yüzünden dalgın görünürdü. (s.467)
... seni seviyorum ve yalnız seni görüyorum seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözlerine uygun hareketler yapardı sürekli elimi tutar ve avucunun içinde kayboluşunu gülerek seyrederdi içtiği zaman aşırılığa kaçmadan cesaretli olurdu. (s.468)
Yaşamakta geç kaldım sabrım tükendi diyordu. (s. 470)
.. ben de sizin gibi onu on sekiz yaşında tanımak isterdi. (s. 471)
Gene de Selim bir Günselisi olduğu için bütün bunları anlatabildi ya Günselisi olmayanlar ne yapacak… (s. 473)
Yaşamak her gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz.. (s. 473)
Beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi
boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa
olan alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride
bir şey bırakmadan tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim
yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim.. (s. 473)
Bütün bu insanlar arasında ne işim var benim diyordu.. (s. 476)
Evet sonunda maskemi aşağıya indiriyorum
kendimi açığa çıkarıyorum itiraf ediyorum ben başka türlü olmak
istiyordum size çok ilginç geldiğim bu durumumu değiştirmek bambaşka
insan olmak istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gelmedi
beceremedim anlıyor musun sizler gibi olmak istiyordum en aşağılık en
bayağı görüneniniz kadar olmak istiyordum. (s. 493-494)
Hiç bir şey söylemeden susarsam sanki
neyi anlatamadığım anlaşılacak beni de cumhurbaşkanı yapacaklar buyur
diyecekler herkes anlattı anlatamayan bir tek sen varsın meğer bütün iş
anlatamamaktaymış başımıza sen geç diyecekler. (s. 494)
Her
yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim o daha adımı
öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum ümit etmeye başladım hemen
ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım
ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım gücendim. (s. 495)
Müsaade edin bana hayattan ayrılıyorum kendi isteğimle ayrılıyorum. (s. 496)
Baba ben artık bu evde yaşamak istemiyorum yıllardır ruhumuzu öldürdün
bu evde hayatında bir roman okumadın bir sinemaya gidip heyecanlanmadın
beni ve annemi bu çirkin eşyanın içine hapsettin yemekten ve uyumaktan
başka bir şey düşünmedin bende bütün duygular senin bu inatçı
duygusuzluğuna karşı gelişti kuru mantığınla içimizi kuruttun sana
benzeyen taraflarımdan ellerimden ayaklarımdan utanıyorum. İhtiyarlayınca
sana benzemekten korkuyorum kötülük edemeyecek kadar kısır kafanda
yalnız bizim için yaptıklarının defterini tuttun bana aldığın ilk
elbiseden verdiğin son harçlığa kadar hastalığımda uykusuz kaldığın
gecelerin hesabına kadar kaydettin bu ağır havalı evin içini güzel bir
müzik sesiyle bir kitapla süslememe izin vermedin nasılsa eve giren
bütün güzelliklerin birer birer yok oluşunu kayıtsız bir sabırla
seyrettin kanaryam öldüğü zaman bir yenisini almadın çiçekler solunca
boş saksıları balkona taşıdın hiç duydun mu hediye diye bir sözün
olduğunu insanların birbirlerine aldıkları ve genellikle çocukları
sevindiren hediye bir gün elinde bir balonla eve döndün mü yaptığım
resimler için ağzından çaktığın çivilere dikkat et duvarları berbat
ediyorsun sözünden başka bir söz çıktı mı bu evde. Senden başka
varlıkların yaşadığını düşündün mü ben bir kitap okurken ne okuyorsun
diye bir soru sordun mu beni elimden tutup bir gün parka götürdün mü
sadece o soğuk mantığınla tenkit ettin elektriği açık bırakmışsınız
pencereyi kapamamışsınız radyoyu kapatın başım ağrıyor roman okuyup
gözlerinizi yormayın boşuna elektrik yanıyor okuduklarınızın hepsi yalan
senin bana isyan etmene bu kitaplar sebep oluyor bu yüzden karşıma
geçip bacak bacak üstüne atarak sigara içiyorsun yemeğin suyu bitmiş
altını kısın ayakkabılarının burnunu eskitmişsin taşlara çarpma sen
başka bir söz bilmez misin tuzluğu Fransızca istemekten başka kültürün
yok mu... (s. 501-502)
.. Nihayet baş başa kalabildik sevgilim, hayır kalamadık kalamayız, ben hiçbir zaman yalnız kalama. seni de üzeceğim hayaletler beni daima rahatsız edecek seni istediğim gibi dinleyemeyeceğim, daima aklım bir çalıya takılacak. Huzursuzluğum beni bir gölge gibi
takip edecek. Bu yükü taşıyamazsın, boşuna çırpınma. Senin gibi bir
insanla birlikte yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni, belki
başka türlü olurdu. Oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yığıldı ki,
istesem de atamıyorum. Yaşamak artık beni yoruyor. Önemli bir olay
yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni. İnsanlarla birlikte olmak,
onların sözlerine cevap vermek, nasılsınız demek, içeri girerken
merhaba; ayrılırken hoşça kalın gene görüşürüz demek, konuşmaları
izlemek, ne demek istedi acaba, söylediğimi anladı mı? Ne demek istedi
acaba, yanlış bir şey mi yaptım? Acaba söylediğini anladım mı? Okadar
çok insan var ki, o kadar çok şey birden oluyor ki, birini izlemek
isterken başkasını kaçırıyorum. Birini duyarken, ötekini görmüyorum, yetişemiyorum. (s.518-519)
Yaşamak artık beni yoruyor önemli bir olay yaşamadan sadece yaşamak
bile yordu beni insanlarla birlikte olmak onların sözlerine cevap vermek
nasılsınız demek içeri girerken merhaba ayrılırken hoşça kalın gene
görüşürüz demek konuşmaları izlemek ne demek istedi acaba söylediğimi
anladı mı ne demek istedi acaba yanlış bir şey mi yaptım acaba
söylediğini anladım mı o kadar çok insan var ki o kadar çok olay birden
oluyor ki birini izlemek isterken başkasını kaçırıyorum birini duyarken
ötekini görmüyorum. (s. 519)
Yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum. (s. 519)
Oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı
tanıtmakla yaşamadığım bütün hayallerimin gerçekleşebileceği
saplantısına kapılmama sebep oldun” (s. 519)
Beni yanlış hayallerle avuttunuz sonra da
benden canınız sıkılınca yeter artık bu karanlık diyerek savunmasız
zavallılığımı düşünmeden beni hayatın ortasına attınız itiraz ediyorum
itiraz ediyorum.(s. 520)
Artık uyusun dinlensin artık bütün hayatı boyunca dinlenmeyi hiç
düşünmedi akıl edemedi cesaret edemedi boş durduğu zamanlar suçlu
hissetti kendini çalıştı okudu ıstırap çekti korktu endişe etti fakat
hiç boş kalmadı eğer ortaya bir değer koymasını bilemediyse dinlenmeyi
de bilmedi değer yaratmayan faydasız emek alış verişte geçmeyen
kullanılma değerini yitirmiş emek yani bütün emekleri yani tavana
bakarak düşünmesi yani boş yete ıstırap çekmesi başkalarının her
dediğine uyarak oradan oraya sürüklenmesi yani kimsenin ve bu arada
özellikle kendisinin değer vermediği emek bu emeği hor gördü başkaları…(s. 520)
Bana kalırsa insanlarla arasında
isteyerek bir uçurum yaratıyordu onları imkansızlığa itiyordu
milyonlarcası için doğru saydığı düşüncelerini duygularını bir kaç
kişinin bozmasını istemiyordu. (s.530)
Seni seviyorum fakat neresini düzelteceğimi bilmediğim bu
yaşantımı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok olmayan doğru hızlı
bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı özelliklerim varken
daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son vermeliyim yoksa çok
geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim. (s. 532)
... en önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun hiçbir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir bekleyenleri utandırmışımdır. (s.535)
Yapamadığım o kadar çok şey var ki nasıl
olsa hepsini gerçekleştiremeyecektim ve yapamamanın acısı zehirleyecekti
içimi insan sonu geldiği zaman iyileşiyor. (s. 536)
Artık yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak
istemiyorum. Başım dönüyor Olric. Sabahtan beri hiçbir şey yemediniz
efendimiz. Şimdi de içiyorsunuz. Onlar da içiyorlar Olric. Karşılarında
oturan kızlara bir şeyler anlatıyorlar. Ben anlatmak, filan falan demek
istemiyorum. Sonum geldi Olric. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum.
Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok
denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric.
Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az
gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası
reddediyorum Olric. Ben Karagöz falan değilim. Herkes birikmiş bizi
seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. (s.
541-542)
Böyle bir düzen içinde insan düşünebilir mi? Büyük ve güzel şeyleri demek istiyorum. Önce eşya engel oluyor, sonra şartlar: kalorifer, hizmetçi, çocuk odası. Düşünmek için kendime bir daire tutsam. İçinde, düşünmeye engel olacak eşyalardan hiçbiri bulunmayan küçük bir daire. Kapıdan girer girmez ayakkabılarımı çıkarıyorum ve düşünme terliklerimi giyiyorum. Odalardan hiçbirinin özel bir adı yok; hepsi de sadece oda. Bir odada, sandalyenin üstünde, düşünme elbiselerim duruyor. Üstümdekileri çıkarıp hemen bir dolaba kaldırıyorum ve dolabın kapağını hemen kapatıyorum. Ne dolabı olduğu belli değil; dolap işte, her şey konabilir içine. Her şey, düşünmeyle ilgisine göre adlandırılıyor, her şey düşünmeye yaradığı oranda önemli. Orada ne düşüneceğim? Kim bilir? Oraya gitmeden belli olmaz. Ne düşüneceğimi düşünürüm. (s. 557)
Korkuyorum Olric. Kendimi elevermekten korkuyorum. (s. 561)
Kitapçıların ve çiçeklerin bazı
özellikleri olmalıdır Olric. Gelişi güzel insanlar bu mesleklerin içine
girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. (s. 576)
Bizdeki kitapların çoğu iri harflerle basılıyor Olric. Kültür seviyemizi
gösteriyor bu iri harfler. Okumayı yeni öğrenen bir millet olduğumuz
için iri harfleri tercih ediyoruz. Daha harfleri yeni söktüğümüz için,
onları satırlar arasında kaybetmekten korkuyoruz. Az gelişmiş harfleri
seviyoruz. Geniş aralıklı satırlar, sayfanın kenarlarında büyük
boşluklar, içimizi serinletiyor. Bütün babalar, oğullarına: “Oku da adam
ol” diyorlar. Gene de kimse okumuyor. Biz adam olmayız Olric. (s. 577)
Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım. Bana acımayın. Ben kötüyüm; sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. Beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi. Sizleri kıskandım, küçük gördüm, bayağı buldum: bana yapılmasını istemediğim kötülükleri sizlere yapmak istedim. Fırsat bulunca da yaptım. Dün gece rüyamda biri beni öldürdü. İçimin boşaldığını hissettim. Ben de ne işkenceler düşünmüşümdür bana kötülük edenler için. Beni de öldürmelerini istiyorum artık. Çünkü, artık olduğum gibi kalmaya dayanamıyorum. Yalnız, beni öldürürseniz kötülüklerim gene gizli kalacak. Onları bir sır gibi mezara götüreceğim: gene aldatacağım sizleri. Gelin, hep birlikte, önce yaşarken öldürelim beni. Aklıma geldiği zaman bile ürperdiğim yaşantılarımı ortaya koyalım: didik didik edelim. Ondan sonra ölümün bir anlamı olur benim için. Sizin de işinize yarar: benim gibilerden sakınırsınız bundan sonra. (s. 594-595)
Bu sabah uyandığım zaman gecenin sıkıntısı üstümden kalkmamıştı . Demek ölüm bu diye düşünüyorum.. Sabahları
uyandığıma sevinemiyorum; gecenin sıkıntısı öğleye kadar sürdüğü için,
sabahın verdiği diriliği yaşayamıyorum. Öğleden sonra akşamın hüznü
çöküyor. (s. 595)
Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim, azaldığımla kaldım. Bütün günüm tedirgin bir beklemeyle geçiyor: gelecek mi, gelmeyecek mi? Ne gelecek? Bilmiyorum. Adını koyamadığım bir şeyden korkuyorum. Soyut bir korku içimi dolduruyor. Bu korkuyla uyanıyorum ve bekliyorum. Belki korkularım sayılamayacak kadar çok. (s.599)
Beni korkutan şeyleri de çok kötü ifade ettim ona anlatırken. Beni anlamayacağı korkusuyla büsbütün berbat ettim. Dünyada sevdiğim her şeyden uzaklaşmaktan korkarken onu öpmeyi nasıl isteyebilirdim? Belki de bir kadına korkularımı anlatmaktan utandım. Erkek de olsa utanırdım belki. Gözleriyle, ne istiyorsun benim sevgilim, diyordu. Ne istiyorsun, bana olduğu gibi söyle canım Selim, anlamasam da istediğini yaparım hemen. Ben bunu istemiyordum. Hayır istiyordum. (s.600)
Ona içimin paramparça olduğunu anlatmak istiyorum. Kurşuni, soluk gözleri cesaretimi kırıyor. (s.606)
Bir insanla konuşmak, ona bütün derdimi anlatmak istedim birdenbire.. (s.607)
Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana,
bizden bu kadar gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan
etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? İnsanların
dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? Ben insan değildim ki. Yaşamadığım
bir hayatın içine nasıl atıldım? Beni nasıl gürültüye getirip de bu
soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? Onlar da
bilemezdi; görünüşümle insanlara benziyordum. Denemelerden geçmiştim.
Onları aldatmayı başardım. Sonumu kendim hazırladım. Her an ne
yapacağımı söyleyemezlerdi bana. Beni aldattılar; gene de suçluyum.
İnsanların en verimli olduğu çağda tükendim. Her anı, ne yapmam
gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsade. (s .607)
Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi
vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler.
Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler.
Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Bende kolayca razı oldum bana
öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben
bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları
öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla
değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit
kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler. Bende kendimi anlamadım:
bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla
geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların
peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık göstermedim. Bunun üzerine
anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim
ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmasını
beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile
onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir
içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman,
onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi
hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye
nitelendirdim ve nefes nefes onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan
yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim. (s. 611-612)
Montaigne,
kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz
için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki: Sayın Montaigne
ve sizin gibiler! Canınız cehenneme! Sizin haklı olup olmamanız bana
hiç bir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. (s. 612)
Son nefesimde bile, öyle bir kıyamet koparırım ki bana acıdıkları için pişman ederim herkesi. (s.624)
Bana evlenmenin nasıl kötü bir burjuva alışkanlığı olduğunu anlattı
Burhan. Doğrusu çok güzel ifade etti durumu. Bir hafta sonra da evlendi:
bana da haber bile vermedi. (s.663)
Kimsenin yaşantısını beğenmedim: kendime uygun bir yaşantı da bulamadım. (s. 666)
Hiç bitmeyecek yarım yamalak yaşantıların özlemi var içimde. (s. 684)
Aslında her gördüğüm insana kapılıyordum.
Hemen onun gibi olmak, ona bütün varlığımı sunmak ve onun bütün
varlığını içime almak istiyordum. Her an değişmeye hazırdım. (s. 688)
Bütün hayatımca cezalıydım: durmadan bir
kafesin içinde dolaştım. Gittiğim her yere, üstü kapalı, demir
parmaklıklı bu kafesi taşıdım. Bütün dünyayı parmaklıkların arkasından
seyrettim. Sizinle aramızda bulunan bu demir parmaklıkların varlığını
her an duydum. Sizleri istediğiniz biçimde, ön yargılardan uzak bir
biçimde değerlendiremeyişimde bu parmaklıkların payı büyüktür. Bu
parmaklıklar yüzünden, dar görüşlü ve korkak bir hayvan gibi yaşadım.
Hayvan diyorsun: altın yeleli bir arslan demek istemiyorsun herhalde.
Hayır, aslan demek istemiyorum. Ben yerimi bilirim. (s. 693)
Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkabildi
ortaya: bir tek kelime. Çoğul bir kelime. Unutamadığı bazı insanları
birleştiren bir kelime. Bu sefer, düşüncesini Süleyman Kargı’dan
başkasına açıklamadı. Süleyman da kimseye söylemedi. Bütün hayatınca
tutunamayanlardan kaçtığını sezer gibi oldu. Kendisine de
bulaşmalarından korktuğunu anladı. Onlara yapmış olduğu bu haksızlığın
ıstırabıyla kıvrandı. Onların gerçek temsilcisi olmak için eline çok
fırsat geçmiş olduğunu ve bu fırsatları kaçırdığını anladı. Bu
düşüncelerinden de kaçmaya çalıştı. Bütün hayatınca düşüncelerinden
kaçmıştı. Son olarak odasına sığındı. Kapıyı kapattı. Sesleri duymaz,
görüntüleri görmez oldu. Yemek yemez, içki içmez oldu. Dostundan kaçar,
düşmanını bilmez oldu. Sığındığı son yerde de onu buldular. Yerini
tespit ettiler. Bütün tanıklar dinlendi. Savunmalar alındı. Gereği
düşünüldü. Hiç bir etki altında kalmadan bağımsız olarak karar verildi.
Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti.
(s. 708)