Ne okusam diye kitaplığı karıştırırken, Yatak Odasında Felsefe'den altını çizdiğim yerleri, yıllardır paylaşmadığımı farkettim. 9 yıl önce zekasına, zevkine çok güvendiğim çok kıymetli, nevi şahsına münhasır biri önermişti. Eskiden ben hep polisiye okuyordum, tarzını biraz değiştir diyerek beni Marquis de Sade ile tanıştırdı. Birçok şeye bakış açın ve kitap tarzın da yüzde seksen değişir demişti. Gerçekten de dediği gibi oldu.
Sonrasın da bu kitabı o kadar çok kişiye önerdim, verdim ama tamamlayabilen çıkmadı hiç. En entellektüel rahat dediklerim bile, bu ne deyip geri verdi :) Ben de okurken baya zorlanmıştım. Söz konusu sadizmin babası Sade olunca çok şaşırmamak gerekiyor. O değil de her haltı yiyip yiyip kardeşim dostum diye hitap etmiyorlar mı birbirlerine anaa, buyur buradan yak. Hani marjinal bizdik. Ama gerçekten çok rahatsız edici, sapkınlık boyutunda diyaloglar var. Yatak odası kısmını çıkarıp Felsefe kısmına bakılırsa çok sağlam bölümler var. Okuyunca sizi düşündüren, hımm hiç bu açıdan düşünmemiştim diyeceğiniz (bence). O güzel insanın, tabuların yıkılacak, birçok şeye bakış açın değişecek derken neyi kastteğini sonradan anladım tabiki.
Katılırsınız katılmazsınız o ayrı birşey, herkesin beğenisi hayata bakış açısı değerleri inandıkları, inanmadıkları başkadır. Yazdıkları doğrudur yanlıştır tartışmıyorum bunu. O yüzden kitabı sanki ben yazmışım, hatta onca şeyi ben yapmışım gibi yaklaşım olmaz umarım. Burada o tür insanların olduğunu düşünmüyorum ama yıllar önce farklı bir platform da bazı alıntıları paylaştığım da baya linç yemiştim. Seni sapık, kafir diye. Tey tey
Bloglarda ya da farklı platformlarda kitaptan alıntı yapıldığını görmedim, varsa da ben bilmiyorum. O yüzden kırpabildiğim kadar kırpıp rahatsız edici diyaloglara maruz kalmanıza gerek kalmadan, sizinde okumanızı istedim.
Ben herkesin ve herşeyin bir şarkısı melodisi olduğunu düşünenlerdenim. Bu kitabı okurken kafamda yankılanan şarkı Ich Will'di o yüzden onu da sona ekledim. Kitapla uyumlu buldum.
İyi okumalar.
Asilerin,
kaybedenlerin,
hayalperestlerin,
küfürbazların,
günahkârların,
beyaz zencilerin,
aşağı tırmananların,
yola çıkmaktan
çekinmeyenlerin,
uçurumdan
atlayanların...
Dili, sesi
Yeraltı Edebiyatı
Cinsellik, bir insanı tanımanın en kesin yoludur. (s.2)
Sevimsiz, duygusuz, kişiliksiz ve dalkavuk ahlakçıların sizi korkuttukları bu tutkular, doğanın insanı eriştirmek istediği yere ulaştırmada kullandığı araçlardan başka birşey değildir; sizi mutluluğa yalnızca bu tutkuların sesleri götürebilir. (s.9)
Hayali bir erdemin ve tiksinti verici bir dinin tehlikeli ve saçma sapan bağları içinde uzun zamandır kapalı tutulan genç kızlar; Sersem ana babalarınızın kafalarınıza kazıdığı gülünç davranış kurallarının tümünü, tüm öğütleri bir çırpıda yok edin, ayaklarınız altına alıp çiğneyin! (s.9)
Benden kolayca vazgeçiyorsun, bu ise beni iyice mahvediyor... (s.13)
Hayal ettiğim şeyleri, yapmak istediğim şeyleri aklınıza bile getiremezsiniz dostum. (s.14)
Sonuçta, dostum, ben amfibi bir hayvanım; her şeyi seviyorum, her şey beni eğlendiriyor, tüm türleri birleştirmek istiyorum. (s.14)
Tanrı’ya inanmıyordur umarım. (s.15)
Biz kadınlar arasında da kendimize özgü sözcüklerimiz vardır, bu sözcükler gibi onlar da genel kabul gören adet ve alışkanlıklara bağlı olmayan her şeye karşı duyulan derin dehşetin kanıtıdır... (s.15)
İnsan garip zevkleri olanlara üzülebilir
ama onları asla aşağılamamalıdır: onların suçu aynı zamanda doğanın da
suçudur. Nasıl dünyaya çarpık bacaklı veya güzel vücutlu geldiğimiz için
kendimizi sorumlu hissetmiyorsak, onların da dünyaya bizimkilerden
farklı eğilimlerle gelmeleri kendi sorumlulukları değildir. (s.15)
Mistival ne kadar hovardaysa karısı da tam bir dindar. (s.19)
Utanç, eskimiş bir erdemdir. (s.24)
D: Bırakın bunları. Erdem bir kuruntudan ibarettir, erdeme ibadet etmek sürekli fedakarlık demektir, mizacımızın esinlerine karşı sayısız isyanı gerektirir. Bu tür hareketler doğal olabilir mi? Doğa kendi ihlalini öğütler mi hiç? Eugenie, erdemli denen kadınlara aldanma. Onlar bizimle aynı duygulara hizmet etmezler, başka duyguları vardır onların ve çoğu zaman da daha aşağılıktır bunlar... İhtiras, kibir, şahsı çıkarlar, çoğu zaman da onlara bir şey öğütlemeyen bir mizacın soğukluğudur yalnızca. Böyle varlıklara bir borcumuz var mı ki, soruyorum? Yalnızca kendilerini sevmekten öteye geçmişler midir? Tutkular yerine bencillik adına fedakarlıkta bulunmak daha mı iyidir. Daha mı bilgece bir tavırdır, daha mı uygundur? Bana kalırsa, al birini vur ötekine; ve tutkuların sesini dinleyen kuşkusuz daha haklıdır; çünkü bu ses doğanın tek organıdır, oysaki diğeri yalnızca aptallığın ve önyargının sesidir. (s. 35)
E: Ama değişik türde erdem var; örneğin, dindarlık konusunda ne düşünüyorsunuz?
D: Dine inanmayan biri için bu erdem ne ifade edebilir? Peki ya dine kim inanabilir? Haydi, sırasıyla akıl yürütelim Eugenie: İnsanı Yaratıcısına bağlayan ve var olduğu için bu yüce Yaratıcıya duyduğu minnetini ibadet yoluyla ona kanıtlamaya zorlayan anlaşmaya din diyorsunuz değil mi?
E: Daha iyi tarif edilemezdi.
D: Pekala! İnsanın, varlığını doğanın karşı konulmaz planlarına borçlu olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu yerküre üzerindeki varlığının yerküre kadar eski olduğu kanıtlanmışsa eğer, demek ki insan da, meşe gibi, aslan gibi, bu yerkürenin böğründe bulunan mineraller gibi, yerkürenin varlığının gerekli kıldığı ve kendi varlığını kimseye borçlu olmayan bir üründür; aptallara göre, gördüğümüz her şeyin biricik yaratıcısı ve imalatçısı olan bu Tanrının, insan aklının varılabilecek en son naktasından başka bir şey olmadığı, bu aklın kendi işlemlerine yardımcı olacak hiçbir şey bulamadığı anda yarattığı hortlak olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu Tanrı'nın varlığının imkansız olduğu ve her zaman eylem halindeki, her zaman hareket halindeki doğanın, salakların karşılıksız olarak vermekten hoşlandıkları şeye kendiliğinden bağlı olduğu kanıtlanmışsa eğer; bu hareketsiz varlığın var olduğunu varsaysak bile, tek bir gün bile işe yaramadığından ve milyonlarca yüzyıldan beri aşağılık bir atalet içinde bulunduğundan onun tüm varlıkların kesinlikle en gülüncü olacağı kesinse eğer; onun, dinlerin bize tarif ettiği gibi var olduğunu varsaysak bile varlıkların kesinlikle en iğrenci olurdu, çünkü yeryüzünde kötülüğü mümkün kılmıştır, oysaki o her şeye kadirliğiyle bu kötülüğü engelleyebilirdi... Demek istediğim, eğer tüm bunlar kanıtlansaydı, hem de tartışmasız gerçek olarak kanıtlansaydı Eugenie, bu durumda insanı bu aptal, yetersiz, acımasız ve acınası Yaratıcıya bağlayan dindarlığın pek gerekli bir erdem olduğuna inanabilir miydik?
D: Tanrı’ya inanmak için insanın aklını yitirmesi gerekir. Kimilerinin korkularının, kimilerinin zayıflığının meyvesi o. Eugenie, yeryüzünün sisteminde bir işe yaramaz: bu sisteme zarar verir, çünkü onun adil olması gereken istençleri doğa yasalarındaki temel adaletsizliklerle asla bir arada olamaz; onun sürekli olarak iyiliği istemesi gerekir, doğa ise kendi yasalarına hizmet eden kötülüğün karşılığı olarak iyiliği arzulamaktadır; onun sürekli hareket halinde olması gerekir, oysa bu daimi eylemi yasalarından biri kılan doğa onunla ancak daimi karşıtlık ve rekabet halinde olabilir. Ama, buna karşılık, Tanrı ile doğa aynı şeydir denebilir. Bu bir saçmalık değil midir? Yaratılmış olan şey yaratan varlığa eşit olamaz: Saat, saatçi olabilir mi? O halde, diye devam edilir söze, doğa hiçtir. Tanrı her şeydir. Bu da bir başka aptallık! Evrende zorunlu olarak iki şey vardır: yaratıcı fail ve yaratılan birey. İmdi, yaratıcı fail kimdir? İşte çözülmesi gereken tek güçlük budur, cevaplandırılması gereken tek soru budur. Eğer madde bizim bilemediğimiz bileşimlerle davranıyor ve hareket ediyorsa, eğer hareket maddeye içkinse, sonuçta, uzamın engin düzlüklerinde göz alabildiğine uzanan ve tek biçimli, değişmez işleyişi bizde hayranlık ve saygı uyandıran tüm gökkürelerini enerjisi nedeniyle yalnızca o yaratabiliyor, üretebiliyor, koruyabiliyor, sürdürebiliyor ve dengeleyebiliyorsa, bu aktif yeti esas olarak eylem halindeki maddeden başka bir şey olmayan doğanın kendisinde bulunduğuna göre, bu durumda, tüm bunlara yabancı bir fail arama ihtiyacı nereden doğmaktadır? Sizin Tanrı’ya ilişkin kuruntunuz herhangi bir şeyi aydınlatabiliyor mu? Bunu bana kanıtlayamayacağınıza bahse girerim. Maddenin iç yetileri hakkında yanıldığımı varsayalım, önümde en azından bir güçlük vardır. Siz Tanrı’nızı bana sunarak ne yapıyorsunuz? Önüme bir güçlük daha çıkarmış oluyorsunuz. Anlamadığım bir şey yüzünden, daha az anlayacağım bir şeyi kabul etmemi benden nasıl isteyebilirsiniz? Sizin korkutucu Tanrı’nızı Hıristiyan dininin dogmaları aracılığıyla mı inceleyeceğim... Kendime böyle mi tarif edeceğim? (s.37)
D: Ne zayıf bir varlık bu Tanrı! Nasıl oluyor da gördüğümüz her şeyi o yaratabilmişken keyfince bir insan yaratamamıştır? Ama, diyeceksiniz bana, böyle yaratılmış olsaydı insanın hiç değeri olur muydu? Bu ne bayağılık, bu ne yaltakçılık! Ve insanın kendi Tanrı’sını hak etme gerekliliği nereden gelir? (s.41)
D: Kendisine inanmayan herkesi coşkuyla lanetleyen Tanrı, sözünü dinleyecek olan herkese de cenneti vaat eder. Cahil olduğundan hiçbir şey yazmaz; aptal olduğundan pek az konuşur; zayıflığı nedeniyle de pek az şey yapar; ve sonunda, pek ender olsa da kışkırtıcı söylevleri karşısında sabrı tükenen yüksek görevlilerin canını sıkan şarlatan kendini çarmıha gerdirtir, ama kendisini izleyecek it kopuğu garantilemiştir, onu ne zaman çağırsalar kendini yedirmek için onlara doğru inecektir. İşkence yapılır, sesini çıkarmaz. Babası olan mösyö, bu yüce Tanrı, ki onun oğlu olduğunu söylemeye cesaret etmektedir, ona en ufak yardım eli uzatmaz (s.39)
D: Dilenciliğin ortadan kaldırılması için herkesin çareler aradığını işitiyorum ama aynı zamanda da dilenciliği çoğaltacak her şey yapılıyor. (s.41)
D: Başkalarının kötülükleri bana ne yapabilir ki! Bende de yeterince kötülük yok mu ki yabancılarınkine üzüleyim! (s.43)
D: Ne kadar tuhaf olduğunu düşünürseniz düşünün, mutlak anlamda canice olabilecek tek bir eylem olmadığı gibi mutlak anlamda erdemli denebilecek tek bir eylem de yoktur. Her şey bizim geleneklerimize ve içinde yaşadığımız iklime bağlıdır; burada suç olan şey yüz fersah daha aşağıda çoğu zaman erdem kabul edilir. bir başka yarımkürede erdem olarak görülen şey, tersine dönerek bizim için suç olabilir. Tek bir dehşet yoktur ki tanrısallaştırılmamış olsun, tıpkı gölge düşürülmemiş tek bir erdem olmaması gibi... İnsanların bize değer verdiği ya da küçümsediği, gülünç ve ciddiyetten uzak duyguların ürünü pek az vaka, tamamen coğrafi bu farklılıklardan kaynaklanır. Kendimizi bu duyguların üstünde görmeliyiz. (s.44)
M: Bir kızın anasının karnından çıkar çıkmaz ebeveynlerinin istencinin kurbanı olması gerektiğini, son nefesine kadar böyle kalması gerektiğini söylemek saçma olur. İnsan haklarının ve kapsamının bunca özenle derinleştirildiği bir çağda genç kızlar ailelerinin kölesi olduklarına inanmak zorunda değillerdir, bu ailelerin onlar üzerindeki nüfuzu kesinlikle boş bir kuruntudur. Böyle ilginç bir konuda doğayı dinleyelim, doğaya çok daha yakın olan hayvanların yasaları bize bir an için örnek olsun. (s.44)
M: Peki, hangi hakla insanların evlatları başka ödevlere mecbur bırakılıyor? Bu ödevleri yaratan, babaların cimriliği ya da ihtirası değilse, nedir? İmdi, hissetmeye ve akıl yürütmeye başlayan bir genç kızın bu tür engellere boyun eğmesi doğru mudur, soruyorum size? Bu zincirleri sürdüren şey önyargı değil midir yalnızca? Arzular içerisinde yanarken bunları bastırmak zorunda kalan on beş, on altı yaşında genç bir kızın, cehennemden beter ıstıraplar içerisinde ebeveyninin hoşuna gitmesini beklemek, gençliğini mutsuz ettikten sonra, olgunluk çağını da feda ettikten sonra, onların kalleşçe tamahkarlığına kendini kurban ederek, istemeden ya da sevmek için bir neden bulamadığı, hatta nefret etmek için her türlü nedene sahip olduğu bir eşle kendini birleştirmesinden daha gülünç bir şey olabilir mi? (s.45)
M: Tek bir kızlık zarının saçma bağıyla kadınları bağlamak, doğanın onlara buyurduğu hedefi açıkça ihlal etmektir. İnsanların gözünün açılacağını, herkese özgürlük sağlanacağını, zavallı kızların kaderinin unutulmayacağını umalım; ama onlar kendilerini unutturmayacak kadar şikayet ederlerse, kendilerini geleneğin ve önyargının üstüne yerleştirirlerse, onları köleleştirdiği varsayılan utanç verici prangaları ayakları altında cesurca çiğnerlerse; ancak o zaman, gelenek ve kamu karşısında zafer kazanırlar; daha özgür olacağı için daha akıllı olacak erkek, kadınları küçümseyişindeki adaletsizliği hissedecektir. Tutsak bir halkın suç olarak gördüğü doğanın itkilerine kendini bırakma edimini özgür bir halk suç olarak görmez. (s.45)
M: Bedenin senindir, yalnızca senin; ondan yararlanma hakkına ve kimi yararlandırmak istiyorsan ona zevk verme hakkına bu dünyada yalnızca sen sahipsin. (s.47)
M: Baba evinden ya da yatılı okuldan henüz çıkmış genç bir kız düşün, hiçbir şey bilmiyor, hiçbir deneyimi yok, hiç tanımadığı bir erkeğin kollarına hemen atılmak zorunda, sunakların dibinde bu adama itaat yemini etmek zorunda, bu öyle haksız bir sadakattir ki genellikle yüreğinin en derininde duyduğu en büyük arzu, sözünü tutmamak olur. Eugenie, yeryüzünde bundan daha korkunç bir yazgı olabilir mi? Yine de o genç kız artık bağlanmıştır; kocası hoşuna gitsin gitmesin, ona ister yumuşak davransın isterse de kötü muamele etsin, şerefi bu yeminlere bağlıdır: Eğer yeminine engel olursa lekelenir; kendinden vazgeçmesi ve boyunduruğu sürdürmesi gerekir, acıdan ölme pahasına da olsa... Hayır, Eugenie, hayır, biz kesinlikle bu amaç için doğmadık; bu saçma yasalar erkeklerin eseri, bunlara boyun eğmek zorunda değiliz. Boşanmak bizi tatmin edebilir mi? Hayır, kuşkusuz. İlk bağlandığımız kişide kaçırdığımız mutluluğu ikincisine bağlanmakta bulacağımızı kesin olarak kim söyleyebilir? O halde, bunca saçma düğümlerin tüm kısıtlamalarından gizlice kurtaralım kendimizi, bu türden düzensizliklerimiz, ne kadar aşırıya vardırsak da, doğayı asla ihlal etmez, olsa olsa doğaya iade ettiğimiz samimi bir saygı olabilir. (s.49)
Kuşkularla kendini mutsuz kılan her erkek, karısı rahibe olsa bile mutsuz olur; çünkü bir kadına kefil olmak imkânsızdır.
On yıl boyunca akıllı uslu davranmış olan biri bile günün birinde baştan çıkabilir. (s.50)
Günahlarım kişiseldir. (s.50)
Bağlanan kadının vay haline ! İnsanın tek bir aşığı bile olsa özgürlüğünü kaybeder. (s.54)
Umalım da insanların gözü açılsın ve her bir bireye özgürlük getirirken bedbaht kızları da unutmayalım; ancak unutulmamak için yakarırlarsa, kendilerini geleneklerin ve ön yargıların üstünde tutarlarsa, onları esir ettiğini düşündükleri ahlak prangalarını cesurca, ayakları altında ezerlerse, işte o zaman çok geçmeden gelenek ve düşüncelere karşı zafer kazanırlar. Erkek, daha özgür olacağı için daha da bilgeleşecek, kadınları küçümseyişindeki adaletsizliği fark edecektir. Esir bir halk, doğaya kendini teslim ederek harekete geçmeyi suç olarak görürken, ögür bir halk bunu suç olarak görmez. (s.55)
Hayal gücü, ancak aklımız önyargılardan tamamen kurtulmuşsa işe yarar: Tek bir önyargı bile onu yok etmeye yeter. Aklımızın bu kaprisli bölümü öyle şehvetlidir ki hiçbir şey onu dizginleyemez; karşısına çıkarılan tüm engelleri parçaladıkça en büyük zaferi, en seçkin zevkleri tadar; hayal gücü düzenin düşmanıdır, düzensizliğe ve suçun renklerini taşıyan her şeye tapar. (s.58)
Hayal gücü zevklerin dürtüsüdür; bu tür zevklerde her şeyi o düzenler, her şeyin devindiricisi odur; imdi, hayal gücü sayesinde zevk aldığımız doğru değil mi? En çekici şehvet duygularının kaynağı o değil mi? (s.58)
Hayal gücünü serbest bırakarak, dinin, edebin, insanlığın, erdemin, yani sözüm ona tüm ödevlerimizin dayatmak istediği son sınırları aşma özgürlüğünü ona verdiğimizde sapmaların görkemli olacağı doğru değil midir? (s.59)
Vahşetler, dehşetler, en iğrenç suçlar bile seni daha fazla şaşırtmasın Eugenie; en pis olan, en aşağılık olan ve en yasak olan ne varsa, insanın ruhunu en iyi onlar çeler. (s.59)
Günahlarımı size açmaya beni zorlamayın: Sayıları ve türleri yüzümü fazlasıyla kızartmaya yeter. Belki bir gün size onları itiraf ederim. (s.64)
Cehaletin ve aptallığın tüm engellerini parçalama şerefi yalnızca dehalara aittir. (s.64)
Teselli et kendini Eugenie'm erkekler tatmin olduklarında nasıl bizi ihmal etme hakkına sahiplerse kendi usulleri bizi buna zorlandığından bizim de onları küçümseme hakkımız vardir. (s.69)
Erkekler böyledir işte sevgilim, arzuları tatmin edilene kadar bizimle ilgilenirler, bu tükeniş onları tiksintiye , bir süre sonrada küçümsemeye götürür.. (s.69)
“Kurtlar birbirlerini asla yemez,” der atasözü ve ne kadar alışılmış olsa da doğrudur bu.
Benden asla çekinmeyin, dostlarım: Belki size çok kötülük yaptırtırım, ama size asla kötülük yapmam. (s.69)
Ondan tiksiniyorum, nefret ediyorum, kinimi haklı kılan binlerce neden var; bedeli ne olursa olsun onu ortadan kaldırmalıyım! (s.70)
Senin için çok önemli olacak birkaç öğüt vereyim. Asla sırrını ağzından kaçırma, sevgilim ve özellikle tek başına hareket et: Suç ortaklarından daha tehlikeli bir şey olamaz; bize en yakın olanlardan sakınalım her zaman. (s.70)
Herkes ikiyüzlü davranır; sorarım size, samimi bir kişi sahtekarlar cemiyetinde nasıl olur da her zaman başarısızlığa uğramaz! (s.70)
Sosyal insana gerçekten gerekli olan şey kesinlikle erdem ya da erdem görünümü müdür? Yalnızca bu görüntünün bile ona yettiğinden kuşku duymayalım: Bu görüntüye sahip olduğunda, gereken her şeye sahip olur. Dünyadaki insanlara şöyle bir baktığımızda, bize dış görünüşlerini göstermeleri yeterli olmaz mı? Dahası, bu görüntüye sahip olanın erdemli davranmaya ihtiyacı olmadığına da ikna olalım: Ötekiler bu erdemden öyle az şey kazanır ki, birlikte yaşadığımız kişi erdemli gözüksün yeter, gerçekten erdemli olup olmadığı hiç fark etmez. Zaten, sahtekârlık neredeyse her zaman başarmanın kesin bir yoludur: sahtekâr kişi kendisiyle ilişkide olanlar üzerinde kaçınılmaz olarak bir tür öncelik kazanır: Sahte dış görünüşlerle göz boyayarak karşısındakini ikna eder: ikna ettiği anda da başarıya ulaşır. Beni aldattıklarını fark ettiğimde ancak kendime öfkelenirim ve gururum yüzünden şikâyetçi olmadığım sürece de beni baştan çıkaran kişi daha güzel oyunlar bulmaya devam eder: benim üzerimdeki nüfuzu her zaman belirgin olur; ben haksız olduğumda o haklı çıkacaktır; ben hiç olduğumda o ilerlemeye devam eder; ben sefalete düşerken o zenginleşir: sonuçta her zaman benim üstümdedir, bir süre sonra kamuyu da ele geçirir; bu noktada, boş yere onu suçlarım, beni kimse dinlemez. Dolayısıyla, en belirgin sahtekârlığa kendimizi cesaretle ve hiç durmaksızın teslim edelim: tüm lütufların, tüm nimetlerin, tüm şerefin, tüm zenginliklerin anahtarı olarak görelim sahtekârlığı ve enayilikler yapmanın sıradan öfkesini, hergele biri olmanın acıtıcı zevkiyle, sıkıntıya girmeden dindirelim. (s.71)
Siz olağanüstü zekanızla benim kanıtlarımı zaten geliştirirsiniz. Yeryüzündeki tüm halkların geleneksel tarihi okunduğunda, bu geleneğin evrensel olduğunu görecek ve kötülükle alakası olmayan bu eyleme kötülük atfetmenin aptallık olduğunu sonunda kabul edeceksiniz. (s.74)
Kişinin kendisinin büyük bir zevk alması için başkalarına kötülük yapması merhamete sığar mı? Namussuzlar bu konuda size şu cevabı vereceklerdir ki, zevk ediminde, kendini her şey olarak görmeye ve başkalarını hiçe saymaya alışkın olanlar, doğanın itkilerine bağlı olarak, hissettikleri şeyi hissetmedikleri şeye tercih etmelerinin çok doğal olduğuna ikna olmuşlardır. Yakınımıza verdiğimiz acılar bize ne yapar, demeye bile cesaret ederler. Onları biz hisseder miyiz? Hayır; tersine, bu acıların yaratılmasından bizim için tatlı bir duyum doğduğunu kanıtladık. Bizimle alakası olmayan birini hangi sıfatla kullanabiliriz? Bizim için asla bir damla gözyaşına bile değmeyen bir acıyı, bu acının bizim için çok büyük bir zevk doğuracağı kesinse, hangi sıfatla ondan uzak tutarız? Başkalarını kendimize tercih etmeyi bize öğütleyen tek bir doğa itkisi bile hissettik mi bugüne dek, bu dünyada herkes tek başına değil mi? Bize yapılmasını istemediğimizi başkalarına yapmamamızı bize söyleyen hayali sesten söz ediyorsunuz; ama bu saçma öğüt bize yalnızca insanlardan, zayıf insanlardan gelmektedir. Güçlü insan asla böyle bir dille konuşmaya kalkışmaz. (s.77)
Acımasızlık, bir ahlâk bozukluğu olmanın ötesinde, doğanın bize nakşettiği ilk yasadır. (s.78)
Hem duyarlı hem de acımasız bir kadının ateşli tutkularını yatıştırabildiği başka yollar elbette vardır, ama bunlar tehlikelidir Eugenie ve asla bunları sana öğütlemeye cesaret etmem... (s.81)
Sinsiliği ve ikiyüzlülüğü zorunlu kılan toplumdur: Rahat bırakalım kendimizi. (s.102)
Ne olursa olsun dünyada hiçbir şeyde suç yoktur sevgili kızım: Eylemlerin en canavarcasında bile bize uygun bir yan bulmaz mıyız? (s.105)
Tüm ahlaki hatalarımızın kaynağında, Hıristiyanların kendi bahtsız ve felaketle dolu yüzyıllarında uydurdukları şu kardeşlik bağının gülünççe kabulü yatar. Başkalarından merhamet dilenmek zorunda kalındığında, herkesin kardeş olduğunu ileri sürmek beceriksizce bir şey olmaz. (s.106)
Aşk nedir? Bana kalırsa, güzel bir nesnenin niteliklerinin bizim üzerimizdeki etkisinden başka bir şey olarak görülemez; bu etkiler bizim başımızı döndürür; bizi yakıp kavurur; eğer bu nesneye sahip olursak memnun oluruz; sahip olmamız mümkün değilse ümitsizliğe kapılırız. Peki, bu duygunun temeli nedir?... Arzu. Bu duygunun devamı nedir?... Delilik. Dolayısıyla, güdümüze sadık kalalım ve etkilerinden kendimizi koruyalım. Güdü, nesneye sahip olmaktır; o halde, sahip olmaya çalışalım. (s.107)
Sağlıklı bir düşünmenin etkilerine direnebilecek aşk kesinlikle yoktur. Oh! Duyuların sonucunu bizim içimize gömerek, bizi asla bir şey göremeyecek hale sokan, ancak çılgınca tapılan bu nesneyle var olmamıza yol açan bu sarhoşluk ne büyük bir aldatmacadır! Yaşamak bu mudur? Bu, bize deliliğin etkilerine pek benzeyen metafizik hazlardan başka mutluluk bırakmayarak kanımızı emen ve kemiren yakıcı bir ateş içinde kalmayı istemek değil midir? Bu tapılası nesneyi eğer her zaman sevmek zorundaysak, onu asla terk etmeyeceğimiz kesinse, bu da bir zırvalık olur, ama en azından bağışlanabilir. Bu olabilir mi? (s.108)
Yasalar tek tek şahıslar için değil genel için yapılmıştır, kişisel çıkar genel çıkarla her zaman çelişki içinde olduğundan bu yasalar da çıkarla sürekli çelişki içindedir. Toplum için iyi olan yasalar toplumu oluşturan bireyler için çok kötüdür; çünkü bu yasalar bireyi korudukları ya da güvence altına aldıkları andan itibaren onu rahatsız ederler ve yaşamının üçte birini esir alırlar. (s.110)
Ahlakın dine değil dinin ahlaka dayanması gerektiğine inanmış olduğumuz bir yüzyılda, ahlaka uygun bir din gerek, ahlakı geliştirebilecek, onun kaçınılmaz devamı olabilecek ve ruhu yücelterek, onun günümüzde tapılan biricik put olan bu değerli özgürlük düzeyinde sürekli kalmasını sağlayabilecek ahlaka sahip bir din gerek. (s.119)
Fransızlar, ne yazık ki hala Hıristiyanlığın karanlıklarında gömülü kalırlarsa; bir yandan rahiplerin kibri, tiranlığı, despotizmi, bu rezil sürünün hep yeniden doğan ahlâksızlığı, diğer yandan ise, bu iğrenç ve düzmece din dogmalarının ve esrarının alçaklığı, dar görüşlülüğü, bayağılığı, bu cumhuriyetçi ruhu köreltmeye devam ederse, Fransızlar kendi enerjileriyle parçaladıkları boyunduruk altına bir süre sonra yeniden gireceklerdir. (s.119)
Hıristiyanlığın bir işe yaramaz tanrılarında ne bulmaktayız? Soruyorum size, bu salakça din size ne sunmaktadır? (s.122)
Evet yurttaşlar din, özgürlük sistemiyle bağdaşmaz. (s.123)
Duyularımız üzerinde varlık göstermeyen bir varlık hakkında hakiki fikirlere sahip olmanın insanlar için imkânsız olduğunu söyleyin onlara. (s.127)
Tanrı fikrinin doğuştan var olduğunu ve insanların daha annelerinin karnındayken bu fikre sahip olduklarını ileri sürerler. Ama bu yanlıştır, diyeceksiniz onlara; her ilke bir yargıdır, her yargı bir deneyimin sonucudur ve deneyim ancak duyuların harekete geçirilmesi yoluyla elde edilebilir; dolayısıyla, dini ilkeler kesinlikle hiçbir şeye dayanmazlar ve asla doğuştan değillerdir. Anlaşılması en güç şeyin en önemli şey olduğuna aklı başında insanları nasıl oldu da ikna edebildik, diye soracaksınız. Onları müthiş korkutarak; çünkü insan korktuğunda artık akıl yürütemez; çünkü bu insanlara özellikle kendi akıllarından sakınmaları öğütlendi ve insanın bir kez aklı karıştığında her şeye inanır ve hiçbir şeyi incelemez. Tüm dinlerin iki temeli cehalet ve korkudur, diyeceksiniz onlara. İnsanın Tanrı karşısındaki kararsızlığı tam da onu dine bağlayan güdüdür. İnsan karanlık içindeyken hem fiziksel olarak hem de moral olarak korkar; korku onda alışkanlık halini alır ve ihtiyaca dönüşür: Ümit edeceği ya da endişe duyacağı bir şey kalmadığında kendinde bir şeylerin eksik olduğuna inanır. (s.127)
Vicdan ve basın özgürlüğü verildiğinde, pek az bir istisnayla, eylem özgürlüğünü de vermek gerektiğini unutmayalım yurttaşlar, yönetimin temellerini doğrudan doğruya sarsacak eylemi istisna tutarsak, cezalandıracak pek az suç kalacaktır, çünkü aslında, temellerini özgürlük ve eşitlikten alan bir toplumda pek az eylem suç oluşturur. Olaylar iyi değerlendirildiğinde ve incelendiğinde, ancak yasanın reddettiği şeyde suç olduğunu görürüz; çünkü bizim örgütlenmemiz nedeniyle ya da daha felsefi bir ifadeyle, erdeme ve ahlâksızlığa duyduğu ihtiyaç nedeniyle, bize erdemleri ve ahlâksızlıkları bildiren doğanın bize esinlediği şey, neyin iyi, neyin kötü olduğunu kesin olarak saptamada çok muğlak bir ölçü olur. (s.130)
Sonuçta, ne olursa olsun, kardeşlerimize karşı işleyebileceğimi alçakça cinayetler belli başlı dörttür: iftira, hırsızlık, iffetsiz davranış sonucu başkalarına zarar verebilecek suçlar ve cinayet. (s.134)
Tehlikeli bir yenilikçi olmakla suçlamayın beni sakın; belki bu yazıların yol açacağı gibi, kötü niyetlilerin ruhundaki vicdan azabını yatıştırmanın sakıncalarından söz etmeyin bana; bu kötü niyetlilerin suça duydukları eğilimi, benim yumuşak ahlakımla artırmamın büyük bir kötülük olduğunu söylemeyin bana: Burada bu sapkın bakış açılanılın hiçbirine sahip olmadığımı resmen ilan ediyorum (s.134)
Felsefi düşünceler içinden yalnızca kötü olanları çekip almayı bilen, her şeyin ahlakını bozabildiği bu kişilere yazıklar olsun! Seneca ya da Charron okuyarak da onların ahlaklarının bozulmadığını kim ileri sürebilir? Ben asla onlara hitap etmiyorum: Yalnızca beni anlayabilecek ve beni tehlikesizce okuyabilecek olanlara hitap ediyorum. (s.134)
İftira erdemli bir insana mı yöneldi? Telaşa düşmesin: Kendini ortaya koyar koymaz iftiracının tüm zehri anında kendi üzerine akacaktır. İftira, böyle insanlar için, arındırıcı bir seçimden başka bir şey değildir ve onların erdemleri bu seçimden daha da parlayarak çıkacaktır. (s. 135)
Kitabı hemen ekledim okunacaklar listeme. Teşekkürler.
YanıtlaSilŞimdiden iyi okumalar o zaman. Sevgiler.
Sil