Otuz saat süren yolculuğun sonun da uçak Lima'ya inişe geçerken, kendini fiziksel olarak yorgun, zihnen dinlenmiş hissetti. İstanbul'dan uçağa uykusuz bindiği halde, Jet lag tan çok etkilenmemek için dayanabildiği kadar uykusuz kalmıştı. Meksika aktarmasın da yaşadığı iki saatlik rötarı saymazsa sıkıntısız bir uçuş oldu onun için.
Hostes ve kendi zihni dışında kimseyle konuşmadı. Yanın da oturanlar da onca saat çok konuşmamışlardı. İnmeye hazırlandıkları zaman yaptıkları konuşmadan yanın da oturan adamla kadının evli olduğunu fark etti. Bu durum şaşırtmıştı onu, yolculuk boyunca birbirine sevgi, bağlılık anlamında hiç bir yaklaşımları olmayan bu insanlar nasıl olur da bir hayat paylaşabilirdi. Umarım çocukları yoktur diyerek geçirdi içinden. Pilot veda ve teşekkür konuşmasını yapıp iyi akşamlar diledi.
Yanında ki ruhsuz çifti gördükten sonra diğer insanların hikayesini merak etti. Kapıların açılması beklenirken o hala yerinde, kendi inmeyecekmiş gibi inmek için koridorda bekleyen insanları izledi bir süre. Onları yolcu ediyordu sanki. Kapılar açıldığın da o da inmek için kalktı fakat heryeri tutulmuştu. Vücudunu esnetti, o sırada saatine baktı 22:30 u gösteriyordu.
Plansız geldiği Peru'da oteline gidene kadar üşüyeceğini düşünürken, oldukça yumuşak bir hava karşıladı onu. Küresel ısınmanın etkilerinin bu denli belirgin olması onu hem şaşırtı hem ürküttü. Bir yandan da şanslıydı, kışlık kıyafetler alıp kendine daha fazla yük etmesine gerek kalmamıştı. Omuzunda, aklında, kalbin de ruhun da o kadar çok yük vardı ki. Valizin de ki tek bir kıyafeti bile kendine yük etmek istemiyordu.
Bagajını alacağı yere doğru giderken, plansız seyehati için plan yapmaya çalışsa da yorgunluğu buna izin vermedi. Birden içi ürperdi. Bagaj yerine geldiğin de sırt çantasından rengi sarı turuncu karışımı olan bir hırka çıkardı. Elinde tuttuğu hırkaya uzun uzun baktı. Annesinin gençliğinde giydiği hırkaydı bu. İç geçirerek tutulan sırtına giydi. O sırada bagajları geldi. Görevlinin de yardımıyla taksiye binip en son geldiğinde kaldığı otelin yolunu tuttu.
Aynı oteller ve aynı odalar onun değişmez ritüeliydi. Turizm sezonu olmadığı için şansına en son kaldığı o da boştu. Görevli valizleri odaya bırakıp bahşişini alıp giderken, o cama doğru yaklaşıp etrafa baktı. En son gelişinden bu yana pek değişiklik yoktu ne şehir de ne kendinde. Tutulan vücudunu esnetmek ve dinlendirmek için jakuziyi hazırlamak istese de, yorgunluğu bir kez daha izin vermedi. Üstünü bile değişmeden yatağa uzandı.
Deliksiz uyuduğu dokuz saatlik uyku ona çok iyi gelse de, bir masaja ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Onun öncesinde gezinti yapmak için duşunu alıp hazırladı. En son geldiğin de beğendiği lezzetleri yeniden keşfetmek için aklında kalan yerlere gitse de istediği aynı tadı bulamadı. Daha çok gezmek istedi ama daha dinlenmemiş olduğunu anlayınca, masaj yaptırmak için otele geri döndü. İki saat boyunca yapılan Thai Masajın dan sonra kendini kuş gibi hissetti. Sanki yeniden doğmuştu, daha sık yaptırmalıyım diye geçirdi içinden. En son kendini ne zaman şımarttığını düşündüğündeyse çok uzun zamandır bunu yapmadığını fark etti.
Akşam yemeğinden sonra odasına çıktı. Biraz dinlendi, biraz haberlere baktı, biraz işlerini takip etti sonrasında en sade haliyle otelin barına indi. Bu sırada, bir çok gözün onu takip ettiğinden de habersizdi. En sade, sıradan haliyle bile oldukça göz alıcıydı. Tabureye oturup barmene dikkatli bakmadan şarap istedi. Kısa bir süre sonra adının söylenmesiyle şaşırdı. Başını kaldırdığın da o kişinin barmen olduğunu gördü. Şarabı sunarken yine adıyla seslenip nasıl olduğunu sordu. Sesinden, iki yıl önce kendisiyle flört eden Şili'li barmen olduğunu fark etti. Önceki halinden çok başkaydı. O sempatik, yakışıklı adamla alakası yoktu. Uzun saçları ve vücut geliştiricilerden eksiği olmayan kaslarıyla karşısında duruyordu. Onu nasıl bulduğunu sordu. Gülümsedi. İçinden yaptığı analizi ona söyleyemezdi. Bir erkeğe uzun saçın kesinlikle yakışmadığı konusunda ki fikri tazelenmiş oldu. Barmen cevap alamadığı bu sorudan sonra, neden onu hiç aramadığını sordu.
İki yıl önce kendi tarifi olduğunu söylediği kokteyl bahanesiyle yanına gelip sohbet açmış,, kendince flörtleşmişti. Uzunca süre sohbet ettikten sonra barmen birden onu öpmüş ama o hiç karşı koymamıştı. Barmen kendisine karşı koymayan ama hiçte davetkar olmayan bu gizemli güzel kadının tavırlarından ne düşündüğünü anlamaya çalışırken, o yine en iyi yaptığı iki şeyi yaptı. Gülümsedi ve gitti. Barmen ne olduğunu hiç anlamadı ve bu yaşanan durumun konusu sanki yaşanmamış gibi, bir daha hiç açılmadı. Sonra ki günlerde fiziksel hiçbir temasları olmadı ama otelde kaldığı süre boyunca barmen onunla hep flört halindeydi. En son otelden ayrılırken, barmen aramayacağını adı gibi bildiği ama tılsımına kapıldığı Sarmaşığa numarasını vermişti. Sonrasın da el bile sıkışmadan veda etmişlerdi birbirlerine.
Onu neden aramadığı sorusuna da cevap vermedi. Aramayacağını o da biliyordu, o yüzden barmen çok üstelemedi ve kendisine seslenen müşterilerin siparişlerini hazırlamaya gitti. Bir kaç kadeh şaraptan sonra, son yudumunu alıp tam gitmeye hazırlanırken yan tabureye gelen adamla göz göze geldi. Neye uğradığını şaşırdı. Şaşkınlık, korku, heyecan, tedirginlik hepsinin birbirine karıştığı duygu yoğunluğunun arasında ne kadar süre geçtiğini anlamadan adamı izledi sadece.
Adamın ona Portekizce bir şey söylediğini fark ederek kendine geldi. Kendini toparlayıp İngilizce cevap verdi. Adam kötü aksanlı yarım yamalak İngilizcesiyle kendini tanıtmaya çalıştı. Brezilya'lı bir mühendis olduğunu burada iş gezisi için geldiğini, işini ve gerekli gereksiz bir sürü şey anlattı o ise duymadı ama sadece dinler gibiydi.
İnsan insana benzerdi ama bu kadarı onun için fazlaydı. Birbirine geç kalan insanlar, yarım kalan ilişkileri olanlar birbirinin hayaletiyle yaşar yıllarca, ta ki içlerinde birşey tamamlanana yada tamamen bitene kadar. Yıllardır hem merak ettiği, hem özlediği hem unutmaya çalıştığı adam karşısındaydı işte. O kısacık anda ona dair herşeyi anımsadı. Kokusunu, keskin bakışlarını, kendisine hiç yakışmayan asker kesim saçlarını. Onu ilk gördüğü anı. Onu ne kadar çok sevdiğini, özlediğini, kızdığını. Onu unutmak için seviştiği alakasız adamları, ayrılma nedenlerini. Hepsini hatırladıkça boğazına düğümlendi herşey. Uzun süre hayali, hayaletiyle yaşadığı adamı düşünmeyi, bir kızının olduğunu öğrendiği an bırakmıştı. Belki onun adını koymuştu, belki kendisi gibi gülüyordu ama onun için bunların hiç bir önemi yoktu artık. Buna rağmen hep onun hayaletini hayalini, sevgisini yarım kalmışlığını lanet gibi üstünde taşıdı.
Yıllarca, yeniden karşılaşsak ne olur diye geçirmişti içinden. Ne tepki vereceklerini merak ediyordu. Hayat sanki ne olacağını anlaması için, ona tıpa tıp benzeyen birini karşısına çıkararak prova yaptırıyordu ona. İlk gördüğünde yaşadığı duygu karmaşası, yerini sakinliğe bıraktı. Karşısın da adını bile bilmediği Brezilya'lı bir mühendis değil de, o oturuyordu. Dakikalar geçtikçe, eski anılar yaşananlar dışında çokta yeni birşey hissetmediğini farketti. Bunca yıl kendine bunun için mi işkence etmişti. Onun hayali, yarım kalanlar yüzünden kendinin hiç bir zaman tam bir hayatı ilişkisi olmamıştı. Her tanıştığı adam da onu aradı ve aramaktan vazgeçerse, asla mutluluğu bulamayacağına inandırmıştı kendini uzun süre.
Hayatta, müzik, kitaplar ve kediler dışında gerçekliğine inandığı sığındığı hiç birşey yoktu. Tüm inançsızlığın sonun da, mutluluğa aşka ve o fikre olan inancını da kaybetti zamanla.
Kafasında ki düşünceleri toparladıktan sonra o başladı konuşmaya. Adam berbat İngilizcesine karşı, kusurusuz Amerikan aksanını konuşturan Sarmaşığı şaşkınlık ve hayranlıkla dinlemeye başladı. Barmen de arada düşüncelere dalarak onu dinliyordu. Vakit geçirdikleri süre için de onu hiç böyle görmemişti, ne olduğunu anlamaya çalıştı. Geveze ve yakışlıklı bile olmayan bu Brezilya'lı dan bu kadar çabuk etkilenmiş olamaz diye geçirdi içinden. Başka birşey olduğunu o da farketmişti. Bir süre daha kaldıktan sonra tüm sorularına cevap bulmanın şaşkınlığı ve mutluluğuyla, adamın dediklerini artık duymazdan gelerek oradan ayrıldı. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle odasına çıkarken, tüm gözler yine üstündeydi.
Asansöre binmek yerine dokuz katı merdivenle çıkmak istedi. Basamakları sayarcasına yere bakarak yukarı çıkarken az önce olanları düşünmeye çalıştı. Kendi için de yaşananları yeniden gözden geçirirken, saatine gelen mail bildirimleri dikkatini dağıttı. Dokuz kat çıkmasına rağmen kendisini hiç yorgun hissetmemişti. Odasına girdi, zihnini dağıtmak için bilgisayar başına geçti ve tüm gün bakmadığı maillerini tek tek cevapladı.
Tam bilgisayarı kapatıyordu ki bir mail daha geldi. Gönderen kişiyi görünce şaşırdı. Onun bir yıl arayla yazdığı son iki mailine cevap vermediği için, artık bir daha yazmaz sanıyordu ama yazmıştı. Gönderen B idi.
Sarmaşığın sırra kadem basması B için şaşılacak ya da alışkın olmadığı birşey değildi ama bu kez hissettiği şey farklıydı. Bir terslik olumsuzluk olmasından korkuyordu. Uzun zamandır birbirlerinden haber almamışlardı. B yazmasa o hiç yazmazdı. Sarmaşığı çok önemsiyordu, ondan haber alabilmek adına yaptığı tüm girişimleri karşılıksız kalmıştı. Cevap alabilmek umuduyla bu kez diğerlerinden daha farklı uzun bir mail göndermişti B. İçinde herşey vardı. Sitem, özlem, kırgınlık, merak, şefkat ve yanıtlanmayı bekleyen bolca sorunun olduğu bir iç dökme. Anlamaya çalışıyordu, merak ediyordu habersizce kayboluşunun nedenini. Telefonunu değiştirmiş, sosyal medya hesaplarını kapatmış öylece kaybolmuştu.
Eski dostunun yazdıklarını biraz üzgün, biraz umursamaz, biraz gülümseyerek, biraz da sıkılarak okudu. Derin bir iç çekip dalgın ve düşünceli bir ifadeyle ekrana baktı bir süre. Kendisi bile bilmiyordu ki insanlardan bu uzaklaşma isteğinin nedenini. Nedensiz niyesiz amasız, kendisiyle kalmak istiyordu sadece. B'ye ne diyecekti verecek tam bir cevabı yoktu. Bu akşam yaşadıklarından sonra bir cevabı olsa bile verir miydi artık o da emin değildi. Hiçbir düşüncesi, hissi hakkında emin değildi. O yüzden yine susmayı tercih etti.
Bir süre sonra önceden cevap vermediği iki maille birlikte dostunun son yazdığı maili bir kez daha okurken önce gözden kaçırdığı birşeyi fark etti. İstanbul'da ki otel odasında, kitabın arasında bulduğu o notu B yazmıştı. "Yirmi dokuz harf arasına sıkışmış, devrik bir cümleyim ben". O kitabı birkaç yıl önce o hediye etmişti. Kitabı beğenip beğenmediğini soruyordu. Okumak için anca fırsat bulduğundan kitabı ona onun hediye ettiğini bile unutmuştu geçen sürede. Memnuniyetsiz bir ifadeyle daha derin bir iç çekip bilgisayarı kenara bıraktı.
Serin havaya rağmen balkona çıktı, mavi kot üstünde yine o hırka vardı. Sonra otelin şuan faaliyette olmayan havuzunu izlemeye başladı. Bir yandan da B ile olan tanışmasını getirdi aklına. Günlerce sabahlara kadar yaptıkları sohbetleri. Birbirlerini çok tanımadan herşeyi konuşmaları paylaşmaları. İçip içip ağlamaları, saçmalamaları, hepsini tek tek hatırladı. Kafaları güzelken kurdukları "Mücver Sevmeyen Bizden Değildir! Derneğini hatırlayınca kahkaha attı. Uzun zamandır böyle gülmemişti. Sonra kırmızı rengi sevmeyenlerin vatandaşlıktan çıkarılması konusunda kendi kurdukları mecliste yasa teklifi verdiklerini hatırladı. Bu kez sadece gülümsedi, buruk bir gülümseme. Sonra onunla neden bu kadar iyi anlaştıklarını ve rahatça birbirlerine içlerini açtıklarını düşündü. Merak edenlere Aslı Erdoğan'dan bir alıntıyla cevap veriyorlardı. "Hemencecik kaynaşıvermiştik, çünkü ikimiz de tutunamayanlardan, ömür boyu hep "dışarıda" kalanlardandık".
Gerçekten de öyleydiler. Birbirlerine hiç anlatmadıkları ama paylaştıkları aynı günahlarla bağlıydılar. Belki de bu yüzden birbirlerini hiç yargılamadılar, sorgulamadılar. Neden, niye, nasıl gibi şeyler hiç konuşulmadı aralarında. Ne diyordu Oğuz Atay "Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum". Her ikisi de anlamak ve anlaşılmak istiyordu. İnsan en karmaşık, en anlaşılmayacak en tahammül edilmediği zamanın da bile anlaşılmak, sarıp sarmalanmak istiyordu bazen. Ne Kinyas ve Kayra, ne Turgut ve Selim ne de Thelma ve Louise değillerdi ama anlıyorlardı birbirlerini.
Kimseye anlatamadıkları, kendi içlerin de de tutmaktan artık yorulduğu: Doğruları, yanlışları, aşklarını, hayal kırıklıklarını, aile tramvalarını herşeylerini paylaştığı zamanları hatırlayınca gözleri doldu ama ağlamadı. O ana kadar birine içini bu kadar açtığının farkına varmamıştı. Biraz huzursuz hissetti kendini. B kadar olmasa da o da dostunu seviyor, kıymet veriyordu ama iyi bir Restoratör olmasına karşı ilişkilerin de o kadar onarıcı değildi. Bir daha karşılaşırlar mıydı bilinmez ama ikisi de, birbirlerin de oldukları yeri çok iyi biliyordu.
Son birkaç saati düşününce. Neyin sınavıydı bu? aynı gecede geçmişten çıkıp gelen eski bir aşkın klonu ve bir dost. Neyi anlatmaya çalışıyorlardı, neyi anlamasını istiyorlardı. Bir yanı geçmişin özlemini yaşarken, bir yanı da geçmişin yükünden kurtulmak istiyordu. Ona geçmişini, acılarını, hüznünü anımsatan hiçbir şeyin için de var olmak istemiyordu artık. Eskiden onu çok seven bir adamın anlatımıyla. "Kaç yaşına gelirse gelsin, yaralı, ürkek sevilmek isteyen küçük bir kız çocuğuydu hala". Dolan gözlerini silip ayna karşısına geçti. Kendini izlerken önceden sarı, şuan siyah olan saçların da ki beyazlarını farketti. Kuşkusuz sarı saç ona daha çok yakışıyordu. Sonra ayna da kendini izledi bir süre daha. Karşısında ki bu küçük kadının düşüncelerini okumaya çalıştı. Gözlerin de hem hüzün hem de bulutların ardında ki güneş gibi parlamayı bekleyen bir ışıkta vardı.
Dostuyla olan konuyu sonraya bırakarak, birkaç saat önce tanıştığı mühedisle geçenleri düşününmeye başladı. Yıllardır merak ettiği bir şeyin cevabını bulmuştu sonunda. Ayna ki kadına gülümsedi ve sesli bir şekilde: "ne yani bu muydu?" dedi. Karşılaştığı adamı gerçekten o gibi analiz etti. Yıllarca hayalini kurduğu karşılaşma bu muydu? Hiç birşey hissetmemesi ve yıllarca kendini bir hayale hapsetmesinin getirdiği şaşkınlık, pişmanlıkla karışık duyguların yerini umuda bıraktı. Yıllarca tuttuğu yas sona ermişti, kendi yarattığı yas yine kendiliğinden kayboldu. Bu kez kendinden emin ve gülen gözlerle yeniden ayna da ki kendine seslendi.
" Sen! kendine dokunan ve kendiyle çoğalan her aşka kalbini veren kadın" artık özgürsün...
SON
İlk yazıyı okumayanlar için link Kurdele Sarmaşığı 1
Keyifli okumalar..
Ribbon'a sevgilerle ❤️
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder