22 Ekim 2021

E. M. Cioran / Çürümenin Kitabı


 
Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür; Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar. (s.9)

Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın. (s.9)

Kurnazlara, düzenbazlara, zirzoplara güvenilmez.. (s.11)

İnsanın seyri - ne mide bulandırıcı şey! Aşk-iki tükürüğün karşılaşması... Bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. 
(s.13)

Vaktiyle bir “benliğim” vardı; artık sadece bir nesneyim... 
(s.13)

Artık benim için hiçbir şey konu olamaz, zira bütün şeylerin tanımını verdim. (s.14)

Aşırı hassas yalnızlıklarımız, ötekiler için ne cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz görünümlerimizi... (s.16)

İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre sınıflandırılabilir: mizaçlarına göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine göre... Kravat değiştirir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt, dışarıdan, zamanın biçimlenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. (s.18)

Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla kendini ortadan kaldırır. (s.19)

Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen –ya da icat eden – o sayıklamanın kurumasıdır. (s.21)

Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız. (s.24)

Dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir. (s.24)

Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile, onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz. Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun, ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece  dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol açmıştır.

Siyasetçiler, reformcular ve kolektif bir bahaneden yana çıkan herkes üçkâğıtçıdır.(s.25)

Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri. (s.24)

Kendi hayatımız zar zor kavranılabilir görünürken, ötekilerin hayatı nasıl tahayyül edilebilir? (s.25)

Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı kendi derdine aşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstırap dünyasında, ıstırapların her biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır. (s.27)

Zekâ ile sersemlik arasındaki fark, çeşitlendirilmediği zaman bayağılığa yol açan sıfat kullanımında ortaya çıkar. Bizzat Tanrı, sadece kendine eklenen sıfatlarla yaşar. (s. 27)

Niçin Tanrı o kadar soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çekiciliktedir? Niçin ilginçlik, tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve bize o kadar az benzer? (s.28)

İnsan kendini Şeytan’da çok fazla bulduğu için O’na tapamaz; ondan bilerek nefret eder. (s. 29)

Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına –ve sonsuza dek-  yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir. (s.31)

Ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? (s.31)

Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeylerin miktarıyla büyür ve telef olur. (s.31)

Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni.. (s.32)

Adem’den beri insanların bütün çabası, insanda değişiklik yapmak olmuştur. 
(s.33)

Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz.
(s.37)

Zaman’ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için nokta olarak hareketsizleştin. (s.37)

Bu ruh nasıl yatışabilirdi? Bir yanda yürek ile toprağın bölünmezliği içine dalma istenci; öte yanda, giderilemeyen bir arzuyla daima mekânı içine alıp eritme istenci. (s.40)

Çare bulma saplantısı bir uygarlığın sonunun belirtisidir; selâmet arayışı da bir felsefenin sonunun..(s.42)

Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik. (s.44)

Evreni adaletsizlik yönetir. (s.47)

Dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir. (s.47)

Zaferler ve yenilgiler, adı kader olan bilinmez bir yasaya göre birbirini izlerler. (47)

Kader mağluplar terminolojisinin gözde sözcüğü...(s.47)

Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere. (s.48)

Tanrı ve insanın adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez. (s.48)

Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir. (s.49)

Eski zamanlardaki büyük yalnızlar mutluydular, ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı, gizleyecek bir şeyleri yoktu: Bir tek kendi yalnızlıklarıyla söyleşiyorlardı...(s.49)

Geceler boyunca hangi kâbuslarla haşır neşir olduk ki güneşe düşman olarak kalkıyoruz? (s.45)

 Kendimi bütün insanlara karşı savunmak, çılgınlıklarına tepki göstermek ve bunun kaynağını ortaya çıkarmak istedim; dinledim ve gördüm ve korktum: Aynı sebeplerle ya da herhangi bir sebeple hareket etmekten, aynı hayaletlere ya da tamamen başka bir hayalete inanmaktan, aynı sarhoşluklara ya da tamamen başka bir sarhoşluğa gömülmekten korktum; son olarak da, ortaklaşa hayal kurmaktan ve son nefesimi bir vecd kalabalığı içinde vermekten korktum. Bir varlıktan ayrılırken bir yanılgının daha elimden çıktığını, onda bıraktığım yanılsamayla yoksullaştığımı biliyordum...(s. 50)

İnsanların var olmak ve harekete geçmek için sarıldıkları nedenleri, kendimde ortadan kaldırmak istedim. Sözle anlatılmayacak kadar normal bir hale gelmek istedim, - şimdide sersemlemiş bir halde, budalalarla aynı düzeyde ve onlar kadar boşum. (s.51)

Bazı sabahlar canlı cansız her şeyi mahvetme isteğiyle uyanmamızın sırrı nedir? (s.51)

İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar. Bu ikiliği kötü bir alışkanlık haline getirmiştir. (s. 53)

İster sürpriz ister zorunluluk nedeniyle olsun, tartışmasız bir bozguna uğramayan var mıdır? O zaman ellerini dua için açıp, sonra felsefenin cevaplarından bile daha boş bir halde iki yanına bırakmayan var mıdır? (s.56)

Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek denir. (s.58)

İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamıza yol açan şeyler sağlıklıdır. (s.60)

Vardım, varım, ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur bu, varoluşun değil. (s.62)

Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. (s.63)

Her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya arzuların yüzeyine yansıtılmış olması da pek mühim değildir.  (s.63)

Özgürlük, özü şeytanî olan etik bir ilkedir. (s. 64)

Herkes, yalnızlık hiyerarşisinin farklı bir derecesinde yerini alır; hain ise bu hiyerarşinin en uç noktasında bulunur: O, bireylik vasfını azgınlığa vardırır. (s.65)

Kendini bütün insanlardan dışlayacak benzersiz bir cinayet işleme arzusunu duymayan var mıdır?
Kendini ötekilere bağlayan zincirleri hepten koparmak için, temyizi mümkün olmayan bir mahkûmiyete maruz kalarak uçurumun sükûnuna varmak için, alçaklığa kim can atmamıştır? (s.66)

Uzak ilkbaharlar düşledim; sadece dalgaların köpüğünü ve doğumumun unutuluşunu aydınlatan bir güneş, toprağa ve her tarafta sadece başka yerde olma arzusu duyma derdine düşman olan bir güneş düşledim. Yeryüzündeki yazgımıza bizi kim çarptırmıştır? (s.66)

Saatler boyunca başka saatleri bekleriz. (s.68)

Hepimiz, düşündüğümüzden çok daha fazla şeye inanırız; hoşgörüsüzlükleri barındırır, kanlı tedbirlere ihtimam gösterir ve fikirlerimizi aşırı yöntemlerle savunarak dünyayı itiraz edilmez gezici kaleler gibi katederiz. (s.69)

Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey kendisini çok sever; hayatın derinlikleriyle yüzeyini kasıp kavuran dehşet başka türlü nereden gelirdi ki? (s.69)

Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir yeni hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm

İnsan cinnet tarafından korundukça etken olur ve ilerler; fakat sabit fikirlerin doğurgan zorbalığının elinden kurtulunca mahvolur ve çöker.(s.72)

Bir insanın kabul gören her şeye meydan okuyacak cesareti bulmak için neyi kaybetmesi gerektiği bilinemez; hiçbir şeyi yapmakta sakınca görmeyen, en mahrem düşüncelerini, hem şehvetperest hem de saf bir bilgi tanrısının yapabileceği gibi tabiatüstü bir küstahlıkla fiiliyata döken bir insan haline gelene kadar, Diogenes’in neyi kaybetmiş olduğu bilinemez. Kimse daha dobra olmamıştır; samimiyette ve zihin açıklığında bir sınır-vaka olduğu gibi, eğer arzularımızla davranışlarımız eğitim ve ikiyüzlülük tarafından frenlenmese, bizim de ne olabileceğimizin örneğidir. (s.73)

Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin

Altında ezilmediğimiz bir olayın bizim için ne anlamı olabilirdi ki? Gelecek, bizi harcamak için bekler. Ruh artık varoluşun sadece çatlamasını kaydeder ve duyuların hâlâ titreşmesi için ancak kötülük beklentisi gerekir...(s.76)

Birkaç eksiksiz melankoli örneği ve birkaç benzersiz intihar dışında, insanlar, tarihi ve tarihin yüz buruşturmalarını doğurmak için tıka basa alyuvarlarla doldurulmuş kuklalardır. (s.76)

Kendi içimize mıhlanmış olduğumuzdan, doğuştan gelen ümitsizliğimizin çizdiği yoldan ayrılma melekemiz yoktur. Hayat bizim ortamımız değil diye kendimizi hayattan muaf mı tutturalım?(s. 78)

Hayata karşı bütün gerekçeleri yaşamış ve doğrulamış olduğumdan, onu lezzetlerinden arındırdım ve tortusu içine gömüldüğümde çıplaklığını hissettim. Cinsellik-sonrası metafiziği yaşadım. (s.80)

Yeryüzü üzerinde yapılan her şey, boşluk içinde bir doluluk yanılsamasından, Hiçlik’in esrarından gelir.. (s.81)

Cesaret ve korku, hayata densizce bir anlam ve ağırlık vermekten ibaret olan o aynı hastalığın iki kutbudur... (s.83)

Bir başkaldırının haklı çıkması ve ateşli taraftarlar yaratması, bir vahyin yayılması ve buna bir kurumun el koyması, zamanında yalnızlığa mahsus olan - birkaç hayalci çömezin hissesine düşen- ürpertilerin satılmış bir varoluşla kirlenmesi için yeterlidir. Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin. En kibirli çarpıntılar, tabii vadelerini doldurmuş gibi, bir lâğıma gömülür ve atmaz olurlar. Bu güçten düşme, yüreğin faciasını ve tarihin negatif yönünü teşkil eder. (s.85)

Nefret ya da acıma içinde bizi şeylere bağlayan o negatif dayanışma, muazzam bir fiziksel zayıflıktan kaynaklanmaktadır. (s.86)

Hayatın hiçbir anlama gelmediğini herkes bilir veya sezinler: O zaman, hiç olmazsa bir söz oyunuyla kurtarılmalıdır! (s.88)

Bir kitabın üzerimizde yarattığı etki, ancak içindeki entrikayı taklit etme, kahraman öldürüyorsa öldürme, kıskanıyorsa kıskanma, acı çektiğinde veya öldüğünde hasta veya ölüm döşeğinde olma isteğini duyuyorsak gerçektir. (s.92)

Tanrı, icat edilir. O’nun adını andığınız sürece cinnetinizin kılık değiştirmiş olduğu anlaşılmaz ve... her şey size mubah olur. Hakikî mümini deliden ayırt etmek güçtür; fakat onun deliliği yasaldır, kabul görür. (s.97)

Tanrım, bana hiç dua etmeme gücü verin, her nevi tapınma saçmalığından koruyun, beni Siz’in elinize hepten teslim edecek o sevgi eğilimini benden uzak tutun. Kalbimle gökyüzü arasındaki boşluk genişlesin! (s.98)

Terazinin bir kefesine, dünyaya “saflar”ın yığdığı kötülükleri, öteki kefesine de ilkesiz ve kuruntusuz insanlardan gelen kötülükleri koysaydık, ilk kefe ağır basardı. (s.100)

Nereden geldiğimi artık söyleyemem: tapınaklarda inançsızım; sitelerde coşkusuzum; hemcinslerimin yanında meraksızım, yeryüzünde kesinliğim yok. - Bana belirgin bir arzu verin ve dünyayı alt üst edeyim. (s.111)

Her nesil kendinden önceki neslin cellatlarına anıtlar diker. (s.112)

Hepimiz sahtekâr olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz. Yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını görürdü: Sahteliğe biyolojik olarak tâbiyizdir. (s.115)

Kendimizden kurtulamadığımız zaman, kendimizi yiyip bitirmenin tadını çıkarırız. (s.116)

Hastalık olmadan hastayızdır ve zaafımız olmadan cehennemliğizdir. (s. 116)

Özgür olmayı deneyin: Açlıktan ölürsünüz. Kâh hizmetkâr kâh despotik olmanız ölçüsünde toplum size müsamaha gösterir; gardiyansız bir hapishanedir bu - ama telef olmadan kaçılamaz ondan. (s.117)

Psikoloji kahramanın mezarıdır. (s.122)

Önyargı, kendi içinde yanlış, ama nesiller tarafından biriktirilmiş ve aktarılmış olan organik bir hakikattir: (s.124)

Tutarlılığımızdan ya da kaprislerimizden doğan gerekçeler her noktada birbirine denktir. Hiçbir şey savunulmaz değildir - en saçma önermeden en hunhar cinayete kadar. Fikirler tarihi de tıpkı vakalar tarihi gibi anlamsız bir iklim içinde cereyan eder: (s.127)

Zihin mezarlığında ilkeler ve formüller yatar: Güzel, tanımlanmıştır, oraya gömülmüştür. (s.128)

İnsanın elinden Mutsuzluk yalanını alın, ona bu sözcüğün altına bakma gücünü verin: Kendi mutsuzluğuna tek bir an dayanamazdı. (s.130)

Evet, aslında iblisler ruhumla top oynuyor gibi geliyor bana... (s.133)

Tanrı’nın kendi ülkelerinde tanrıtanımazlığı yaygınlaştırması da ortadan yok olmamak içindir - kendini savunmak için. (s.139)

Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış? (s.140)

Bütün tanrılardan nefret ederim; onları hor görecek kadar sağlıklı değilim. İlgisiz’in en büyük aşağılanması da budur. (s.141)

Eğer ruh o kadar az bir şeyse, yalnızlık duygumuz nereden gelmektedir? (s.142)

Olmadığın gibi hiç olmayacaksın; ya olduğun gibi olmanın hüznü... Cevherin hangi aykırılıklara batmış ve dünyaya sürülmende hangi karışık deha ağır basmış? Kendini ufaltmadaki ısrarın, ötekilerdeki düşüş iştahını benimsettirmiş sana. (s.142)

Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur: kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz. Bir Buda’nın öğretisinin binlerce varlığı yokluk meselesinin karşısına getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi katmışızdır. Fakat hangi batılı düşünür bir Budist rahiple muhayeseyi kaldırabilir ki? Kendimizi metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz.

Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet-geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor.İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki? (s.161)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder