17 Şubat 2024

Marquis de Sade / Justine - Erdemin Felaketleri (Alıntılar)

Hayatım da ilk defa bir kitabı okurken mide bulantısı oluştu ve çok rahatsız etti. Özellikle manastırda yaşadıkları ve ikinci bölüm. Bitirmek için zorlandım, daha sert olmasına rağmen "Yatak Odasında Felsefe" bile bu kadar rahatsız etmemişti beni.  İlk başlarda Yatak Odasında Felsefe'yi çağrıştırdı. Diyaloglar daha yumuşatılmıştı okuması iyiydi ama ilerledikçe karakterin başına gelenler ve Süper Mario gibi, her seferinde belanın birinden kurtulup daha iğrenciyle karşılaşması tüm iyi niyeti, yardım severliğine rağmen, hayatını kurtartığı herkesin Therese'ye en büyük kötülükleri yapması cidden sinir bozucu. Ne hikmetse her şeyinde bu kızı bulması bir süre sonra ee ama yine mi dedirtti. Kitap kesinlikle adının hakkını veriyor. Erdemi, onuru namusu için yaşayan bir kızın bütün belaları üstüne çekmesi ve o erdem dedikçe, başına gelen felaketler tam olarak..

Sanırım bu kitabı okurken iğrenç gelmesinin en büyük nedeni, içindeki bir kaç öykünün gerçek olması. Son yıllarda ortaya çıkan Epstein iğrençliğini neredeyse 233 yıl öncesinden birebir tasvir etmesi. Gerçekten 230 yıl önce Lyon'da bir adam, otuz yıl boyunca on beş yirmi bin, yanlış duymadınız yirmi bine yakın çocuğu sapkın fantazilerine kurban etmiş, kitapta öykülerin gerçekliğine vurgu yapılıyor. Marques de Sade nasıl bir manyak ve dahi ise o tüm sadist sapkın düşüncelerine rağmen inanılmaz bir beyin ve çok farklı bir öngörüsü var. Bu adamın hayatı hapishane ve akıl hastanesin de geçmiş bir sapkın sadist. Okuduğum kitapları resmen bugünü anlatıyor. Bugün bile çoğu insanın sorup, düşünmekten hatta dile getirmekten korktuğu ama var olan şeyleri hiçte hoş olmayan bir söylemde tokat gibi insanın yüzüne vuruyor. Tıpkı Ömer Hayyam gibi..
Ve bu yazılanları okuyunca kimbilir, böyle iğrençlikler insalık tarihinin başından beri hep vardı belki de. Belki siz okuyunca sizde bir etki yaratmaz bilemem ama işim gereği bu tür iğrençlikleri çok görüp, duyup şahit olduğum için çocuklarla ilgili kötü şeyleri yüreğim kaldırmıyor artık. Belki de bu yüzden etkiledi beni..
İyi okumalar..


 

En İyi Arkadaşıma
Evet, Constance, bu kitabı sana adıyorum; çok hassas bir ruh yanında, olabilecek en doğru ve en aydınlık düşünceleri kendinde toplayan, cinsinin temsilcisi ve onuru olan sana layık olmak, zavallı erdemin döktürdüğü gözyaşlarının dinginliğini tanımak. Şehvet oyunları ve din dışı safsataları dışlayışın, tüm etkinliklerin ve söyleminde sürdürdüğün aralıksız mücadelenle, bu anılardaki kişilikleri oluşturma ihtiyacı duyarken endişelenmedim senin için; bazı kalemlerin kinizmi (yine de mümkün olduğunca yumuşatılmış) korkutmayocaktır seni; zincirlerinden kurtulmak için inleyen kötülük, yakalandığı anda skandal çığlıkları atıyor. Tartuffe davası yobazları eseri; Justine'inki ise şehvet düşkünlerinin olacak. Onlardan pek şüphe etmiyorum: Senin de dile getirdiğin hedeflerim artık yadsınamayacak; düşüncelerin zaferim için yeterli ve senin tarafından beğenildikten sonra, ya da eveensel olarak beğenilmek, ya da eleştirilerle yetinmek önemli değil..... Başarmış olabilir miyim Constance? Gözlerinde zaferimi onaylayacak bir damla yaş olacak mı? Justine’i okuduktan sonra, tek bir sözle şunları söyleyecek misin: “Oh! Günah’la ilgili bu tablolarla erdeme bağlılığımdan gurur duydum! Gözyaşları içinde nasıl da soylu! Nasıl da güzelleşiyor kötülüklerle!" Ey Constance! Eğer bu sözcükler dökülürse dudaklarından, çalışmalarım ödüllendirilmiş olacak.  (s.21-22 / İthaf)


Felsefenin ana konusu, Tanrının insana önerdiği hedeflere ulaşması için sunduğu araçları geliştirmek ve bundan hareketle, bu zavallı iki ayaklı yaratığa, yaşamın güçlüklerle dolu yollarında ilerlemesi için, henüz tanımayı ya da tanımlamayı başaramadığı halde, yirmi farklı şekilde adlandırdığı bu kaderin garip kaprislerini bildirmek üzere önceden birkaç davranış yöntemi çizmek olacaktır. (s.23)

Yanlış bir felsefenin tehlikeli olabilecek safsatalarını engellemek önemlidir; esas olan, içinde hâlâ iyi prensiplere rastlanan yozlaşmış bir ruhun sunduğu zavallı erdem örneklerinin bu ruhu, en parlak ve en çekici ödüllerle dolu bu erdem yolunda iyiliğe ulaştırabileceğini göstermektir. Bir yandan Erdeme saygı duyan yumuşak ve hassas bir kadının direncini kıran bir yığın kötülükleri tanımlamak ve diğer yandan, yine aynı kadını ezen ya da yaralayan inançları dile getirmek korkutucu olacaktır. Ama felaketlerle dolu bu tablodan bir iyilik doğacaksa, bunları sunuyor olm aktan pişm anlık duyulabilir mi? Okuyan sağduyulu kişiler için Tanrının buyruklarına boyun eğmek gibi son derece gerekli bir ders çıkarabileceği bir olgu yaratmaktan ve kendi görevlerini eksiksiz yerine getirdiğine inandığımız birinin de Tanrı tarafından cezalandırabileceğini görerek bizi görevlerimize yeniden yönelten kötü uyarılar oluşturmaktan dolayı birilerine kızılabilir mi? (s.24)


Ama iyilik dolu bir kalbi katılaştırmak güçtü, mantıklı açıklamalara inatla direniyor ve bu zevkleri onu parlak beyinlerin göz alıcı hatalarıyla teselli buluyordu. (s.26)

Juliet’te, öngördüğü saygıdeğer kadına mı dönüşecek, erdemli olsa da temelde ahlaksızlıklaşabilecek eğilimlere sahip küçük kıza geri mi dönecekti?  Diğer yandan Justine, insanın sefahat ve ahlaksızlığın kurbanı haline gelebileceği bir toplumda, gelenekleri riske atacak mıydı? (s.27)

Bana bakın, bayım, dedi din adamına... Evet, bir genç kız için ne kadar acıklı bir durumda olduğumu görüyorsunuz; annemi ve babamı kaybettim. Tanrı, onları, yardımlarına en çok ihtiyaç duyduğum yaşta aldı benden Yıkılmış bir şekilde öldüler, bayım; artık hiçbir şeyimiz yok... İşte bana tüm bıraktıkları, diye devam etti, on iki altınlık varlığını göstererek... Ve başımı sokabileceğim hiçbir yerim yok... Bana merhamet edeceksiniz, değil mi bayım! Siz din elçisisiniz ve kalbim her zaman dini erdemlerle dolu oldu; taptığım ve temsilcisi olduğunuz Tanrı adına, bana ikinci bir baba olarak, ne yapmam gerektiğini söyleyin... Nasıl bir insan olmalıyım? (s.28)

...bir kadın ahlaksızlığını ne kadar ortaya koyarsa, listesine girmek isteyen de o kadar çok olurdu; değersizliğinin ve yozlaşmışlığının ölçüsü, onun için sergilenmeye cesaret edilen duygularla ölçülür olmuştu. (s.31)

Tasarladığı bu iğrenç proje hoşuna gidiyordu; fiziksel görünümünün ahlaki hatalarını örttüğü o tehlikeli anlarda sağlamlaştınyordu ne yazık ki projesini; dileklerimizin karmaşıklığı ya da isteklerimizin aşırılığının çakıştığı ve kırdığımız ketlemelerin çokluğu veya aldığımız zevkin son derece keskin olmasıyla kendimizi yoksaydığımız anlarda. Düşler dağıldığında, yeniden dinginleşildiğinde, uygunsuzluk pek de önemli olmayacaktır, bu ruhsal hataların öyküsüdür; kimseye zarar vermediği bilinir, ama ne yazık ki hep daha öteye gidilir. Ne olursa olsun, yalnızca coşku patlamalarıyla ortaya çıkan bu düşüncenin, böylesine kışkırtıcı olabileceğini itiraf etmeye cesaret edebilecek miyiz? Lanetli düş gücümüzü canlandırıyoruz, oysa bu düş gücünün varlığı bile günah. (s.32)

Refahın mümkün olan en korkunç davranış tarzınıda beraberinde getirebileceği ve insanların mutluluk olarak adlandırdığı, düzensizlik ve yozlaşmışlık içinde bile yaşama yayılabileceği doğrudur; her yerde erdemi izleyen bu felaket ömeği ve bundan sonra sunacaklarımız, dürüst insanların kafasını karıştırmasın. Suçun bu şekilde kutsanması yanıltıcıdır, sadece bir görüntüdür; bu başarılarının keyfine varanlar, onlara verilen cezadan bağımsız olarak, ruhlarında, onları sürekli kemirerek sahte ışıklarla aydınlanmalarını engelleyen ve içlerinde büyük zevkler yerine, bulundukları yere gelmelerini sağlayan suçların içlerini parçalayıcı anısını bırakan bir kurt beslenmezler mi? Kaderin işkence ettiği zavallının ise, kalbi teselli ile doludur ve sahip olduğu erdemlerden aldığı iç huzuru, bir süre sonra, insanların adaletsizliklerinin verdiği zarar telafi eder. (s.33)

“Belki de masum olan bu yaratık bir cani muamelesi görüyor... Oysa ben, günaha ve ahlaksızlığa bulanmış olduğum halde, mutluluk ve refah içinde yaşayıp gidiyorum”. (s.35)

Erkeklerin en az hoşlandığı, pek açığa vurmasalar bile, en çok aşağıladığı şey, namuslu kadınlar. (s.37)

Umutsuzluğumun ortaya serilişiyle altında ezileceğiniz vicdan azabı, işlediğiniz suçu hatırlatarak tüketecek sizi.. (s.41)

Ah! Bu tür kötü insanların iğrençliklerinin başkalarına bulaşmaması için dua ettim! (s.45)

İtibarı olmadığı gibi, kimse tarafından da korunmayan bir zavallının davası, erdemin sefaletle örtüşmediği, bahtsızlığın sanığa karşı yeterli kanıt kabul edildiği bir ülkede kısa sürüyordu; burada, pek de haklı olmayan bir önyargıya göre, suç işleyebileceği düşünülen kişi bunu yapmış kabul ediliyordu; duygular suçlunun bulunduğu duruma göre değerlendiriliyordu ve masumiyet para ya da ünvanla kanıtlanmadığında, masum olma olasılığı olmadığı kanıtlanmış oluyordu.
(s.47)

Burada, bir suç ortaklığı yapmayı reddedişimin cezasını ödeyecektim; yavaş yavaş ölüyordum; beni yalnızca yeni bir suç kurtarabilirdi. (s.47)

..şimdi nasıl bir yaşamın hoşuna gideceğine kendin karar verebilirsin, ama benim tavsiyem, gördüğün gibi seni de başarıya götürmeyen erdemli hayattan vazgeçmen; seni idam sehpasının ayaklarına kadar götüren bir iyilik, kurtaransa korkunç bir suç oldu; iyi bak, iyilik bu dünyada hiçbir işe yaramıyor ve kendini bunun için feda etmekten vazgeç! (s.48)

her zaman kalbimde taşıyacağım dürüst duyguları terk edeceğime, her türlü tehlikeye atılırım ama; erdemin güçlükleri ne olursa olsun madam, suça eşlik eden tehlikeli saygınlığı tercih edeceğim. Tanrının lütfü sayesinde beni asla terk etmeyecek dini prensipler benim içimde yaşıyor; Tanrı yaşamı dayanılmaz kılıyorsa, bana daha iyi bir dünya sağlamak içindir. Bu umut beni rahatlatıyor, acılarım ı dindiriyor ve Tanrının bana göndereceği tüm felaketlere meydan okuma gücü veriyor. Ruhumdaki bu neşe, bir suç işlemem halinde sönecektir ve bu dünyada cezalandırılacağım endişesiyle beni bir an olsun umut ettiğim dinginliğe kavuşturmayacak işkencelerle acı çekeceğim. (s.49)

Hayır, hayır Therese, hayır; hayalini kurduğun bu inanç sistemi bizi aşağılamak için oluşturulmuştur. İnan çocuğum, inan bizi kötülüğe ihtiyaç duyacağımız bir konuma soktuğu ve kötülük yapma olanağı verdiği andan itibaren, kötülüğün yasalarını iyilik gibi kullanırız ve kötülük iyilikten daha kıymetlidir artık; bizi eşit yaratmıştır; bu eşitliği bozan, yeniden kurmaya çalışandan daha fazla suçlu sayılmaz; her ikisi de yaşadığı koşulların etkileriyle hareket ederler, her ikisi de onları izlemek ve tatmin etmek zorundadır.
(s.50)

Sizin erdem kabul ettiğiniz ve çocukluktan itibaren, hem doğa, hem de toplum için hiçbir işlevi olmayan bu garip, saçma sapan iffet takıntısı, kafası fikirlerle dolu bir insan için kınanacak bir dik kafalılıktır. Neyse, beni dinlemeye devam edin sevgili kızım, sizin tarafınızdan beğenilmeyi arzuladığımı ve zayıflıklarınıza saygı göstermek istediğimi kanıtlayacağım size. Kılınıza bile dokunmayacağım. (s.57)

Ahlaksız davranışlarımız ve yaşadığımız felaketler olmasaydı, bulunacağımız yere gelecek miydik; bu tür lafların bize uygun olduğunu düşünüyor musunuz! Kör bir bencillikle, diğerlerinin çıkarlarına karşı mücadele etmeye kalkışan birinin yok edilmemesini nasıl istersiniz? Toplum, kendi bünyesinde, kendisine karşı olduğunu bildiren birine tahammül edebilir mi? Ve kendini izole eden birey, diğerlerine karşı savaşabilir mi? Sosyal uzlaşmayı kabul etmeden, mutlu ve huzurlu olabilir mi? Toplum fedakârlıklarla beslenir, onu pekiştiren bağ da budur; söz konusu fedakârlıklar yerine sürekli olarak suç işleyen kişi, asıl kaygı duyulan varlık haline gelecek, çok güçlüyse saldırılara uğrayacak, zayıfsa hakkından gelmeyi başarabilecek ilk kişi tarafından kurban edilecektir; insanları kendi huzurunu korumaya ve bunu bozmak isteyen herkesi yok etmeye iten güçlü mantık, her koşulda yıkılmaktadır; suç çetelerinin sürekli olmasını olanaksız kılan mantık da budur. (s.62)

İnsanlar yalnız, kıskanç, zalim ve despottur, hiçbir şeyden feragat etmeden, her şeye birden sahip olmak ister; sürekli olarak elindekileri kaybetmemek, tutkularını ya da haklarını korumak için savaşır. (s.63)

“Canavar! Bu kadar korkunç bir davranışı hak etmek için ne yaptım ki ona ben, diye soruyordum kendi kendime? Hayatını kurtardım, servetini iade ettim, o ise sahip olduğum en değerli şeyi aldı benden! Yabani bir hayvan bile daha merhametlidir! İşte insan, tutkularından başka bir şeyi gözü görmeyen insan! Yaban çöllerin en ücra köşelerindeki kaplanlar bile korkar zulümlerinden." (s.72)

Her şeye muktedir Tanrım! Biliyorsun ki güçsüzüm ve zayıfım, ihanete ve zulme uğradım; seni ömek alarak iyi olmak istedim ve senin iradenle cezalandırıldım; bitsin artık yüce Tanrım! Tüm bu kutsal olaylar bana çok pahalıya maloldu, saygı duyuyorum ve şikayet etmekten vazgeçiyorum; ama yeryüzünde sıkıntıdan başka bir şeyle karşılaşmayacaksam, yüce Tanrım, kendimi sana hatırlatmak üzere güçlü varlığına dua etmekten, beni kargaşadan uzak tutman için yalvarmaktan, bana kötülük yapan, lanetli, hüzün içinde geçirdiğim günlerimi gözyaşı fırtınası ve acılar içinde boğan, sapkın, elleri kanlı ve kalleş adamlardan uzak tutman için sana tapmaktan başka ne yapabilirim? Dua, bahtsızların en sessiz sakinleşme yoludur. (s.73)

Doğanın, vahşi hayvanlardan beter yarattığı insanların varolduğu doğru demek!  Onların çatısı altında saklanan, sonra da yine onlardan kaçan ben ve onlar arasında ne fark var ki? Bu kadar açınılası bir kaderle doğmak zorunda mıydım?.. (s.74)

Maalesef, haz düşkünlüğünün insanın içindeki acıma duygusunu öldürmesi sık görülen bir durumdu; genellikle katılaştırırdı insanı: Belki sapkınlıkların büyük çoğunluğunun ruhun katılaşmasını gerektirmesinden, belki bu tutkuların sinirler üzerindeki sarsıcı etkisinin güçlerini azaltmasından, bir şehvet düşkününün duyarlı bir adam olması nadir rastlanır bir duruıpdu. Tanımladığım bu insan tipinin doğal katılığına. (s.76)

Bazen dine sığınıyordum; neredeyse her seferinde onunla sakinleşip, hissettiğim huzuru, bu kötülük düşkünü ruha aktarmayı deniyor, dini eğilimlerimi bu yolla paylaşmayı başarabilirsem ona ulaşabileceğime inanıyordum. (s.83)

Dinler, en güçlünün en zayıf üzerinde kurmak istediği baskıyı frenlemekten başka ne işe yarar?
(s.84)

İkiyüzlülük ve aptallığın izlerini taşımayan bir tek din var mıdır Therese? Hepsinin içinde ne görüyorum biliyor musun? Mantığı ortadan kaldıran sırlar, doğayı hiçe sayan dogmalar ve alay ve tiksintiden başka bir şey uyandırmayan grotesk törenler. Bunlar arasında aşağılanmayı ve nefretimizi özel olarak hak eden ise Therese, içinde doğduğumuz söylenen bu barbar Hıristiyanlık yasaları değil midir? En dayanılmazı bu değil mi?... Kalbimizi ve ruhumuzu bu kadar tiksindiren başka bir din olabilir mi? (s.84)

Mantıklı insanlar, bu ürkütücü kültün beş para etmez, havarisinin karanlık sözlerine, mucize iddialarına nasıl inanabilir? Daha önce, halkı etkilemeyi bu kadar başarabilen bir hokkabaz gelmemişti dünyaya! Dünyanın en verimsiz topraklarından birinde, bir yosma ve bir askerden doğan bu cüzzamlı Yahudi, dünyayı yaratan kişinin bir parçası olduğunu iddia etmeye cesaret eder! (s.85)

Ne kadar duyarlı olursanız, dürtüleriniz o kadar acı verir size... (s.93)

Sen öptüğüm ilk kadınsın, dedi bana kont ve aslında, ruhumsun... çok güzelsin küçüğüm; ruhun bir sağduyu ışığı yayılmış! Bu sevimli kafa nasıl olmuş da bunca zaman karanlıkta kalmış! (s.94)

Yalan yere yemin etmek, bir günah söz konusu olduğunda erdemdir, diyordu trajik şairlerimizden biri; ama yalan yemin etmek, bu yola başvurmak zorunda kalan ince ve hassas bir ruh için, her zaman dayanılmaz bir durumdu. Rolüm beni boğuyordu. (s.98)

Bir zamanlar uğruna hayatımı tehlikeye attığım bu adam, bana en küçük bir merhamet gösterme lütfunda bile bulunmuyordu. (s.101)

Pişman değildim; ruhum temizdi ve beni asla terk etmeyecek olan eşitlik ve erdem duygularına fazla kulak vermekten başka bir kötülük yapmamıştım. (s.105)

İnanılmaz bir zerafet; üstüne üstlük dünyanın en güzel sesi; bunlara ek olarak düşünce tarzı, canlılığıyla doğanın yarattığı en güzel ruhlardan biri. (s.106)

Erdem bazı insanlar için zaten olanaksızdır; doğada tutkulara karşı çıkan bir erdemin bulunabileceğine nasıl inanabilirsiniz? Ve eğer doğada bulunmuyorsa, nasıl iyi olabilir? Hiç şüphe yok ki, yalnızca içindeki kötülüklere erdemlerle karşı koyan insanlar tercih edilecektir... Tek olasılık da budur, bir varlığın bedenini ve organlarını iyiliğe teslim etmesinin tek olasılığı budur; bu varsayıma göre, kötü eğilimler de son derece gereklidir. Bir şeyin gerekli olması için karşıtının da olması gerektiğine göre, erdemin gerekliliğini nasıl kanıtlayacaksın bana? Size şunu söylemişler: Erdem diğerleri için gereklidir; bu anlamda, iyidir; zira, diğerleri iyi olandan başka bir şey yapmamayı kabul ederse, ben de, yalnızca iyilikle karşılaşırım. Bu açıklama safsatadan başka bir şey değildir; diğerlerinden edineceğim birazcık iyilik için, onların erdemli davranıyor olması karşılığında, benim de erdemli olmam zorunluluk haline gelir ve bana hiçbir zararı olmayan milyonlarca hazdan fedakârlık etmem gerekir. Verdiğimden daha fazlasını alarak, kötü bir alışveriş yapmış olurum; erdemli davranarak kazanacağım mutluluk, yoksun kalacaklarımla kaybedeceğimden daha az olur; bu denklem eşit olmadığından, kabul etmek zorunda değilim ve hiç şüphe yok ki, erdemli olarak, diğerleri adına üstleneceğim acılar kadar iyilik yapmak varlığıma aykırı olacağından, diğerleri adına bana acıya malolacak bir mutluluk sağlamayı reddetmem daha doğru olmaz mı? Geriye ahlaksız kalarak verebileceğim zarar ve herkes bana benzediği takdirde başıma gelecek kötülükler kalıyor. Tamamen kötülükten oluşan bir döngünün varlığını benimseyerek, şüphesiz riske giriyorum, bunu kabul ediyorum; ama riske attıklarımdan dolayı yaşaııs yacağım acı, diğerlerinin riske atmasını sağladıklarım la telafi ediliyor; işte böylece denge sağlanıyor, böylece herkes eşit ölçüde mutlu olabiliyor: Bazılarının iyi bazılarının kötü olduğu bir toplum içinde mutlu olmayanlar ve mutlu olmayı bilmeyenler de var, çünkü bu karışımda, başka bir durumda olmadığı kadar tuzakla karşılaşılıyor. Karışık bir toplumda, çıkarlar da çeşitlidir: İşte kötülüklerin sonsuzluğunun kaynağı da budur; herkesin çıkarlarının aynı olduğu türden bir toplumda, onu oluşturan her birey, aynı zevklere, aynı eğilimlere sahiptir, herkes aynı hedefe yürür, herkes mutludur. Ama, sizin gibi aptallar, kötülüğün mutluluk getirmediğini söylüyorlar. Hayır, iyiliği yüceltmek işinize geliyor. (s. 118-119)

İnsan, iyi bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmadığını düşünecek kadar körleşebilir mi? Tanrıyı algılama gücü ve yeteneğinin ona verilmesinin ondan istenen görevleri yerine getirmesi için olduğunu nasıl anlamaz? Tanrıdan gelen kültün temeli, bizzat temsilcisi olduğu erdemden başka ne olabilir? Bunca güzelliğin yaratıcısının iyilikten başka kuralı olabilir mi? Ve kalplerimiz, iyilikle dolu olmadıklarında onun hoşuna gidebilir mi? Bana öyle geliyor ki, karşımda ruhu hassas kişiler olduğundu, bu yüce Tanrıya karşı aşk esinlemek için başka motifler kullanmama gerek kalmaz. Bize bu evrenin güzelliklerinin zevkini çıkarma fırsatı vermesi bir lütuf değil midir ve biz böylesi bir iyilikten dolayı minnet borçlu değil miyiz? Ama daha güçlü bir mantık, evrensel yükümlülükler zincirimizi tanımlıyor; insanlarla da mutlu olmamızı sağlayacak bu yasanın gerekliliklerini yerine getirmeyi neden reddedelim? (s.121)

Neden, inançlı kalbim, bana her an, bu ilahi varlığın varolduğunu gösteren kanıtlar sunarken, yanılgıya düşmüş insanlarla bir olup “Tanrı yoktur” diyeyim? Belki de delilerle birlikte hayal kurmak, sağduyulu insanlarla birlikte düşünmek daha iyi olur? Yine de her şey şu temel prensipten çıkıyor: Bir Tanrı varsa, bu Tanrı bir kültü hak ediyor ve bu kültün temeli, tartışmasız bir şekilde erdemdir. (s.122)

Bir insanı, benzerinden kurtulmaya iten bir etkinlik tarzını sonsuza dek inkar etmemize neden olan bu hayata, ne kadar da komik bir anlam yüklüyoruz. (s.127)

Dünyanın en güzel gözlerine, soylu çizgilere ve mümkün olabilecek en dürüst, en yumuşak, en nazik bir ses tonuna sahipti.(s.136)

Kalbimin bana söylediklerini ve durumumun el verdiklerini uygulayamamaktan dolayı suçlu sayılabilir miydim? (s.143)

Ey Yüce Tanrım! diyordum kendi kendime, kalbimde, ardından bir acı sürüklemeyecek herhangi bir erdem barındıramayacağım galiba! (s.150)

Sevgili dostum, diye devam ettim içtenlikle, sen de benimle birlikte savaşmak ister misin, kaybetmeyeceğimize yemin ederim?.. İster misin? (s.167)

Evrenin dörtte üçü, gülün kokusunu güzel bulur; oysa bu, onu kötü bulabilecek dörtte birinin yanıldığını doğrulamayacağı gibi, bu kokunun gerçekten de güzel olduğunu kanıtlamaz. (s.179)

Yasalarınız, ahlağınız, dininiz, darağaçlarınız, cennetiniz, tanrılarınız, cehenneminiz, şu ya da bu söylemin geçerliliğini yitirdiği kanıtlandığında, herhangi bir bağ, akan yakıcı kan ya da hayvansı ruhlar bir insanı acılar ve ödüllerin öznesi haline getirmeye yettiğinde ne yapacaksınız? (s.181)

İnsanların dünya üzerinde benden zalimce esirgedikleri huzuru aramaya gideceğim. Bu sözler kalbimi parçaladı; sağlam görüntümü korumak için allak bullak olduğumu gizliyordum, ama o anda, içten içe, bir canavarın kurbanı olan bu zavallının bahtsızlığına çözüm bulmak için gerekirse hayatımı bin kez feda etmeye söz verdim. (s.219)

Kureyşler adıyla tanınan Araplar, kız çocuklarını, yedi yaşına gelir gelmez Mekke yakınlarındaki bir dağa gömerlerdi, zira bu aşağılık cinsiyetin gün görmeyi hak etmediğini söylüyorlardı. Kral Aşem’in sarayında, en küçük bir sadakatsizlikten şüphe edildiğinde, prensin şehvet oyunlarına hizmette en küçük bir itaatsizlikte bulunulduğunda ya da prensin keyfi kaçırıldığında, cezalandırma adına en korkunç işkenceler söz konusu oluyordu. Ganj kıyılarında kadınlar, efendileri onlardan zevk alamaz hale geldiğinde dünyada varolmaları gereksizmiş gibi, kocalarının külleri üzerinde intihar etmeye mecbur tutuluyordu. Başka yerlerde, kadınlar vahşi hayvanlar gibi avlanıyordu, ne kadar öldürülürlerse o kadar şeref duyuluyordu, Formoza’da ise, hamile kaldıklarında linç ediliyorlardı. Alman kanunları yabancı bir kadını öldürenleri yalnızca on ekü ceza ödemeye mahkum ediyor, kendi kadınını ya da bir fahişeyi öldürenleri ise hiç cezalandırmıyordu. Her yerde, tek kelimeyle, tekrar ediyorum her yerde kadınlar aşağılanıyor, hırpalanıyor, din adamlarının boş inançlarına, kocalarının barbarlıklarına ya da şehvet düşkünü adamların kaprislerine kurban ediliyordu. (s. 233-234)

Bana anlattıklarınızın iğrençliğinin farkında mısınız! Zalimsiniz. (s.243)

İyilik yok; doğada iyilik, kölenin efendisini sakinleştirmek ve ona daha yumuşak davranmasını sağlamak için kullandığı zayıflara özgü bir karakterdir. (s.244)

Sefalet içindekilere yardım etmek kadar hoş bir duygu olabilir mi? Kendimizin de acı çekmesinden duyduğumuz korkuyu bir kenara bırakalım. Birini sevindirmekten daha büyük bir tatmin olabilir mi?
(s.244)

Merhametli bir adam, güneş ışığı gibi, çevresindeki her şeye zenginlik, huzur ve neşe saçar; ve bu ilahi ışık odağından çıkan doğa mucizesi, en büyük mutluluğu diğerleri için çalışmak olan dürüst, nazik ve hassas bir ruhtur. (s.245)

Bana yol gösteren ölüm kokan yıldız, masum da olsam ölümden başka bir yere götürmüyordu beni. Diğer yollar ahlaksızlıklarla doluydu ve bunlardan biri diğerlerinden daha aç korkunçtu.
(s.248)

Cehennem den korkmuyor, cenneti özlemiyorum; ama korkunç bir ölümün vereceği acılardan çekiniyorum; ölürken acı çekmek istemiyoru(s.272)

Madam, dedim ona, eğer bütün bunları işlediğiniz günahlara borçluysanız, sonuçta her zaman adil olan Tanrı, sizi uzun süre refah içinde bırakmayacaktır. (s.280)

Kötülüğün insanların çıkarlarıyla çatıştığını söyleyebilir misin bana? Kötüler ve iyilerin eşit oranda olduğu bir dünyada kabul edebilirim, zira birilerinin çıkarı diğerlerini gözle görülür şekilde şok edecektir; ama tamamen yozlaşmış bir toplumda bu olamaz; kötü olan dışında her şeyi dışlayan kötülerin, kendi içinde ona zarar verenler dışındaki kötülükleri vurgular ve her ikimiz de mutlu oluruz. (s.281)


Bana hala Tanrıdan mı söz ediyorsun; eh! Bu tanrının düzenden ve sonuç olarak da erdemden hoşlandığını kim kanıtlayabilir sana? Sana sürekli olarak adaletsizlik ve düzensizlik örnekleri sunmuyor mu? İnsanlara savaş, salgın hastalık ve kıtlık göndererek, her yerinde kötülüğün bulunduğu bir evren oluşturarak mı gösteriyor sana iyiliğe olan sonsuz aşkını? Kendisi de kötülükler aracılığıyla hareket ettiğine, eserlerinde her şey kötü ve yoz olduğuna, isteklerinde her şey günah ve düzendışı olduğuna göre, kötü insanların hoşuna gitmemesini nasıl istiyorsun? Peki bizi kötülüğe götüren bu hareketlere kim itiyor bizi? Bize ondan gelmeyen tek bir his var mı? Onun eseri olmayan tek bir isteğimiz var mı? Ona zarar verecek ya da onun için gereksiz olacak bir şeye eğilim esinlemesi ya da buna izin vermesi mantıklı mı? Eğer kötüler de ona hizmet ediyorsa, neden direnmek isteyelim kötülere? Ne hakla yok etmeye çalışırız onları? Ve neden seslerini kesmek isteyelim? Dünyada biraz daha çok felsefe yapılması her şeyi kısa sürede düzene sokacak ve tüm yargıçlara, yasa koyuculara, bu kadar sert bir şekilde aşağıladıkları ve cezalandırdıkları suçların bazen, kendileri uygulamasalar ve asla ödüllendirmeyi düşünmeseler de öğütledikleri bu erdemlerden daha gerekli olabilir. (s.281-282)

İnsanların suç olarak adlandırdıklarının tam analizini yaparak başlamak gerekir; burada söz konusu olanın onların kanunlarını ve ulusal geleneklerini çiğnemek olduğu kabul edilmelidir; Fransa’da suç kabul edilen, buradan yüz mil uzakta olmayabilir; dünyada evrensel olarak suç kabul edilebilecek bir etkinlik yoktur; burada kötü ya da suç olup da, birkaç mil ötede övgüye değer ya da erdemli olan da yoktur; her şey bakış açısı, coğrafya işidir ve bu nedenle de, başka yerlerde kötülükten başka bir şey olmayan erdemleri uygulamaya kalkışmak ve bir başka iklimde mükemmel etkinlikler olan suçlardan kaçınmak anlamsızdır. Şimdi, bu düşüncelerin ışığında sorarım sana, Çin’de erdem olarak kabul edilse de, Fransa’da zevk için ya da çıkar adına, suç olarak işlediğim bir etkinlikten dolayı pişmanlık duymayı sürdürebilir miyim? (s.283)

- Bu dünyada suçtan korkmayanların, diye aldım sözü, öteki dünyada ilahi adalet tarafından cezalandırılmayacağına inanıyor musunuz?
- İnanıyorum, diye devam etti bu tehlikeli kadın, eğer Tanrı olsaydı, yeryüzünde daha az kötülük olurdu; eğer bu kötülük varsa, ya da bu eşitsizlik Tanrı tarafından emrediliyorsa, ya barbar bir varlıktır ya da bu barbarlıkları önleyemeyecek durumdadır.
-Beni korkutuyorsunuz madam, sizi, karmaşık düşüncelerinizi ve zırvalıklannızı daha fazla dinleye meyeceğım için affedin beni. (s.285)

Ne kadar da zavallı bir yaratıktım! Mutluluk yalnızca, asla kaldıramayacağım bir acıya daha da gömüleceğim durumlarda mı sunulmalıydı bana! Bana felaketler hazırlamayan erdemler doğamayacak mıydı kalbimden! (s.289)

Bana hiçbir şey borçlu olmayan bu genç adamın dürüstlüğü karşısında gözyaşlarımı tutamadım. İyi davranışlar, uzun süreden beri kötülerine maruz kalındığında çok daha hoş geliyor.
(s.292)

- Ey erdem! diye haykırdım, bu kadar küçük düşmüş durumdayken, daha önce bir hakaret düşünemez miydin! Günahın, bu kadar küstahça ve cezasız kalarak sana karşı koymaya ve yenmeye cesaret etmesi mümkün müdür! (s.307)

Uzun süreden beri iftiraya uğramaya, adaletsizliğe ve acılara alışmıştım, çocukluğumdan beri erdem duygusuna teslim olurken yoluma engeller çıkacağını biliyordum; acım beni aptallaştırmış, içimi parçalamıştı. (s.308)

Gidin, beni ölüm ve utanç arasında bir yere yerleştirmek üzere, içinde bulunduğum durumu zalimce kullanmaya cesaret edebilecek bir canavarsınız siz; gerekirse ölürüm, ama en azından vicdan azabı duymam. (s.309)

Korkunç bir ilahi adaletsizlikle, suçun erdemi korkutması mümkündü demek! (s.314)

Çocukluğumda, bir tefeci beni hırsızlık yapmaya itmek istedi; reddettim. Zengin olan o oldu. Bir hırsızlar çetesinin arasına düştüm, hayatını kurtardığım bir adamla birlikte kaçtım, ödül olarak bana tecavüz etti. Şehvet düşkünü bir senyörün evine geldim, teyzesini zehirlemesine razı olmadığım için beni köpeklerine parçalatmak istedi. Oradan, ensest ve katil bir cerrahın evine gittim, korkunç bir cinayeti engellemek istedim, cellat beni bir suçlu gibi damgaladı; şüphesiz bu zalimlikleri sürdürdü, servet yaptı ve ben karnımı doyurmak için dilenmek zorunda kaldım. Kendimi ibadete adamak istiyordum, bunca kötülük aldığım Yüce Tanrıya içtenlikle yalvarmak istiyordum, kutsal din adamlarımızdan birinin karşısında günahlarımdan arınmayı umduğum yüce mahkeme yüzkarası kanlı bir tiyatroya dönüştü, bana tecavüz eden ve soyan canavar kendi düzeninde en büyük onurlardan birine yükseliyor, ben ise korkunç bir sefalet uçurumuna geri düşüyordum. Bir kadını kocasının dehşetinden kurtarm ayı denedim , zalim adam kanımı damla damla akıtarak öldürmek istedi beni. Bir zavallıya yardım etmek istedim, beni soydu. Kendini kaybetmiş bir adama yardım ettim, nankör bana bir hayvan gibi çıkrık çevirttirdi ve haz aracı olarak kullandı beni, çevresi saygın kişilerle doluydu ve onun evinde zorla çalıştırılmaktansa bir darağıcında ölmeye hazırdım. Alçak bir kadın beni yeni bir cinayete ortak etmek istedi, kurbanımın servetini kurtarmak için, ikinci bir kez varolan üç kuruşluk varlığımı kaybettim. Duyarlı bir adam bana el uzatıp yaşadığım felaketleri telafi etmek istedi, bunu yapamadan kollarımda son nefesini verdi. Bana ait olmayan bir çocuğu alevlerden kurtarmak için bir yangının içine atıldım, bu çocuğun annesi suçladı beni ve hakkımda bir cinayet davası açıldı. Beni zorla tutkusu kafa kesmek olan bir adamın evine götürmek niyetinde olan en korkunç düşmanımın eline düştüm, bu şehvet düşkünü adamın kılıcından kurtulabildiysem, bunun nedeni yeniden Themis’inkinin altına düşecek oluşumdu. Servetini ve hayatını kurtardığım bir adama beni koruması için yalvardım, ondan saygı beklemeye cesaret ettim, beni evine çekti, zalimliklere maruz bıraktı, davamın bağlı olduğu ahlaksız yargıcı da buraya çağırmıştı, her ikisi de tecavüz etti bana, her ikisi de hakaret etti, her ikisi de ölümümü hızlandırmak istedi. Kader onları varlığa boğmuştu, ve ben ölüme koştum. İşte erkeklerin bana yaşattıkları, işte tehlikeli davranışlarının bana öğrettikleri; felaketlerle sertleşmiş, haksızlıklar ve adaletsizliklerle isyan etmiş ruhumun artık bağlarını koparmaktan başka bir şey istememesi şaşırtıcı mı? (s.326-327)

Her şeyin bittiğine, artık endişelenmemsi gerektiğine ikna etmeye çalışmışlardı. Ama hiçbir şey onu sakinleştiremiyordu; sanki bu mutsuz yaratık yalnızca acılar için yaratılmıştı ve bahtsızlığın kılıcını her zaman başının üzerinde hissediyor, onu ezecek son darbeleri önceden yaşıyordu.
(s.331)

Tüm hayatı boyunca pişmanlık duyabileceği tek bir hatası olmayan bu kız bu şekilde muamele gördüğüne göre, ben ne beklemeliyim? (s.332)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder