Hayatım da ilk defa bir kitabı okurken mide bulantısı oluştu ve çok rahatsız etti. Özellikle manastırda yaşadıkları ve ikinci bölüm. Bitirmek için zorlandım, daha sert olmasına rağmen "Yatak Odasında Felsefe" bile bu kadar rahatsız etmemişti beni. İlk başlarda Yatak Odasında Felsefe'yi çağrıştırdı. Diyaloglar daha yumuşatılmıştı okuması iyiydi ama ilerledikçe karakterin başına gelenler ve Süper Mario gibi, her seferinde belanın birinden kurtulup daha iğrenciyle karşılaşması tüm iyi niyeti, yardım severliğine rağmen, hayatını kurtartığı herkesin Therese'ye en büyük kötülükleri yapması cidden sinir bozucu. Ne hikmetse her şeyinde bu kızı bulması bir süre sonra ee ama yine mi dedirtti. Kitap kesinlikle adının hakkını veriyor. Erdemi, onuru namusu için yaşayan bir kızın bütün belaları üstüne çekmesi ve o erdem dedikçe, başına gelen felaketler tam olarak..
Sanırım bu kitabı okurken iğrenç gelmesinin en büyük nedeni, içindeki bir kaç öykünün gerçek olması. Son yıllarda ortaya çıkan Epstein iğrençliğini neredeyse 233 yıl öncesinden birebir tasvir etmesi. Gerçekten 230 yıl önce Lyon'da bir adam, otuz yıl boyunca on beş yirmi bin, yanlış duymadınız yirmi bine yakın çocuğu sapkın fantazilerine kurban etmiş, kitapta öykülerin gerçekliğine vurgu yapılıyor. Marques de Sade nasıl bir manyak ve dahi ise o tüm sadist sapkın düşüncelerine rağmen inanılmaz bir beyin ve çok farklı bir öngörüsü var. Bu adamın hayatı hapishane ve akıl hastanesin de geçmiş bir sapkın sadist. Okuduğum kitapları resmen bugünü anlatıyor. Bugün bile çoğu insanın sorup, düşünmekten hatta dile getirmekten korktuğu ama var olan şeyleri hiçte hoş olmayan bir söylemde tokat gibi insanın yüzüne vuruyor. Tıpkı Ömer Hayyam gibi..
Ve bu yazılanları okuyunca kimbilir, böyle iğrençlikler insalık tarihinin başından beri hep vardı belki de. Belki siz okuyunca sizde bir etki yaratmaz bilemem ama işim gereği bu tür iğrençlikleri çok görüp, duyup şahit olduğum için çocuklarla ilgili kötü şeyleri yüreğim kaldırmıyor artık. Belki de bu yüzden etkiledi beni..
İyi okumalar..
En İyi Arkadaşıma
Evet, Constance, bu kitabı sana adıyorum; çok hassas
bir ruh yanında, olabilecek en doğru ve en aydınlık düşünceleri kendinde toplayan, cinsinin temsilcisi ve onuru olan sana layık olmak, zavallı erdemin döktürdüğü
gözyaşlarının dinginliğini tanımak. Şehvet oyunları ve
din dışı safsataları dışlayışın, tüm etkinliklerin ve söyleminde sürdürdüğün aralıksız mücadelenle, bu anılardaki
kişilikleri oluşturma ihtiyacı duyarken endişelenmedim
senin için; bazı kalemlerin kinizmi (yine de mümkün olduğunca yumuşatılmış) korkutmayocaktır seni; zincirlerinden kurtulmak için inleyen kötülük, yakalandığı anda
skandal çığlıkları atıyor. Tartuffe davası yobazları eseri;
Justine'inki ise şehvet düşkünlerinin olacak. Onlardan
pek şüphe etmiyorum: Senin de dile getirdiğin hedeflerim artık yadsınamayacak; düşüncelerin zaferim için yeterli ve senin tarafından beğenildikten sonra, ya da eveensel olarak beğenilmek, ya da eleştirilerle yetinmek
önemli değil..... Başarmış olabilir miyim Constance? Gözlerinde zaferimi onaylayacak bir damla yaş olacak mı? Justine’i okuduktan sonra, tek bir sözle şunları söyleyecek misin:
“Oh! Günah’la ilgili bu tablolarla erdeme bağlılığımdan gurur duydum! Gözyaşları içinde nasıl da soylu!
Nasıl da güzelleşiyor kötülüklerle!"
Ey Constance! Eğer bu sözcükler dökülürse dudaklarından, çalışmalarım ödüllendirilmiş olacak. (s.21-22 / İthaf)
Felsefenin ana konusu, Tanrının insana önerdiği hedeflere ulaşması için sunduğu araçları geliştirmek ve bundan hareketle, bu
zavallı iki ayaklı yaratığa, yaşamın güçlüklerle dolu yollarında
ilerlemesi için, henüz tanımayı ya da tanımlamayı başaramadığı
halde, yirmi farklı şekilde adlandırdığı bu kaderin garip kaprislerini bildirmek üzere önceden birkaç davranış yöntemi çizmek
olacaktır. (s.23)
Yanlış bir felsefenin tehlikeli olabilecek safsatalarını engellemek önemlidir; esas olan, içinde hâlâ iyi prensiplere rastlanan yozlaşmış bir ruhun sunduğu zavallı erdem örneklerinin bu ruhu, en parlak ve en çekici ödüllerle dolu bu erdem yolunda iyiliğe ulaştırabileceğini göstermektir. Bir yandan
Erdeme saygı duyan yumuşak ve hassas bir kadının direncini
kıran bir yığın kötülükleri tanımlamak ve diğer yandan, yine aynı
kadını ezen ya da yaralayan inançları dile getirmek korkutucu
olacaktır. Ama felaketlerle dolu bu tablodan bir iyilik doğacaksa,
bunları sunuyor olm aktan pişm anlık duyulabilir mi? Okuyan
sağduyulu kişiler için Tanrının buyruklarına boyun eğmek gibi
son derece gerekli bir ders çıkarabileceği bir olgu yaratmaktan ve
kendi görevlerini eksiksiz yerine getirdiğine inandığımız birinin
de Tanrı tarafından cezalandırabileceğini görerek bizi görevlerimize yeniden yönelten kötü uyarılar oluşturmaktan dolayı birilerine kızılabilir mi? (s.24)
Ama
iyilik dolu bir kalbi katılaştırmak güçtü, mantıklı açıklamalara inatla direniyor ve bu zevkleri onu parlak beyinlerin göz alıcı hatalarıyla teselli buluyordu. (s.26)
Juliet’te, öngördüğü saygıdeğer kadına mı dönüşecek, erdemli olsa
da temelde ahlaksızlıklaşabilecek eğilimlere sahip küçük kıza
geri mi dönecekti? Diğer yandan Justine, insanın sefahat ve ahlaksızlığın kurbanı haline gelebileceği bir toplumda, gelenekleri riske atacak mıydı? (s.27)
Bana bakın, bayım, dedi din adamına... Evet, bir genç kız
için ne kadar acıklı bir durumda olduğumu görüyorsunuz; annemi ve babamı kaybettim. Tanrı, onları, yardımlarına en çok ihtiyaç duyduğum yaşta aldı benden Yıkılmış bir şekilde öldüler,
bayım; artık hiçbir şeyimiz yok... İşte bana tüm bıraktıkları, diye
devam etti, on iki altınlık varlığını göstererek... Ve başımı sokabileceğim hiçbir yerim yok... Bana merhamet edeceksiniz, değil
mi bayım! Siz din elçisisiniz ve kalbim her zaman dini erdemlerle dolu oldu; taptığım ve temsilcisi olduğunuz Tanrı adına, bana
ikinci bir baba olarak, ne yapmam gerektiğini söyleyin... Nasıl
bir insan olmalıyım?
(s.28)
...bir kadın ahlaksızlığını ne kadar ortaya koyarsa, listesine girmek isteyen de o kadar
çok olurdu; değersizliğinin ve yozlaşmışlığının ölçüsü, onun için
sergilenmeye cesaret edilen duygularla ölçülür olmuştu. (s.31)
Tasarladığı bu iğrenç
proje hoşuna gidiyordu; fiziksel görünümünün ahlaki hatalarını
örttüğü o tehlikeli anlarda sağlamlaştınyordu ne yazık ki projesini; dileklerimizin karmaşıklığı ya da isteklerimizin aşırılığının
çakıştığı ve kırdığımız ketlemelerin çokluğu veya aldığımız zevkin son derece keskin olmasıyla kendimizi yoksaydığımız anlarda. Düşler dağıldığında, yeniden dinginleşildiğinde, uygunsuzluk
pek de önemli olmayacaktır, bu ruhsal hataların öyküsüdür; kimseye zarar vermediği bilinir, ama ne yazık ki hep daha öteye gidilir. Ne olursa olsun, yalnızca coşku patlamalarıyla ortaya çıkan
bu düşüncenin, böylesine kışkırtıcı olabileceğini itiraf etmeye cesaret edebilecek miyiz? Lanetli düş gücümüzü canlandırıyoruz,
oysa bu düş gücünün varlığı bile günah. (s.32)
Refahın mümkün olan en korkunç davranış tarzınıda
beraberinde getirebileceği ve insanların mutluluk olarak adlandırdığı, düzensizlik ve yozlaşmışlık içinde bile yaşama yayılabileceği doğrudur; her yerde erdemi izleyen bu felaket ömeği ve
bundan sonra sunacaklarımız, dürüst insanların kafasını karıştırmasın. Suçun bu şekilde kutsanması yanıltıcıdır, sadece bir görüntüdür; bu başarılarının keyfine varanlar, onlara verilen cezadan bağımsız olarak, ruhlarında, onları sürekli kemirerek sahte
ışıklarla aydınlanmalarını engelleyen ve içlerinde büyük zevkler
yerine, bulundukları yere gelmelerini sağlayan suçların içlerini
parçalayıcı anısını bırakan bir kurt beslenmezler mi? Kaderin işkence ettiği zavallının ise, kalbi teselli ile doludur ve sahip olduğu erdemlerden aldığı iç huzuru, bir süre sonra, insanların adaletsizliklerinin verdiği zarar telafi eder. (s.33)
“Belki de masum olan bu yaratık bir cani muamelesi
görüyor... Oysa ben, günaha ve ahlaksızlığa bulanmış olduğum
halde, mutluluk ve refah içinde yaşayıp gidiyorum”. (s.35)
Erkeklerin en az hoşlandığı, pek açığa vurmasalar bile,
en çok aşağıladığı şey, namuslu kadınlar. (s.37)
Umutsuzluğumun ortaya serilişiyle altında ezileceğiniz vicdan azabı, işlediğiniz suçu hatırlatarak
tüketecek sizi.. (s.41)
Ah! Bu tür kötü insanların iğrençliklerinin
başkalarına bulaşmaması için dua ettim! (s.45)
İtibarı olmadığı gibi, kimse tarafından da korunmayan bir zavallının davası, erdemin sefaletle örtüşmediği, bahtsızlığın sanığa karşı yeterli kanıt kabul edildiği bir ülkede kısa sürüyordu;
burada, pek de haklı olmayan bir önyargıya göre, suç işleyebileceği düşünülen kişi bunu yapmış kabul ediliyordu; duygular suçlunun bulunduğu duruma göre değerlendiriliyordu ve masumiyet
para ya da ünvanla kanıtlanmadığında, masum olma olasılığı olmadığı kanıtlanmış oluyordu.
(s.47)
Burada, bir suç ortaklığı yapmayı reddedişimin cezasını ödeyecektim; yavaş yavaş ölüyordum; beni yalnızca yeni
bir suç kurtarabilirdi. (s.47)
..şimdi nasıl bir
yaşamın hoşuna gideceğine kendin karar verebilirsin, ama benim
tavsiyem, gördüğün gibi seni de başarıya götürmeyen erdemli
hayattan vazgeçmen; seni idam sehpasının ayaklarına kadar götüren bir iyilik, kurtaransa korkunç bir suç oldu; iyi bak, iyilik bu
dünyada hiçbir işe yaramıyor ve kendini bunun için feda etmekten vazgeç! (s.48)
her zaman kalbimde taşıyacağım dürüst duyguları terk edeceğime, her türlü tehlikeye atılırım ama; erdemin güçlükleri ne olursa olsun madam, suça eşlik eden tehlikeli
saygınlığı tercih edeceğim. Tanrının lütfü sayesinde beni asla terk
etmeyecek dini prensipler benim içimde yaşıyor; Tanrı yaşamı dayanılmaz kılıyorsa, bana daha iyi bir dünya sağlamak içindir. Bu
umut beni rahatlatıyor, acılarım ı dindiriyor ve Tanrının bana
göndereceği tüm felaketlere meydan okuma gücü veriyor. Ruhumdaki bu neşe, bir suç işlemem halinde sönecektir ve bu dünyada
cezalandırılacağım endişesiyle beni bir an olsun umut ettiğim dinginliğe kavuşturmayacak işkencelerle acı çekeceğim. (s.49)
Hayır, hayır Therese,
hayır; hayalini kurduğun bu inanç sistemi bizi aşağılamak için
oluşturulmuştur. İnan çocuğum, inan bizi kötülüğe ihtiyaç duyacağımız bir konuma soktuğu ve kötülük yapma olanağı verdiği
andan itibaren, kötülüğün yasalarını iyilik gibi kullanırız ve kötülük iyilikten daha kıymetlidir artık; bizi eşit yaratmıştır; bu eşitliği bozan, yeniden kurmaya çalışandan daha fazla suçlu sayılmaz;
her ikisi de yaşadığı koşulların etkileriyle hareket ederler, her ikisi de onları izlemek ve tatmin etmek zorundadır.
(s.50)
Sizin erdem kabul ettiğiniz ve çocukluktan
itibaren, hem doğa, hem de toplum için hiçbir işlevi olmayan bu
garip, saçma sapan iffet takıntısı, kafası fikirlerle dolu bir insan
için kınanacak bir dik kafalılıktır. Neyse, beni dinlemeye devam
edin sevgili kızım, sizin tarafınızdan beğenilmeyi arzuladığımı
ve zayıflıklarınıza saygı göstermek istediğimi kanıtlayacağım size. Kılınıza bile dokunmayacağım. (s.57)
Ahlaksız davranışlarımız
ve yaşadığımız felaketler olmasaydı, bulunacağımız yere gelecek
miydik; bu tür lafların bize uygun olduğunu düşünüyor musunuz!
Kör bir bencillikle, diğerlerinin çıkarlarına karşı mücadele etmeye kalkışan birinin yok edilmemesini nasıl istersiniz? Toplum,
kendi bünyesinde, kendisine karşı olduğunu bildiren birine tahammül edebilir mi? Ve kendini izole eden birey, diğerlerine karşı savaşabilir mi? Sosyal uzlaşmayı kabul etmeden, mutlu ve huzurlu olabilir mi? Toplum fedakârlıklarla beslenir, onu pekiştiren
bağ da budur; söz konusu fedakârlıklar yerine sürekli olarak suç
işleyen kişi, asıl kaygı duyulan varlık haline gelecek, çok güçlüyse saldırılara uğrayacak, zayıfsa hakkından gelmeyi başarabilecek
ilk kişi tarafından kurban edilecektir; insanları kendi huzurunu
korumaya ve bunu bozmak isteyen herkesi yok etmeye iten güçlü
mantık, her koşulda yıkılmaktadır; suç çetelerinin sürekli olmasını olanaksız kılan mantık da budur. (s.62)
İnsanlar yalnız, kıskanç, zalim
ve despottur, hiçbir şeyden feragat etmeden, her şeye birden sahip
olmak ister; sürekli olarak elindekileri kaybetmemek, tutkularını
ya da haklarını korumak için savaşır. (s.63)
“Canavar! Bu kadar korkunç bir davranışı hak etmek için ne
yaptım ki ona ben, diye soruyordum kendi kendime? Hayatını
kurtardım, servetini iade ettim, o ise sahip olduğum en değerli
şeyi aldı benden! Yabani bir hayvan bile daha merhametlidir! İşte insan, tutkularından başka bir şeyi gözü görmeyen insan! Yaban çöllerin en ücra köşelerindeki kaplanlar bile korkar zulümlerinden." (s.72)
Her şeye muktedir Tanrım! Biliyorsun ki güçsüzüm ve zayıfım, ihanete ve zulme uğradım; seni ömek alarak iyi olmak istedim ve senin iradenle cezalandırıldım; bitsin artık yüce Tanrım!
Tüm bu kutsal olaylar bana çok pahalıya maloldu, saygı duyuyorum ve şikayet etmekten vazgeçiyorum; ama yeryüzünde sıkıntıdan başka bir şeyle karşılaşmayacaksam, yüce Tanrım, kendimi
sana hatırlatmak üzere güçlü varlığına dua etmekten, beni kargaşadan uzak tutman için yalvarmaktan, bana kötülük yapan, lanetli, hüzün içinde geçirdiğim günlerimi gözyaşı fırtınası ve acılar
içinde boğan, sapkın, elleri kanlı ve kalleş adamlardan uzak tutman için sana tapmaktan başka ne yapabilirim?
Dua, bahtsızların en sessiz sakinleşme yoludur. (s.73)
Doğanın, vahşi
hayvanlardan beter yarattığı insanların varolduğu doğru demek! Onların çatısı altında saklanan, sonra da yine onlardan kaçan ben
ve onlar arasında ne fark var ki? Bu kadar açınılası bir kaderle
doğmak zorunda mıydım?.. (s.74)
Maalesef, haz düşkünlüğünün insanın içindeki acıma duygusunu öldürmesi sık görülen bir
durumdu; genellikle katılaştırırdı insanı: Belki sapkınlıkların büyük çoğunluğunun ruhun katılaşmasını gerektirmesinden, belki bu
tutkuların sinirler üzerindeki sarsıcı etkisinin güçlerini azaltmasından, bir şehvet düşkününün duyarlı bir adam olması nadir rastlanır
bir duruıpdu. Tanımladığım bu insan tipinin doğal katılığına. (s.76)
Bazen dine sığınıyordum; neredeyse her seferinde onunla sakinleşip, hissettiğim huzuru, bu kötülük düşkünü ruha aktarmayı deniyor, dini eğilimlerimi bu yolla paylaşmayı başarabilirsem
ona ulaşabileceğime inanıyordum. (s.83)
Dinler,
en güçlünün en zayıf üzerinde kurmak istediği baskıyı frenlemekten başka ne işe yarar?
(s.84)
İkiyüzlülük ve aptallığın izlerini taşımayan bir tek din var mıdır Therese? Hepsinin içinde ne görüyorum
biliyor musun? Mantığı ortadan kaldıran sırlar, doğayı hiçe sayan
dogmalar ve alay ve tiksintiden başka bir şey uyandırmayan grotesk törenler. Bunlar arasında aşağılanmayı ve nefretimizi özel
olarak hak eden ise Therese, içinde doğduğumuz söylenen bu
barbar Hıristiyanlık yasaları değil midir? En dayanılmazı bu değil mi?... Kalbimizi ve ruhumuzu bu kadar tiksindiren başka bir
din olabilir mi? (s.84)
Mantıklı insanlar, bu ürkütücü kültün beş para etmez, havarisinin karanlık sözlerine, mucize iddialarına nasıl inanabilir? Daha önce, halkı etkilemeyi bu kadar başarabilen bir hokkabaz gelmemişti dünyaya! Dünyanın en verimsiz topraklarından birinde,
bir yosma ve bir askerden doğan bu cüzzamlı Yahudi, dünyayı
yaratan kişinin bir parçası olduğunu iddia etmeye cesaret eder! (s.85)
Ne kadar duyarlı
olursanız, dürtüleriniz o kadar acı verir size... (s.93)
Sen öptüğüm ilk kadınsın, dedi bana kont ve aslında, ruhumsun... çok güzelsin küçüğüm; ruhun bir sağduyu ışığı yayılmış! Bu sevimli kafa nasıl olmuş da bunca zaman karanlıkta
kalmış!
(s.94)
Yalan yere yemin etmek, bir günah söz konusu olduğunda erdemdir, diyordu trajik şairlerimizden biri; ama yalan yemin etmek, bu yola başvurmak zorunda kalan ince ve hassas bir ruh
için, her zaman dayanılmaz bir durumdu. Rolüm beni boğuyordu. (s.98)
Bir zamanlar
uğruna hayatımı tehlikeye attığım bu adam, bana en küçük bir
merhamet gösterme lütfunda bile bulunmuyordu.
(s.101)
Pişman değildim; ruhum temizdi ve beni asla terk etmeyecek olan eşitlik ve erdem duygularına fazla kulak
vermekten başka bir kötülük yapmamıştım. (s.105)
İnanılmaz bir zerafet; üstüne üstlük dünyanın en güzel sesi; bunlara
ek olarak düşünce tarzı, canlılığıyla doğanın yarattığı en güzel
ruhlardan biri. (s.106)
Erdem bazı insanlar için zaten olanaksızdır; doğada tutkulara karşı çıkan bir erdemin bulunabileceğine nasıl inanabilirsiniz? Ve eğer doğada bulunmuyorsa, nasıl iyi olabilir?
Hiç şüphe yok ki, yalnızca içindeki kötülüklere erdemlerle karşı
koyan insanlar tercih edilecektir... Tek olasılık da budur, bir varlığın bedenini ve organlarını iyiliğe teslim etmesinin tek olasılığı
budur; bu varsayıma göre, kötü eğilimler de son derece gereklidir. Bir şeyin gerekli olması için karşıtının da olması gerektiğine
göre, erdemin gerekliliğini nasıl kanıtlayacaksın bana? Size şunu
söylemişler: Erdem diğerleri için gereklidir; bu anlamda, iyidir;
zira, diğerleri iyi olandan başka bir şey yapmamayı kabul ederse,
ben de, yalnızca iyilikle karşılaşırım. Bu açıklama safsatadan
başka bir şey değildir; diğerlerinden edineceğim birazcık iyilik
için, onların erdemli davranıyor olması karşılığında, benim de erdemli olmam zorunluluk haline gelir ve bana hiçbir zararı olmayan milyonlarca hazdan fedakârlık etmem gerekir. Verdiğimden
daha fazlasını alarak, kötü bir alışveriş yapmış olurum; erdemli
davranarak kazanacağım mutluluk, yoksun kalacaklarımla kaybedeceğimden daha az olur; bu denklem eşit olmadığından, kabul etmek zorunda değilim ve hiç şüphe yok ki, erdemli olarak,
diğerleri adına üstleneceğim acılar kadar iyilik yapmak varlığıma
aykırı olacağından, diğerleri adına bana acıya malolacak bir mutluluk sağlamayı reddetmem daha doğru olmaz mı? Geriye ahlaksız kalarak verebileceğim zarar ve herkes bana benzediği takdirde başıma gelecek kötülükler kalıyor. Tamamen kötülükten oluşan bir döngünün varlığını benimseyerek, şüphesiz riske giriyorum, bunu kabul ediyorum; ama riske attıklarımdan dolayı yaşaııs
yacağım acı, diğerlerinin riske atmasını sağladıklarım la telafi
ediliyor; işte böylece denge sağlanıyor, böylece herkes eşit ölçüde mutlu olabiliyor: Bazılarının iyi bazılarının kötü olduğu bir
toplum içinde mutlu olmayanlar ve mutlu olmayı bilmeyenler de
var, çünkü bu karışımda, başka bir durumda olmadığı kadar tuzakla karşılaşılıyor. Karışık bir toplumda, çıkarlar da çeşitlidir:
İşte kötülüklerin sonsuzluğunun kaynağı da budur; herkesin çıkarlarının aynı olduğu türden bir toplumda, onu oluşturan her birey, aynı zevklere, aynı eğilimlere sahiptir, herkes aynı hedefe
yürür, herkes mutludur. Ama, sizin gibi aptallar, kötülüğün mutluluk getirmediğini söylüyorlar. Hayır, iyiliği yüceltmek işinize
geliyor. (s. 118-119)
İnsan, iyi bir amaca hizmet etmek üzere yaratılmadığını düşünecek kadar körleşebilir mi? Tanrıyı algılama gücü
ve yeteneğinin ona verilmesinin ondan istenen görevleri yerine
getirmesi için olduğunu nasıl anlamaz? Tanrıdan gelen kültün temeli, bizzat temsilcisi olduğu erdemden başka ne olabilir? Bunca
güzelliğin yaratıcısının iyilikten başka kuralı olabilir mi? Ve
kalplerimiz, iyilikle dolu olmadıklarında onun hoşuna gidebilir
mi? Bana öyle geliyor ki, karşımda ruhu hassas kişiler olduğundu, bu yüce Tanrıya karşı aşk esinlemek için başka motifler kullanmama gerek kalmaz. Bize bu evrenin güzelliklerinin zevkini
çıkarma fırsatı vermesi bir lütuf değil midir ve biz böylesi bir
iyilikten dolayı minnet borçlu değil miyiz? Ama daha güçlü bir
mantık, evrensel yükümlülükler zincirimizi tanımlıyor; insanlarla
da mutlu olmamızı sağlayacak bu yasanın gerekliliklerini yerine
getirmeyi neden reddedelim? (s.121)
Neden, inançlı kalbim, bana her an, bu
ilahi varlığın varolduğunu gösteren kanıtlar sunarken, yanılgıya
düşmüş insanlarla bir olup “Tanrı yoktur” diyeyim? Belki de delilerle birlikte hayal kurmak, sağduyulu insanlarla birlikte düşünmek daha iyi olur? Yine de her şey şu temel prensipten çıkıyor:
Bir Tanrı varsa, bu Tanrı bir kültü hak ediyor ve bu kültün temeli, tartışmasız bir şekilde erdemdir. (s.122)
Bir insanı,
benzerinden kurtulmaya iten bir etkinlik tarzını sonsuza dek inkar etmemize neden olan bu hayata, ne kadar da komik bir anlam
yüklüyoruz. (s.127)
Dünyanın
en güzel gözlerine, soylu çizgilere ve mümkün olabilecek en dürüst, en yumuşak, en nazik bir ses tonuna sahipti.(s.136)
Kalbimin bana söylediklerini ve durumumun el
verdiklerini uygulayamamaktan dolayı suçlu sayılabilir miydim? (s.143)
Ey Yüce Tanrım! diyordum kendi kendime, kalbimde, ardından bir acı sürüklemeyecek herhangi bir erdem barındıramayacağım galiba! (s.150)
Sevgili dostum, diye devam ettim içtenlikle, sen
de benimle birlikte savaşmak ister misin, kaybetmeyeceğimize
yemin ederim?.. İster misin? (s.167)
Evrenin dörtte üçü,
gülün kokusunu güzel bulur; oysa bu, onu kötü bulabilecek dörtte birinin yanıldığını doğrulamayacağı gibi, bu kokunun gerçekten de güzel olduğunu kanıtlamaz. (s.179)
Yasalarınız, ahlağınız, dininiz,
darağaçlarınız, cennetiniz, tanrılarınız, cehenneminiz, şu ya da bu
söylemin geçerliliğini yitirdiği kanıtlandığında, herhangi bir bağ,
akan yakıcı kan ya da hayvansı ruhlar bir insanı acılar ve ödüllerin öznesi haline getirmeye yettiğinde ne yapacaksınız? (s.181)
İnsanların dünya üzerinde benden zalimce esirgedikleri
huzuru aramaya gideceğim. Bu sözler kalbimi parçaladı; sağlam görüntümü korumak için
allak bullak olduğumu gizliyordum, ama o anda, içten içe, bir canavarın kurbanı olan bu zavallının bahtsızlığına çözüm bulmak
için gerekirse hayatımı bin kez feda etmeye söz verdim.
(s.219)
Kureyşler adıyla
tanınan Araplar, kız çocuklarını, yedi yaşına gelir gelmez Mekke
yakınlarındaki bir dağa gömerlerdi, zira bu aşağılık cinsiyetin
gün görmeyi hak etmediğini söylüyorlardı. Kral Aşem’in sarayında, en küçük bir sadakatsizlikten şüphe edildiğinde, prensin
şehvet oyunlarına hizmette en küçük bir itaatsizlikte bulunulduğunda ya da prensin keyfi kaçırıldığında, cezalandırma adına en
korkunç işkenceler söz konusu oluyordu. Ganj kıyılarında kadınlar, efendileri onlardan zevk alamaz hale geldiğinde dünyada varolmaları gereksizmiş gibi, kocalarının külleri üzerinde intihar
etmeye mecbur tutuluyordu. Başka yerlerde, kadınlar vahşi hayvanlar gibi avlanıyordu, ne kadar öldürülürlerse o kadar şeref duyuluyordu, Formoza’da ise, hamile kaldıklarında linç ediliyorlardı. Alman kanunları yabancı bir kadını öldürenleri yalnızca on
ekü ceza ödemeye mahkum ediyor, kendi kadınını ya da bir fahişeyi öldürenleri ise hiç cezalandırmıyordu. Her yerde, tek kelimeyle, tekrar ediyorum her yerde kadınlar aşağılanıyor, hırpalanıyor, din adamlarının boş inançlarına, kocalarının barbarlıklarına ya da şehvet düşkünü adamların kaprislerine kurban ediliyordu. (s. 233-234)
Bana anlattıklarınızın iğrençliğinin farkında mısınız! Zalimsiniz. (s.243)
İyilik yok; doğada iyilik, kölenin efendisini sakinleştirmek ve ona daha yumuşak davranmasını sağlamak için
kullandığı zayıflara özgü bir karakterdir. (s.244)
Sefalet içindekilere yardım etmek kadar hoş bir duygu olabilir mi? Kendimizin de acı
çekmesinden duyduğumuz korkuyu bir kenara bırakalım. Birini
sevindirmekten daha büyük bir tatmin olabilir mi?
(s.244)
Merhametli bir adam, güneş ışığı gibi, çevresindeki
her şeye zenginlik, huzur ve neşe saçar; ve bu ilahi ışık odağından
çıkan doğa mucizesi, en büyük mutluluğu diğerleri için çalışmak olan
dürüst, nazik ve hassas bir ruhtur. (s.245)
Bana yol gösteren
ölüm kokan yıldız, masum da olsam ölümden başka bir yere götürmüyordu beni. Diğer yollar ahlaksızlıklarla doluydu ve bunlardan biri diğerlerinden daha aç korkunçtu.
(s.248)
Cehennem den
korkmuyor, cenneti özlemiyorum; ama korkunç bir ölümün vereceği acılardan çekiniyorum; ölürken acı çekmek istemiyoru(s.272)
Madam, dedim ona, eğer bütün bunları işlediğiniz günahlara
borçluysanız, sonuçta her zaman adil olan Tanrı, sizi uzun süre
refah içinde bırakmayacaktır. (s.280)
Kötülüğün insanların çıkarlarıyla çatıştığını söyleyebilir misin bana? Kötüler ve iyilerin
eşit oranda olduğu bir dünyada kabul edebilirim, zira birilerinin
çıkarı diğerlerini gözle görülür şekilde şok edecektir; ama tamamen yozlaşmış bir toplumda bu olamaz; kötü olan dışında her şeyi dışlayan kötülerin, kendi içinde ona zarar verenler dışındaki
kötülükleri vurgular ve her ikimiz de mutlu oluruz. (s.281)
Bana hala Tanrıdan mı söz
ediyorsun; eh! Bu tanrının düzenden ve sonuç olarak da erdemden hoşlandığını kim kanıtlayabilir sana? Sana sürekli olarak
adaletsizlik ve düzensizlik örnekleri sunmuyor mu? İnsanlara savaş, salgın hastalık ve kıtlık göndererek, her yerinde kötülüğün bulunduğu bir evren oluşturarak mı gösteriyor sana iyiliğe olan
sonsuz aşkını? Kendisi de kötülükler aracılığıyla hareket ettiğine,
eserlerinde her şey kötü ve yoz olduğuna, isteklerinde her şey
günah ve düzendışı olduğuna göre, kötü insanların hoşuna gitmemesini nasıl istiyorsun? Peki bizi kötülüğe götüren bu hareketlere kim itiyor bizi? Bize ondan gelmeyen tek bir his var mı? Onun
eseri olmayan tek bir isteğimiz var mı? Ona zarar verecek ya da
onun için gereksiz olacak bir şeye eğilim esinlemesi ya da buna
izin vermesi mantıklı mı? Eğer kötüler de ona hizmet ediyorsa,
neden direnmek isteyelim kötülere? Ne hakla yok etmeye çalışırız onları? Ve neden seslerini kesmek isteyelim? Dünyada biraz
daha çok felsefe yapılması her şeyi kısa sürede düzene sokacak
ve tüm yargıçlara, yasa koyuculara, bu kadar sert bir şekilde aşağıladıkları ve cezalandırdıkları suçların bazen, kendileri uygulamasalar ve asla ödüllendirmeyi düşünmeseler de öğütledikleri bu
erdemlerden daha gerekli olabilir. (s.281-282)
İnsanların suç olarak adlandırdıklarının tam analizini yaparak başlamak gerekir; burada söz konusu olanın onların kanunlarını ve ulusal geleneklerini çiğnemek
olduğu kabul edilmelidir; Fransa’da suç kabul edilen, buradan
yüz mil uzakta olmayabilir; dünyada evrensel olarak suç kabul
edilebilecek bir etkinlik yoktur; burada kötü ya da suç olup da,
birkaç mil ötede övgüye değer ya da erdemli olan da yoktur; her
şey bakış açısı, coğrafya işidir ve bu nedenle de, başka yerlerde
kötülükten başka bir şey olmayan erdemleri uygulamaya kalkışmak ve bir başka iklimde mükemmel etkinlikler olan suçlardan
kaçınmak anlamsızdır. Şimdi, bu düşüncelerin ışığında sorarım
sana, Çin’de erdem olarak kabul edilse de, Fransa’da zevk için
ya da çıkar adına, suç olarak işlediğim bir etkinlikten dolayı
pişmanlık duymayı sürdürebilir miyim? (s.283)
- Bu dünyada suçtan korkmayanların, diye aldım sözü, öteki
dünyada ilahi adalet tarafından cezalandırılmayacağına inanıyor
musunuz?
- İnanıyorum, diye devam etti bu tehlikeli kadın, eğer Tanrı
olsaydı, yeryüzünde daha az kötülük olurdu; eğer bu kötülük varsa, ya da bu eşitsizlik Tanrı tarafından emrediliyorsa, ya barbar
bir varlıktır ya da bu barbarlıkları önleyemeyecek durumdadır.
-Beni korkutuyorsunuz madam, sizi,
karmaşık düşüncelerinizi ve zırvalıklannızı daha fazla dinleye
meyeceğım için affedin beni. (s.285)
Ne kadar da zavallı bir yaratıktım! Mutluluk yalnızca, asla
kaldıramayacağım bir acıya daha da gömüleceğim durumlarda
mı sunulmalıydı bana! Bana felaketler hazırlamayan erdemler
doğamayacak mıydı kalbimden! (s.289)
Bana hiçbir şey borçlu olmayan bu genç adamın dürüstlüğü
karşısında gözyaşlarımı tutamadım. İyi davranışlar, uzun süreden
beri kötülerine maruz kalındığında çok daha hoş geliyor.
(s.292)
- Ey erdem! diye haykırdım, bu kadar küçük düşmüş durumdayken, daha önce bir hakaret düşünemez miydin! Günahın, bu
kadar küstahça ve cezasız kalarak sana karşı koymaya ve yenmeye cesaret etmesi mümkün müdür! (s.307)
Uzun süreden beri iftiraya uğramaya, adaletsizliğe ve acılara
alışmıştım, çocukluğumdan beri erdem duygusuna teslim olurken yoluma engeller çıkacağını biliyordum; acım beni aptallaştırmış, içimi parçalamıştı. (s.308)
Gidin, beni
ölüm ve utanç arasında bir yere yerleştirmek üzere, içinde bulunduğum durumu zalimce kullanmaya cesaret edebilecek bir
canavarsınız siz; gerekirse ölürüm, ama en azından vicdan azabı
duymam. (s.309)
Korkunç bir ilahi adaletsizlikle, suçun erdemi korkutması mümkündü demek! (s.314)
Çocukluğumda, bir tefeci beni hırsızlık yapmaya itmek istedi;
reddettim. Zengin olan o oldu. Bir hırsızlar çetesinin arasına düştüm, hayatını kurtardığım bir adamla birlikte kaçtım, ödül olarak
bana tecavüz etti. Şehvet düşkünü bir senyörün evine geldim,
teyzesini zehirlemesine razı olmadığım için beni köpeklerine parçalatmak istedi. Oradan, ensest ve katil bir cerrahın evine gittim,
korkunç bir cinayeti engellemek istedim, cellat beni bir suçlu gibi damgaladı; şüphesiz bu zalimlikleri sürdürdü, servet yaptı ve
ben karnımı doyurmak için dilenmek zorunda kaldım. Kendimi
ibadete adamak istiyordum, bunca kötülük aldığım Yüce Tanrıya
içtenlikle yalvarmak istiyordum, kutsal din adamlarımızdan birinin karşısında günahlarımdan arınmayı umduğum yüce mahkeme yüzkarası kanlı bir tiyatroya dönüştü, bana tecavüz eden ve
soyan canavar kendi düzeninde en büyük onurlardan birine yükseliyor, ben ise korkunç bir sefalet uçurumuna geri düşüyordum.
Bir kadını kocasının dehşetinden kurtarm ayı denedim , zalim
adam kanımı damla damla akıtarak öldürmek istedi beni. Bir zavallıya yardım etmek istedim, beni soydu. Kendini kaybetmiş bir
adama yardım ettim, nankör bana bir hayvan gibi çıkrık çevirttirdi ve haz aracı olarak kullandı beni, çevresi saygın kişilerle doluydu ve onun evinde zorla çalıştırılmaktansa bir darağıcında ölmeye hazırdım. Alçak bir kadın beni yeni bir cinayete ortak etmek istedi, kurbanımın servetini kurtarmak için, ikinci bir kez
varolan üç kuruşluk varlığımı kaybettim. Duyarlı bir adam bana
el uzatıp yaşadığım felaketleri telafi etmek istedi, bunu yapamadan kollarımda son nefesini verdi. Bana ait olmayan bir çocuğu
alevlerden kurtarmak için bir yangının içine atıldım, bu çocuğun
annesi suçladı beni ve hakkımda bir cinayet davası açıldı. Beni
zorla tutkusu kafa kesmek olan bir adamın evine götürmek niyetinde olan en korkunç düşmanımın eline düştüm, bu şehvet düşkünü adamın kılıcından kurtulabildiysem, bunun nedeni yeniden Themis’inkinin altına düşecek oluşumdu. Servetini ve hayatını kurtardığım bir adama beni koruması için yalvardım, ondan
saygı beklemeye cesaret ettim, beni evine çekti, zalimliklere maruz bıraktı, davamın bağlı olduğu ahlaksız yargıcı da buraya çağırmıştı, her ikisi de tecavüz etti bana, her ikisi de hakaret etti,
her ikisi de ölümümü hızlandırmak istedi. Kader onları varlığa
boğmuştu, ve ben ölüme koştum.
İşte erkeklerin bana yaşattıkları, işte tehlikeli davranışlarının
bana öğrettikleri; felaketlerle sertleşmiş, haksızlıklar ve adaletsizliklerle isyan etmiş ruhumun artık bağlarını koparmaktan başka bir şey istememesi şaşırtıcı mı? (s.326-327)
Her şeyin bittiğine, artık endişelenmemsi gerektiğine ikna etmeye çalışmışlardı. Ama hiçbir şey onu sakinleştiremiyordu;
sanki bu mutsuz yaratık yalnızca acılar için yaratılmıştı ve bahtsızlığın kılıcını her zaman başının üzerinde hissediyor, onu ezecek son darbeleri önceden yaşıyordu.
(s.331)
Tüm hayatı boyunca pişmanlık duyabileceği tek bir hatası olmayan bu kız bu şekilde muamele gördüğüne
göre, ben ne beklemeliyim? (s.332)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder