02 Aralık 2023

Mine Söğüt / Başkalarının Tanrısı (Alıntılar)



Ben doğumu ve ölümü düşünüyorum, onlar hayatta kalmanın yolunu. Benim aklımda olanlar ve olmayanlar, onların aklında olacaklar ve olmamışlar. Ben hep şimdiki zamandayım, onlar hep gelecek zamanda.   Bu mudur hayat Efsun abla? (s. 9)

Bu noktada daha önce çömelmiş, vapurlara, karşı kıyıya, saraya, köprüye, camilere, martılarave denizanalarına bakarak tuhaf şeyler düşünmüş, dilenmiş, kendisini acındırmış, dünyayı umursamamış, herkesin utandığı şeylerden utanmamış, herkesin yaşadığı şeyleri yaşamamış bizim gibi insanların ve bizlere bakan ve bizlerin yanından geçip giden ve bizlere karşı acımayla öfke arası duygular besleyen başkalarının varlığının ebediliği bir bulut gibi tepemizde. (s.10)

Hepimizin geçmişinde yarım yamalak bir gerçeklik ve bolca hayal var. Anlattığımız hikâyelerden birbirimizi yarım yamalak tanıyoruz. Hepimiz birbirimizin hikâyelerine, hiç sorgulamadan, olduğu gibi inanıyoruz. Bizi bir arada tutan tek şey bu inanç. Aramızdaki bağ aslında pamuk ipliğine bağlı. Birimiz sussa, anlatmasa, kopar. Kopmuyor daha. O incecik bağın gücüne şaşırmadan, sanki her şey olağanmış gibi hep birlikte yaşıyoruz ve her şey ama her şey hakkında durmadan konuşuyoruz. (s.13)

Evet, bacakları olmayan ve yaşı yaşımın iki katı olan, zargana gibi zayıf ve yarı kaçık bir kadına aşık olabilirim ben. Farkında değilsin. (s.15)

Efsun Abla'nın geçmişi, hangisi gerçek hangisi hayal anlaşılmaz kahramanlarla dolu. (s.16)

Aklımı ne zaman terk ettim de bu kara deliğe düştüm ben? (s.16)

Kimin kim olduğuna önem veren bu dünyanın kimseye önem vermemesi üzerine düşünmeye başladığımız anda her şeyin altüst olacağını bildiğimizden olsa gerek, hiçbirimiz gerçekten kim olduğumuzun peşine düşmüyoruz. sadece hayali bir tanrının kulu olduğunu sanmak yetiyor insana. (S.17)

Şiiri sadece yazılır bir şey sanıyor Efsun Abla. Yaşanbileceğinden habersiz. Oysa kendisi bir şiirin içinde yaşıyor ama umurunda değil. Ne yaşadığı şey ne de kim olduğu. Kimsede onu umursamasın istiyor. Şimdiki zamanın insanı. Ne geçmişle bağ kuruyor ne gelecekle. “Kimsin?” desen, “Benim!” der o kadar. Hangimiz “Kimsin?” dendiğinde sadece “Benim!” diyebiliriz?
"Kimim ben?"
"Benden başka herkes."
Bu soruya her seferinde başka bir cevap buluyorum. Ama buluyorum, asla cevapsız kalmıyor soru. Bir sürü şeyim ben. (s18)

Ben Esfun Abla'yı, kendimi kaybettiğim yerde buldum. Ya da o beni kendisini aradığı yerde buldu. Emin değilim. İkisinden biri gerçek. Ve gerçek diye birşey yok. (s.19)

Her şey tam ve bir şey hep eksik. Çıkamıyorum işin içinden. Çıkamıyorum bu şehirden. Bu ölümden. (s21)

Benim gibi işe gitmek için erkenden uyananlar ve ev halkını uyandırmamak için parmak uçlarına basarak kendi evlerinde birer hırsız gibi dolananlar, hâlâ uyuyan çocuklarına odanın kapısından şöyle bir göz atanlar, mutfakta hızla bir şeyler atıştıranlar, vapuru, metroyu, servisi, otobüsü, minibüsü kaçırmamak için sık sık kolundaki/duvardaki/telefonundaki/masasındaki saate bakanlar, biz hepimiz, kadınlar ve adamlar, gençler ve yaşlılar, tembeller ve çalışkanlar, hevesliler ve bitkinler, hızlılar ve yavaşlar, şuurlular ve şuursuzlar, başarılılar ve başarısızlar, inançlılar ve inançsızlar, akıllılar ve aptallar, kurnazlar ve saflar, aldatanlar ve aldananlar... Biz hepimiz hep ve hâlâ o evlerden/evden/evlerimizden çıkıp işe/o işe/işlerimize gitmek için her sabah aynı saatte aynı şeyleri yapanlar, devamlı ve de hep birlikte aynı inançla/şuurla/korkuyla yaşamaya hazırlananlar... Her birimiz, bu döngünün dışına çıkarsak hayatta kalamayacağımızdan adımız gibi eminiz. Döngünün içinde olmakla dışında olmak arasındaki farkı düşünmek için ne zamanımız var ne de cesaretimiz. Ama heyula gibi korkularımız var. O döngüden çıkacak olursak başımıza korkunç şeyler geleceğinden eminiz de muhteşem şeyler de olabileceğini aklımız almıyor. (s. 23)

Geride kalanın ne olduğunu düşünesim yok. Önüme çıkacak olanın ne olduğunu da. Geçmişi ve sonrayı yok sayan zihnim sadece şimdiki zamanda. (s.24)

Her şeye gerçekten sahip olabildiğim tek zaman. Benimle soluk alan, benimle var olan, benim olan tek zaman. Hep içinde durabildiğim, gerçekten ve gerçek halimle var olabildiğim şimdiki zaman, şu an. Geçmişin devamlı elimden kayıp gittiği ve geleceğin de olamayacak hayaller yalanında devamlı eriyip bittiği bir hayatı terk ettiğim anda varlığını iliklerime kadar hissettiğim o muhteşem zaman. (s.24-25)

Şimdiki zamanın içinde nereye gideceğimi ya da nereden gittiğimi düşünmeden yürüyorum. (s.25)

Durup dururken, nedensizce, tüm bağlarından silkinivermiş, köklerini kendi kendine sökmüş, kendi iradesiyle toprağından kopmuş bir ağaca benziyorum. Ya devrileceğim ya da beklenmedik bir şekilde kanatlanıp uçacağım. (s. 25)

Sistem içine içine devamlı çöküyor. yeryüzünde gördüğümüz her şeyin temelinde bir enkaz. Tüm medeniyetler kendilerinden önce yıkılmış başka medeniyetlerin üzerine kurulu. Geçmişin kaderi gelecekte mütemadiyen tekrarlanıyor. İnsanlar baştan beri yeni şehirlerin hep yıkılmış eski şehirlerin üzerine kuruyor. O Yüzden en modern yapının bile hücrelerinde yıkılmış eski bir yapının izi var. Yara gibi. İnsan, o yaraların ıslaklığında yaşayan parazittir. Hayal kırıklıklarıyla geleceğe dair umutlarının birbirine göbekten bağlı olmasına umursamadan, yenenle yenilenin aynı şey olduğunu kaale almadan, çökmüş hayatlarını üzerine çöke çöke kurduğu yeni hayatları kutsamak için uydurduğu metinlere tapa tapa geldiği şu medeniyet noktasında, tarihin asalağı olarak var olmaktan başka seçeneği yoktur. (s.47)

Çünküler yok zihnimde. Geçmiş zaman kipi kayıp. Gidiyorum dedim gittim, dönüyorum dedim döndüm, diyerek yeniden katılamayacağım kadar katı kuralları olan bir dünyadan kaçıp geldim ben bu sınırsız boşluğa. Bu boşluk iyi. Bu yokluk muhteşem. Bu hiçlik büyüleyici. Hesap vermek zorunda olmadığım bir hayatın içinde, dünü de yarını da yok sayarak ve sadece şimdiki zamanda yaşayarak var olmanın büyüsünden çıkarsam, yüzleşeceklerime katlanamam. (s.64)

Matruşka, bir şairden korkunç masallar dinleyerek büyüyeceksin. Dünyanın tüm kötülüklerini bir şairin dilinden öğreneceksin. Şanslı bebek. Kıymetini bil, kimse korkunç gerçekleri çocukların yüzüne yüzüne anlatmaz. Kandırırlar çocukları Matruşka. Büyükler çocukları hep kandırırlar. Biz seni hiç kandırmayacağız. (s. 73)

Hülya'nın en vahşi hikayesi belki de şimdilerde kendisini ehlileştirmek istemesi. Ve bunu asla becerememesi. Peki nasıl böylesine vahşileşmişti? (s.75)

Aklımdan geçenin vahşeti kalbime işler diye çok korktum. Hala da korkarım. Emin olamam kendimden. Bir gün benden adalet dağıtmam istense kasılır kalırım. Bilemem haklı kim haksız kim. Doğru ne yanlış ne. İyi nerede kötü nerede? Bunları bilmemek benim en vahşi hikayem şair. Belki de o yüzden unuttum her şeyi. (s. 77)

Sadece dinliyoruz birbirimizi . Gerçekleri anlamak zorunda değil kimse. Biz de gerçeğin peşinde değiliz zaten. Birbirimizin peşindeyiz. Birbirimizin gerçeği her neyse, onu öylece kabullenebiliriz. (s.79)

Efsun Abla'nın her ânı vahşi. Hiçbir şeye boyun eğmiyor. Hiçbir şeye eyvallahı yok. Sözünü sakınmıyor. Kendisini ezdirmiyor. Ve herkesi, her şeyi eziyor . Kensi bacaklarını kesmiş bir kadın o, bizi neden biçip doğramasın? (s.79)

Önemli olan insanın kendisinden başkasına bakmayı bilmesi. O zaman biz de bir başkası olduğumuzu anlarız. İnsanın en büyük meselesi kendisini anlamlandırmasıdır şair. (s. 86)

Sen kendini ne kadar anladıysan, başkalarını da o kadar anlarsın. Kendi aklının sınırlarını aşamazsın. Kim olduğunu anlamak istediğin her insanda, kendinde ne kadarını anladıysan o kadarını anlarsın. Yok, illa başkalarını anlayacağım diyorsan, önce kendini unutacaksın. Kendini!
Sen unutabiliyor musun kendini? (s.86)

Unutmayı bir erdem, bir üstün yetenek, bir ayrıcalık olarak görmek istiyor.  Hiçbirimizin ulaşamayacağı bir mertebe. Ondan başka kimselerin yakasına iliştirilmiş biricik rütbe. (s.91)

.. hatırlamakla lanetliyiz biz. (s.91)

Bu hayatı göklerde uçarak ya da toprak altına girip çıkarak yeniden ve bambaşka bir yerden anlamaya çalışmakla şehrin içinde sürünerek, evsiz kalarak, kendisini öldürmekle öldürmemek arasında bocalayarak, yaşlı bir orospuya aşık olarak, genç bir orospuya kapılarak, çöpte bulunmuş bir bebeğe sahip çıkarak  ve her şeyi unutmuş bir adamın yedek hafızası olmayı göze alarak geçirmek arasındaki farkı  düşüne düşüne, bir yere bir gökyüzüne bakarken tepemde bir martı beliriyor
. Kanatlarında müşfik bir beyazlık, sesinde nobran bir hoyratlık. Bağırıyor bana yukarıdan yukarıdan. (s.94)

Ben ne kadar kendime ait olmayan bir hayat yaşıyorsam o da o kadar kendine ait olmayan bir hayat yaşıyor. (s.97)

Öldürdüğüm adamın hayaleti peşimde. Polisin değil bir ölünün beni kovaladığı sanrısıyla kendimi bambaşka bir yerden, korkularımdan yeniden tanıyorum.  Hayat bana bir cinayet işleyebileceğimi ve yakalanmaktan değil yüzleşmekten korkacağını anlatıyor. Ben anlamak istemiyorum. (s. 98)

Ben olsam sana tüm ödülleri veririm. Bütün birincilikleri. Bütün nişanları takarım, bütün madalyaları. Başını, omuzlarını, kollarını rengârenk çiçek lerden taçlarla donatırım. Bir taht yaparım sana, bir baht yazarım sana, bir krallık kurarım sana. Yaşadıklarının hepsini anlat, o anlattıklarının içinde ben de olayım isterim. Senin hikayenin son kahramanı olabilmek için canımı veririm. (s.102)

Bizi duymuyor gibi, gözlerini ileri doğru uzattığı ellerine sabitlemiş, belki de ilk kez, "Kendim ben?" diye düşünüyor. Oysa kimse kimdi, bunu en iyi o biliyor. Bazen en iyi bildiklerimiz hiç bilmediklerimizdir. (s.102)

Biz birbirimize bir şey sormadığımız için, biz diye bir şey var. Kimse kimsenin gerçeğiyle ya da yalanıyla ilgilenmiyor. Bu küçük klanda herkes o yüzden dilediği haliyle var olabiliyor. Ben bile. (s.103)

Ben hiç korkmadım ama korku saldın mı desen, çok derim. (s.116)

Sen kimsin Efsun Abla? Sen nesin? Bu ağır hikayenin hayatta kalabilmiş tek kahramanı olmanın acısını, ölmüşleri zihninde hala canlı tutarak mı çıkıyorsun? Hiçbir yeri ve hiç kimseyi terk etmiyorsun. (s.117)

Ölülerini gömmüyorsun. Öçlerini alıp bitirmiyorsun. Acılarını bile çekmiyorsun Efsun Abla. Kestiğin bacaklarını köpeklere atan adamı ben öldürdüm, sen öldürmüyorsun. O bacakları yiyen köpekleri ellerinle beslemeye devam ediyorsun. Hayaletlerle sarılı her yanın. O hayaletlerin çekip gitmesine izin vermiyorsun. (s. 117)

Hadi, bir şairin yapacağı ve yapamayacağı şeyleri düşünelim. Şair her şeyi ama her şeyi yapabilir. Hırsızlık yapabilir, cinayet işleyebilir, yalan söyleyebilir, ailesini ter edebilir, olmayacak insanlara aşık olabilir, sevişilmeyecek insanlarla sevişebilir, gidilmeyecek yerlere gidebilir, dönülmeyecek yerlerden dönebilir, kurulmayacak hayaller kurabilir, görülmeyecek rüyalar görebilir. Bir şairin her hangi bir insandan tek fazlası vardır. Kelimelerle sadece büyü yapmayı değil kara büyü yapmayı da bilir. İnsanlığın aklı olsa, Ortaçağ'da kadınlardan önce şairleri yakarlardı. (s.120)

Öfke onun en gösterişli sevme biçimlerinden. (s.121)

İnsan ilişkilerinin mikro boyutta tüm çıkmazlarını deneyimlemek için iki kişinin kısa bir süre bir araya gelmesi yeterli. (s.125)

Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil. (s.126)

Senin bir bir tanrın mı var?
Benim tanrım falan yok. Ama başkalarının var. Kendi günahlarını temizlemek için bize para verenlerin tarısı bizimde tanrımız sayılır. (s.127)

Hayat ona ne kadar acımasızsa o da bize o kadar acımasız. Tutarsızlıklar üzerinden bir adalet kuruyor ve o adaletin üstünlüğünden zerre taviz vermiyor. Sadece doğru bildiğini savunmak için hepimizi bir kalemde eziyor. (s.128)

Ben aşık olduğum kadının aşık olduğu adamı öldürdüm. Ben aşk için aşkı öldürdüm. Bir sineği bile öldüremeyen ben, öldürdüğüm adamın cesedini köpeklere yedirdim. Ve dinlere karşı verilen bireysel, küçük ve nafile bir savaşta gerçekliğe kurban gittim. (s.128)

Hayat yine hep birlikte gördüğümüz ve hep birlikte dirilip dirilip öldüğümüz tuhaf bir rüya. (s.132)

Bir koca/baba olmanın ağırlığıyla hafifliği, ikisi birden üzerime aynı anda çöküyor. Terk ettiklerimle terk edemediklerim, sorumluluklarımla sorumsuzluklarım, varlığımla yokluğum hep birlikte hem büyük bir anlam yükleniyorlar hem de dibine kadar anlamsızlaşıyor. (s.137)

Kalabalıkların ortasında saklanmak bazen kuytularda saklanmaktan daha güvenlidir. (s.145)

Aklımda, cevabı kendisinden daha önemsiz yığınla soru. (s.152)

Başı kopmuş ama kalbi henüz durmamış bir hayvan gibiyim. Kendimi yok ederek yeniden var olmak hevesiyle şehrin bir ucundan diğer ucuna doğru yürüyorum ve denize varmak istiyorum. (s.153)

Sezgileri körelmiş insanlar, sadece kendi adımlarının derdinde, ulaşmak istedikleri hedefe gitme gayretiyle yanı başlarında olup biten onca şeyi görmeden, hiçbir şeyi görmeden, kör gibi, akılsız gibi, kötü gibi sadece kendilerini düşünerek, ilerliyorlar. Yoksa geriliyorlar mı? (s.154)

Küllerinden yeniden doğmaz kimse. Bir kere tutuştun mu, artık bitersin. (s.154)


2 yorum:

  1. mine söğüt iyilerden ebeet :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Derin, senin yorumların neden spama düşüyor. Blogger = sen demek :) Neden oluyor bu :)

      Sil