09 Ekim 2020

Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar (Alıntılar)

Geçen yazımda bahsetmiştim bu kitapla ilgili düşüncemi, bunun üzerine  Lady Wednesday'in yorumu geldi. Onun için kitapta altını çizdiğim alıntıları paylaşmak istedim. Lady gibi Tezer kitaplarını okumamış yada okumak isteyenlerin Tezer hakkında bir fikri oluşur belki diye.
İyi okumalar

Önsöz- Leyla Erbil 1994

Tezer Özlü ile iki konuda birbirimize söz vermiştik.
İlki evlilik kurumunu, kocaları, daha çok eşlerimizi anlatacak birer roman yazmaktı. Ben sözü Mektup Aşkları'yla yerine getirmeye çalıştım. Yazık ki Tezer, kendininkini yazmaya fırsat bulamadan, benimkini de göremeden hayata veda etti.
İkinci sözümüz ise, mektuplarımızı yayınlamaktı.

Hepimizin hayatında karşılaşmaktan, dostluk etmekten pişmanlık getirdiğimiz insanlar olmuştur. Hayatımızı güzelleştiren karşılıklı olarak yüreklerimizi değiştirdiğimiz insanlar da. Tezer Özlü benim yaşamımda, ne şanslıyım ki sayıları pek de az sayılamayacak derin dostluklar kurabıldığım bir kişi olarak yerini aldı.

Özverinin, kardeşlik duygusunun silinip, kullanmanın, çıkar ilişkilerinin egemen olduğu bir dünyada dostlar olmadan ne yapardık bilemiyorum.. (s.7. Önsöz- Leyla Erbil 1994)

"Bu adam benim ölümüm Leyla" diye tanıştırıyor sevgilisini. "Bak bak bu benim ta kendim! Kafatasım bu; kendi ölümüm!" (s.11)

Türkiye, aslında aşığı olduğu bu topraklar acılarına acı katmıştır Tezer'in.
Din kökenli ilkellik, resmi ideolojinin sarmalında özgür aklı boğmuştur bu ülke.
Buyurgan, yasakçı, ataerkil toplumun yatışmak bilmez gizli şiddeti, sadece on yılda bir sıkıyönetim dönemlerinde değil, sivil yönetimlerde de insan ilişkilerinin tüm alanlarını kaplamış, yurttaşların tümünü hasta etmiş, cehemmene çevirmiştir yaşamı. Hele Tezer gibi kozmopolit kültür sahibi insanlarınkini.. (s.13)

Sabah görüştüğümüzde bir kez daha bu ülkeyi terk edeceğine yemin ediyor.(Tezer Özlü) Mücadeleyi sürdürme lafları ediyorum ben, o ise, "burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu!" diyerek sürekli yineliyor... Hâlâ da öyle değil mi? (s.14)


-Mektuplar-

21 Haziran 1982 Berlin
Sevgili Leyla

Bundan sonra bana hangi insan ne verebilir, diye düşünüyor ve Türkiye'de tanıdığım insanları bir anda kafamdan geçiriyordum. Zaten bana orada bir şeyler veren tek dostum Leyla, diyordum kendi kendime, senin yanına bir kişi koymaya, bulmaya çalışıyordum. O sırada Deniz senin mektubunu getirdi.
Tabi sende, ya da bende sana benzeyen çok yönler var. Mektubunu okuduktan sonra otobüs beklerken bunları düşündüm. erkeklerin beğendiği istediği bir kadınsın. Hep sevildin. Güzelsin, temizsin. (Pis kadın olur mu diyeceksin.) Ama kimlerin pis olduğunu sen de çok iyi biliyosun. Sonra senin, benim gibi ( Galiba kendimi çok koydum bu işin içine) eleştirici yanın çok güçlü. Sonra cin gibisin, bir kere kendikendini iyi gözlüyorsun. Bu gariban insanlar ne kendilerinin, ne yazdıklarının farkındalar. Zaten farkında olsalar bunları yazmazlar. Cahil insanlar. (s.29)

Bizim D., E. gibi (düşünürlerimiz) Türkiye'yi o denli tanıtmamış ki, herkes bizi şalvar giyer, başını örter, yazsa yazsa geri kalmış bir toplumun geri, egzotik öykülerini yazar diye düşünüyor. (s.30)


9/10 Ekim 1982 Berlin
Sevgili Leyla'cığım

Sana ne kadar uzun süredir yazamadım.
....
Sevdiğim kitapları yeniden okumak, sözcükler, dünyayı sözcüklere çevirerek algılamak. Bunun dışında her birey bana çözümlenmeyecek bir dünya gibi görünüyor. Bu korkular birer fantazi gibi tabii. (s.33)

Burada kapitalist gelişimin bunalımını yaşayan insanların çıkmazı ve sorunları bizden daha mı güç bilemiyorum. Bu açıdan dönecek bir yerimin olması beni çok mutlu kılıyor. Dönecek yeri düşünürken, döneceğim yerdeki değer ve mutlulukları düşünürken de, senin yerin ne denli büyük bilemezsin. Sana günlerce anlatabileceğim gözlemlerim var. (s.34)

Artık ikiyüzlü ilişkileri yürütemeyeceğim. Geçmiş ola. (s.34)

Türkiye'de edebiyat cahillerin elinde. cümle kurma estetiği olmayan, düşünceleri de bunamayı kanıtlayan herkes tuttu. Şaşılacak şey. Oysa Can Yücel gibi büyük bir şairin adını bile geçirmiyorlar. (s.35)

Artık bir kent insanı değilim. doğayı, sessizliği ve küçük kasabaları seviyorum. (s.44)


22 Mayıs 1984
Sevgili Leyla'cığım

Mektubunu aldığımdan beri, kafamda sana yazıp duruyorum, ayrıca bu büyük sevinci, sana yazmanın mutluluğunu belki bilinçli olarak biraz sakladım durdum.Yaşamımda birlikte olmaktan hiçbir an sıkılmadığım ender insanlardan biri sensin, bir ikincisi var mı, bilmiyorum. Sıkılmak bir yana, tam aksine içim direnç ve yaşam sevinciyle dolmuştur, beni hep coşturmuşsundur.
Düşümcelerimi dilediğim doğrultuda yönlendirebildiğim günlerde herşeyle çok mutlu oluyorum. (s.47)

İnsanın kendisi kadar duygulu bir insanla bir sevgiyi bölüşmesi, birbirine sevgiyi aktarması ve o insanla bir arada yaşaması ne kadar güzel, ama o kadar zor ki. (s.49)


16 Temmuz 1984 Zürih

Biz, Türkiye olarak gerçekten yalnız kalmış, batılılaşma sürecinin de artık içinde boğulmuş bir durumdayız, ama bu durumdan belki sıyrılırız. (s.53)


20 Temmuz 1984

Burada 100 yaşını bulan, 20 yıl bitki gibi yaşayan insanlar var. Yoğun yaşayıp, ölebilmek de güzel. (s.55)


27 Ağustos 1984

Özlediğim sessizliğe kavuştuğum için mutluyum. Ama bu sessizlik de koşullu, her olgunun içerdiği çelişkiyi sen çok iyi bilirsin, yaşamışsındır, sürekli yaşarsın. Senin gibi bir yakınuım olduğu için mutluyum. (s.59)


3 Ocak 1985 Zürih

Burada en çok seni arıyorum. Ne önemli, yeri doldurulamaz bir doşlukmuş, dostlukmuş...

Aslında memnunluk ya da rahatsızlıklarımızın tümü kendi içimizden kaynaklanmıyor mu? Türk edebiyatında çığır açmış bir yazar olmana karşın, çağdaşlarının geriliği nedeniyle cahillerin baskısı altında kaldın. Ama bu, yalnız sana özgü bir durum değil, tüm ülkelerde örneği var. seni anlayan, seven, değerini bilen mutlak önemli bir kesim var, bu kesimde hiç de küçük değil. Zamanlara dayanacak bir öncüsün. Senin gibi bir kadın - kadın olmasın, kadın demeyeyim, insan- kiminle yaşarsa yaşasın, sorunlar olacaktır. Bizler belki de kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belkide toplulumumuz buna el vermediği için evlilikler yapan kadınlarız... Paris, New york gibi kentlerde olsaydık, belki başka türlü yaşardık... bilmiyorum. Ama İstanbul'da da çok derin yaşadığımızı, içten insanlar bulduğumuzu... burada daha iyi algılıyorum. (s.60)

İlk kez çocukluğumdan uzaklaşıyorum. Kendi zamanım içindeyim. (s.61)

İnsanların birçoğu depresif. Burada depresyon çok yaygın. O yüzden ben de kendimi uzak tutuyorum. (s.63)

13 Ocak1986
Sevgili Leyla'cığım

Kendim de hastalığın neden olduğu depresyon ve üzüntüleri yenmeye çalışıyorum. Zaman geçerse iyi olacak. Okuyorum, yürüyüşe çıkıyorum. İstanbul'da sizlerle olsam daha mutlu olurdum, burada hep yalnızım. Yalnız olunca insan acı düşüncelere saplanıyor. ama iyi olacağıma inancım büyük. Gözlerinden öperim. (s.69)
 

Bu Tezer özlü'nün son mektubuydu, iyi olacağına umudu vardı fakat  18 Şubat 1986'da eşi Hans Peter'in  kollarında kansere yenik düştü. Işıklar içinde uyu Tezer.



7 yorum:

  1. Tezer Özlü'yü severim, özellikle son yıllarında kanser ve depresyon ikilisiyle mücadele ederken yazdıkları insanın içine işler.. Leyla Erbil'i ise sanırım bu arkadaşlıktan olumlu anlamda çok beslenmiş, kendi yazınına psikolojik öğeleri eklemesinin temel nedenini ben hep bu dostluk olarak düşünmüşümdür.. Fakat yukarıdaki fotoğrafta ikisini de zor tanıdım :) Tezer Özlü'yü hep 60'ların başındaki haliyle Leyla Erbil'i ise nedense 2000'lerdeki yaşlı haliyle getiriyorum gözümün önüne :) Teşekkürler, çok bir yazıydı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler hoşgeldiniz. Tezer'in son dönemlerinde ki fotoğrafları gerçekten o bildiğimiz suretinden bambaşka. Hep bildiğimiz Fotoğraflarını koymak istedim ama kitabın dışına çıkmayayım dedim.

      Sil
  2. fotiyi görmemiştim daha önce, tezerin son zamanları olmalı, hasta duruyor zaten, 80 ler yani, tezer hastanede öldüğünde almanla evliydi, kocası bir an için eve gittiğinde ölmüş tezer, kocasına yanımda ol demiş ama kader işte, tezer en sevdiğim yazarlardan, abisi demir ile birlikte, bütün kitaplarını defalarca okudum ve her yeni baskısını alıyorum, onun trieste gezisini yapıcam işallah, bir de venedikte ölüm (mann) filminin çekildiği otele gidiyor, kitabında var, oraya da gidicem işallah, leyla erbil onun kankası evet, bunu okumadım, bir de edgü ile var, onu yeni aldım, tezer aslında neşeli biri, kızıyla hep şakalaşıyor, yazarken hüzünlü ama, hastalıkları nedeniyle işte yazarken bazen karamsar olabiliyor, onu depresif buldukları için doktorlar okumayın diyor ama ben onu hiç bir zaman depresif bulmadım yaa, onu okurken yaşama sevinci geliyor banaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevgili Deep'cim, kitapta Leyla Erbil, "18 Şubat 1986'da Hans Peter'in yurdunda, onun karısı olarak, onun kollarında, Kanton Spital Hastanesin de yaşamı sona erdi", diyor. Yalnız öldüğüne dair bir kaç yazı okumuştum bende ama öyle değilmiş.

      Tezer Özlü benim için başkaldıran bir melankolik. Deprefis demeyeyim hadi :)

      Sil
    2. Pardon araya karışacağım ama sanırım bu yanlış anlama Alman hastane yapısından kaynaklanıyor olabilir. Burada malesef "refakatçi" diye bir sistem olmadığı için zaten herkes yalnız ölüyor, tam ziyaret anına denk getirmeyi başaramasanız ölümü... Ama evet son yıllarında sanırım yeterince "senin kollarında ölmek, ölmelerin en güzeli" yaşamıştır diye düşünüyorum ben de, (görece) uzun sürdü çünkü hastalığı :(

      Sil
  3. Paylaşımın için teşekkür ederim. Hassas ruhlar için dünya cehennemdir diye boşuna dememişler. Virginia Woolf'u, Sylvia Plath'ı okudum. Tezer Özlü de ruh olarak çok benziyor onlara. Üzülerek okudum.

    YanıtlaSil