Ben oldum olası taşkın, abartılı biri oldum zaten, çünkü
tek başıma, bana uyan bir iklim yaratmaya çalışıyordum. (s.14)
Bütün maceraperestlerin sonu felakettir. Belki de geçiş
işlemini, zihnin yaşamını duyuların yaşamına dönüştürme simyasını
becerememişlerdir. (s.14)
Sen özgür ve hasarsız görünüyorsun, hayat dolu ve
yarasız beresiz. (s.17)
Bir insanı, bir yeri, bir ruh halini, geçmiş bir yaşamı
aklımızdan silmiş gibi görünebiliriz, oysa bu arada aynı dramın yeniden
sahnelenmesi için yeni bir oyuncu kadrosu seçmekte, unutmaya çabaladığımız
dostun, aşığın ya da kocanın benzerini, en yakın suretini aramaktayızdır.
Sonra, bir gün gözlerimizi açarız ve kendimizi aynı kalıbın, aynı desenin içine
kıstırılmış, aynı öyküyü yinelerken buluruz. Başka türlü olabilir miydi zaten?
Desen, şablon bizim içimizden geliyor. Dahili, içsel bir şey o. (s.18)
Bilinmeyenin içindeki bilineni keşfedinceye dek huzura
ermeyeceksin. Bu gezginler gibi etrafta dolanıp duracak, sana memleketi
anımsatan lezzetleri arayacaksın; tekila yerine coco cola’nın, papaya yerine
mısır gevreğinin özlemini çekeceksin. İşte o zaman uyuşturucunun, narkozun
etkisi yok olacak. Ten rengindeki, törelerdeki ya da dildeki bir avuç
farklılığın dışında, hâlâ aynı tür insanla ilişkide olduğunu keşfedeceksin,
çünkü her şey senden, senin içinden kaynaklanıyor; örümcek ağını ören sensin.
(s.18)
Bedenini anılardan arıtmak, kendini geçmişinden yıkamak
ister gibi, yeniden suya daldı. Tekrar göründüğünde ışıl ışıl parlıyordu,
pürüzsüzdü ama özgür değildi. Sözcük içine işlemiş, göğsünde oksijen azlığının
yol açtığı türden bir çarpıntı yaratmıştı. Gerçeği aramak, bir kâşifin derin
denizlere dalması ya da olmayacak yüksekliklere tırmanması gibidir. Her iki
durumda da sorun oksijendir; ister çok yukarıya çık, ister çok derine in.
Bildik, yansız dünyanın dışındaki her dünya soluk alma güçlüğü yaratır. Mistiklerin,
sufilerin soluk alıp vermenin başka yollarına inanmalarının, her farklı deneyim
alanı için farklı bir soluma tekniği uygulamaya çalışmalarının nedeni budur.
(s.28)
Bazı anılar ete saplanır, birer kıymık gibi. (s.29)
Bazı anılar ete saplanır, birer kıymık gibi. (s.29)
Belki de sadece arka plan değişmiştir. (s.30)
Korkular onlara gülünmesine dayanamaz. Bütün
korkularını, teker teker ele alıp bir listesini çıkarsan, onlarla yüzleşip
onlara meydan okumaya karar versen, çoğu uçup gidecektir. (s.33)
Görünüşte özgürdü. Peki ama neyden özgür? (s.44)
İnsan benliğini asla terk etmez, yalnızca eylemlerini,
davranışlarını açıklamanın yeni yollarını bulur.(s.51)
İnsanları kabullenmek istemedikleri özleriyle
yüzleştirmek tehlikelidir. (s.59)
İnsanın hayatında düşüncelerine, kafasından geçenlere
tam anlamıyla, yüzde yüz sadık kaldığı bir sohbeti sürdürebileceği biri
olmalıydı. Belli bir noktada kendimizi örtmeye, maskelemeye başlıyorduk.
Anahtar sözcük -saydamlık- idi. (s.81)
Yaşam rüyada görülendir, yaşam bir karabasandır;
uyanabilirsin ve uyandığın an, canavarların kendi kendilerini yarattığını
anlarsın. (s.97)
Rüya hep önümde koşuyordu. Onu yakalamak, bir an onunla uyum içinde yaşamak, işte mucize buydu.
Zaman, bir insanı sevme gücü olmayan zaman, o insanı hemen, çabucak defterden siler. Onun kederleri, acıları ve ölümü, ya kollektif tarihe gömülür ya da buharlaşır ve turistlerin, kırık sütunların üzerine oturarak, fotoğraf makinelerini boş, yağmalanmış mezarlara çevirerek yakalamaya çalıştığı şiirsel anlara karışır. Bu gezginlerin hiçbiri, yıkıntıların ve yankıların arasında asıl neyi öğrendiklerinin farkında değildir: bir insanı önemsizleştirmeyi ve kendilerini, kendi yok oluşlarına hazırlamayı öğrenmektedirler.
Rüya hep önümde koşuyordu. Onu yakalamak, bir an onunla uyum içinde yaşamak, işte mucize buydu.
Zaman, bir insanı sevme gücü olmayan zaman, o insanı hemen, çabucak defterden siler. Onun kederleri, acıları ve ölümü, ya kollektif tarihe gömülür ya da buharlaşır ve turistlerin, kırık sütunların üzerine oturarak, fotoğraf makinelerini boş, yağmalanmış mezarlara çevirerek yakalamaya çalıştığı şiirsel anlara karışır. Bu gezginlerin hiçbiri, yıkıntıların ve yankıların arasında asıl neyi öğrendiklerinin farkında değildir: bir insanı önemsizleştirmeyi ve kendilerini, kendi yok oluşlarına hazırlamayı öğrenmektedirler.
Senden ne beklediğimi bilmiyorum, Lillian, ama bu bir
mucize beklemekten farksız senden her şeyi talep edeceğim, hatta imkânsızı
bile, çünkü sen güçlüsün. (s.131)
Kendi dünyamı bulmaktayım. Belli bir var oluş durumu, yalnızca benliğe ait bir evren; kişinin bir bitki gibi, içgüdüsel bir biçimde yaşadığı bir yer. İrade yok. Hırs yok muhteşem bir kayıtsızlık, tıpkı içindeki tohumların çiçeklenebilmesi için kendini edilgenleştiren Hindu’nun yaptığı gibi. Avrupalı’nın iradesiyle, doğulunun karması arasında bir şey. Ben yalnızca aydınlanmanın mutluluğunu istiyorum, dünyada gördüklerimden aldığım mutluluğu. Titreşimler almanın sevinci, yaşayan her şeye karşı duyarlılık. Olduğu gibi kabullenmek. Bütün canlıları hissetmek, onaylamak. Yalnızca var olmak. (s.134)
Her şeyi oluruna
bırakmayı, yalnızca seyirci kalmayı öğrenmek için uğraşıyorum. (s.134)
Yaşam,
genişleyip yayılmaktadır ve biz, işgal ettiğimiz noktanın aslında daracık bir
köşebaşı olabileceğini algılamaya başlarız; o köşeden bakıp gözümüzde korkuyla
büyüttüğümüz şey, katı, kıpırtısız, Parmenides’vari boğazları, daracık
geçitleriyle boğmaya, öldürmeye hazır bir geleceğe yönelmiş benlik
parçacıklarımızdır yalnızca. Çünkü içimizde bizi genişlemeye, yaşam akışıyla
birlikte yayılmaya, yaşam kasırgasının ölü merkezinden mümkün olduğunca
uzaktaki noktalara yerleşmeye zorlayan bir şey vardır; akan özlere dönüşmemizi,
özgürleşmemizi ve gerçek, temel durumumuzla barışık olmamızı isteyen bir şey.
(s.157)
nin bikaç kitabını okudum, değişik biri, henry miller ile de aşkları kitapları var :)
YanıtlaSilaa bilmiyordum bakayım hemen.
Sil