08 Mart 2024

Annie Ernaux / Bir Kadın (Alıntılar)

Bir anne ve kızı arasındaki hem zayıf hem de sarsılmaz bağı, onları ayıran dünyaları anlatan Bir Kadın, mümkün olan en tarafsız dille yazılmış bir ağıt, belki de Annie Ernaux’nun en dokunaklı metni. (Arka kapak)

Annie Ernaux'un annesinin hayatını anlatan bir otobiyografik roman. Kitapta yazar, annesinin hayatını ve kendi hayatını anlatarak bir kadının hayatındaki değişimleri ve toplumsal yapıdaki farklılıkları ele alıyor, Alzheimer hastalığıyla mücadelesini anlatıyor.


Çelişkinin akıl almaz bir şey olduğunu ileri sürmek hatadır zira onun gerçek varoluşu bir canlının acısında yatar. -Hegel-  (s.9 giriş)

Onun hayatta , anneminse ölü olmasını anlayamıyorum. (s.12)

Para, mal ve devlet, ırk ayrımının üç temel direği. (s.14)

"Bu durumda yıllarca yaşasa neye yarardı..." diyorlardı bana. Herkese göre, ölmüş olması daha iyiydi. Bu anlamadığım bir cümle, bir kesinlik. (s.15)

En çok dışarıda, şehre indiğimde acı çekiyordum. Araba kullanırken bir anda, "Artık dünyanın hiçbir yerinde olmayacak," diyordum. İnsanların alışılagelmiş davranış biçimlerini artık anlayamıyordum, kasapta şu ya da bu parçayı seçmek için gösterdikleri özen beni dehşete düşürüyordu. (s.16)

Bu, onun göremeyeceği ilk ilkbahar. (s.17)

Yarın annem gömüleli üç hafta olacak. Boş bir kâğıdın üst kısmına, bir mektuba değil de kitaba başlar gibi, "Annem öldü" yazmanın dehşetini ancak iki gün önce yendim. (s.17)

Annem hakkında yazmayı sürdüreceğim. O benim için
gerçekten anlam ifade eden tek kadındı. (s.17)

Bu güç bir iş. Benim için annemin bir geçmişi yok. O her zaman oradaydı. Ondan söz ederken ilk motivasyonum onu zaman kavramının dışındaki imgelere yerleştirmek ve yer aldığı sahneleri rasgele gözümün önüne getirmekti. (s.17)

Normandiya Fransızcasında “ihtiras” ayrılık acısı anlamına gelir, bir köpek ihtirasından ölebilir. (s.19)

Yoksulluğun yükünü hafifletecek her şeyi bilirmiş. Yüzyıllardır anneden kıza aktarılan bilgiler sıra bana gelince durdu; ben sadece bu bilgilerin arşivcisiyim. (s.19)

Ancak toplumsal yaşamın özünün kişiler hakkında olabildiğince çok şey öğrenmek olduğu, kadınların davranışları üzerinde sürekli ve doğal bir gözetim uygulandığı bir dönemde ve küçük bir kasabada “gençliğinin tadını çıkarma” isteği ile “parmakla gösterilme” kaygısı arasında kalmak işten bile değilmiş. (s.23)

Bir kadın için evlenmek ölüm kalım meselesiymiş; iki kişi daha iyisini yapma umudu ya da kesin batış. Yani “bir kadını mutlu edebilecek” erkek tanımak gerekiyormuş. (s.25)

Annem yirmi beş yaşındaymış. Olduğu kadına dönüştüğü yer burası olmalıydı, her zaman onun olduğunu düşündüğüm bu yüzü, zevkleri ve tavırları burda edinmiş olmalıydı. (s.27)

Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası sanırım bende. (s.29)

Bir kağıda 'annem 7 Nisan Pazartesi öldü' diye yazarak bu işe girişeli 2 ay oldu.Artık dayanabildim, hatta başka biri yazmış gibi okuyabildiğim bir cümle. (s.29)

Sanırım savaş yıllarını bir yere varma mücadelesinde verilen bir mola olarak gördü, etrafta bunca sefalet varken toplumsal ilerleme için çırpınmak tüm anlamını yitirmişti. (s.30)

Yılların kadını, kızıl boyalı saçlarıyla güzeldi. (s.30)

Sanırım babam ve ben, ikimiz de anneme aşıktık. (s.31)

Başlangıçta çabuk yazacağımı sanıyordum. Oysa, sözcüklerin seçimi ve yerleştirilmesi ve söyleyeceğim şeylerin sırası üzerine kendi kendime sorular sormak için çok zaman harcıyorum, sanki anneme ilişkin bir gerçeği anlatabilecek ideal bir tek sıra varmış ama bu gerçeğin ne olduğunu bilmiyorum; yazdığım zamanlar, bu sırayı bulmaktan daha önemli bir şey de yok benim gözümde. (s.32)

En büyük arzusu, bana vaktiyle kendinin sahip olamadığı şeyleri vermekti. (s.34)

Sahip olduğun şeylere rağmen hala mutlu değilsin. (s.34)

Annemin sert mizacını, sevgi patlamalarını, sitemlerini sadece karakter özellikleri olarak düşünmeye değil, aynı zamanda onun geçmişine ve toplumsal durumuna oturtmaya çalışıyorum. Bana gerçeği yansıtma yolundaymış gibi görünen bu yazma biçimi, daha nesnel bir yaklaşım inşa ederek bireysel belleğin yalnızlığından ve karanlığından çıkmama yardımcı oluyor. Ama içimde bir şeyin direndiğini, annemi bir açıklama aramaksızın tamamen duygusal imgelerle -sevgi ya da gözyaşıyla- hatırlamamı istediğini hissediyorum. (s.34)

Annemin iki yüzü vardı, biri bizim için, öteki de müşteriler için. Dükkânın çıngırağı çalınca gülümseyerek sahneye çıkar, sabırlı sesiyle insanlara sağlıkları, çocukları ve bahçeleriyle ilgili bildik sorular sorar, mutfağa dönünce yüzündeki tebessüm silinir. (s.35)

Bilgiden daha güzel hiçbir şey yoktu. Özen gösterdiği yegâne nesne kitaptı. Kitaplara dokunmadan önce ellerini yıkardı. (s.37)

Ergenliğimde onunla bağlarımı kopardım, daha sonra aramızda sadece çatışma kaldı.
Gençliğindeki dünyada, genç kızların cinsel özgürlüğün tadını çıkarabilecekleri fikri bile mahvolmakla eşdeğerdi. Cinsellikten yalnızca ''genç kulaklar''a yasak olan müstehcen bir olgu ya da toplumsal yargılara göre, uygun ya da uygunsuz durum olarak bahsedilirdi. Annem bana bu konuda hiçbir şey söylemedi, ben de ona herhangi bir şey sormaya cesaret edemezdim çünkü merak zaten ahlaksızlığın başlangıcı gibi düşünülüyordu. Zamanı geldiğinde ona regl olduğumu söylemenin, bu kelimeyi ilk kez telaffuz etmenin sıkıntısını çektim, nasıl kullanacağımı açıklamadan bana bir ped verirken kızarmıştı.
Büyüdüğümü görmek hoşuna gitmedi. Beni çıplak yakaladığında sanki bedenimden iğreniyordu. Memeleri ve kalçaları bir tehdit olarak algılıyor, erkeklerin peşinden koşmaya başlayıp derslerime ilgimi kaybedeceğimden korkuyordu şüphesiz. 
(s.39)

Ölümünün beni hiç etkilemeyeceğini düşündüğüm oluyordu. (s.40)

Yazarken kimi zaman 'iyi' anneyi, kimi zaman da 'kötü' yü görüyorum.Çocukluğumun en ücra köşelerinden gelen bu zıtlıktan kurtulmak için sanki başka bir anneyi ve başka bir kızı anlatmaya çabalıyorum. (s.40)

Annem benim için rol model olmaktan çıktı. L'Écho de la Mode dergisinde rastladığım, okuldaki küçük burjuva arkadaşlarımın annelerini andıran kadın imgesine çekilmeye başladım: İnce, ağırbaşlı, yemek yapmasını bilen ve kızlarına "canım" diye seslenen anneler. (s.40)

Bazen kendi kızını kendi sınıfına düşman gibi görüyordu. (s.42)

Aramızdaki çatışmaları unuttum. Edebiyat Fakültesi'nde okurken, zihnimdeki imgesi bağırma ve şiddetten arınmıştı. Sevgisinden ve şu haksızlıktan emindim: Ben amfide oturup Platon dinleyeyim diye, o sabahtan akşama kadar patates ve süt satıyordu. (s.42)

Ölmüş olduğu gerçeği çöktü üzerime hemen ve artık onun içinde olmayacağı gerçek zamana döndüm. (s.44)

Ondan uzakta yaşarken bile, evlenmediğim sürece hala ona aittim. (s.44)

İnsanların onu olduğu gibi sevmeyeceklerinden korktuğu için, vereceği şeylerle sevilmeyi umuyordu. (s.45)

Cenaze töreni bittikten sonra bitkin ve üzgün görünüyordu, "İnsanın hayat arkadaşını yitirmesi zor şey," dedi bana. İşini eskisi gibi yürütmeyi sürdürdü. (Az önce bir gazetede okudum: "Umutsuzluk bir lükstür.") (s.46)

Bir yandan onu kucaklayan, diğer yandan dışlayan bir dünyanın içinde yaşıyordu. (s.48)

Birbirimizle yeniden sinirli, sürekli sitemden oluşan özel bir tonla konuşmaya başlamıştık, bu da yanlış bir şekilde insanlara tartışıp durduğumuzu düşündürüyordu. Bir anne ile kızı arasındaki bu tonu hangi dilde olursa olsun tanırdım. (s.49)

İnsanın amaçsızca sürüklendiği, düşünce ve duygudan yoksun, boş, ruhsuz bir yerdi burası. (s.50)

Tanrım, tek bir söz söyle ve ruhum iyileşsin. (s.51)

Çıplak omuzlarına, ilk defa savunmasız ve acı içinde gördüğüm bedenine bakıyordum. Savaş sırasında bir gece, beni güçlükle doğuran genç kadının karşısındaymışım gibi geldi. Şaşkınlık içinde, onun ölebileceğini anladım.(s.53)

Yazdığı mektuplarda kelimeleri tükenmişti. (s.54)

Sevgili Paulette, içine girdiğim karanlıktan çıkamadım. (s.55)

Hikayesi, dünyada bir yer işgal ettiği hikâyesi burada sona eriyor. Aklını kaybediyordu. Buna Alzheimer diyorlar, doktorların yaşlılığa bağlı bir tür bunamaya verdikleri ad. Birkaç gündür gitgide daha güç yazıyorum, belki de bu âna asla gelmek istemediğim için. Ancak dönüştüğü bunamış kadınla, bir zamanların güçlü ve ışıltılı kadınını birleştirecek kelimeleri bulana kadar içimin rahat etmeyeceğini biliyorum. (s.55)

Umurunda değildi, artık kaybettiği şey ne olursa olsun onu bulmaya çalışmıyordu. Kendisine ait olanı anımsamıyordu, artık kendisine ait hiçbir şeyi yoktu. (s.59)

Kızımın mutlu olması için her şeyi yaptım ama o, böyle yaptığım için daha mutlu olmadı. (s.60)

Bir gün saçlarını fırçalamaya başladım, sonra bıraktım. "Saçlarımı taraman çok hoşuma gidiyor," dedi. Daha sonra saçlarını hep fırçaladım. (s.61)

Annemi öpüp asansöre bindim. Ertesi gün öldü.
Sonraki hafta, hayatta olduğu o pazar gününü, kahverengi çoraplarını, altınçanakları, jestlerini, ona veda ettiğim sıradaki gülümsemesini ve ardından öldüğü o pazartesi gününü, yatağındaki halini gözümün önüne getirip duruyordum. Bu iki günü birbirine bağlayamıyordum.
Şimdi her şey birbirine bağlı. (s.62)

Bir an için, öldüğünün gayet bilincinde olsam da, onun aşağıya inip dikiş kutusuyla oturma odasına yerleşmesini bekliyorum. Annemin hayali varlığının gerçek yokluğundan daha güçlü olduğu bu duygu, şüphesiz unutmanın ilk biçimi. (s.63)

Onu günden güne, çocukluğumun ilk yıllarında gördüğümü hayal ettiğim şekilde görüyorum: Üstümde büyük beyaz bir gölge gibi. (s.64)

Simone de Beauvioir'dan sekiz gün önce öldü.
Almaktan çok herkese vermeyi severdi.Yazmak da bir verme biçimi değil midir? (s.64)

Baskıcı bir çevrede doğan ve bu çevreden çıkmak isteyen annemin tarihin bir parçası olması gerekiyordu ki dahil olmamı istediği, kelimeler ve fikirlerle yönetilen dünyada kendimi daha az yalnız, daha az yapay hissedebileyim. (s.64)

Artık sesini duymayacağım. Olduğum kadını, bir zamanlar olduğum çocukla bir araya getiren onun sesi, sözleri, elleri, tavırları, gülüşü ve yürüyüşüydü. Geldiğim dünyayla aramdaki son bağ da koptu. (s.64)


8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun...




5 yorum:

  1. Bu yazarın kitaplarından okumak istiyorum. Bu da çok karşıma çıkan bir kitabı. Alıntıları hüzünlü duruyor. Ama ilginç bir şekilde alıntıları okurken bile film izliyor havasını aldım. Bir ara okuyacağım bir kitap. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu okuduğum ilk kitabıydı sırada Yalın Tutku var. Bazı bölümleriyle Jhumpa Lahiri'nin Olduğum Yer kitabını anımsattı bana.
      Bu kitaptan yola çıkarak, bu zamana kadar okuduklarım, gördüklerim tecrübe ettiklerimden yola çıkarak diyeceğim o ki: Ailemizde eleştirdiğimiz, sinir olduğumuz şeyleri anne baba olunduğunda, hepsi olmasa da bir kısmını yapıyoruz.

      Sil
    2. Laf arasında bile olsa böyle kitap önerilerinizi öyle çok seviyorum ki. Bloğunuz da bir altın madeni gibi bence. :)
      Son günlerde bunun üstüne düşünmeye biraz da itildim. Başta kötü oldu gibi gelmişti ama bir şeyler fark ettim. İleride benzer hatalar yapmak istemiyorum. Ama söylediklerinizi deneyimlememiş ve hayal etmemiş bile olsam inanıyorum. Böyle olmaması için çabalıyorum.

      Sil
    3. Bir milyon baloncuk oldum :) teşekkürler ❤️

      Dediğim şey kötü anlamda değildi, yani anne babamız da sinir olduğumuz şeyleri aslında neden yaptıkları söylediklerini ebeveyn olunca anladım, o bakımdan. Ben anneme babama benzemeyeceğim demedim hiçbir zaman ama öyle diyenlerin ebeveyn olduklarında ailesinde eleştirdklerini birebir yaptığını gördüm, bu da kötü anlamda.. Ve bir de karma denilen şey kesinlikle var, kınadığın şeyi kesinlikle yaşıyorsun..

      Sil
    4. Geçen hafta bile olsa buna somurtuk yüz atabilirdim ama... :) Şimdi atmayacağım çünkü anlıyorum ve neyi sınırlı düşündüğümü de sadece bir haftada gördüm. Ve haklısınız, şu anda değil anlamak, düşünemiyorum bile ama yaşayınca anlaşılan bir şey bu bunu anlıyorum.

      Sil