06 Ekim 2020

Jules Payot / İrade Terbiyesi (Alıntılar)

 


Uzun zamandır elimde olan fakat tembelliğim nedeniyle anca okuma imkanı buldum İrade Terbiyesi'ni,  Fransız Pedagog Jules Payot tarafından 1893 yılında yazılmış. Bu kitabı almamı sağlayan en büyük etken kapağında ki Cemil Meriç'in "Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim" sözüdür. Bu aralar çok ihtiyacım var disipline toparlanmaya. Bazı bölümleri çok sabit fikirli, tutucu bulsam da genel olarak sıkılmadan okudum diyebilirim. Bu arada basım, çeviri yayın evi farklılığı olabilir, benim elimde ki kitap sonsöz kısmıyla 176 sayfa. Normalde 208 miş.

Altını çizdiğim alıntılar.
İyi okumalar..



  ...tüm başarısızlıklarımızın neredeyse tek sebebi vardır. O da irade zayıflığı. Çaba göstermekten ve özellikle süreklilik gerektiren bir çabadan korkarız. Rahata düşkünlüğümüz, tembelliğimiz gibi insani huylar tıpkı yer çekimi kanunu gibi doğaldır.
(s.13)

  Gerçek şu ki kararlı bir iradenin karşısında ancak devamlı bir güç durabilir. Tutkularımız ise doğası gereği geçicidir; ne kadar şiddetli olursa bir o kadar kısa sürer. Takıntı haline gelen ihtiraslar haricinde tutkuların sık oluşu düzenli bir çabanın yerini tutabilecekleri anlamına gelmez.
(s.13)
 
Ancak hantallık, rehavet, tembellik veya aymazlık diye adlandırılan huylarımız süreklilik arz eder. Bu huylarımıza karşı yapılacak düzensiz mücadele, mücadeleyi tekrar etmekten başka bir şeye yaramaz, sonunda başarılı da olunmaz. (s.13)

  Mücadele etmeden mutlu olunmaz, her mutluluk az çok bir çaba ister. Kitap okumak, müze ziyareti, ormanda dolaşmak hep bir teşebbüs gerektiren zevklerdir. Ayrıca tembelin kendini mahrum bıraktığı zevkler istediğiniz kadar tekrarlanabilen ve çaba gerektiren etkinliklerdir. Tembeller yumruklarını sıkmadıkları için mutluluğun avuçlarının içinden kaçıp gitmesini seyrederler. (s.15)

  Birçok öğrenci koşuşturmacaya üniversitede de aynen devam eder. Hatta daha hızlı. Ek olarak modern hayat şartları ruh dünyamızı yok etmeye ve zihnimizi meşgul etmeye gayret eder. İletişimin kolaylaşması, seyahat sıklığı, gezme alışkanlığı düşüncelerimizi dağıtmaya sebep olur. Okumaya zaman bile bulamayız. Coşkulu ama bir o kadar da boş bir hayat yaşıyoruz. (s.20)

  Günlük gazetelerin yaydığı sahte telaş, dünyanın dört bir yanından gelen üçüncü sayfa haberleri yığını, bazı insanları okumanın ne kadar da tatsız bir şey olduğu duygusuna sevk eder. (s.20)

  Peki bunca dikkat dağıtan olay karşısında eğitim sistemimizin vasatlığı da göz önünde bulundurulursa bu durumdan nasıl kurtulmalıyız? Ayrıca bizi bu hâlden çıkaracak olan irade terbiyesine eğitim sistemimizde yer verilmemesi de ne acı değil mi? (s.20)

  İrademizi güçlendirmek için yapılması gerekenleri yapmıyoruz. Beynimizi depolamakla meşgulüz. Zihnimizi çalıştırırken irademizden de istifade edeceğimiz için onu beslememiz gerek. Buğday ekip büyütmek gibi canlandırmaktan bahsediyorum. Gençler bugünün ötesini göremiyor. Günümüzde öğretmen baskısı, arkadaş alayları, bir taraftan cezalar, diğer taraftan ödül, iltifatlar. Yarın ise uzak olmasına rağmen lisans eğitimi, sınavlar, hatta en tembelin bile kolaylıkla başarabileceği ezberci baro ve tıp sınavları. İrade terbiyesi pek ciddiye alınmaz ancak insanı insan yapan, hayatını düzene koymasını sağlayan bu değil mi? En parlak yetenekler dahi özgüven olmazsa sönmez mi? İnsanlığın büyük başarılarında en büyük pay sağlam iradelerin değil midir? (s.20-21)

Bir fikrin veya bir duygunun içimizde canlanması ve yerleşmesi için samimi olması, devamlı olması ve tekrar etmesi gerekir. Bu fikir veya duygu yavaş yavaş ama sebatkar bir şekilde etkisini arttırır, adeta etrafını çevreleyen kaynakları oluşturup, kendisini empoze eder ve bir değer yargısı halini alır. Sanat eserleri de böyle ortaya çıkar. Bir dâhinin kafasındaki fikir genellikle bir gençlik hayalinde ya da yaşanmışlıkta gizlidir. Bir yerlerde okunmuş birkaç satır, hayata dair bir anı, bir yerlerden kalan bir mutluluk ifadesi, irticalen söylenen bir söz bereketi anlaşılmayan bir fikre kaynak oluverir. Fikir o güne kadar ulaşan her şeyden beslenir. Seyahat, muhabbet, iki satır yazı, ona yoğuracağı ve kendine mâl edeceği aynı zamanda güçleneceği kaynağı sağlar. İşte tam da bu şeklide Goethe, Faust eserini oluşturmak için tam otuz yıl boyunca yanında dolaştım. Bu süre boyunca tohum toprak altında olgunlaşmakta, büyümekte, gitgide derine inip kök salmakta, diplerde ihtiyacı olan şaheseri oluşturan can suyunu arayıp bulmaktadır.

  Tüm önemli fîkriler için geçerli olan bir kuraldır. Fikir sadece içimizden geçip giderse hiçbir kıymeti olmaz ve vuku da bulmaz. Fikre düzenli itina, hassasiyet, samimi bir dikkat göstermek gerekir. Tek başına yaşayabilmesi için Özel ilgi göstermek, saklamak, sahiplenmek gerekir. Onu uzun süre bilincinde canlı tutmak, ara sıra üzerinde düşünmek gerekir. Böylece Fikirlerin uyuşumu diye adlandırdığımız çekim gücü sayesinde güçlü duygularla yaşam kaynağını bularak kendine çekecek ve kendine mâl edecektir .(s.24-25)

    ... "bir harem dolusu  kadındansa akılcı, gözlem yeteneğine sahip bir kadının varlığı düşünür için daha değerlidir." (s.38)

    Kendini beğenmişlik, kendini gösterme peşinde olmak eziklik göstergesidir. Çalışarak başarmanın verdiği onurun yanına yaklaşmaz. (s.50)

   Arkadaş dediğimiz figürün arkasında geleceğimizin en azılı düşmanı olabilir. (s.52)

  Paris'te yaşamanın küçümsenemeyecek tek avantajı şehirdeki güzel sanatlardır. Müzik, resim, heykel, hitabet gibi sanatsal etkinlikler birçok taşra şehrinde eksik olabilir ancak oralarda da zihni çalışma imkanı açısından sayısız fırsatlar sunulur. Zaten taşralı olmak köyde, kasabada oturmak anlamına gelmez. Paris'te yaşayıp taşralı olabilirsiniz. Manası da yüksek zevklerden uzak olmaktır. Taşralı olmak anlam itibarıyla boş dedikodularla ilgilenmek, sadece yemek, içmek, yatmak, para kazanmak gibi şeylerle meşgul olmaktır. Sigara içmekten başka zevki olmayan, iskambil oynayan, kendi akıl seviyesindeki insanlarla oturup kaba saba espriler yaparak gülen kişiyi kast eder. Ancak doğa sevgisi olan, büyük düşünürlerin eserlerini okuyan genç, sırf taşrada bulunmakla bu sıfatların hiçbirini hak etmediğini bilir.
Büyük şehirlerden uzaklaşmak için daha hangi nedeni sayalım? Bazı yazarlar küçük şehirleri manastıra benzetirler. Doğrusu sükunet, sakinlik açısından benzerdir. Sürekli çevreden etkilenmeden düşüncelerimizi olgunlaştırabiliriz. Kafanız rahat olur, iç dünyanızda yaşarsınız. Düşünmekten mutlu olursunuz. Sükunet içindeyken en derinlerdeki düşüncelere ulaşmak mümkün olur. Fikirlerimiz git gide gelişir, olgunlaşır ve amaçlarına göre netleşir. Hatıralarımız yeniden canlanır. Şehirde yavaşlayan, ket vurulan beyin burada kendine gelir, hızına kavuşur. (s.61)


Israr etmenin bir anlamı yok. Yetenek dışarıdan, tepeden inen bir şey değildir. Gelişim de dışarıdan içeriye doğru değil, içeriden dışarıya doğru olur. Dış etkenler sadece bir aksesuardır. (s.62)

 Yunan filozof  Epiktetos olayları ikiye ayırır: Bizden kaynaklananlar ve bizden kaynaklanmayanlar. Bizden kaynaklanmayanların da acılarımızdan, hayal kırıklıklarımızdan kaynaklandığını söyler. Tembelin mutluluğu sadece başkalarına bağlıyken, çalışmaya alışık olan işiyle meşgul olarak mutlu olur. (s.66)

Bir çoğumuzun tercihlerini eğitimimiz, arkadaşların ve ya kamuoyunun eleştirileri, özlü sözler, telkinler şekillendirir. Çok azımız hangi limana gittiğimizi, ne zaman nerede demirleyip kendimizi toparlayacağımızı biliriz. (s.90)

Küçüklüğümüzden itibaren bize bazı şeylerin iyi, bazı şeylerin kötü olduğuıu öğretilir. Bunları konuştuğumuz insanların düşüncelerinden, hareketlerinden anlarız. Oysa o kavramları gerçek anlamlarıyla değil insanların ona yüklediği anlamlarla öğrenmiş oluruz. (s.93)

Bizim arzuladığımız sükunet insanı faydasız işlerden uzaklaştırıp içimizde olumlu duyguları uyandırmaya yetecek bir dinginliktir. Bunun için her gün veya her hafta biraz zaman ayırıp iç dünyanıza gezintiye çıkarak içinizdeki şevki ve isteği uyandırmak kafidir. (s.94)

Çocukların, kadınların veya erkeklerin davranışlarına dikkatlice bakılırsa anlık tepkilerle yaşadıklarını, anlık kararlarla hareket edip daha sonra oluşan durumu adapteolmak zorunda kaldıklarını görürüz. Toplum içinde prensip olarak saygı koruma adına daha kontrollü oluruz. Kendimizi sakin ve naif biri gibi gösterme eğilimine gireriz. Oysa toplum nezdinde ortalığı karıştıran kişi olarak görünmemek için değil kendi yanlışlarımızı görebilmek için tefekkür etmemiz faydalı olur. (s.94)

Ortalığı birbirine katanlar, politikacılar, kahramanlar, tarihi saçmalıklarıyla dolduran heyecanlı tipler insanlık adına sadece basit, vasat bir basamak oluştururlar. (s.94)

Kargaşadan uzak durmak, tefekkür etmek, içimizi dinlemek, faydası olacak kitaplar okumak, notlarımızı tekrar tekrar okumak ve hangi davranışın nasıl bir tehlike yaratabileceğini somut olarak derinlemesine düşünmek akıl yürütürken bize yardımcı olacak en önemli adımlardır.
Alelacele konunun üzerinden geçmeyi kastetmiyoruz. düşünmek, koklamak, dinlemek ve dokunmaktan bahsediyoruz. (s.101)

Psikolojide hiçbir şey yok olmaz. Doğa ince hesap yapan  bir muhasebeci gibidir. Görünüşte hiçbir anlam ifade etmeyen eylemlerimiz birike birike yerinden kımıldamayan davranışlara dönüşür. Kendimizi aşmamızda önemli bir iş birlikçi olan ''zaman'' amacımız doğrultusunda çalışmaya zorlanmazsa aleyhimize dönebilir. Çünkü zaman, alışkanlıklar teorisi gereği psikolojimiz üzerinde lehimizde ya da aleyhimizde baskı kurar. Alışkanlıklar sinsi bir şekilde yavaşça ilerler. (s.103)

Tüm isteksizliğe rağmen kalkıp bilmediği bir kelimenin anlamını sözlükten bakan, tembellik yapma arzusuna rağmen işini tamamlayan, can sıkıcı olsa da o sayfayı okuyup bitiren öğrencidir cesur olan. İrade de bu saymakla bitmeyen, tek başına anlamsız eylemlerin toplamının meyvesidir. (s.104)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder