29 Ekim 2020

Henry Miller / Uykusuzluk (Alıntılar)

  20 gün önce almıştım bu kitabı, aldığım diğer kitaplarla birlikte acaba hangisine başlasam derken yarım bırakmayacağım bir şey olsun dedim, bir solukta okudum. 400-500 sayfalık kitapların çoğunda altı çizilecek bu kadar çok şey bulamazken ortalama 50 sayfalık bir kitapta bu kadar çok altı çizilecek şey bulmak mutlu etti. altını çizdiğim satırlar.
İyi okumalar


İlkin kırık bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir yüz ifadesi, en sonunda da kırık bir kalp. Ancak bir yerde de söylediğim gibi insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılır ona. (s.9)

Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda ileri geri volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.
Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma , o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu.  (s.10)

Kuşkusuz genç değilim artık bu da her şeyi daha da can sıkıcı, söylemeye gerek yok belki, daha da gülünç yapıyor. Tek fark, sözlerime kulak verin, işin içine aşk girdiğinde hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir durum o denli gülünç olamaz. Azıyla yetinemediğimiz tek şey aşktır. Ve yeterince veremediğmiz de odur. (s.11)

Gerçek şu ki, biz sıradan insanlar hep erişilmezi isteriz. Baştan çıkarmanın özgürlerştiricilği yalnızca biz insanlar için geçerli. Ateşlerin arasından geçmesi gereken bizleriz- aziz mertebesine ulaşmak için değil, var olduğumuz sürece illklerimize dek insan kalmak için. En önemli edebi eserleri hatalarımız ve zayıflıklarımızdan ilham alıp ortaya çıkaran da bizleriz. En kötü halimizde bile umut doluyuz biz. (s.13)

Ah “ruh”!!! Kim bilir hakkında kaç mektup yazmışımdır. O kadının konuştuğu dilde ruh için bir sözcük olduğunu sanmıyorum. Kalp sözcüğü var, evet, ama ruh? (Yine de inanmak isterdim var olduğuna). Böyle söylüyorum ama söyler söylemez de âşık olduğum şeyin onun “ruhu” olduğunu anımsıyorum. O bunu anlamamıştı tabii. (s.15)

Şeytan'ı iyi tanıyorsam. ''İçgüdülerine güvenme, sezgilerinden uzak dur'', der o. Bizim insan kalmamızı ister - hem de insandan fazla insan. Düşüşe geçmişsen bunu sürdürmen için itici gücünü kullanır. Uçurumdan aşağı itmez seni - yalnızca kenarına dek getirir.
Ben iyi tanırım Şeytan'ı; yollarımız çok sık kesişti onunla. Beceriksiz bir ip cambazı gibi ipte yürümeni keyifle izler. Ayağının kaymasına seyirci kalır ama düşmene izin vermez.  (s.17)

Sözünü ettiğim, kadının içindeki şeytanın ta kendisi kuşkusuz. Kadını böylesine anlaşılmaz, şaşırtıcı yapan da oydu. Tanrı yardımcım olsun. Kadının ruhu bende meleksi, benliği de en azından açık ettigi kadarıyla şeytani bir izlenim bırakmıştı. Oluşumunda neler var diye sık sık soruyordum kendime. Ve her gün farklı yanıtlar veriyordum. Bazen ait oldugu ırkla, geçmişiyle, kalıtımından gelen özellikleriyle, savaşla, yoksullukla, vitamin eksikliğiyle, sevgiden yeterince nasibini alamamış olmasıyla, aklıa gelen herhangi bir şeyle ve her şeyle tanımlıyordum onu. Ama bir türlü sonuca varamıyordum. Söylemek uygun düşerse o bir insolite (aykırı, sıradışı) idi. Peki ben niçin onu bir kelebek gibi iğneyle tahtaya mıhlayıp kendini açık etmeye zorluyordum ki? Olduğu gibi görünmesi yeterli değil miydi? Hayır, değildi. Daha fazlası ya da daha azı olmalıydı. Algılanabilir ve anlaşılabilir olmalıydı. (s.17-18)

Biraz saçma gelebilir ama benden başka herkes onun “içyüzünü” biliyor gibiydi. Oysa o benim için çözülmesi zor bir bilmeceydi. Kendimi tanıdığım kadarıyla bu durumun ta­mamen kadınlar karşısında takındığım her za­manki davranış biçimimin bir parçası olduğu­na inanmaya çalışıyordum. Nasıl da severim ulaşılmaz olanı! Ama bu tür hesaplamalar işe yaramıyordu. Bölünemeyen sayılar gibiydi o, karekökü yoktu. Dediğim gibi, yine de başkaları okuyabiliyordu onu. Aslında onun na­sıl okunacağını bana anlatmaya çalıştılar. Yara­rı yoktu. Her zaman içinden çıkamadığım bir şeyler kalıyordu geride. (s.18-19)

Asla kendini kaybetme! Kaçamak sözlerle, öfkeli tavırlarla, oyalamalarla, sanrılarla, sahtecilikle, kararsızlıklarla hatta kabızlıkla karşılaşırsan gülümsemeyi elden bırakma, reverans yapmayı sürdür.(s.25)

Bütün kaypaklığına, hoppalığına ve yalancılığına karşın ona güvenim tamdı. Bana yalan söylediğini anladığım anda bile ona güveniyordum. Yaptığı her yanlış, saçma ve ikiyüzlü davranış için kendimce birtakım bağışlayıcı nedenler bulabiliyordum. Aslında bende de biraz yalancılık yok muydu? Ben de ikiyüzlü biri değil miydim? Seviyorsan güvenmelisin; güvenirsen anlayışlı ve bağışlayıcı olursun. Tamam, bütün bunları yapabilirdim ama unutmak, işte onu yapamazdım. Benim bir yüzüm aptalın dik alası, öbür yüzüm de araştırmacı, yargıç ve cellattır.. (s.25)

Görmek ve anlamak istiyordum; onun anımsamak için neyi anımsayacağını görmek amacıyla beklemede kalıyordum... Ama gerilere dönüp birşeyleri anımsayacak tipte biri değildi o. Geçmişi gömmek, kürekler dolusu toprak atarak tabutun  üstünü kapatmak için yeni araştırmalar peşindeydi söz gelimi.(s26)

 Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir: belirli bir şeye ait değildirler yalnızca -- yani hiçbir yere ait değildirler. (s.29)

Epeyce yazıştık onunla, yani bu işi ben yaptım. Onun yazışmamıza katkısı biri yarım kalmış iki mektuptan öteye geçmedi. Kesin olan şu ki yazdığım mektuplarn tümünü okumadı o. (s.29)

Onun varlığındaki hangi cevherin beni pençesine aldığını saptamak mümkün olabilseydi bunun gözleri olduğunu söylerdim rahatlıkla. Görünüşte gözlerinin öyle sıra dışı bir özelliği yoktu. Büyüleyici ve tedirgin edici olan, onun gözlerinin verdiği havaydı. (s.35)

Neşeliyken bile gizli bir hüzün vardı gözlerinde. Onu korumak ister gibi bir duyguya kapılırdım, ama kimden, neden koruyacağımı bilmeden. Kendiside söylemezdi bunu. Ruhu bir şeyin baskısı altındaydı; epeydir sürüyordu bu hali. (s.36)

Varlığının derinliklerinde bir yanardağdı o. Bir şeytan taht kurmuştu içinde, derinlerde. Her şeyini o yönetiyordu; hangi havaya gireceğini, iştahını, isteklerini, özlemlerini hep o belirliyordu. (s.36)

Onun karalara bürünmüş hantal suskunluğu, ağzından çıkabilecek herhangi bir sözcükten daha anlamlıydı benim için. Yaşamımızın anlamsızlığını gözler önüne serdiği için biraz da ürkütüyordu beni. Durum bu, her zaman böyleydi, her zaman da böyle olacak. (s.45)

İşte böyle, aylarca süren bekleme, yanıtsız kalan mektuplar, amaçsız telefon görüşmeleri, Mah-Jong olayı, yalancılık ve ikiyüzlülük, hoppalık ve kadınsı soğukluk sonucu aygıra dönüşen ben , adına Insomnia denen uykusuzluk şeytanıyla boğuşmaya başladım. Sabahın üçünde, dördünde ve beşinde sıçrayarak uyanıp kendimi duvarlara yazı yazmaya verdim: “Senin suskunluğunun hiçbir anlamı yok benim için; benim suskunluğum seninkini bastıracak”... (s.46)

Çevremdeki insanlar harika göründüğüm, gittikçe gençleştiğim ve bunun gibi bir dolu zırva laf ediyordu. Ruhumdaki kıymıktan haberleri yoktu. İçi saten kumaş kaplı bir boşlukta yaşadığımı bilmiyorlardı. Nasıl kuş beyinli bir serseme döndüğümü anlamıyor gibiydiler. Ama ben biliyordum. Dizüstü çöküp konuşacak bir karınca ya da hamamböceği arar hale gelmiştim. Kendi kendime konuşmak bıkkınlık vermişti. (s.47)

En sağlamı her zaman gülümsemek, özellikle incindiğinde, hakarete uğradığında ya da aşağılandığında. Hançer sonradan saplanır, hiç beklemediğin bir anda. (s.50)

Beynindeki kurtları def edemiyorsan karanlıkta vals yapmayı dene ya da merdivene çıkıp sevdiğinin adını Braille harfleriyle yaz tavana. Sonra ellerin başının altında, yatağına uzanmış yatarken onun yanlışlarına karşı kör olduğunu hayal et. (s.51)




5 yorum:

  1. henry miller, en sevdiklerimden, okudum kitaplarını, california big sur un kralı o :) lawrence durrell in yaşamını anlatan nefis dizi the durrells de de var miller. yazıları güzel kendisi azçok kaçık sanırım birçok yazar gibi :)

    YanıtlaSil
  2. Diziyi not aldım göz atacağım.
    Henry Miller'ın Oğlak Dönencesi var okunmak için sırada bekleyen. Bİr arkadaşım okumak için istemişti sonra geri verdi ben bunu okumam diye, sormadım da niyesini :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. oğlak dönencesi, ülkemizde yasaklı kitapmış, şimdi serbest, yani içinde birçok cümlesi karalanmış olanı gördüm sahafta, can yayınları, yani işte ayıplı şeyler :) var, miller ın çok kitabı öyle, yengeç de, anais nin ile de var ikişkisi ve kitabı, miller filmleri de var. iyi yazar ama işte argo adult şeyler var :)

      Sil
    2. Bende ki Siren yayınları bakalım okuyunca göreceğiz sansür var mı ve Marques de Sade'in eline su dökebilecek mi müstehcenlikte, ama sanmıyorıum :)

      Sil