20 gün önce almıştım bu kitabı, aldığım diğer kitaplarla birlikte acaba hangisine başlasam derken yarım bırakmayacağım bir şey olsun dedim, bir solukta okudum. 400-500 sayfalık kitapların çoğunda altı çizilecek bu kadar çok şey bulamazken ortalama 50 sayfalık bir kitapta bu kadar çok altı çizilecek şey bulmak mutlu etti. altını çizdiğim satırlar.
İyi okumalar
Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda ileri geri volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.
Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma , o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu. (s.10)
Kuşkusuz genç değilim artık bu da her şeyi daha da can sıkıcı, söylemeye gerek yok belki, daha da gülünç yapıyor. Tek fark, sözlerime kulak verin, işin içine aşk girdiğinde hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir durum o denli gülünç olamaz. Azıyla yetinemediğimiz tek şey aşktır. Ve yeterince veremediğmiz de odur. (s.11)
Gerçek şu ki, biz sıradan insanlar hep erişilmezi isteriz. Baştan çıkarmanın özgürlerştiricilği yalnızca biz insanlar için geçerli. Ateşlerin arasından geçmesi gereken bizleriz- aziz mertebesine ulaşmak için değil, var olduğumuz sürece illklerimize dek insan kalmak için. En önemli edebi eserleri hatalarımız ve zayıflıklarımızdan ilham alıp ortaya çıkaran da bizleriz. En kötü halimizde bile umut doluyuz biz. (s.13)
Ah “ruh”!!! Kim bilir hakkında kaç mektup yazmışımdır. O kadının konuştuğu dilde ruh için bir sözcük olduğunu sanmıyorum. Kalp sözcüğü var, evet, ama ruh? (Yine de inanmak isterdim var olduğuna). Böyle söylüyorum ama söyler söylemez de âşık olduğum şeyin onun “ruhu” olduğunu anımsıyorum. O bunu anlamamıştı tabii. (s.15)
Şeytan'ı iyi tanıyorsam. ''İçgüdülerine güvenme, sezgilerinden uzak dur'', der o. Bizim insan kalmamızı ister - hem de insandan fazla insan. Düşüşe geçmişsen bunu sürdürmen için itici gücünü kullanır. Uçurumdan aşağı itmez seni - yalnızca kenarına dek getirir.
Ben iyi tanırım Şeytan'ı; yollarımız çok sık kesişti onunla. Beceriksiz bir ip cambazı gibi ipte yürümeni keyifle izler. Ayağının kaymasına seyirci kalır ama düşmene izin vermez. (s.17)
Biraz saçma gelebilir ama benden başka herkes onun “içyüzünü” biliyor gibiydi. Oysa o benim için çözülmesi zor bir bilmeceydi. Kendimi tanıdığım kadarıyla bu durumun tamamen kadınlar karşısında takındığım her zamanki davranış biçimimin bir parçası olduğuna inanmaya çalışıyordum. Nasıl da severim ulaşılmaz olanı! Ama bu tür hesaplamalar işe yaramıyordu. Bölünemeyen sayılar gibiydi o, karekökü yoktu. Dediğim gibi, yine de başkaları okuyabiliyordu onu. Aslında onun nasıl okunacağını bana anlatmaya çalıştılar. Yararı yoktu. Her zaman içinden çıkamadığım bir şeyler kalıyordu geride. (s.18-19)
Asla kendini kaybetme! Kaçamak sözlerle, öfkeli tavırlarla, oyalamalarla, sanrılarla, sahtecilikle, kararsızlıklarla hatta kabızlıkla karşılaşırsan gülümsemeyi elden bırakma, reverans yapmayı sürdür.(s.25)
Bütün kaypaklığına, hoppalığına ve yalancılığına karşın ona güvenim tamdı. Bana yalan söylediğini anladığım anda bile ona güveniyordum. Yaptığı her yanlış, saçma ve ikiyüzlü davranış için kendimce birtakım bağışlayıcı nedenler bulabiliyordum. Aslında bende de biraz yalancılık yok muydu? Ben de ikiyüzlü biri değil miydim? Seviyorsan güvenmelisin; güvenirsen anlayışlı ve bağışlayıcı olursun. Tamam, bütün bunları yapabilirdim ama unutmak, işte onu yapamazdım. Benim bir yüzüm aptalın dik alası, öbür yüzüm de araştırmacı, yargıç ve cellattır.. (s.25)
Görmek ve anlamak istiyordum; onun anımsamak için neyi anımsayacağını görmek amacıyla beklemede kalıyordum... Ama gerilere dönüp birşeyleri anımsayacak tipte biri değildi o. Geçmişi gömmek, kürekler dolusu toprak atarak tabutun üstünü kapatmak için yeni araştırmalar peşindeydi söz gelimi.(s26)
Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş
insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak;
sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir:
belirli bir şeye ait değildirler yalnızca -- yani hiçbir yere ait
değildirler. (s.29)
Epeyce yazıştık onunla, yani bu işi ben yaptım. Onun yazışmamıza katkısı
biri yarım kalmış iki mektuptan öteye geçmedi. Kesin olan şu ki
yazdığım mektuplarn tümünü okumadı o. (s.29)
Onun varlığındaki hangi cevherin beni pençesine aldığını saptamak mümkün
olabilseydi bunun gözleri olduğunu söylerdim rahatlıkla. Görünüşte gözlerinin öyle sıra dışı bir özelliği yoktu. Büyüleyici ve tedirgin edici olan, onun gözlerinin verdiği havaydı. (s.35)
Neşeliyken bile gizli bir hüzün vardı gözlerinde. Onu korumak ister gibi
bir duyguya kapılırdım, ama kimden, neden koruyacağımı bilmeden. Kendiside söylemezdi bunu. Ruhu bir şeyin baskısı altındaydı; epeydir sürüyordu bu hali. (s.36)
Varlığının derinliklerinde bir yanardağdı o. Bir şeytan taht kurmuştu
içinde, derinlerde. Her şeyini o yönetiyordu; hangi havaya gireceğini,
iştahını, isteklerini, özlemlerini hep o belirliyordu. (s.36)
Onun karalara bürünmüş hantal suskunluğu, ağzından çıkabilecek herhangi bir sözcükten daha anlamlıydı benim için. Yaşamımızın anlamsızlığını gözler önüne serdiği için biraz da ürkütüyordu beni. Durum bu, her zaman böyleydi, her zaman da böyle olacak. (s.45)
İşte böyle, aylarca süren bekleme, yanıtsız kalan mektuplar, amaçsız telefon görüşmeleri, Mah-Jong olayı, yalancılık ve ikiyüzlülük, hoppalık ve kadınsı soğukluk sonucu aygıra dönüşen ben , adına Insomnia denen uykusuzluk şeytanıyla boğuşmaya başladım. Sabahın
üçünde, dördünde ve beşinde sıçrayarak uyanıp kendimi duvarlara yazı
yazmaya verdim: “Senin suskunluğunun hiçbir anlamı yok benim için; benim
suskunluğum seninkini bastıracak”... (s.46)
Çevremdeki insanlar harika göründüğüm, gittikçe gençleştiğim ve bunun
gibi bir dolu zırva laf ediyordu. Ruhumdaki kıymıktan haberleri yoktu.
İçi saten kumaş kaplı bir boşlukta yaşadığımı bilmiyorlardı. Nasıl kuş
beyinli bir serseme döndüğümü anlamıyor gibiydiler. Ama ben biliyordum.
Dizüstü çöküp konuşacak bir karınca ya da hamamböceği arar hale
gelmiştim. Kendi kendime konuşmak bıkkınlık vermişti. (s.47)
En sağlamı her zaman gülümsemek, özellikle incindiğinde, hakarete
uğradığında ya da aşağılandığında. Hançer sonradan saplanır, hiç
beklemediğin bir anda. (s.50)
Beynindeki kurtları def edemiyorsan karanlıkta vals yapmayı dene ya da
merdivene çıkıp sevdiğinin adını Braille harfleriyle yaz tavana. Sonra ellerin başının altında, yatağına uzanmış yatarken onun yanlışlarına karşı kör olduğunu hayal et. (s.51)
Hımmm etkilendim..
YanıtlaSilhenry miller, en sevdiklerimden, okudum kitaplarını, california big sur un kralı o :) lawrence durrell in yaşamını anlatan nefis dizi the durrells de de var miller. yazıları güzel kendisi azçok kaçık sanırım birçok yazar gibi :)
YanıtlaSilDiziyi not aldım göz atacağım.
YanıtlaSilHenry Miller'ın Oğlak Dönencesi var okunmak için sırada bekleyen. Bİr arkadaşım okumak için istemişti sonra geri verdi ben bunu okumam diye, sormadım da niyesini :)
oğlak dönencesi, ülkemizde yasaklı kitapmış, şimdi serbest, yani içinde birçok cümlesi karalanmış olanı gördüm sahafta, can yayınları, yani işte ayıplı şeyler :) var, miller ın çok kitabı öyle, yengeç de, anais nin ile de var ikişkisi ve kitabı, miller filmleri de var. iyi yazar ama işte argo adult şeyler var :)
SilBende ki Siren yayınları bakalım okuyunca göreceğiz sansür var mı ve Marques de Sade'in eline su dökebilecek mi müstehcenlikte, ama sanmıyorıum :)
Sil