Simone de Beauvoir’ın fazla kişisel bulduğu için yayımlamamayı tercih
ettiği, manevi kızı Sylvie Le Bon de Beauvoir tarafından kısa bir süre
önce gün yüzüne çıkarılan Ayrılmaz İkili, ikonik yazarın ergenlik
döneminin, çocukluk arkadaşı Zaza Lacoin’le kurduğu dönüştürücü ve
trajik dostluğun hayatını ve yazarlığını nasıl etkilediğini hissettiren
otobiyografik bir roman. (Arka Kapak)
Zaza'ya
Gözlerim yaşlı bu akşam, siz öldüğünüz için mi yoksa ben yaşıyorum diye mi? Bu öyküyü size ithaf etmem gerekiyordu: Ama biliyorum, artık hiçbir yerde değilsiniz, sizinle bu edebî kurgu aracılığıyla konuşuyorum. Üstelik, gerçek anlamıyla sizin hikâyeniz değil bu, sadece bizden esinlenen bir hikâye. Siz Andrée değilsiniz, ben de kendi adıma konuşan o Sylvie değilim. (İthaf)
Dokuz yaşındayken çok uslu, küçük bir kızdım ama her zaman öyle değildim, çocukluğumun ilk yıllarında yetişkinlerin zorbalığı beni öyle şiddetli kaygılara sürüklerdi ki günün birinde teyzelerimden biri ciddi ciddi, "Sylvie'nin içine şeytan girmiş," dedi alenen. Savaş ve din beni mağlup etti. "Alman malı" plastik bir bebeğin üzerinde tepinmek suretiyle hemen örnek bir vatanseverlik gösterdim, zaten bebeği de sevmezdim. Fransa'nın kurtuluşunun benim iyi bir çocuk olmama ve iman gücüme bağlı olduğunu öğrettiler bana; bundan kaçamıyordum. (s.17)
İnsan inandığı şeye kasten inanmaz. Aklınıza bazı fikirler geldi diye cezalandırılabilir misiniz? (s.18)
Kavaklarla vedalaşırken bir kaç damla göz yaşı döktüm: Yaşlanıyordum, duygusallaşıyordum. (s.27)
Daha kaç yıl böyle geçecek? Kaç akşam? Yaşamak bundan mı ibaret? Birbiri ardına günleri devirmek mi demek? Ölene kadar böyle sıkılacak mıyım? (s.28)
Yetişkinler gibi havadan sudan konuştuk ama birden bire şaşkınlık ve sevinçle anladım ki kalbimdeki boşluğun ve keyifsiz geçen günlerimin tek bir nedeni varmış: Andree'nin yokluğu. Onsuz yaşamak, yaşamak değildi artık. (s.29)
Andree'nin çevresini saran duvarları ve nesneleri kaygıyla inceliyordum. Yayını kemanının tellerinin üzerinde gezdirirken kendi kendine ne söylediğini anlamak isterdim. Kalbi bunca sevgiyle doluyken, onca meşguliyeti varken, böylesi yeteneklere sahipken, çoğunlukla neden bu denli uzak ve bana melankolik görünen bir havaya büründüğünü bilmek isterdim. (s.32)
"Çocuk olmaktan yoruldum" dedi birden. "Bir türlü bitmek bilmiyor, size de öyle gelmiyor mu?"
Şaşkınlıkla baktım ona, Andree benden çok daha özgürdü, ev pek eğlenceli olmasa da ben yaşlanmayı hiç istemiyordum. On üç olmuştum bile ve bu fikir beni ürkütüyordu. (s.34)
Kitaplarda insanlar birbirlerine aşklarını, nefretlerini ilan ederler, kalplerinden geçenleri anlatma cesareti bulurlar; gerçek hayatta bu neden mümkün değil? Andree’yi bir iki saat olsun görmek, onu bir acıdan kurtarmak için iki gün iki gece yemeden içmeden yürürdüm: Ama onun bundan haberi yoktu! (s.35)
Bugün, bu ihtiyatlı kadının iç görüsüne hayranlık duyuyordum: Gerçek şu ki ben değişiyordum. (s.36)
"Tanrı'ya inanmıyorum!" dedim içimden. İnsan hem nasıl Tanrı'ya inanır hem de bile bile O'na itaatsizlik etmeyi seçer? Bu gerçekliğin karşısında bir an afalladım: Ben Tanrı'ya inanmıyordum. (s.37)
"Hayvanların ruhu olduğunu düşünüyor musunuz?" diye sordu Andree.
"Bilmem." "Eğer yoksa, bu büyük bir haksızlık! Onlar da insanlar kadar mutsuz. Ayrıca neden mutsuz olduklarını anlamıyorlar. "Anlamamak daha da beter." (s.47)
Asla! Bu kelime yüreğime ilk kez tüm ağırlığıyla taş gibi oturdu, uçsuz bucaksız göğün altında sözcüğü kendi kendime tekrarladım ve avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. (s.49)
"Eğer Tanrı iyi değilse, onun cennetine gitmeyi istemiyorum". (s.50)
“Beni sevmeye başladı,” dedi Andree. Başını benden yana çevirdi. “Bunun hayatımda nasıl bir değişiklik yarattığını size anlatamam! Beni kimsenin sevemeyeceğini düşünmüştüm hep.” (s.56)
"Siz bunu hiçbir zaman bilmediniz: Ama tanıştığımız günden itibaren varım yoğum siz olmuştunuz." (s.57)
Sevgimi ona hissettirmeyi nasıl becerememiştim? Bana o kadar büyüleyici geliyordu ki onun mutlu olduğunu sanıyordum.Hem kendim hem onun için ağlamak istiyordum.
"Tuhaf, bunca yıldır ayrılmaz iki dostuz ve sizi hiç de iyi tanımadığımı fark ediyorum. İnsanlar hakkında çok çabuk karar veriyorum," dedi pişmalıkla. (s.57)
Andree genellikle, benim kendi kendime güç bela kısık sesle ifade ettiklerimi, yüksek sesle, dobra dobra dile getiriyordu. (s.65)
Andree'ye gelince, yeni biriyle tanıştığında ilk tepkisi güvensizlik olurdu. Büyürken incil öğretileriyle, muhafazakarların çıkarcı, bencil ve bayağı davranışları arasındaki uçurumu utançla keşfetmişti, onların ikiyüzlülüğüne karşı katı, sinik bir tutum benimseyerek koruyordu kendini. (s.69)
O benim için hala son derece değerliydi ama artık dünyanın geri kalanı ve ben de vardım: Artık her şey ondan ibaret değildi. (s.70)
"Düşünme hakkına kaç yaşında erişilir? Sonsuza kadar böyle mi devam edecek?" (s.74)
"Neden onu öpmüyorsun?"
"Çok sevdiğimiz ama öpmediğimiz insanlar vardır."
"Öptüğümüz ama sevmediğimiz insanlar da vardır." (s.77)
Katı kurallarla düzenlenmiş bir hayatın ortasına düştüğüm aşikardı. (s.78)
Hayatımı sevdiğim insanlarla savaşarak geçirmek zorunda mı kalacağım? (s.102)
Mutluluk, mutsuzluk her şeyden önce kişinin ruhsal eğilimiyle ilgili bir meseledir. (s.106)
"Sevmek
bahnesine sığınarak neden mantıksız davranmak zorundayız?" dedi Pascal.
"Romantik önyargılardan nefret ediyorum." (s.106)
"Andree o kadar yüce gönüllü ki aşk yüzünden cehennemlik olacak. Zavallı Andree! Herkes onun ahirette mutlu olmasını istiyor. Oysa o bu dünyada birazcık mutlu olmayı öyle arzuluyor ki!" (s.109)
Andrée sıkça geç kalırdı; ahlaki kaygıları olmadığından değil, birbiriyle çelişen kaygılar arasında kaldığı için. (s.111)
"Bütün mutsuzluğumun nedeni yeterince inancımın olmaması", diye ekledi. "Anneme, Pascal'a ve Tanrı'ya inanmam gerekiyor: İşte o zaman birbirlerinden nefret etmediklerini ve hiçbirinin benim kötülüğümü istemediğini hissedeceğim."
Mezar beyaz çiçeklerle kaplıydı.
Andree'yi boğarak öldürenin bu beyazlık olduğunu gizliden gizliye,için için anladım. Trene binmeden önce o el değmemiş çiçeklerin üzerine üç kırmızı gül bıraktım. (s.118)
Bir kız çocuğunun yönlendiririldiği yol, evliliğe ya da manastıra çıkar; kendi kaderine, arzularına ve duygularına göre karar veremez. (s.123 Sonsöz)
Teşekkür ederiz keyifli önerileriniz için...sevgiler...
YanıtlaSilAsıl ben teşekkür ederim. Hoşgeldiniz.
SilSevgiler..