Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.. Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
Düşler.
Tuhaf düşler. İnsanı dört elle sarıldığı yaşamdan saptıran, olanaksızı
yaratan düşler. Bazı günler, bu tuhaf düşler benden çıkıyor, sonra
geri geliyor, derime yapışıyorlar. -Frida Kahlo-
Yarın insanların işlerini tartıp hüküm verecek olan yüksek mahkemelerin huzuruna çıkınca, göğsümü gere gere haykıracağım: Ben ne yapmışsam iyi yapmak kastıyla yaptım; Muvaffak olamadıysam bunun kabahati niyetimde değildir.. -Halit Ziya Uşaklıgil -
Ee, anlatın bakalım, toplumun temellerinin altını oydunuz mu? Suçluları aklayıp, suçsuzları mahkum ettiniz mi? Lev Tolstoy - Diriliş
Benim düşmanım, ne nefret edebileceğim ne
de bağışlayabileceğim bir insan. Joanne Greenberg - Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
İnsanlar sonradan, onlara ettiğiniz iyiliğin intikamını alıyorlardı daima. Louis Ferdinand Celine - Gecenin Sonuna Yolculuk
Ben oldum olası taşkın, abartılı biri oldum zaten, çünkü
tek başıma, bana uyan bir iklim yaratmaya çalışıyordum. Anais Nin - Minotor'u Kışkırtmak
Tanıdık
bir histi bu. Hemen her bakımdan yetersiz olma hissi. Tamamlanmamış bir
insan yapbozu. Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi
Dans etmek, gülmek, pembe ya da sarı kekler yemek ve sert şarap içmek
istiyorum. Ya da edepsiz bir öykü; işte bundan keyif alabilirim. İnsan
yaş aldıkça edepsizlikten daha da fazla keyif alıyor. Virginia Wolf - Yanlızlık Ömür Boyu
Eski şeylerin hepsine veda etmek istiyorum. Ben de Perulu dev gibi güney
denizlerinin ormanları içine kendimi gömmek, istediğim gibi yaşamak,
istediğim gibi sevişmek, istediğim gibi şarkı söyleyip yok olmak
istiyorum. Tomris Uyar - Otuzların Kadını
Zaten, kendimde ne bulabilirim? Ne anlatabilirim? Duygularımın korkunç
derecede yoğun olduğunu, duygularımın sapına kadar bilincinde
olduğumu... Kendimi mahvetmek için kullandığım keskin zekâmı ve beni
oyalamaya doymayan düş gücümü... Ölü irademi ve onu capcanlı yavrusu
gibi kollarında sallayan düşünce gücümü. Fernando Pessoa - Huzurszluğun Kitabı
Hiç (haydi samimi ol! ) kendi kendine sordun mu, doğrumu, yoksa yanlış
mı düşündüğünü? Yanlış mı düşünüdüğünü, sormadın kendi kendine, ancak
komşunun buna ne diyeceğini sordun kendi kendine ya da doğruluğun sana
kaç paraya patlayacağını. Bunu, küçük adam, sordun kendi kendine, başka
hiçbir şeyi sormadın. Wilhelm Reich - Dinle Küçük Adam
Yaşamım utançlarla doludur. İnsan yaşamının ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. (s.11)
Yani, anlamıyorum. Çevremdeki insanların sıkıntılarının niteliğini, ölçüsünü sanki kavrayamıyorum. (s.14)
Tam bir egoistim, üstelik bunun doğal bir şey olduğuna inanıyorum, kendimden bir kez bile şüphe duymadım. Öyleyse rahat olmalıyım. Fakat belki tüm insanlar öyledir, insanların ulaştıkları doyum noktası budur. Bilemiyorum. Gece güzelce uyuyup, sabah rahatlanır mı acaba? Nasıl rüyalar görürler? Yolda yürürken ne düşünürler? Para mı? Sadece bu olmasa gerek. (s.14)
Elbette herkes başkalarının eleştirilerine, azarına maruz kaldığında kendini iyi hissetmeyebilir. ama, ben o kızan insanların yüzünde aslanlardan, timsahlardan, ejderhalardan daha korkunç bir hayvanın gerçek doğasını görürdüm. (s.15)
Oyuncular için rol yapmanın zor olduğu yer, kendi memleketlerinin tiyatrosunda, hısım akrabanın hep bir arada bulunduğu yerdir. En usta aktör için bile, iş rol yapmaktan çıkar. (s.24)
Benim insan korkum, eskisinden ne daha güçlü ne de daha zayıf, olanca şiddetiyle göğsümün içinde kıvranıyordu. (s.24)
Artık, özümü tamamen gizlemeyi başardığıma inandığıma, inanırken gerçekten akıl almaz bir şekilde sırtımdan vuruldum. (s.24)
Kadınlar bana erkeklerden katbekat daha anlaşılmaz geliyordu. (s.28)
Kadınlar kendine çeker ve fırlatıp atarlar, kendilerini diğer insanlardan daha aşağı konumda ve silikmiş gibi gösterir, el ayak çekildiğinde sımsıkı sarmalar, ölmüş gibi derin uyurlar. (s.28)
Kadınların neler hissettiğini düşünmek benim için bir solucanın düşüncelerini araştırmaktan daha çetrefilli, sıkıntılı, tiksindirici bir eylemdi. (s.30)
Dış dünyaya karşı neşeyle gülüyor, insanları da güldürüyordum ama aslında böylesi karanlık bir yüreğim vardı. (s.33)
Benden farklı görünse de, insanoğlunun yaşayışına tamamen aykırı ve arayış içinde olma noktasında gerçekten aynı türdendik. (s.36)
Sadece eğlendiğim ve vakit öldürdüğüm biri olarak en başından beri onu hor görmüştüm. Ama yan yana yürürken onunla dostluk etmekten utandığımı fark ettiğinde, bu adam bile özümde ne olduğumu anlamıştı. (s.36)
Ben doğuştan dışlanmış olduğumu hisseder, şu dışlanmış bir insan diye parmakla gösterilen biriyle karşılaştığımda, içimde mutlaka bir rahatlama duygusu uyanırdı. Alelade değil, büyüleyici bir rahatlamaydı bu. (s. 40)
"Para kesildiğinde, bağlar da kopar". (s.49)
Kadın denen canlının gece yatmadan öncekiyle sabah kalktıktan sonraki hali arasında dağlar kadar fark olduğunu ve mutlak bir unutkanlık gibi mükemmelen bir yöntemle iki dünyayı birbirinden ayırarak yaşadıklarını henüz idrak edememiştim. (s.50)
İnsanlar bana hep iyi davransalar da "dostluk" denen şeyi bir kez bile tadamamıştım. (s.65)
Tanrım bana güç ver! İnsanların özünü anlamama yardım et. İnsanlar diğer insanların üzerine bassalar da cezası yok. Bana bir öfke maskesi ver! (s. 71)
Cehenneme inansam bile cennetin varlığına bir türlü inanamıyordum. (s.71)
Toplum ne der! Toplum değil, sensin bundan utanan. Böyle şeyle yaparsan, sert olur tepkisi. Toplum değil, sensin bunu yapan. Çok geçmez, toplum siler seni. Toplum değil, sensin beni silecek olan. (s.73)
Her sabah bir vapura binip karşı kıyıya geçerken, her akşam bir vapura binip öbür kıyıyıa dönerken. İçimde bir ses akıp gidiyor böyle, hep seninle konuşan, hep sana konuşan. (s.5)
Aslında her şeyin halleri var; saplantı tek ama onunda halleri var. Mesela benimde hallerim var. ev halim, iş halim, vapur halim, sen halim. (s.7)
Belki bambaşkaydı sözlerin, belki yabancılığıyla irkiltmişti beni. belki de sigaran için ateş istemiştin sadece, belki de eski bir sınıf arkadaşımdın ya da uzak bir akraba. Belki ilk konuşan sendin. Belki gerçekten de bendim. Susmaya daha fazla dayanamayıp, beni çeken o inanılmaz düşüşe aceleyle yetişmeye çalışıyordum. Ne fark eder? Bir sürü şey üst üste yığıldığında altta kalanların şekillerinin bozulması kaçınılmaz. (s. 9)
Bir kadın imkansızlığı temsil ediyordu kişisel sözlüğümde ve karşısı hep boş kalmak zorundaydı. (s.10)
Yalan söylemediği birine sığınamaz insan, dürüstlük daima bir eşitlik gerektirir, çocukluğun en ağır yüküdür dürüstlük.(s.10)
Arızayı giderip ışıkları tekrar kapadıklarında içindekiler taşınıp bomboş kalmış bir ev gibi hissediyorum kendimi. Ruhum çekilmiş, soyulmuş. (s.16)
İnsan kaç cümlesinin sonunu getirebilir ki? (s.17)
Beni daha iyi tanımlayacak başka kaç kelime var ki? Belki bir tane daha ama o hiç söylenmedi. (s.18)
Kendi içindeki imkanlarla sınırlı. Onları tükettiğinde kendisi de bitiverecek. (s.22)
Bazen geri çekilmek gerekir, gözden düşmek, kapanmak, susmak. Dipten
de derin bir yere vurur insanı, ah delirsem de dinse der ama delirmek
kolay değil. Bir imtiyazdır aklın yönetemediği dünya. Akla kendiliğinden
karşı çıkmak, isyan etmek, onu hükümsüz kılmak kimsenin taktir etmediği
bir imtiyazdır. Delilik sırf mümkün olduğu için irkiltir insanı.
Mümkündür ve gündeliğin, normalin, olağanın, -ması gerekenin gelip
tosladığı bir duvardır. Yaklaştığını geriletir, sersemletir, üzer. Ne
lüzumsuz. (s.28)
Kimi zaman geri çekilmek gerekir; saçaklı ayaklarını bir anda kabuğuna toplayan bir deniz yaratığı gibi kapanmak Ama geri çekilmek öğretilmez hiçbir çocuğa . Batmaya dirensin diye büyütülür her çocuk .Ben de bir çocuktum ,ben de büyütüldüm ve şimdi nasıl batacağimi bilemiyorum . Direnmek nasıl bırakılır ? (s.28)
Haksız yere dayak yemiş bir çocuk gibi kıvrılıp içimi çeke çeke uyudum.
Benim öfkeme sığındığı için gözlerinin ışıltısındaki tuzu asla göremeyeceğim. (s.54)
Yanımdan geçerken başını kaldırıp yüzüme baksa, gözünde bir şey görsem her şey bitecek; merak ettiğim son kişi de fos çıkmış olacak; zihnimi insanlardan bütün bütün çekeceğim artık. (s.34)
Bellek bir konuşmanın ne kadarını kaydedebilir? Neler kaybolur? Neler silinir? Yerine neler konur? Bellek cansız bir şey olsa kaydettikleri de değişmeden durabilirdi belki ama o da soluk alıyor. Geçmişi aktarmak bu yüzden umutsuz bir çaba. sonrasını bildiğim bir şey nasıl değişmeden kalabilir ki aklımda? (s.40)
"Yeter artık, yeter bana bakıp durma. Ben kafandaki kadın değilim". (s.41)
Ne fark eder ki? Kime ne ispatlamaya çalışıyorum? Sana söylemek istediklerimi kimseye söyleyemezdim ki; bana söylemek istediklerini sen de kimseye söyleyemezdin zaten. Yine de en azından birbirimize söyleyenilmek iyi olurdu. Hislerin kesif sıcağından uzaklaşıp birbirimizi kelimelerle serinletmek. (s.45)
Dilsizliğin çok sinir bozucuydu ama onu yıkacak cesaretim yoktu. Sözlere o kadar yabancı olmadığını biliyordum; sadece bir sınırdan sonra tükeniyordu sözlerin. Ama o sınıra bile gelemiyorduk artık. (s. 64)
Birisiyle konuşmamanın gerçekten ne anlama gelebileceğini belki de azncak o zaman anladım. Sessizlik: Tenimden daha yakına gelemezsin; ben artık sana insan değilim. (s.65)
Bozuldun çünkü, çarpıldın, değiştin. İnanılmaz bir durağanlık bastı bütün o kıpır kıpır yanıp sönmeleri. Şimdi bakıyorum da her şey günden güne farklılık gösteriyor, denizin pis kokusu, martıların uçuşu, hatta vapurlar bile. Sen ise değişken bir çerçeve olan benim içimde hep aynısın. Gitgide unutuşa esir düşüp eksilen bir bellek kişisi. (s.76)
Hayatım boyunca şöyle bir kaç kişinin suratına tokat atmadığıma da çok üzgünüm. Dostoyevski - Yer Altından Notlar
Siyasal iktidar denen şey, bir sınıfın başka bir sınıfı ezmekte kullandığı örgütlü güçten başka bir şey değildir. Karl Marx - Komünist Manifesto
İnsanlar bir yığın acayip şeyler söylüyorlar. Bazen, koyunlarla birlikte yaşamak çok daha iyi, konuşmaz koyunlar, yiyecek ve su aramaktan başka bir şey yapmazlar. Ya da kitaplar, dinlemek isterseniz size ilginç öyküler anlatır kitaplar. Ama insanlarla konuşurken durum başka, öylesine tuhaf şeyler söylerler ki, konuşmayı nasıl sürdüreceğinizi bilemezsiniz. Paulo Coelho - Simyacı
Ey farklı kadın, hiç düşündün mü senin bana, benim sana nasıl da görünmez olduğumuzu? Hiç düşündün mü ne kadar cahiliyiz birbirimizin? Birbirimizi görmeden görüyoruz birbirimizi. Birbirimizi duyuyor ve sadece kendi içimizdeki sese kulak veriyoruz. Başkalarının kelimeleri kulaklarımızın hataları, aklımızın denizlerinde olan kazalardır. Ne kadar da güveniriz başkalarının kelimelerine yakıştırdığımız anlama! Başkalarının kelimelerle dile getirdiği hazlar bize ölümü tattırır. En ufacık bir derinlik katma kaygısı gütmeden, dudaklarından döküverdikleri kelimelerde ise hayat ve haz buluruz. Fernando Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı
Diyorsun ki, düşünce tarzım tasvip edilemez.
Umursadığımı mı sanıyorsun? Başkaları için bir düşünce tarzı benimseyen ne zavallı bir ahmaktır! Marquis de Sade - En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Didem Madak - Ah'lar Ağacı
Hiç yapmadığı şeyleri yapmaya ne kadar kolay başlıyor insan. Sokaklarda aylak aylak gezmek, gırtlağıma kadar onca tiksindiğim yüce gizeme batmak, onu çözmeyle uğraşmak. Oturup evimde beklemek aklıma gelmedi hiç çünkü benden istenen şeyleri reddedebilecek şekilde büyütülmemiştim. Belli ki mucizevi bir tesadüf istiyordun benden. Aslı Biçen - Elime Tutun
Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, Van Gogh'un resmi değilim ben, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız.. Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar
Kimse kendine benzemek istemiyor. herkes bir kalıp seçiyor, ona
özeniyor, tamamıyla seçilmiş bir kalıbı kabulleniyor. bununla birlikte
insanoğlunda okunacak başka şeyler var, buna inanıyorum. cesaret
edemiyorlar, sayfayı çevirmeye cesaret edemiyorlar. taklit kanunları:
ben bunlara korku kanunları diyorum. kendilerini yalnız bulmaktan
korkuyorlar, ama kendilerini hiç bulamıyorlar. oysa insan hep yalnızken
yaratmıştır..
Andre Gide - Ayrı Yol
Akşam, Marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. "Vallaha, bence hepsi bir," dedim, "ama evlenelim istersen"
O zaman: "Beni seviyor musun?" diye sordu. Ben de yine daha önce yaptığım gibi, cevap verdim: "Bunun bir anlamı yok ama sevmiyorum galiba," dedim.
"Öyleyse neden evleneceksin benimle?" dedi. Ben de ona: "Hiçbir önemi yok bunun istersen evleniriz," dedim. "Zaten bunu isteyen sensin, ben bir evet diyeceğim o kadar."
O zaman: "Evlenmek ciddi bir iştir," dedi. Ben: "Yoo," diye cevap verdim. Bir süre sustu, ses çıkarmadan yüzüme baktı.
Sonra konuştu: "Peki, söyle bakalım," dedi, "başka bir kadın olsa da ona da aynı şekilde bağlı olsan; aynı teklifi sana o yapsa, kabul eder miydin?"
Ben: "Tabii!" dedim.
O zaman: "Ben seni seviyor muyum acaba?" dedi. Ama, ben bunu nerden bilebilirdim ki? Yine bir süre sustuktan sonra: "Acaipsin sen, ama seni bunun için seviyorum herhalde. Fakat günün birinde senden belki aynı nedenle nefret de ederim," diye mırıldandı. Verecek cevabım olmadığı için susuyordum ki o gülümseyerek kolumu tuttu: "Seninle evlenmek istiyorum," dedi.
"Sen ne zaman istersen," diye cevap verdim.. (S.43)
Tuhaf biri olduğumu, beni kuşkusuz bu yüzden sevdiğini
ama belki günün birinde yine aynı sebepten nefret edebileceğini mırıldandı.
(s.44)
Söyleyecek fazla bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Ben de sustum. (s.64)
.... karşımda dimdik durarak ve beni yüreklendirerek, Tanrı'ya inanıp inanmadığımı sordu. Hayır, dedim. Hoşnutsuzluk içinde yerine oturdu. Bunun mümkün olmadığını her insanın, hatta ondan yüz çevirenlerin bile Tanrı'ya inandığını söyledi bana. O böyle inanıyordu, bundan bir an bile şüphe etse hayatının anlamı kalmayacaktı. (s.66)
Günün birinde gardiyan bana, beş aydır hapiste olduğumu
söylediğinde, ona inandım, ama ne dediğini anlamadım. Bana göre hücrenin içine
doğan hep aynı gün, yaptığım iş de hep aynı işti. (s.75)
Yıllardan beri ilk defa olarak içimde, aptalca bir ağlama arzusu uyandı, çünkü bütün bu insanların benden ne kadar nefret ettiklerini hissetmiştim. (s.83)
Bazı insanların sırf normal olabilmek için olağanüstü enerji sarfettiklerini kimse bilmez.
Sizi yıpratan insanlardan sessizce uzaklaşın.
İnsan bilmediği konularda hep abartılı fikirlere sahip olur. (s.101)
Kalbimi dinliyordum. Bu kadar uzun zamandan beri bana yoldaşlık eden bu gürültünün kesilebileceğini aklım almıyordu. Zaten kuvvetli bir hayal gücüm hiç olmamıştır. (s.102)
Fakat herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. (s.103)
Her halükarda, beni gerçekten neyin ilgilendirdiğinden emin olamayabilirdim ama neyin ilgilendirmediğinden kesinlikle emindim. (s.104)
Bana sadece suçlu olduğum söylenmişti. Suçluydum, bedelini ödüyordum, benden de fazla bir şey istenemezdi artık. (s.106)
Ben yarım yamalak dinlediğim bir adamı, başımdan savmak istedim mi, ona hak veriyormuş gibi yaparım.
Çok uzun zamandan beri ilk kez annemi düşündüm. Bir
ömrün sonunda niçin yeni baştan nişanlandığını, niçin yeniden başlama oyunu
oynadığını anlar gibi oldum. Orada, hayatların sönmekte olduğu o bakımevinin
etrafında da akşam, hüzünlü bir huzur anı gibiydi. Ölüme o kadar yakınken
annem, orada kendini her şeyden azade ve her şeyi yeniden yaşamaya hazır hissetmiş
olmalıydı. Hiç kimsenin onun arkasından ağlamaya hakkı yoktu. Ve ben de kendimi
her şeye yeniden başlamaya zorunlu hissettim. (s.110)
Kendimi yengeç gibi hissediyorum. yengeçler denizde yaşar ama yüzemez. Ben de nefes alabiliyorum ama dünyaya bir türlü ayak uyduramadım sanırım.
Her şey bana yabancı, her şey, bana ait bir insan yok, bu yarayı kapatacak bir yer yok. Burada ne yapıyorum, bu hareketler, bu gülüşler ne anlama geliyor? Buralı değilim - başka bir yerden de değilim. Yüreğimin hiçbir destek bulamadığı bu yerde dünya bilinmeyen bir görüntüden başka bir şey değil. Yabancı, kim bu sözcüğün anlamını bilebilir. (s.156)
Eskiden ihtiyarları umursamazdım; onlara bacakları yürümeye devam eden ölüler gözüyle bakardım; artık görüyorum onları: erkekler, kadınlar, benden yalnızca biraz daha yaşlılar. (s.8)
Eskiden, bir gün gelip kilomu dert edeceğim hayatta aklımdan geçmezdi. (s.17)
Hayır artık bana ait değildi, hiç değildi. ...... Onun hayatını ben biçimlendirmiştim. Şimdiyse dışarıdan, uzak bir tanık olarak katılıyordum. Bu bütün annelerin ortak yazgısıdır. (s.23)
Aşktan doğan ve aşkı öldüren çfkenin doğal çelişkisi. (s.38)
Bir çocuk meydana getirmek öyle labaratuvarda deney yapmaya benzemiyor. Ebeveyni nasıl şelil verirse çocuk ona dönüşür. Sen yenilgiyi baştan kabul ettin, bununda yardımı olmadı. (s.40)
Bir insana güvenmek hata değldir! (s.40)
Gençliğimde beni öyle çok haksız buldular ki, haklı olmak bana pahalıya mal oldu ki kendimi elekştirmekten tiksiniyorum. Ama bunları kabul edecekte ruh halinde değildim. (s.40)
İnsanın sevdiği birinden nefret etmesi öyle yorucu ki. (s.42)
İki kişilik hayat karar vermeyi gerektirir. "Yemek saat kaçta? Ne yemek istersin?" Tasarılar dile getirilir. Oysa yalnızken eylemler önceden tasarlanmaz, bu öyle rahatlatıcıdır ki. (s49)
Katı yürekli miyim ben? Saygı duymadan sevebilmeyi başarabilen insan var mıdır? Saygı nerede başlar, nerede biter? Peki ya sevgi? (s.52)
Telefon insanları yakınlaştırmaz, uzaklıkları doğrular. (s.54)
Genç kalmak demek kişinin canlılığını, neşesini, aklını koruması demekir. (s.58)
Gelecek hakkında peşin hükümlü olmayın. (s.59)
Kendimi sorgulamaktan yorulmuştum. Kelimeler kafamın içinde parçalara ayrılıyordu: Aşk, uyuşma, anlaşmazlık; hepsi manadan yoksun görüntülerdi.Acaba anlamlı oldukları herhangi bir zaman olmuş muydu? (s.61)
İnsanın yaşlanınca neyi kaybettiğini anlayamıyorum. (s. 67)
İnsan kimi yerlerinden katılaşır, kimi yerlerinden çürür, ama asla olgunlaşmaz. (s.67)
İnsanın kendine sakladığı can sıkıcı dertleri vardır. (s.77)
İnsanlar doğruların kendilerine söylenmesini kabullenemiyorlar. Güzel sözlerine inanılmasını ya da en azından inanmış gibi yapılmasını istiyorlar. Ben açığım ben açık sözlüyüm maskelerini düşürüyorum. (s. 96)
Bir kız çocuğu orospuların en büyüğüde olsa annesinin bedduasına tahammül edemez. (s.99)
Eskiyi düşündüğümde kendime eğer beni sevmeyi bilmiş olsalar ben de şefkatli bir insan olrdum diyorum. (s.103)
Bana "İnsan kendini yoldurmamalı" demişti. Oysa o da seve seve yolardı beni eline fırsat geçse. (s. 14)
Adliyeden çıkarken sistemin kayıtsızlığına öfkeliydim. (s. 118)
Günlük ne tuhaf şey: içe atılanlar yazıya dökülenlerden daha çok önem taşıyor. (s. 120)
Yirmi iki- yıllık evliliğin ardından insan sessizliğe çok şey atfediyorum. (s.121)
İnsanın yokluğa verecek cevabı yoktur. (s.124)
Her kadın kendini farklı sanır; hepsi bazı şeylerin kendi başlarına gelmeyeceğini düşünürve hepsi yanılır. (s.126)
İki kere iki dört. Seni seviyorum, yalnızca seni. Gerçek yok edilemez. (s.127)
İnsan bir taşa çarptı mı, önce darbeyi hisseder, acı devamında gelir. (s. 132)
Kalbimi incecik dişli bir testereyle dilimliyorlar. (s.133)
Onda bu kadar özel ne bulduğumu anlayamıyorum.(s.134)
Son derece nazik olmasına rağmen gösterdiğim özenin onu rahatsız etme ihtimali olduğunu biliyorum. İnsan bu denli başkarı için yaşadıüında bu yoldan dönmesi, kendi için yaşamadı biraz zor. Kendini başlarına adamanın tuzaklarına düşmemeliyim. (s.134)
İnsan kendini değiştirmeden hayatını değiştiremezmiş. (s.135)
Tanrım! Öfke nasıl da canını yakıyor insanın. (s.136)
Genellikle yalnızlık beni korkutmaz. Hatta ufak miktarlarda olduğu takdirde gerginliğimi alır: sevdiğim insanların varlığı kalmimi yoruyor.(s.141)
Belki de insana en güzel gelen hatıralar her zaman en uzak olanlardır. (s.143)
Hiç bir şey yapmayan kadınlar çalışan kadınlardan nefret eder. (s. 145)
Bu yaptığımla gurur duymuyorum. Bir erkeğin hala beni beğenebileceğini kendime kanıtlamaya ihtiyacım vardı. Kanıtladım da. Peki bu ne işime yaradı? Kendimi daha fazla beğenmemi sağlamadı. (s. 159)
Her seferinde dibe vurdum diyorum ve ardından kuşkunun ve mutsuzluğun daha büyüğünü yaşıyorum. (s. 160)
Başkalarının ne diyeceğini artık dert etmeyeceğim. Derinden sarsıldım. Benim hakkımda ne düşündükleri umurumda değil. Ben burada sağ kalma savaşı veriyorum. (s. 162)
Hayal etmek ile görmek bir değilmiş. (s. 165)
Kendime hakim olmayı, kendimi gözlemlemeyi öğrenmeliyim ama bunlar tabiatımda neredeyse hiç yok! Ben içten, şeffaf bir insandım ve aynı zamanda dingindim; şimdiyse kalbim kaygı ve kin dolu. (s. 172)
Niçin artık beni sevmiyor? Gerçi eskiden niçin sevdiğini de bilmiyorum. İnsan kendine bu soruyu sormuyor. (s. 183)
İnsanın başkasının tecrübelerinden faydalanıp kendi derdini anlayamaması ne tuhaf - bana ait olmayanın, bana yardımı dokunmuyor. (s.184)
İçime dert oldu. Acaba insanlar bana bakınca ne görüyor? Nesnel açıdan bakıldığında, ben kimim? Düşündüğümden daha azmı zekiyim? Bu tür soruları sormakgereksiz çünkü kime bana aptalsın diye cevap vermeye cesaret edemeyecektir. O halde bunu nasıl öğrenebilirim? Herkes kendini zeki sanır, aptal olduğunu düşündüğüm insan bile. (s.191)
Başkaları için fazlasıyla yaşadığın için, onların sana yaşattıklarına da çok takılıyorsun. (s.192)
Hüznün derinliklerine doğru inen o korkunç yol. İnsan bir kez mutsuz oldu mu, içinden neşeli hiçbir şey yapmak gelmiyor. Artık uyandığımda plak çalmıyorum. Artık müzik dinlemiyorum, sinemaya gitmiyorum , kendime güzel bir şey aldığım yok. (s.193)
Kendimi başkasının gözünden görmeyi nasıl da isterdim! (s.205)
Bilmiyorum. Artık, her zaman, her yerde, sözlerimin ve davranışlarımın altında benim kaçırdığım bir öbür yüz var. (s.208)
Kadınlar ancak kendilerine verilen şey bir başkasından zorla koparılıp alınmışsa mutlu oluyorlar. Önemli olan verilen şeyin niteliği değil: kazanılan zafer. (s. 209)
İnsan kendi hayatı hakkında bu denli kendini kandırabilir mi! Acaba herkes bu kadar kör müdür yoksa ben budalanın önde gideni miyim? Sadece budala da değilim. Kendime yalan da söylüyormuşum. Nasıl da yalan söylemişim! (s.212)
İnsan hayattan artık keyif almadığında en basit şeyler için nasıl da gereksiz bir çaba harcıyor. (s.224)
Ben kim olduğumu biliyor muyum? Belki başklarının hayatıyla beslenen bir çeşit sülüğüm. (s.225)
Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar
Kimi zaman geri çekilmek gerekir; saçaklı ayaklarını bir anda kabuğuna toplayan bir deniz yaratığı gibi kapanmak. Ama geri çekilmek öğretilemez hiçbir çocuğa. Batmaya dirensin diye büyütülür her çocuk. Ben de bir çocuktum, ben de büyütüldüm ve şimdi nasıl batacağımı bilemiyorum. Direnmek nasıl bırakılır? Aslı Biçen - Elime Tutun
Bugün sen nasıl seven gençleri hapse atıyorsun, gün gelecek, kendi
pisliğini namuslu insanların yüzüne bulaştırmak istediğin zaman, sende
tımarhaneye tıkacaklar. O zaman, bugünkü biçimci bezirgan yargının
yerine, hukukla ve iyilikle yöneten başka türlü yargıçlar ve hakikat
savcıları olacak. Sıkı, sert yasalar olacak yaşamı korumak için,
onlardan nefret edeceksin, küçük adam, ama uymak zorunda kalacaksın. Wilhelm Reich - Dinle Küçük Adam
Benim hakkımda
bir yargıya varmadan önce beni bilmek, beni biraz tanimak ve ölçülü
yaratılmış bir kişiden bugünkü ben olan garip insanı hangi koşulların
ortaya çıkarabilmiş bulunduğunu bilmek gerekir. Kabul edin ki, biz
kalıtsal eğilimlerimizin oluşturduğu iki öge ve etkenin, ya da dünya
sahnesine çıkarken getirdiğimiz sermayenin ve kendisine değen her etkiyi
alıp koruyan plastik bir madde gibi bizi biçimlendiren ve bize varlık,
nitelik veren hayat koşullarının, rastlantılarının ürünüyüz. Pierre Loti - Aziyade
Ne garip bir oyuncak şu insan! Yürür, konuşur ve acı çeker. 70 kilodur. Kendisine ve aslaine ait hiçbir şeyi bilmez. Bir nevi ıstırap makinesi. İplerini başkaları çeker. Hantal ve şapşal bir robot. Neye sevinir bilinmez. Sınırsız olan yalnız hayalleri ve acı kabiliyeti. Etten bir kafes ve aciz içinde çırpınan bir ruh. Vücut araba akıl arabacı. Ama
gözleri bağlı arabacının, arabaya hükmeden atlar .. Buda haklı:
Varolmak için yokolmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin. Bütün musiki, bütün şiir, bütün aşk, bu bir çuval kemik, bu asi ten, bu aptalca endişeler ne olacak? Cemil Meriç - Jurnal
İçimizde birbirleriyle daha önce hiç yüzyüze gelmemiş olanlar vardı,
birbirlerinin edebiyat anlayışını toptan yadsıyanlar, bu eleştirilerini
sözle yada yazıyla açıklayanlar vardı. Demek böyle önemli bir olay
karşısında bunların önemi kalmıyordu, hemen birleşebiliyorduk. O zaman
protestoyu elimizdeki verilere göre biçimlendirmeye karar verdik ; Hepimiz kadındık.. Hepimiz anneydik.. Tomris Uyar - Otuzların Kadını
Herkese anlatmak zorundayım. Gırtlağıma takılıp kalan çığlığın bedeli ödenmeli. Dakikalar
onu seyredip hiçbir şey yapmadan yoluma devam ettiğim lanet için
lanetlendim ben. Yapılacak bir şey için, bir kaşık bulup ona kusmuğunu
yediremediğim için, bütün büfeler boyu seyredip hiçbir şey yapmadan ... Ona verebilecğim ne vardı? yoluma devam ettim çünkü kendime bir misyon
yüklemeiştim. Kendi ölümümü erteleyecek bir gerekçe ... Aslı Erdoğan - Kırmızı Pelerinli Kent
Birini tanımaya çalışmak, hiç bitmeyen bir yapbozu çözmek gibidir. Önce
en küçük parçaları yerlerine yerleştirir, bu sırada kendimizi daha iyi
tanırız. Jake hakkında bildiğim ayrıntılar-etini çok pişmiş sevmesi,
umumi tuvaletleri kullanmaması, yemekten sonra dişlerini tırnaklarıyla
karıştıran insanlardan nefret etmesi- daha sonra ortaya çıkacak büyük
gerçeklerin yanında sıradan ve önemsiz kalıyor. Iian Reid -Her Şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum
Bazan bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazan
da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret falan değil. İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile. Sadece bir yalnızlık
ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımda küçük bir hareket, en hafif
bir ses bile istemiyorum. Taşıp dökülecek kadar kendi kendimi
doyurduğumu hissediyorum. Kafamda hiçbir şeyle değişilmesi mümkün
olmayan muazzam hayaller, bana her şeylerden daha kuvvetli görünen
fikirler birbirini kovalıyor. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana
yakın birini arıyorum. Bütün bu beynimden geçen şeyleri teker teker uzun
uzun anlatacak birini. O zaman ne kadar hazin bir hal aldığımı tasavvur
edemezsiniz. Kış günü sokağa atılmış üç günlük bir kedi yavrusu gibi
kendimi zavallı hissediyorum. Odamdaki duvarlar birdenbire
büyüyüveriyor. Pencerelerin dışındaki şehir ve hayat bir anda, insanı
içinde boğacak kadar kudretli ve geniş oluyor. Zannediyorum ki,
tasavvuru bile baş döndüren bir süratle hiç durmadan koşup giden bu
hayat ve bir avuç toprağın bile doğru dürüst esrarına varamadığımız bu
karmaşık dünya beni bir buğday tanesi, bir karınca gibi ezip
geçiverecek… Böyle acz içindeyken odamda her şey bana küçüklüğümü ve
zavallılığımı haykırıyor. Sokağa fırlıyorum. Bir tek çehre görsem de
yanında yürüsem, hiç ses çıkarmadan yürüsem diyorum. Halbuki ara sıra
karşılaştığım ahbapları görmemezliğe geliyorum. Hiçbiri bana bu anda
yardıma çağrılacak kadar yakın görünmüyor.
Bilmem beni anlıyor musunuz? Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan
Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür; Mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur... İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar. (s.9)
Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir
Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı
olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz
vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa
vurmasın. (s.9)
İnsanın seyri - ne mide bulandırıcı şey! Aşk-iki tükürüğün karşılaşması... Bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. (s.13)
Vaktiyle bir “benliğim” vardı; artık sadece bir nesneyim... (s.13)
Artık benim için hiçbir şey konu olamaz, zira bütün şeylerin tanımını verdim. (s.14)
Aşırı hassas yalnızlıklarımız, ötekiler için ne cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz görünümlerimizi... (s.16)
İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre sınıflandırılabilir: mizaçlarına göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine göre... Kravat değiştirir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt, dışarıdan, zamanın biçimlenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. (s.18)
Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla
kendini ortadan kaldırır. (s.19)
Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki
yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen –ya da icat eden – o
sayıklamanın kurumasıdır. (s.21)
Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani
insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla
doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni
yaparız. (s.24)
Dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde
bıraktığı izler silinmez bir hale gelir. (s.24)
Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile,
onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza
saçtığımız kelimeler oranında ölürüz. Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz
konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile
gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı
yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru
bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun,
ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız
düşüşe yol açmıştır.
Siyasetçiler, reformcular ve kolektif bir bahaneden yana çıkan herkes üçkâğıtçıdır.(s.25)
Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz
heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli
olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına
tutulmuş bir geometri. (s.24)
Kendi hayatımız zar zor kavranılabilir görünürken, ötekilerin hayatı nasıl tahayyül edilebilir? (s.25)
Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı kendi derdine aşık
olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstırap dünyasında, ıstırapların her
biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve
hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır. (s.27)
Zekâ ile sersemlik arasındaki fark, çeşitlendirilmediği zaman bayağılığa yol açan sıfat kullanımında ortaya çıkar. Bizzat Tanrı, sadece kendine eklenen sıfatlarla yaşar. (s. 27)
Niçin Tanrı o kadar soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çekiciliktedir? Niçin ilginçlik, tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve bize o kadar az benzer? (s.28)
İnsan kendini Şeytan’da çok fazla bulduğu için O’na tapamaz; ondan bilerek nefret eder. (s. 29)
Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına –ve sonsuza
dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar
öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir. (s.31)
Ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? (s.31)
Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeylerin
miktarıyla büyür ve telef olur. (s.31)
Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni.. (s.32)
Adem’den beri insanların bütün çabası, insanda değişiklik yapmak olmuştur. (s.33)
Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? Acın da kaderin gibi sebepsiz.(s.37)
Zaman’ın cümlesinde, insanlar virgüller gibi yer alırlar; sense, onu durdurmak için nokta olarak hareketsizleştin. (s.37)
Bu ruh nasıl yatışabilirdi? Bir yanda yürek ile toprağın bölünmezliği içine dalma istenci; öte yanda, giderilemeyen bir arzuyla daima mekânı içine alıp eritme istenci. (s.40)
Çare bulma saplantısı bir uygarlığın sonunun belirtisidir; selâmet arayışı da bir felsefenin sonunun..(s.42)
Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle
bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden
başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik. (s.44)
Evreni adaletsizlik yönetir. (s.47)
Dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir. (s.47)
Zaferler ve yenilgiler, adı kader olan bilinmez bir yasaya göre birbirini izlerler. (47)
Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir,
başta bizzat dünya olmak üzere. (s.48)
Tanrı ve insanın adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez.
(s.48)
Hakikaten yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir. (s.49)
Eski zamanlardaki büyük yalnızlar mutluydular, ikiyüzlülüğü bilmiyorlardı, gizleyecek bir şeyleri yoktu: Bir tek kendi yalnızlıklarıyla söyleşiyorlardı...(s.49)
Geceler boyunca hangi kâbuslarla haşır neşir olduk ki güneşe düşman olarak kalkıyoruz? (s.45)
Kendimi bütün insanlara karşı savunmak, çılgınlıklarına tepki göstermek ve bunun kaynağını ortaya çıkarmak istedim; dinledim ve gördüm ve korktum: Aynı sebeplerle ya da herhangi bir sebeple hareket etmekten, aynı hayaletlere ya da tamamen başka bir hayalete inanmaktan, aynı sarhoşluklara ya da tamamen başka bir sarhoşluğa gömülmekten korktum; son olarak da, ortaklaşa hayal kurmaktan ve son nefesimi bir vecd kalabalığı içinde vermekten korktum. Bir varlıktan ayrılırken bir yanılgının daha elimden çıktığını, onda bıraktığım yanılsamayla yoksullaştığımı biliyordum...(s. 50)
İnsanların var olmak ve harekete geçmek için sarıldıkları nedenleri, kendimde ortadan kaldırmak istedim. Sözle anlatılmayacak kadar normal bir hale gelmek istedim, - şimdide sersemlemiş bir halde, budalalarla aynı düzeyde ve onlar kadar boşum. (s.51)
Bazı sabahlar canlı cansız her şeyi mahvetme isteğiyle uyanmamızın sırrı nedir? (s.51)
İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar. Bu ikiliği kötü bir alışkanlık haline getirmiştir. (s. 53)
İster sürpriz ister zorunluluk nedeniyle olsun, tartışmasız bir bozguna uğramayan var mıdır? O zaman ellerini dua için açıp, sonra felsefenin cevaplarından bile daha boş bir halde iki yanına bırakmayan var mıdır? (s.56)
Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek denir. (s.58)
İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamıza yol
açan şeyler sağlıklıdır. (s.60)
Vardım, varım, ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur bu, varoluşun değil. (s.62)
Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. (s.63)
Her birimiz ardımızda bir dost ve düşmanlar mezarlığı sürükleriz; bu mezarlığın yüreğin uçurumlarına atılmış veya arzuların yüzeyine yansıtılmış olması da pek mühim değildir. (s.63)
Özgürlük, özü şeytanî olan etik bir ilkedir. (s. 64)
Herkes, yalnızlık hiyerarşisinin farklı bir derecesinde yerini alır; hain ise bu hiyerarşinin en uç noktasında bulunur: O, bireylik vasfını azgınlığa vardırır. (s.65)
Kendini bütün insanlardan dışlayacak benzersiz bir cinayet işleme arzusunu duymayan var mıdır? Kendini ötekilere bağlayan zincirleri hepten koparmak için, temyizi mümkün olmayan bir mahkûmiyete maruz kalarak uçurumun sükûnuna varmak için, alçaklığa kim can atmamıştır? (s.66)
Uzak ilkbaharlar düşledim; sadece dalgaların köpüğünü ve doğumumun unutuluşunu aydınlatan bir güneş, toprağa ve her tarafta sadece başka yerde olma arzusu duyma derdine düşman olan bir güneş düşledim. Yeryüzündeki yazgımıza bizi kim çarptırmıştır? (s.66)
Saatler boyunca başka saatleri bekleriz. (s.68)
Hepimiz, düşündüğümüzden çok daha fazla şeye inanırız; hoşgörüsüzlükleri barındırır, kanlı tedbirlere ihtimam gösterir ve fikirlerimizi aşırı yöntemlerle savunarak dünyayı itiraz edilmez gezici kaleler gibi katederiz. (s.69)
Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey kendisini çok sever; hayatın derinlikleriyle yüzeyini kasıp kavuran dehşet başka türlü nereden gelirdi ki? (s.69)
Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir yeni
hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir
geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin
beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm
İnsan cinnet tarafından korundukça etken olur ve ilerler; fakat sabit fikirlerin doğurgan zorbalığının elinden kurtulunca mahvolur ve çöker.(s.72)
Bir insanın kabul gören her şeye meydan okuyacak cesareti bulmak için neyi kaybetmesi gerektiği bilinemez; hiçbir şeyi yapmakta sakınca görmeyen, en mahrem düşüncelerini, hem şehvetperest hem de saf bir bilgi tanrısının yapabileceği gibi tabiatüstü bir küstahlıkla fiiliyata döken bir insan haline gelene kadar, Diogenes’in neyi kaybetmiş olduğu bilinemez. Kimse daha dobra olmamıştır; samimiyette ve zihin açıklığında bir sınır-vaka olduğu gibi, eğer arzularımızla davranışlarımız eğitim ve ikiyüzlülük tarafından frenlenmese, bizim de ne olabileceğimizin örneğidir. (s.73)
Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey
gösterin
Altında ezilmediğimiz bir olayın bizim için ne anlamı olabilirdi ki? Gelecek, bizi harcamak için bekler. Ruh artık varoluşun sadece çatlamasını kaydeder ve duyuların hâlâ titreşmesi için ancak kötülük beklentisi gerekir...(s.76)
Birkaç eksiksiz melankoli örneği ve birkaç benzersiz intihar dışında, insanlar, tarihi ve tarihin yüz buruşturmalarını doğurmak için tıka basa alyuvarlarla doldurulmuş kuklalardır. (s.76)
Kendi içimize mıhlanmış olduğumuzdan, doğuştan gelen ümitsizliğimizin çizdiği yoldan ayrılma melekemiz yoktur. Hayat bizim ortamımız değil diye kendimizi hayattan muaf mı tutturalım?(s. 78)
Hayata karşı bütün gerekçeleri yaşamış ve doğrulamış olduğumdan, onu lezzetlerinden arındırdım ve tortusu içine gömüldüğümde çıplaklığını hissettim. Cinsellik-sonrası metafiziği yaşadım. (s.80)
Yeryüzü üzerinde yapılan her şey, boşluk içinde bir doluluk yanılsamasından, Hiçlik’in esrarından gelir.. (s.81)
Cesaret ve korku, hayata densizce bir anlam ve ağırlık vermekten ibaret olan o aynı hastalığın iki kutbudur... (s.83)
Bir başkaldırının haklı çıkması ve ateşli taraftarlar yaratması, bir vahyin yayılması ve buna bir kurumun el koyması, zamanında yalnızlığa mahsus olan - birkaç hayalci çömezin hissesine düşen- ürpertilerin satılmış bir varoluşla kirlenmesi için yeterlidir. Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin. En kibirli çarpıntılar, tabii vadelerini doldurmuş gibi, bir lâğıma gömülür ve atmaz olurlar. Bu güçten düşme, yüreğin faciasını ve tarihin negatif yönünü teşkil eder. (s.85)
Nefret ya da acıma içinde bizi şeylere bağlayan o negatif dayanışma, muazzam bir fiziksel zayıflıktan kaynaklanmaktadır. (s.86)
Hayatın hiçbir anlama gelmediğini herkes bilir veya sezinler: O zaman, hiç olmazsa bir söz oyunuyla kurtarılmalıdır! (s.88)
Bir kitabın üzerimizde yarattığı etki, ancak içindeki entrikayı taklit etme, kahraman öldürüyorsa öldürme, kıskanıyorsa kıskanma, acı çektiğinde veya öldüğünde hasta veya ölüm döşeğinde olma isteğini duyuyorsak gerçektir. (s.92)
Tanrı, icat edilir. O’nun adını andığınız sürece cinnetinizin kılık değiştirmiş olduğu anlaşılmaz ve... her şey size mubah olur. Hakikî mümini deliden ayırt etmek güçtür; fakat onun deliliği yasaldır, kabul görür. (s.97)
Tanrım, bana hiç dua etmeme gücü verin, her nevi tapınma saçmalığından koruyun, beni Siz’in elinize hepten teslim edecek o sevgi eğilimini benden uzak tutun. Kalbimle gökyüzü arasındaki boşluk genişlesin! (s.98)
Terazinin bir kefesine, dünyaya “saflar”ın yığdığı kötülükleri, öteki kefesine de ilkesiz ve kuruntusuz insanlardan gelen kötülükleri koysaydık, ilk kefe ağır basardı. (s.100)
Nereden geldiğimi artık söyleyemem: tapınaklarda inançsızım; sitelerde coşkusuzum; hemcinslerimin yanında meraksızım, yeryüzünde kesinliğim yok. - Bana belirgin bir arzu verin ve dünyayı alt üst edeyim. (s.111)
Her nesil kendinden önceki neslin cellatlarına anıtlar diker. (s.112)
Hepimiz sahtekâr olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz. Yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını görürdü: Sahteliğe biyolojik olarak tâbiyizdir. (s.115)
Hastalık olmadan hastayızdır ve zaafımız olmadan cehennemliğizdir. (s. 116)
Özgür olmayı deneyin: Açlıktan ölürsünüz. Kâh hizmetkâr kâh despotik olmanız ölçüsünde toplum size müsamaha gösterir; gardiyansız bir hapishanedir bu - ama telef olmadan kaçılamaz ondan. (s.117)
Psikoloji kahramanın mezarıdır. (s.122)
Önyargı, kendi içinde yanlış, ama nesiller tarafından biriktirilmiş ve aktarılmış olan organik bir hakikattir: (s.124)
Tutarlılığımızdan ya da kaprislerimizden doğan gerekçeler her noktada birbirine denktir. Hiçbir şey savunulmaz değildir - en saçma önermeden en hunhar cinayete kadar. Fikirler tarihi de tıpkı vakalar tarihi gibi anlamsız bir iklim içinde cereyan eder: (s.127)
İnsanın elinden Mutsuzluk yalanını alın, ona bu sözcüğün altına bakma gücünü verin: Kendi mutsuzluğuna tek bir an dayanamazdı. (s.130)
Evet, aslında iblisler ruhumla top oynuyor gibi geliyor bana... (s.133)
Tanrı’nın kendi ülkelerinde tanrıtanımazlığı yaygınlaştırması da ortadan yok olmamak içindir - kendini savunmak için. (s.139)
Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış? (s.140)
Bütün tanrılardan nefret ederim; onları hor görecek kadar sağlıklı değilim. İlgisiz’in en büyük aşağılanması da budur. (s.141)
Eğer ruh o kadar az bir şeyse, yalnızlık duygumuz nereden gelmektedir? (s.142)
Olmadığın gibi hiç olmayacaksın; ya olduğun gibi olmanın hüznü... Cevherin hangi aykırılıklara batmış ve dünyaya sürülmende hangi karışık deha ağır basmış? Kendini ufaltmadaki ısrarın, ötekilerdeki düşüş iştahını benimsettirmiş sana. (s.142)
Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur:
kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz.
Bir Buda’nın öğretisinin binlerce varlığı yokluk meselesinin karşısına
getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini
değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi katmışızdır. Fakat hangi
batılı düşünür bir Budist rahiple muhayeseyi kaldırabilir ki? Kendimizi
metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz.
Nerede tükettin ömrünü? Bir hareketin hatırası, bir tutkunun işareti, bir maceranın parıltısı, güzel ve firari bir cinnet-geçmişinde bunların hiçbiri yok; hiçbir sayıklama senin ismini taşımıyor, seni hiçbir zaaf onurlandırmıyor.İz bırakmadan kayıp gittin; senin rüyan neydi peki? (s.161)
"Kendime
seçtiğim değerler adına ve tüm mukaddesatımla söylüyorum, kimseye
kızmıyorum, kin duymuyorum. kalbimde kire, kine yer yok. Evet, zehirli
bir dilim var. İstediğim zaman bu dilden akacak olan zehrin başkasını
felç edebileceğinin farkındayım ama kuvvetine sahip olduğunuz bir şeyi
çok adil kullanmanız gerektiğini de biliyorum." -Murathan Mungan- (Egoist Okur Röportaj)
"Hissetmek... ne renktir acaba?" Fernando Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı
"Dostluğa hazırım, işte elim. Ama lütfen bana aşık olmayın!" Dostoyevski - Beyaz Geceler
"Sen biliyor olmalısın, daha önce ölen çok insan görmüşsündür. İçlerinden şarkı çıktı mı hiç ölülerin doktorcuğum? Bir ses, bir mırıltı, bir kıpırtı? Dans gibi mesela? O bile bir şeydir." Mine Söğüt - Deli Kadın Hikayeleri
"Eğer nasıl biri olduğumu bilseydiniz, şu anda beni selamlarken yüzünüzde gördüğüm o tatlı, dostane gülümse kim bilir nasıl donup kalırdı dudaklarınızın kıyısında!" Stefan Zweig - Olağanüstü Bir Gece
"Kendi olarak, sana gelen
Sana gereksinimi olmadan, seni isteyen. Sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen.
Kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan
O, işte..."
Oruç Aruoba - Hani
"Hani daha ilk gördüğün anda tanıyormuş gibi hissettiğin birtakım insanlar vardır ya. Ve bir de bütün ömrünü beraber geçirdiğin ve asla gerçek anlamda tanıyamadığım başka insanlar vardır." Marilynne Robinson - Lila
"Zamanın geri döndürülüp döndürülemeyeceğini bilecek kadar çok okumamıştı ama zamanın olduğu yerde sabitlenebileceğini tecrübeyle öğrenmiş oldu o akşam." Altay Öktem - O Adam Babamdı
"Başkalarının mutsuzluğuna dokunmamak gerekir. Küçük bir bahçedir o, kırılgan ve hassas bir Arkadya'dır, rahatsız etmemek gerekir." Fleur Jaeggy - XX'in Erkek Kardeşiyim
"Durmadan okumaktan söz ediliyor. Evet, ben de bir ömür boyu bunu yaptım, durmadan okudum, okudum ama, şimdi düşünüyorum, durmadan okumak, yani birtakım kitapları okumuş olarak rafa kaldırmak, bir yerlere yerleştirmek, şunları okudum demek mi amaç? Olmasa gerek. Bütün bunlar bize bir şeyler düşündürecek, bir şeyler gösterecek, bir şeyler anlatacak, kendi kendimizi belki daha iyi anlayacağız, hem kendimizi belki daha iyi tanıyabileceğiz, kendi kendimizi derken ille kendimizden söz etmek de istemiyorum, kendimizi, dünyamızı, dünyayı, insanları, oyunları, ilişkileri başkalarının aracılığıyla ya da başkalarının yardımıyla tanımlamak çok önemli; tabii bunun için de buna dikkatimizi çevirmemiz gerekiyor. Yetkin davranmamız gerekiyor okumamızda, bakmamızda, dinlememizde." Bilge Karasu - Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir
Bir kadın kurgu edebiyatı yazacaksa paraya ve kendine ait bir odaya sahip olmalıdır.
Kanımca kadınlar da, kurgu edebiyatı da hala çözülmemiş muammalardır.
Dudaklarımdan yalanlar dökülecek ama aralarına hakikat karışabilir; bu hakikati arayıp bulmak ve herhangi bir kısmının elde tutmaya değer olup olmadığına karar vermek size kalmış.
Bir sene içerisinde kadınlar hakkında kaç kitap yazıldığıyla ilgili bir
fikriniz var mı? Bu kitaplardan kaçının erkekler tarafından yazıldığını
biliyor musunuz? Şu evrende belki de en çok tartışma konusu haline
getirilen hayvan olduğunuzun farkında mısınız?
Kadınlar erkekler hakkında kitap yazmazlar - büyük bir rahatlama
eşliğinde buyur ettiğim bir gerçek, çünkü erkeklerin kadınlar hakkında
yazdığı her şeyi okuyascak olsam, yüzyılda bir çiçek veren ödağacı, daha
ben kağıt kalemin başına oturmadan iki kez çiçek vermiş olurdu.
Neden kadınlar erkekler için, erkeklerin kadınlar için olduğundan daha ilginçtir?
Samuel
Butler neden "Akıllı adamlar asla kadınlar hakkındaki fikirlerini
söylemez" der? Görünüşe bakılırsa akıllı adamların başka bir şey dediği
yok.
İnsanın aptalca bir kibri vardır.
Kadın bedeninde kısılı kalmış bir şairin kalbindeki tutku ve şiddeti kim ölçebilir ki?
Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. Bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem.
En iyi yetiştirilmiş kadınlar zihinleri en uygar olanlardır.
Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!
Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır.
Sekiz çocuk büyütmüş temizlikçi kadın, dünya için yüz bin sterlin kazanmış avukattan daha mı az değerli?
İsterseniz kütüphanelerinizi kilitleyin ama zihnimin özgürlüğünü kilitleyebileceğiniz hiçbir kapı, kilit, süngü yoktur.
İrkilmeyin. Yüzünüz kızarmasın. Burada biz bizeyken, bazen böyle şeylerin olduğunu itiraf edelim. Bazen kadınlar kadınlardan hoşlanır.
Sorun önyargıların aşılması, bağışlanabilir bir düşüncesizlik veya basit anlamda bir hata olsaydı; ah, sorun keşke böyle olsaydı! Yersiz kuşkulara kapılmayan sen, her şeyi anlayan ve hissedebilen sen bu yüzden hayatımdan kaybolup gitmezdin. (s.2)
Güzel insanlara her zaman hayranlık duymuşumdur ve bugün sanatçı beğenimle artık o zamankinden farklı bakıyor olsam da. (s. 5)
Artık onun sevgisine eskisi gibi çocukça bir güven duymuyordum. (s.12)
Eski tutkum, insanın tamamen uyandıktan sonra hatırlayamadığı bir rüya gibi gölgelere gömüldü. (s.13)
.. annem aslında ne bir dişi aslandı ne de geleneksel yoldan çıkan biriydi; dünyaya bakışı çoğununkine fersahlarca uzak olan yalnız , yaşlı bir kadındı sadece. (s.20)
Eğer dedikodular haksız yere yaılıyorsa ve senin gizli kuşkuların da öyleyse, sen bunu hak ediyorsun demektir. Belki de sen beni uzun süre bazı konularda işe yaramaz hale getirdin bana getirdiği sert şarabınla. Diğer bütün sarhoşluklara baskın geldin. (s.22)
Ayrıca bir kez şöyle adamakıllı aşık olamıyorsam suçlu ben değilim. Bu yeterince tuhaf zaten. (s.22)
Sevgi değildi; daha yoğun, daha dürtüsel, daha tekinsiz bir şeydi. (28)
En küçük memurundan tut, subay çevrelerine kadar hala hepsi kibirli, azametli ve dar görüşlü. Konumlarına göre görüntü değişiyor sadece, içerik aynı. Bizim artık annelerimiz ve büyükannelerimiz gibi düşünmediğimiz İçlerinden birinin bile aklına geliyor mu sanıyorsun? 'efendim aşağı efendim yukarı' diye etraflarında dört dönüp duran kadınlardan değil de artık kendi kendimizin efendisi olduğumuzun, kısacası eski kölece anlayışları rafa kaldırdığımızın farkındalar mı sence? (s.32)
İnsanlar sırf bana acıdıkları için yetişkinlik yaşına gelinceye kadar gelişimimi sürdüreceğimi ve herkes gibi olacağımı söyleyerek o kadar canımı yaktılar ki. Fakat yaşım ilerledikçe -şimdi otuz yaşındayım- beni kandırdıklarını daha iyi anladım, fakat bunu kimseye fark ettirmeye ve karşı çıkmaya cesaret edemedim. Çünkü acınası olarak biri yaşamak ölüm gibi bir şey, öyle değil mi? (s.38)
Şimdiye kadar ona hiç, hiç bir zaman insani anlamda, halden anlayarak, bu denli yakın olmamıştım; fakat aynı zamanda bir kadın olarak ondan hiç bu kadar uzak olmamış, bu kadar uzaklaşmamıştım. (s.45)
Belki en başında birbirimizle başka türlü kaynaşabilirdik, mücadele etmeden, çekinmeden, birimizin veya diğerimizin üstün ya da aşağı olması söz konusu olmadan! Sadece gençliğimizin tazeliğiyle, duyduğumuz sevinç ve esrimeyle! Evet, belki! Belki böyle bir aşk vardır, mümkündür ve güzeldir. (s.45)
Bir insan, bizim onda kendimize uygun bulduğumuz yanlardan çok farklı değil midir aslında? (s.48)
Yapmamız gereken tek şey yolumuza devam etmektir; bize ait olan birlikte gelir, bizimle beraber yürümeyeninse, bizi durdurmasına izin vermemeliyiz. (s.50)
... havailikle delilik arasında salınırcasına bu iki duygu kutbu arasında gidip geliyormuşum gibi hissediyordum. (s.61)
Kendi mutluluğunu engelliyorsun: Hayattan ve insanlardan çok fazla şey bekliyorsun. (s.62)
Hayatta her şeyin bir bedeli var, en fazla da mutluluğun. (s.62)
Aşk böyledir.
Baskına gidiyorum diye evden çıkarsın,
bozguna uğrayıp dönersin. (s.7)
Masumiyeti her yerinde yazılıydı ama sanki çıplak gözle görülmüyordu. (s.29)
Benim hikayem, kurşun geçirmez gibi görünse de bakışlarınızla delik deşik, gülüşlerinizle paramparça edilmiş. (s.30)
İyisiyle kötüsüyle hayat bir bütün filan zırvalarını bir kenara bırak. Aradan gereksiz detayları çıkarabildiğin bir hayatı düşünsene, daha kısa, daha saf ve daha doğru olmaz mıydı? (s.38)
Bu benim hikâyem ve hikâyem hiçbir okulda öğretilmeyen bir şeyi öğrenmiştir erkenden: Kendiyle baş başa kalabilmeyi ve buna "yalnızlık" dememeyi. (s.43)
Doğruyu öğrenene kadar insan yanlışın kölesidir. Benimki de o hesap. Kaderim sandığın her şey korkunç bir hikayeden alıntı gibiydi. (s.45)
İnsan bir defa anasının karnından kovulur ve bir daha hiçbir yerden kovulmak ona dokunmaz. (s.49)
Öyle cahil bir zamanındayız ki dünyanın, bu kadın bir insanı öldürmenin suç olduğunu bilmiyor bile olabilir. (s.56)
Bakın, bir kereliğine bile olsa bir çocuk kendi ölümünü aklına getirmişse, yıkılsın o dünya. (s.60)
Mezar kelime anlamıyla “insan ölüsünün gömülü bulunduğu yer” demektir. Kardeşim kalbimde gömülüdür. yeri belli olsun diye memem durur başucunda. kalbim bir mezar yeridir. (s.75)
Kardeş küçük bir anda insana kahraman olma fırsatı sunandır. (s.76)
Kardeş insanın aynada görünmeyen yüzüdür. Başka biri olabilme ihtimalidir. Hem kendin hem değil. (s.75)
Dünyada bir adalet olduğuna inanmıyordum. İnanmadığım şeylerin sayısı artınca din derslerinden muaf tutuldum. (s.79)
Kendin dışında her şeyi düşündüren, insana kendini unutturan bir şehirdi İstanbul.(s.88)
Sırf o söyledi diye ben o gün orada çok güzeldim. (s.92)
Bu benim hikayem ve bu hikayede kavuşmak yok.
Dağ dağa kavuşur benim hikayemde, insan insana nah!(s.94)
Kuşku bir sestir ve biz vakti geldiğinde onu duymaya başlarız. (s.103)
Nedir gerçek? Gerçek değişmez, sen değişirsin. Gerçek bozulmadan durur ama senin onu kabul etme becerin gerçeğin açığa çıkma hızını etkiler. (s.103)
Aile dediğin tırmalıyor insanı,yarası çok derin ama yüzeyde iz bırakmıyor.(s.106)
Suçu önce kendimde arayıp herkesi haklı çıkarmak üzere yetiştirildim. (s.112)
Zaten ölüp terk edeceğimiz bir dünyayla bu kadar samimiyet kurmanın anlamını ben göremiyorum. (s.113)
Benimki daha çok yabancı ve seyirci kalmayı tercih etmek. Her şeye. Garsona, yan masadaki çifte, arka masanın yanında duran pusetin içindeki bebeğe, öteki garsona, yeni gelen müşterilere, gülümsemek zorunda kalacağım her andan uzaklaştırdım kendimi. (s.113)
Tanış olmama hali, mesafeli bir duruş, çekingen bir bakış, hep merak içinde kalmak, cevap değil de soru üretmek. Aşkı muhafaza ve müdafaa eden şeydir yabancılık. İki insan birbirine akraba oldukça yitirir aşkı. Tanışıklık arttıkça, insanın birbirini tutma isteği azalır. (s.114)
Kısa kesik diyaloglarda sonra bir sessizlik olur ya, o sessizliği sürdürmek tarafların birbirine ilelebet düşmanlık beslemesini kesinleştirir. (s.118)
İnsan , kalbi aşkla çarparken dinlediği şarkıları bir ömür boyu unutamaz. (s.119)
O gece birlikte olduk.
Olduk çünkü olmamamız için belli bir sebep görmemiştim.
Hem sevişmek nedir ki, sahi nedir sevişmek? Apo"yla Nalan bile sevişiyor. Sevişmek bir lisan. Seni seviyorum gibi, sana aşığım gibi, ot gibi, kök gibi, bok gibi püsür gibi. Laflar ön sevişmenin ta kendisi değil mi? Lisan dediğin öyle kuru kuru sözle değil, sevişmekle konuşulur. Her beden başka bir dilde kıvraklık ve akıcılık gerektirir, insan seviştikçe başka dillere hakim olur.
Kaç dil biliyorsun diye sorarsan, ben tek. (s.120)
...hayat söylediğimiz değil de söylemediğimiz şeylerdir. (s.135)
Bir insanı öldürmek istiyorsanız ona cevaplayamayacağı sorular bırakın. O gereğini yapacaktır. (s.142)
"Bazı insanlar vardır, onları gördüğünüz zaman kendilerine nasıl tahammül ettiklerini düşünürsünüz.” -Simone de Beauvoir - Mandarinler
"Bütün hayatımızı, aslında yapmaktan başka çaremiz olmayan şeyleri rızamızla seçmeyi öğrenmekle geçiriyoruz". -Ursula K. Le Guin - Yer Deniz Büyücüsü-
''Yıllar önce okuduğum işe yaramaz bir kitaptaki tek işe yarar cümle şuydu: İnsanın kullandığı ilk alet, başka bir insandır...'' -Hakan Günday - Daha-
"...erdemin güzel hazlarını reddedenler veya karşı çıkanlar, bunu sadece diğerlerini kendileri kadar suçlu ve mutsuz yapmanın zalimce zevkinden ve kıskançlıktan yaparlar, emin olun. Kördürler ve herkesin de kör olmasını isterler, yanılmışlardır ve herkesin de yanılmasını isterler." -Marquis de Sade - En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan-
"Doğarız ve o an sanki ömür boyu sürecek bir pakt imzalamış gibiyizdir, fakat gün gelir, bunu benim adıma kim imzaladı, diye sorarız." -Jose Saramago - Görmek-
"İnsan neyi anlatabilir?
İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz." -Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü-
"Ama şuramda bir bulantı. Gitmiyor, geçmiyor. İnsanlar arasında durmadan mikrop gibi yayılan bir hastalığın bulantısı bu. Kuşku ve güvensizlik. Bunları böyle böyle düşünmek zorunda kalışım... Yoklaya yoklaya yaklaşmak herkese. Şu anlamda ya da bu anlamda... Adımları hesaplı atmak. Yürekleri hesaplı açmak. Açık olamamak. Her gün biraz daha kapanmak. Her gün biraz daha köstebekleşmek, tilkileşmek, böcekleşmek." -Adalet Ağaoğlu- Dar Zamanlar-
"Bir süredir, bu ülkede okuyan, bağımsız düşünebilen insanların sayısını azaltmaya, gittikçe yok etmeye yönelik bir kültür politikası güdülmektedir. Toplumu, yalnızca boğazını düşünen bir koyun sürüsüne dönüştürme amacıyla izlenen bu politikanın yöntemlerinden biri de, kitap düşmanlığı ve okuma korkusu yaratmak." -Pınar Kür - Asılacak Kadın-
- Sen çay seversin, diyorum. İki şeker, değil mi? -Nasıl hatırlıyorsun? diye şaşırıyor. Pes doğrusu!
Hatırlamak değil, diyorum, başka bir şey. Unutmamak belki, diye ekliyorum usulca. -Tomris Uyar - İpek ve Bakır-
"-Kimseye söylemeden, içimde kaldı, kayboldu- dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni- ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda,bana, bunu da yaptınız.
"Bilmedi ki ben her şeyi hem görüyor, hem de ümitsizce öyle olmadığının söylenmesini bekliyordum."
"Güçlü olmak zorundayım. Bunu da becermek çok zor, gerçekler ağır geliyor. İlk günler hafif ve dayanılır gelen şeyler, şimdi biraz ağırlaştı. Fakat hüküm vermemeliyim. O kadar sık değişiyorum ki."
"Bir başka nokta daha: öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz."
"Ben ne yapmışsam iyi yapmak kastıyla yaptım; Muvaffak olamadıysam bunun kabahati niyetimde değildir.."
"Hayal gücü bir yerde beylikleşiyor. Gerçek hayattaki insanların çoğu da öyle. Verilen rolü oynayıp duruyorlar."
"Durup dururken seviyorum işte, sevip duruyorum."
"Çaresizlik yüzünden her şey anlamını kaybediyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar?"
"Hata yapmayan insan hiçbir şey yapmıyor demektir, çamurlu yolda yürürsen elbette ayağın kirlenecek".
"Ölsem demiştim ya geçen gün. Siz insanlara inanmayın. Şimdi hiç ölmek istemiyorum."
"Kendini parçalayan adam; kişiliğini parçalayan adam."
"Gülümsemenin içindeki sevgiyi anlatamıyorum demek ki”
"İnsanın içinde ifade edilmez bir eksiklik duygusu kalır. Her şey başka türlü olabilirdi sanki. Bütün bu oyunlar bu kadar kötü oynanmayabilirdi."
"Çok az vaktim kaldı, anlamıyor musun? Artık cesur olmam gerekiyor, hiç olmazsa düşüncelerimi yaşamalıyım."
"Ölüm gözümüzün önünde olsun, hiç hatırımızdan çıkmasın, her an ölebileceğimizi unutmayalım. Ölüm geldiği zaman boş bulunmayalım."
"Ölümün anlaşılmaz yok ediciliğine katlanamıyorum."
"Sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldığım yerden yaşamaya devam ediyorum."
"Geleceğini
kaybetmek, yaşanan zamanı da boşlaştırıyor. Ne yapalım, henüz biraz da
ayakla durma gücüm var; deneyelim, sonuç almaya çalışalım."
"Fakirlik
kültüründe yaşayanlarda büyük acı çekme ve boşluk duygusu vardır. Uzun
süreli tatminler sağlamak zordur. Gerçekte fakirliğin kültürü, kültürün
fakirliğidir."
"Belinsky önce dünyayı olduğu gibi kabul ediyor. Kendi acılarına da aynı sessizlikle boyun eğiyor. Herkes kendi acısına katlansın. Dünyanın mantığı böyle) Fakat başkalarının acı çekmesini kabul eden insan, aynı güçle sürdüremez yaşantısını. Ve eğer insan başkalarının acı çekmesini kabul edemiyorsa dünyada haksız olan bir şey vardır ve tarih bu noktada mantıkla bağdaşamaz."
"Perşembe
günlerini sevmem. Sabah sekizden akşam beşe kadar demek istiyorum. Yüz
kere, bin kere alt alta yazmak istiyorum: perşembe günlerini sevmem.
Sonunda insanlar anlasın ne demek istediğimi de sormasınlar gerisini.
Can sıkıcı anılarımdan kurtulmak için daha iyi bir yol bilmiyorum.
Perşembe günlerini sevmem. Daha ne istiyorsun benden? Sevmiyorum işte.
Neyi seviyorum ki?"
"Sevgi propagandası yapan nefret dolu insanlar."
"Ben insanı hayatını sarsan büyük fırtınalar içinde tanımak isterim."
"İçimize düşenlere ilgisiz bir düşmanlık besliyoruz. Bizi kimse anlamadı, biz de kimseyi anlamıyoruz."
"Şimdi, dedim; uyusam ve ameliyatta ölsem, hiçbir şey duymayacağım , hepsi bu kadar. Çok kötü hissetmedim."
"Artık kafamın bulanıklaştığını ve saçmaladığımı düşünsünler istemiyorum."
"Düşüncem geç gelişti, biraz geç başladım; biraz da erken bırakmak durumunda kalıyorum."
"Öyle bir çıkmazdır ki düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da ayni sularda çırpınmasıdır. Haksız olana karşı çıkanın da haksız olduğu bir ortamdır." "..meselenin içinden çıkamadığı için ülkesinden kaçar, hayatı boyunca her şeyden kaçmıştır."
"Ey talih! Beni kendi ülkemde bir yabancı gibi yalnız bıraktın. Bütün ümit kapılarını yüzüme kapadın. Bunu neden yaptın bana?"
"Anlatmak
istediğimi tam -ya da hiç- veremiyorum demek ki. Ya da öyle bir şey
işte anlattıklarım. Yaşarken unutulup gitmek. Bense neler düşündüğümü
sanıyorum. Bu yüzden bu ülkede herkese kafa tutuyorum."
"Para vererek kitaplarını bastırıyorlar önce: Sonra isim yapıyorlar ve ülkenin başına belâ oluyorlar."
"Herkes,
yarı yolda bıraktığı herkes, o yolda bir yere varıyor. Hikmet, herkes
namına, hepsinin yaşantısını öldüresiye sıkıcı buluyor. Onların
yaşamadığı sıkıntıyı, sanki onlar adına Hikmet duyuyor. Bu nedenle
bitiremiyor belki yaşantılarını ; sonuna kadar yaşayamıyor . Belki de
değil. Belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin, bitirmenin
bir çeşit ölmek olduğunu hissediyor. Yarım yaşantılar sürdürerek, bütün
ölümlerden kaçıyor."
"Bu
dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insan için sadece
kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalıyız. Mezarlıklar bu nedenle
gözümüzün önünde bulunmalı. Evimizin bahçesinde, sokağın köşesinde tek
mezarlar yer almalı. Her şey geçicidir. Belgeler gereksizdir ,
unutulacak ayrıntıları yazmak anlamsızdır. Belki de unutmak esastır.
Öğrenmek, kendini tanımak mutsuzluktur."
"İnsan
bazı olayları yaşamanın heyecanını kaybedince, aynı olayları tekrar
yaşarken daha ustalaşıyor; yaşamanın akışına kapılmadığı için daha üstün
bir yaratıkmış gibi görünüyor başkalarına. Oysa duyarlık bitmiş."
“İnsanlarımızın ilgisizliği,uzaklığı da canımı sıkıyor.”
"Galiba
evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir
dünyada yaşamıyorum. Evin dışında her yer sanki aynı, sanki bütün
insanlar birbirine benziyor. Ne acıklı değil mi?"
"Neden öldü? Kalpten öldü elbette. Yaa kalbi mi vardı. Evet, kalbi
olduğu için öldü. Oyunları çok ciddiye aldığı için öldü. Ciddi olmayan
başka biri hiç olmazsa bir baygınlıkla filan yetinebilirdi. Coşkun'un
kötü huyu: her olayı büyütürdü."
"Ben ne zaman canım sıkıldığı için evden çıksam, yolda güzel bir fikir gelir aklıma. Galiba hep acele ettim."
"Sevgi propagandası yapan nefret dolu insanlar."
"Insanın geliştiği filân yok. Yalnız kusurlarına alışıyor, o kadar."
"İnsan, her an kendini parçalayarak, kendi etinden kanından vererek yaşayabilir mi? Gerçeği aramak bu mudur?"