6 yıl önce, çok kıymetli nevi şahsına münhasır biri önermişti Tutunamayanlar'ı. Çok başlayıp bıraktım. Her okumaya başladığımda "ben bu kitabı niye okuyorum ki "hissi verdirmişti. 300 e gelene kadar tam bir işkenceydi sonrası öyle olmadı hatta çok hoşuma giden yerlerde oldu. Ek olarak bir diğer tezatlık, çoğunlukla sıkılarak okuduğum bir kitaptan bu kadar altını çizdiğim beğendiğim satırlar olması. Bu kitabı okurken Kinyas ve Kayra'da ki hissi yaşadım. An geliyor Selim an geliyor Turgut oluyorsun.
Okumama vesile olan güzel insana teşekkürler.. Seviliyorsun, çok çok kalp.. ❤️ ❤️ ❤️
Senin ne işin vardı orada? Herkesin işine karıştın, işin olmadığı halde. Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir. Kendine oyunlar buldun: başkalarının katılıp katılmadığına aldırmadığın oyunlar. Herkesi yargıladın bu oyunlarda. Bu arada beni de yargıladın, bana da haksızlık ettin. (s. 31)
Bazı günler konuşamazdı insan. (s.45)
Yaptıkları eserleri karşılarına koyup, bununla boş bir gurura kapılmak Evropalıların işidir. Durmadan, varlıklarını duymak için, olur olmaz yerde, good morning, bon soir derler birbirlerine. Bizde de birtakım insanlar bunu tutturmuş. Bugünlerde de “iyi günler” diye bir söz çıkmış. Herkes birbirine iyi günler deyip duruyor. ‘Bon jour’un tercümesiymiş. (s.47)
Hayır, dostum. Ben en acıklı anda bile güldürücü sözler bulabilen bir insanım. Kendime acımam yoktur. (s.61)
Kendini, rakipsiz saydığı konuların dışında, bir daha hiç bir zaman tecrübe etmemeyi ve kuvvetsiz olduğu yerlerde de ehemmiyet vermiyormuşçasınagillerden olmayı uygun buldu. (s. 62-63)
Sen, yalın düşüncelere alışıksın sadece. Hayatın asıl tadı, gerçek tuzu olan ikinci dereceden bilinmeyen güzelliklerin farkında değilsin. (s.71)
Benim gibi az gelişmiş bir ilkokul öğrencisinin de başarabileceği tek şey buydu. Kötülüğe kayıtsız kaldım; ona içimde yer vermedim. Kara ekmeği yemek zorundaydım; ama kötü şiir okumadan da yaşayabilirdim. (s.77)
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim. Kirden kararmış, dayanan dirseklerle cilalanmış eski sıralar; sıraların üstüne, geçen yılların Süleymanları, Necdetleri, Aykutları, zaman geçtikçe öztürkçeleşen isimlerini, adlarını çakıyla kazımışlar. Duvarlarda, her yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren renkli badanalar üstüste: son müdür Behçet Beyin sidik sarısı badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Beyin türbe yeşili ve merhum Sami Beyin çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı, sözde kalmış. Öğretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca birdelik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor. (s.78-79)
Hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz. (s. 80)
Belki de anlatmaya çalıştın birilerine. Kim bilir? Anlatamadın;
belki o insanın yüzüne bakar bakmaz anlatmanın yararsızlığını gördün. (s.89)
Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz
geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak
olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bu temel
ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini
çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez. (s.94)
Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur. Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. (s. 95)
“Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.” s.97)
Ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namuzsuzdur benim için. (s.97-98)Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. (s. 93)
Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez. (s.94)
Canım Selim! Nasıl çırpınmışsın bir yere tutunmak için. (s.99)
Dünyada büyük ve güzel şeyler de var
demişti bir gün. O sırada ben ne yapıyordum? Hiç bir güzelliğin içime
girmesine izin vermiyordum. (s. 107)
Başka bir yol olmalıydı, dedi. ‘Bir yol
bulunmalıydı. İnsana bir fırsat verilmeliydi. Bana, sana hiç olmazsa… Bu
çaresizliğe dayanamıyorum. Bir defaya mahsus olmak üzere bir istisna
yapılmalıydı. Kağıtlarınızda bir noksanlık var, bir imza eksik diye geri
çevirilmeliydi Selim. Özür dileriz, kabul edemeyiz; bazı noktaları
unutmuşsunuz denemez miydi? (s. 111)
Birdenbire yüklenmezler üstüne. Önce bırakırlar istediği gibi düşünsün
her şeyi. Dünyayı dilediği gibi anlamasına, yaşamasına hissetmesine izin
verirler. Hatta alkışlarlar, överler onu. Büsbütün çileden çıksın da
geri dönemesin diye. Sonrasını biliyorsun işte. (s.112)
"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş
olmayı isterdim,” dedi: “Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden için
rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.” (s.113)
Bazı üstü örtülü olaylar, küçük ya da büyük bazı topluluklara gösterilen
ilgisizlikler, tarihin tozlu raflarıdda unutulduğu için hemen önemi
sezilmeyen yaşantılar ve yanlış yorumlamalar nedeniyle sınıflamalarda
alt katta kalmış insanlar güneş ışığına çıkarılabilseydi Selim’in
yalnızlığının sadece bir görünüşten ibaret olduğu anlaşılacaktı. Tarih,
işine gelmeyen bütün belgeleri, Selim ve Selim gibilerden gizlemişti. (s.136)
İnsan, hareketlerine engel olabilirdi; fakat düşüncelerini nasıl durdurabilirdi? (s. 153)
Allahım, onu neden yalnız bıraktın? Neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? Neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? Neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? Neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? (s.199)
Selim’in içgüdüleri iyi gelişmemişti.
Çıkarlarını pek bilmezdi. Oysa… çıkarlarını düşünmeyenler
unutulacaklardır. Her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir
kenarda kalacaklardır. (s. 201)
İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor
artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini
anlamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. (s.254)
Ben, seni görür görmez anlamıştım. Bu kaygısız görünüşünün altında; duygulu, içine kapanık bir insan olduğunu. (s.259)
Kızımı bir memura verdim; kızımı bir subayla evlendirdim! Demek o zaman insanla evlenmek adeti yokmuş. (s. 295)
Şimdi yanımda olsaydın, bütün bu meseleleri tartışsaydık. Birçok meseleyi askıda bırakıp gittin. Beni bıraktın bu makinenin çarkları arasında. Ben de dişlilere ceketimi kaptırdım. Eteğimin ucundan bağlandım bu düzene. (s.307)
Kimseye zararı dokunmayan soyut bir kötülüğün ben, büyük ve mustarip bir ruhun iç çekmesi olarak kabul ediyorum. (s.316)
Hayatında
ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. Hiç bilmediği bir içkinin
susuzluğu gibi bir duygu. Değişebilmek. Kendinin bile tanıyamacağı yeni bir
varlık olmak. (...) değişmek kendine yabancılılaşmak demekti. (s.319)
Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi
kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun
bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: ‘Buraya
kadar!’ dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara;
pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın.
Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, daha önce haber vermiştik,
derler onlar. Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik.
Yaşarken eskidiği ve eskittiğini söylemiştik. Sevginin ölümünü her pazar
çanlar çalarak ilan etmiştik. (s. 321-322)
Bazen
eksik karşılıklar da fazlaları kadar tehlikelidir. Az konuşmakla da “şey”e
ihanet edebilirsin. (s.325)
Zaman baş döndürücü bir hızla dönüyor , ayakta durmasını bilmeyenleri yıkıyordu.. (s.331)
Yalnız
hayallerle beslenen bir arkadaşlık ne kadar kısa sürüyordu. (…) Bir ruhla
yaşamak, tek başına yaşamak gibi, hayal gücü isteyen bir davranıştı. (s. 339)
Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen
çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası
kadar bir şeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen
kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun
canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı? (s. 346)
Günahlarımın ağırlığına dayanamıyorum Olric. Neden beni uyarmadın. Buna
hakkım yoktu efendimiz. Öyle güzel gürlüyordunuz ki. Size kapılmamaya
imkan yoktu. Çevrenizdeki bütün sahtelikleri öyle güzel
aydınlatıyordunuz ki. (s. 349)
Sonra unutacaklar. Unuttukları için de
unutulacaklardır. Kendi güzelliklerini de -eğer bir güzellikleri varsa unutacaklardır. Yalnız sizin içinizde yaşayacaklardır: bunu bilmedikleri
için de, yaşadıklarını da bilmeyeceklerdir. Alışkanlıktan başka bir şey
bilmedikleri için, sizin de yokluğunuza alışacaklardır.(s 350)
Genç kız karşısında oturuyor: resimlerdeki gibi soluk beyaz yüzlü, uzun boyunlu. Hasta bir güzelliği var. Çorap giymemiş: çıplak bacakları düzgün. Elleri bakımsız: manikür yapmamış, tırnaklarını kısa kesmiş. Acaba o mu? Olmadığını biliyorsun. İstediğim gibi düşünebilirim. Çok genç, çok mahzun görünüşlü. Fakat gülerken gördüm: mahzun değil. Dudaklarını ileri uzatmış: çocuk gibi. İri siyah gözlerini dikmiş, inceliyor beni: korkusuz. Hiç çekingen değil. Hayır bu değil. Selim’i tanıyor. Acaba üzülmüş müdür? Kusursuz bir güzelliği var. Bakımsızlığının içinde daha çok belli oluyor güzelliği; odanın içinde tek parlayan yer onun teni. Saydam bir ten. Kendine çeki düzen verse bu kadar güzel görünmez. Hareketleri o kadar ağır ki, insan sıcak bir yaz gününde güneşe bakarken duyduğu yorgunluğu yaşıyor onunla. Kısık bir ses. Kesik bir konuşma. Kirpikleri havayı süpürüyor: uzun ve dağınık. Her tarafı uçuşuyor; bu dünyadan olmayan birşeyler var tavırlarında. Aynı zamanda, gizlemeye çalıştığı bir basitlik, haşinlik seziyorum. Özellikle başını yukarı kaldırdığı zaman. Biri, ona, bunu söylemeliydi. Yazık. Bununla birlikte, nesli tükenmiş yaratıkların, bilinmeyen bir dünyanın kokusunu getirmeleri gibi bir çekiciliği yayıyor çevresine. (s.352)
Bütün hayatımızı yersiz çekingenliklerle mi geçireceğiz Olric? Cesareti yalnız kafamızda mı yaşayacağız?(sayfa 357)
Söylenen sözlerin, yaşanan olaylardan önemli olduğunu Selim’de gördüm. (sayfa 359)
Büyüyemediği, gerçek dünyaya karışmadığı
için üzülüyordu. ‘Gerçekten bucak bucak kaçıyorum,’ diyordu. ‘Birini
sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Korkaklıktan
değil; kendimi onun yerine koymaktan. İnsanların karşısında bazen de o
eski aptalca utangaçlığım yüzünden dikilip kalıyorum. Gitmek gerektiği
halde bir türlü uzaklaşamıyorum. Her zaman gerekenin tersini yapıyorum,
çocuklar gibi. Kitaplarla, yani bir çeşit masal dünyası ile hayatı
karıştırıyorum eskisi gibi. Galiba gittikçe de düzeltilemez oluyorum bu
konuda. Masalın nerede gittiğini, hayatın nerede başladığını
farkedemiyorum. Bazen, suratıma bir garip bakıyorlar; o zaman uyanır
gibi oluyorum. (s. 369-370)
Onunla
olmadığım zaman ne yaptığımı, nasıl yaşadığımı hiç sormazdı. Oyun dünyamızın
dışındaki yaşantımla pek ilgili değildi. (s.372)
Rahat görünmeye çalıştığı zamanlarda bile
bu görünüşünün altında kuşkulu, güvensiz ve karanlık iç dünyasının
katılığı olduğunu sanıyorum. İlk bakışta insanlara hemen inanıveren,
söylenen sözlerin gerçekliğinden kuşkusu olmayan bir genç izlenimi
bırakırdı. Fakat, kendisinde, gerçeklere karşı dalgın duran bu yanı iyi
bildiği için, kimsenin aklına gelmeyecen yersiz ve gerçek dışı kuşkulara
kapılırdı. Öylesine söylenmiş sözlerin altında gizli anlamlar arar,
kimsenin onunla ilgilenmediği bir sırada kendisiyle alay edildiği
endişesine kapılarak azap çekerdi. Bir söz yüzünden geceleri uyuyamaz,
huzursuzluk içinde kıvranırdı. (s. 373-374)
Olur ya, belki bir gün tam senin gibi hissederim, senin heyecanların
benim heyecanlarım olur: o zaman seni bütünüyle yaşarım, kim bilir? (s.375)
Selim, artık onun gibilerle hiç konuşmayacak. Aynı yanlışlığı bir daha
yapmayacak. Burada olduğu halde ona görünmeyecek. Böyle insanlar Selim'i
bir daha göremeyecek. O, artık, kendisini sevenlere görünecek yalnız. (s.378)
Başkalarına
yaptıklarını hemen unuturdu. Başkalarına kötülük ettiğini hissetmenin acısına
dayanamazdı. ‘Bütün öfkelerimi öyle içten duyuyorum ki, kimsenin alınmaması
gerek bana; bu yüzden ancak beni beğenebilirler,’ diyerek şımarıkça gülerdi. ‘Beni
ya şımartın, ya da kapı dışı edin!’ diye bağırırdı. ‘Yarı içtenliğe dayanmam
zor benim. Bir kişi mi kalacak? Tamam: bir kişi kalsın.’Sonra gene bağırmaya başlardı: ‘Ben günahkârım: bana vurun!’ O günlerde Dostoyevski’yi okuyordu. “Sonra hemen mahzunlaşırdı: ‘Ya bir kişi de kalmazsa?’ Yanıma oturur, titrek bir sesle: Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat Ağabey,’ derdi. ‘Sanki hepsi benim için yazılmış. Bu kadar insanı birden canlandıramıyorum: hepsini birbirine karıştırıyorum. Gülünç oluyorum.’ Odayı dolaşırdı inleyerek. ‘Ben rezilin biriyim ve rezilliğimi biliyorum.’
Anlaşılmamaktan
çok korkardı. ‘Başkalarından ayrı hissettiğimi nasıl belirtsem? Kimse bilmeyecek…
Hiç olmazsa mezar taşıma yazın: burada insanlara başka türlü hayran olan biri
yatıyor. Ne türlü? Bir bilsem, ah bir bilsem.’ (s.384)
Önüne gelen nimetleri değerlendirmesini
bilmeyen, seni, senden başka türlü bir insan yapmak isteyenlerin arasına
düşmüşsün. (s. 387)
Herkesin iyi kötü, yürüdüğü bir yol vardı. Herkesi yoldan çevirmeyeçalıştın sokağın köşesinde durup. Hepsi de sana içinden güldü. (s.388)
Unutulmalısın. Unutulan herkesin
hatırlanması için ne kadar zaman geçiyorsa, o kadar zaman geçirmelisin
mezarda. Orada bile acele etmemelisin. Senden önce ölüp, senden önce
unutulanlar ve daha hatırlanmayanlar var. Dur bakalım, dur hele. Sıranı
bekle. (s. 389)
‘Bütün
alçakgönüllülüğüm, bütün iyiliğim, daha doğrusu iyi olduğum anlar,
başarısızlığımdan ileri geliyor. Kendi kendime –eğer kendimi kaybetmemişsem-
hiç olmazsa iyi olayım, tutulacak bir yanım olsun diyorum. Başarısızlık
korkusu, kötülükleri denemeye engel oluyor. Çıkmazlar içindeyim Esat Ağabey!’(s.397)
Bir anlam aramamalı. Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur. (s. 403)
Günlerce mektup bekledi. Birkaç kere telefon etmek istedi, vazgeçti. Acaba, aklı başına gelince, şaşkınlığı geçince korkmuş muydu Metin? Anlamsız bulmuştur bu isteği; tanıdığı Turgut’un bu davranışlarını garip bulmuştur. Yazmaz, hiç yazmaz. Kendimi yok yere gülünç duruma düşürdüm. Hemen aramalıyım onu; isteğimin saçma olduğunu söylemeliyim. Unutsun hemen beni. Onu hiç aramasaydım! Böyle insanları ürkütmeye gelmez; kuşku içindedirler, her harekete yüzlerce anlam verirler. Sözünü yerine getirmek için yazar; aklımı büsbütün karıştırır. Benim de aklım ne kadar kolay karışıyor bugünlerde. (s. 407)
...susmak da konuşmak kadar tehlikeli oluyordu artık. Dalgınlık, suskunluğu artırıyordu. Evli olduğunu unutuyordu. Evin içinde, bekârlığından kalan alışkanlıklarla yaşadığı oluyordu; hem de çok oluyordu.
(s. 407)
…bu bozucu çevreye büyük tepkiler gösterirdi. Ayrıca, bütün bu tepkilerinin yanında, hayatın içine karışıp güzellikleri yaşamak da isterdi. (s. 415)
Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok. (s. 425)
Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım,’ dedi. ‘Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur. Oturacağım ve bekleyeceğim. Yerinde oturan Selim’e değer vermeyenlerin, Selim’in gözünde de değeri yoktur. (s. 425-426)
Sıkıntısını artık gizleyemiyordu. Kendi de bilmeden bir kurtarıcı arıyordu. (s. 443)
Yaşamaktan utanıyordu herhalde. Hayata
karşı ayıp oluyordu. Onyüzbin şeyi birden yaşamak istiyordu. Hangisine
sarılsa başkasına ayıp oluyordu. Kaç parça olabilirdi? Neden bu
utançları bir yana itip yaşamaya çalışmadı? Gözlerini yerden kaldırmayı
denemedi? (s. 447)
Hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım. Oyalanacak durumum yoktu. Ezberlemiş olduğum bütün şiirleri okumalıydım, bütün kavgalarımı çıkarmalıydım, bütün kuruntularımı ortaya dökmeliydim. Belki seni bir erkek anlayabilirdi Selim. Nasıl olur? hepimiz, birbirimizin gözünü oyuyorduk. Bir kadın karşı koyamazdı: artık bana karşı konulmasını istemiyordum. (s.447)
Yalnız kalmaktan da kalmamaktan da korkuyordu. (s. 448)
Beni tanıdığı zaman bir yolun sonuna
gelmişti. Yorulmuştu. Artık ne deseler yapacaktı. ‘Yaşamamaktan
yoruldum,’ diyordu.” (s. 449)
Anlamıyorsun, derdi. Bütün bu yazdıklarım uydurma. Aklımdan geçenleri yazmaya cesaret edemiyorum. Alışılmış kalıplar içinde bocalıyorum. Kalıbım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. Eriyip dağılıyorum yazarken. Olmuyor. Bana uzak gelen yaşantıları düzmece bir biçimde anlatmaya çabalıyorum. İçinden geldiği gibi yazsan, içinden geldiği gibi anlatsan Selimim. Olmaz. Deli derler adama sonra. Hemen damgayı yapıştırırlar. Daha kötüsü, hiçbir şey demezler. Ya da, bütün çıkardığın gürültünün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o kadar karışmış ki sahtelikleri ayıklayıp temizleyemiyorum. (s.452-453)
Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz. İşin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. (...) Yeni sözler, yeni yaşantılar bulacağımı sanıyordum. Bu acılar, yüreğimi paslandırmış oysa. Sevmek zor geliyor. Alışmamışım yoruluyorum. Her an sevdiğimi düşünemiyorum. Bazen atlıyorum. Boşluklar oluyor. Bunları boş sözlerle doldurmaya çalışıyorum. Oysa ben her an sana bakmak, hiç bir sözünü kaçırmamak; bir
kıpırdanışını, yüzünün her an değişen bütün gölgelerini izlemek, her an
yeni sözler bulup söylemek istiyorum. (s.453)
Neymiş efendim? Hiç bir işin sonunu
getirmemişim. Siz başlamayı bile göze almadınız. Benimle içinizden
gelerek hangi yaşantıma katıldınız? Benimle yaşanmazmış. Ne
biliyorsunuz? (s. 454)
Herkes ne istediğini daha iyi bilsin: ne istediğini bilmemek yüzünden kimse bana başvurmasın.Evde yokum. (s.455)
.. Seni dinlemek istiyorum senin masallarını yaşamak istiyorum senin dışındaysa gerçekler dediğin şeyleri
yaşamak istemiyorum anlıyorum beni dinlemekle bana inanmakla gösterdiğiniz sabrı beğeniyorum kalbinizden kötü düşünceleri uzaklaştırın ve teyzenizi evden kovun yerine saygılarımı kabul edin bu günlerde iyi bir dinleyici bulmak o kadar güçleşti ki hayalimdeki kadınlardan bile bu kadarını beklemediğimi itiraf etmeliyim siz kurduğum hayallerden de güzelsiniz bütün hayallerim soluklaştı sizin yanınızda sizi düşünürken aklım duruyor heyecanımdan yemeğe verdim kendimi çocukken okuduğum dedektif romanlarından da heyecanlısınız siz onları da okurken heyecanımdan durmadan yerdim seni düşünürken ve seninle yaşarken durmadan yemek içmek istiyorum bu romanın sonu nereye varacak uzun parmaklı elleri tabaklara uzanır bardakları kavrardı onu seyrederdim hayır olmaz benim tadımı çok çıkarıyorsun seni kıskanıyorum bütün hareketlerinin sevgi dolu olduğunu görürdüm kendi hareketleriyle çok ilgiliydi durmadan kendini seyrederdi hareketlerine farkında olmadan duyduğu ilgi yüzünden dalgın görünürdü. (s.467)
... seni seviyorum ve yalnız seni görüyorum seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum sözün gelişi değil bu ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum elleri de sözünün eriydi elleri de sözlerine uygun hareketler yapardı sürekli elimi tutar ve avucunun içinde kayboluşunu gülerek seyrederdi içtiği zaman aşırılığa kaçmadan cesaretli olurdu. (s.468)
Yaşamakta geç kaldım sabrım tükendi diyordu. (s. 470)
.. ben de sizin gibi onu on sekiz yaşında tanımak isterdi. (s. 471)
Gene de Selim bir Günselisi olduğu için bütün bunları anlatabildi ya Günselisi olmayanlar ne yapacak… (s. 473)
Yaşamak her gün girilen bir imtihan olursa buna kimse dayanamaz.. (s. 473)
Beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa olan alışkanlığımı kaybettirme boşuna tedirgin etme beni bu sefer geride bir şey bırakmadan tasımı tarağımı topladım geldim neyim var neyim yoksa ortaya döktüm beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim.. (s. 473)Bütün bu insanlar arasında ne işim var benim diyordu.. (s. 476)
Evet sonunda maskemi aşağıya indiriyorum kendimi açığa çıkarıyorum itiraf ediyorum ben başka türlü olmak istiyordum size çok ilginç geldiğim bu durumumu değiştirmek bambaşka insan olmak istiyordum fakat kendimi başka türlü yapmak elimden gelmedi beceremedim anlıyor musun sizler gibi olmak istiyordum en aşağılık en bayağı görüneniniz kadar olmak istiyordum. (s. 493-494)
Hiç bir şey söylemeden susarsam sanki neyi anlatamadığım anlaşılacak beni de cumhurbaşkanı yapacaklar buyur diyecekler herkes anlattı anlatamayan bir tek sen varsın meğer bütün iş anlatamamaktaymış başımıza sen geç diyecekler. (s. 494)
Her yeni tanıştığım insandan tanışır tanışmaz neler bekledim o daha adımı öğrenmeden ben onunla ilgili hayaller kurdum ümit etmeye başladım hemen ve o insan yanımdan bir dakika bile ayrılınca ben öyle yerlere varmıştım ki hayalimde bu ayrılmayı bir ihanet saydım gücendim. (s. 495)
Müsaade edin bana hayattan ayrılıyorum kendi isteğimle ayrılıyorum. (s. 496)
Baba ben artık bu evde yaşamak istemiyorum yıllardır ruhumuzu öldürdün
bu evde hayatında bir roman okumadın bir sinemaya gidip heyecanlanmadın
beni ve annemi bu çirkin eşyanın içine hapsettin yemekten ve uyumaktan
başka bir şey düşünmedin bende bütün duygular senin bu inatçı
duygusuzluğuna karşı gelişti kuru mantığınla içimizi kuruttun sana
benzeyen taraflarımdan ellerimden ayaklarımdan utanıyorum. İhtiyarlayınca
sana benzemekten korkuyorum kötülük edemeyecek kadar kısır kafanda
yalnız bizim için yaptıklarının defterini tuttun bana aldığın ilk
elbiseden verdiğin son harçlığa kadar hastalığımda uykusuz kaldığın
gecelerin hesabına kadar kaydettin bu ağır havalı evin içini güzel bir
müzik sesiyle bir kitapla süslememe izin vermedin nasılsa eve giren
bütün güzelliklerin birer birer yok oluşunu kayıtsız bir sabırla
seyrettin kanaryam öldüğü zaman bir yenisini almadın çiçekler solunca
boş saksıları balkona taşıdın hiç duydun mu hediye diye bir sözün
olduğunu insanların birbirlerine aldıkları ve genellikle çocukları
sevindiren hediye bir gün elinde bir balonla eve döndün mü yaptığım
resimler için ağzından çaktığın çivilere dikkat et duvarları berbat
ediyorsun sözünden başka bir söz çıktı mı bu evde. Senden başka
varlıkların yaşadığını düşündün mü ben bir kitap okurken ne okuyorsun
diye bir soru sordun mu beni elimden tutup bir gün parka götürdün mü
sadece o soğuk mantığınla tenkit ettin elektriği açık bırakmışsınız
pencereyi kapamamışsınız radyoyu kapatın başım ağrıyor roman okuyup
gözlerinizi yormayın boşuna elektrik yanıyor okuduklarınızın hepsi yalan
senin bana isyan etmene bu kitaplar sebep oluyor bu yüzden karşıma
geçip bacak bacak üstüne atarak sigara içiyorsun yemeğin suyu bitmiş
altını kısın ayakkabılarının burnunu eskitmişsin taşlara çarpma sen
başka bir söz bilmez misin tuzluğu Fransızca istemekten başka kültürün
yok mu... (s. 501-502)
.. Nihayet baş başa kalabildik sevgilim, hayır kalamadık kalamayız, ben hiçbir zaman yalnız kalama. seni de üzeceğim hayaletler beni daima rahatsız edecek seni istediğim gibi dinleyemeyeceğim, daima aklım bir çalıya takılacak. Huzursuzluğum beni bir gölge gibi
takip edecek. Bu yükü taşıyamazsın, boşuna çırpınma. Senin gibi bir
insanla birlikte yaşamayı ilk düşündüğüm zaman görseydim seni, belki
başka türlü olurdu. Oysa o zamandan beri o kadar karanlıklar yığıldı ki,
istesem de atamıyorum. Yaşamak artık beni yoruyor. Önemli bir olay
yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni. İnsanlarla birlikte olmak,
onların sözlerine cevap vermek, nasılsınız demek, içeri girerken
merhaba; ayrılırken hoşça kalın gene görüşürüz demek, konuşmaları
izlemek, ne demek istedi acaba, söylediğimi anladı mı? Ne demek istedi
acaba, yanlış bir şey mi yaptım? Acaba söylediğini anladım mı? Okadar
çok insan var ki, o kadar çok şey birden oluyor ki, birini izlemek
isterken başkasını kaçırıyorum. Birini duyarken, ötekini görmüyorum, yetişemiyorum. (s.518-519)
Yaşamak artık beni yoruyor önemli bir olay yaşamadan sadece yaşamak bile yordu beni insanlarla birlikte olmak onların sözlerine cevap vermek nasılsınız demek içeri girerken merhaba ayrılırken hoşça kalın gene görüşürüz demek konuşmaları izlemek ne demek istedi acaba söylediğimi anladı mı ne demek istedi acaba yanlış bir şey mi yaptım acaba söylediğini anladım mı o kadar çok insan var ki o kadar çok olay birden oluyor ki birini izlemek isterken başkasını kaçırıyorum birini duyarken ötekini görmüyorum. (s. 519)
Yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum. (s. 519)
Oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı tanıtmakla yaşamadığım bütün hayallerimin gerçekleşebileceği saplantısına kapılmama sebep oldun” (s. 519)
Beni yanlış hayallerle avuttunuz sonra da benden canınız sıkılınca yeter artık bu karanlık diyerek savunmasız zavallılığımı düşünmeden beni hayatın ortasına attınız itiraz ediyorum itiraz ediyorum.(s. 520)
Artık uyusun dinlensin artık bütün hayatı boyunca dinlenmeyi hiç düşünmedi akıl edemedi cesaret edemedi boş durduğu zamanlar suçlu hissetti kendini çalıştı okudu ıstırap çekti korktu endişe etti fakat hiç boş kalmadı eğer ortaya bir değer koymasını bilemediyse dinlenmeyi de bilmedi değer yaratmayan faydasız emek alış verişte geçmeyen kullanılma değerini yitirmiş emek yani bütün emekleri yani tavana bakarak düşünmesi yani boş yete ıstırap çekmesi başkalarının her dediğine uyarak oradan oraya sürüklenmesi yani kimsenin ve bu arada özellikle kendisinin değer vermediği emek bu emeği hor gördü başkaları…(s. 520)
Bana kalırsa insanlarla arasında isteyerek bir uçurum yaratıyordu onları imkansızlığa itiyordu milyonlarcası için doğru saydığı düşüncelerini duygularını bir kaç kişinin bozmasını istemiyordu. (s.530)
Seni seviyorum fakat neresini düzelteceğimi bilmediğim bu
yaşantımı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum yok olmayan doğru hızlı
bir gidişin farkındayım henüz koruyabildiğim bazı özelliklerim varken
daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son vermeliyim yoksa çok
geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim. (s. 532)
... en önemli sözü en sonda yazacağımı sanıyorsan aldanıyorsun hiçbir zaman benden bekleneni vermeyi becerememişimdir bekleyenleri utandırmışımdır. (s.535)
Yapamadığım o kadar çok şey var ki nasıl
olsa hepsini gerçekleştiremeyecektim ve yapamamanın acısı zehirleyecekti
içimi insan sonu geldiği zaman iyileşiyor. (s. 536)
Artık yaşamak istemiyorum Olric. Onların istediği gibi yaşamak
istemiyorum. Başım dönüyor Olric. Sabahtan beri hiçbir şey yemediniz
efendimiz. Şimdi de içiyorsunuz. Onlar da içiyorlar Olric. Karşılarında
oturan kızlara bir şeyler anlatıyorlar. Ben anlatmak, filan falan demek
istemiyorum. Sonum geldi Olric. Kendime yeni bir önsöz yazmak istiyorum.
Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni kendime anlatacak bir dil. Çok
denediler, efendimiz. Allah’tan, ne denediklerini bilmiyorum, Olric.
Hiçbir geleneğin mirasçısı değilim. Olmaz, diyorlar. İsyan ediyorum. Az
gelişmiş bir ülkenin fakir bir kültür mirası olurmuş. Bu mirası
reddediyorum Olric. Ben Karagöz falan değilim. Herkes birikmiş bizi
seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı çekiyoruz. (s.
541-542)
Böyle bir düzen içinde insan düşünebilir mi? Büyük ve güzel şeyleri demek istiyorum. Önce eşya engel oluyor, sonra şartlar: kalorifer, hizmetçi, çocuk odası. Düşünmek için kendime bir daire tutsam. İçinde, düşünmeye engel olacak eşyalardan hiçbiri bulunmayan küçük bir daire. Kapıdan girer girmez ayakkabılarımı çıkarıyorum ve düşünme terliklerimi giyiyorum. Odalardan hiçbirinin özel bir adı yok; hepsi de sadece oda. Bir odada, sandalyenin üstünde, düşünme elbiselerim duruyor. Üstümdekileri çıkarıp hemen bir dolaba kaldırıyorum ve dolabın kapağını hemen kapatıyorum. Ne dolabı olduğu belli değil; dolap işte, her şey konabilir içine. Her şey, düşünmeyle ilgisine göre adlandırılıyor, her şey düşünmeye yaradığı oranda önemli. Orada ne düşüneceğim? Kim bilir? Oraya gitmeden belli olmaz. Ne düşüneceğimi düşünürüm. (s. 557)
Korkuyorum Olric. Kendimi elevermekten korkuyorum. (s. 561)
Kitapçıların ve çiçeklerin bazı
özellikleri olmalıdır Olric. Gelişi güzel insanlar bu mesleklerin içine
girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. (s. 576)
Bizdeki kitapların çoğu iri harflerle basılıyor Olric. Kültür seviyemizi
gösteriyor bu iri harfler. Okumayı yeni öğrenen bir millet olduğumuz
için iri harfleri tercih ediyoruz. Daha harfleri yeni söktüğümüz için,
onları satırlar arasında kaybetmekten korkuyoruz. Az gelişmiş harfleri
seviyoruz. Geniş aralıklı satırlar, sayfanın kenarlarında büyük
boşluklar, içimizi serinletiyor. Bütün babalar, oğullarına: “Oku da adam
ol” diyorlar. Gene de kimse okumuyor. Biz adam olmayız Olric. (s. 577)
Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım. Bana acımayın. Ben kötüyüm; sizlere karşı kötü duygular besledim içimden. Beceriksizliğimden uygulayamadım kötü düşüncelerimi. Sizleri kıskandım, küçük gördüm, bayağı buldum: bana yapılmasını istemediğim kötülükleri sizlere yapmak istedim. Fırsat bulunca da yaptım. Dün gece rüyamda biri beni öldürdü. İçimin boşaldığını hissettim. Ben de ne işkenceler düşünmüşümdür bana kötülük edenler için. Beni de öldürmelerini istiyorum artık. Çünkü, artık olduğum gibi kalmaya dayanamıyorum. Yalnız, beni öldürürseniz kötülüklerim gene gizli kalacak. Onları bir sır gibi mezara götüreceğim: gene aldatacağım sizleri. Gelin, hep birlikte, önce yaşarken öldürelim beni. Aklıma geldiği zaman bile ürperdiğim yaşantılarımı ortaya koyalım: didik didik edelim. Ondan sonra ölümün bir anlamı olur benim için. Sizin de işinize yarar: benim gibilerden sakınırsınız bundan sonra. (s. 594-595)
Bu sabah uyandığım zaman gecenin sıkıntısı üstümden kalkmamıştı . Demek ölüm bu diye düşünüyorum.. Sabahları
uyandığıma sevinemiyorum; gecenin sıkıntısı öğleye kadar sürdüğü için,
sabahın verdiği diriliği yaşayamıyorum. Öğleden sonra akşamın hüznü
çöküyor. (s. 595)
Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben, kurşunkalem silgisiydim, azaldığımla kaldım. Bütün günüm tedirgin bir beklemeyle geçiyor: gelecek mi, gelmeyecek mi? Ne gelecek? Bilmiyorum. Adını koyamadığım bir şeyden korkuyorum. Soyut bir korku içimi dolduruyor. Bu korkuyla uyanıyorum ve bekliyorum. Belki korkularım sayılamayacak kadar çok. (s.599)
Beni korkutan şeyleri de çok kötü ifade ettim ona anlatırken. Beni anlamayacağı korkusuyla büsbütün berbat ettim. Dünyada sevdiğim her şeyden uzaklaşmaktan korkarken onu öpmeyi nasıl isteyebilirdim? Belki de bir kadına korkularımı anlatmaktan utandım. Erkek de olsa utanırdım belki. Gözleriyle, ne istiyorsun benim sevgilim, diyordu. Ne istiyorsun, bana olduğu gibi söyle canım Selim, anlamasam da istediğini yaparım hemen. Ben bunu istemiyordum. Hayır istiyordum. (s.600)
Ona içimin paramparça olduğunu anlatmak istiyorum. Kurşuni, soluk gözleri cesaretimi kırıyor. (s.606)
Bir insanla konuşmak, ona bütün derdimi anlatmak istedim birdenbire.. (s.607)
Bu duruma nasıl geldim? Neden bana yaşamasını öğretmediler? Neden bana,
bizden bu kadar gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan
etmedim? Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? İnsanların
dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? Ben insan değildim ki. Yaşamadığım
bir hayatın içine nasıl atıldım? Beni nasıl gürültüye getirip de bu
soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? Onlar da
bilemezdi; görünüşümle insanlara benziyordum. Denemelerden geçmiştim.
Onları aldatmayı başardım. Sonumu kendim hazırladım. Her an ne
yapacağımı söyleyemezlerdi bana. Beni aldattılar; gene de suçluyum.
İnsanların en verimli olduğu çağda tükendim. Her anı, ne yapmam
gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsade. (s .607)
Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi
vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler.
Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler.
Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Bende kolayca razı oldum bana
öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben
bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları
öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla
değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit
kaybettirdiler. Olmayınca da anormal dediler. Bende kendimi anlamadım:
bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla
geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların
peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık göstermedim. Bunun üzerine
anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim
ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmasını
beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile
onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir
içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman,
onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi
hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye
nitelendirdim ve nefes nefes onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan
yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim. (s. 611-612)
Montaigne,
kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz
için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki: Sayın Montaigne
ve sizin gibiler! Canınız cehenneme! Sizin haklı olup olmamanız bana
hiç bir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. (s. 612)
Son nefesimde bile, öyle bir kıyamet koparırım ki bana acıdıkları için pişman ederim herkesi. (s.624)
Bana evlenmenin nasıl kötü bir burjuva alışkanlığı olduğunu anlattı
Burhan. Doğrusu çok güzel ifade etti durumu. Bir hafta sonra da evlendi:
bana da haber bile vermedi. (s.663)
Kimsenin yaşantısını beğenmedim: kendime uygun bir yaşantı da bulamadım. (s. 666)
Hiç bitmeyecek yarım yamalak yaşantıların özlemi var içimde. (s. 684)
Aslında her gördüğüm insana kapılıyordum. Hemen onun gibi olmak, ona bütün varlığımı sunmak ve onun bütün varlığını içime almak istiyordum. Her an değişmeye hazırdım. (s. 688)
Bütün hayatımca cezalıydım: durmadan bir kafesin içinde dolaştım. Gittiğim her yere, üstü kapalı, demir parmaklıklı bu kafesi taşıdım. Bütün dünyayı parmaklıkların arkasından seyrettim. Sizinle aramızda bulunan bu demir parmaklıkların varlığını her an duydum. Sizleri istediğiniz biçimde, ön yargılardan uzak bir biçimde değerlendiremeyişimde bu parmaklıkların payı büyüktür. Bu parmaklıklar yüzünden, dar görüşlü ve korkak bir hayvan gibi yaşadım. Hayvan diyorsun: altın yeleli bir arslan demek istemiyorsun herhalde. Hayır, aslan demek istemiyorum. Ben yerimi bilirim. (s. 693)
Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkabildi
ortaya: bir tek kelime. Çoğul bir kelime. Unutamadığı bazı insanları
birleştiren bir kelime. Bu sefer, düşüncesini Süleyman Kargı’dan
başkasına açıklamadı. Süleyman da kimseye söylemedi. Bütün hayatınca
tutunamayanlardan kaçtığını sezer gibi oldu. Kendisine de
bulaşmalarından korktuğunu anladı. Onlara yapmış olduğu bu haksızlığın
ıstırabıyla kıvrandı. Onların gerçek temsilcisi olmak için eline çok
fırsat geçmiş olduğunu ve bu fırsatları kaçırdığını anladı. Bu
düşüncelerinden de kaçmaya çalıştı. Bütün hayatınca düşüncelerinden
kaçmıştı. Son olarak odasına sığındı. Kapıyı kapattı. Sesleri duymaz,
görüntüleri görmez oldu. Yemek yemez, içki içmez oldu. Dostundan kaçar,
düşmanını bilmez oldu. Sığındığı son yerde de onu buldular. Yerini
tespit ettiler. Bütün tanıklar dinlendi. Savunmalar alındı. Gereği
düşünüldü. Hiç bir etki altında kalmadan bağımsız olarak karar verildi.
Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti.
(s. 708)
O la la! Çok mutlu oldum! ❤️
YanıtlaSilAmaç oydu zaten.. ❤️
SilAltını çizdiğiniz yerleri ben de severek okudum. Bazi kitaplara birden ısınamıyor insan, bir şekilde bitirmek zorlaşıyor oyle olunca. Ama Oğuz Atay.. Sen ne güzel bir kalemsin... Sevgiler.
YanıtlaSilÖncelikle çok geçmiş olsun. Bizim yıllardır İstanbul'da yaşamaktan korktuğumuz deprem gerçeğini ummadık anda yaşadınız.
SilKitaba gelince çok kopuktu,'bence'. Turgut'la Selim'den başka başka şeylere gitti, hele şarkılar bölümü resmen atlaya atlaya okudum. 300'e kadar hep, sadece oku bu kez bırakma diyerek gittim. Sadece Turgut ve Selim'in hikayesinden gitse daha keyifli okuyabilirdim. Sevgiler ❤️
ülkemizin en iyi yazarı, biricik kafkamız, hikmet ben ol, selim ışık (isa)
YanıtlaSilKafka'yı okurken bu kadar zorlanmamıştım :)
SilÇok keyifle okuduğum söylenemez açıkçası :) Bu kez okudum çünkü bana öneren kişinin gönlünü almam gerekiyordu, o yüzden bitirdim bu kez de bırakırsam bir daha okumazdım. Zaten ondan başkası okutamazdı bana bu kitabı. Hayatım da hiç bir kitabı okurken bu kadar zorlanmamıştım.
YanıtlaSil