tag:blogger.com,1999:blog-39288184410258452422024-03-18T23:01:50.228+03:00Kırmızı RuhYirmi dokuz harf arasına sıkışmış devrik bir cümleyim ben. -Kırmızı Ruh-Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.comBlogger186125tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-88001021813555898222024-03-13T22:19:00.003+03:002024-03-13T22:19:34.029+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 39<p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhR-gXke2VMUbNgfXXV_qxUsWskwFfywoWm4kicFitiNr9aAU0am6Ux-Yexlq3EKGUlDq2g-3JTNAJJ_2CbgQmioze_QuuSllLcInsh8jXOHy9I6Ui8BszWywx79LzQS13vt2_s6M2wFey_iGL0n0O7l012X-3MLcueCTWykdUsRQxl_LyoFMovo1WM1y_E/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="185" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhR-gXke2VMUbNgfXXV_qxUsWskwFfywoWm4kicFitiNr9aAU0am6Ux-Yexlq3EKGUlDq2g-3JTNAJJ_2CbgQmioze_QuuSllLcInsh8jXOHy9I6Ui8BszWywx79LzQS13vt2_s6M2wFey_iGL0n0O7l012X-3MLcueCTWykdUsRQxl_LyoFMovo1WM1y_E/w180-h185/kkttpp.jpg" width="180" /></a></div><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b>İçimde o kadar ses var ki bazen gürültüden uyuyamıyorum..
</b></span><div class="dr mr-1 top-1 flex-center inline-flex flex-center"><div class="dr rounded overflow-hidden wh-5 " tabindex="-1"><span class="text text text-15"><span class="text-alt" style="color: red;"><b>-Eduardo Galean-</b></span></span></div></div></span><span class="text text text-15"><br /><br />Mozart küçükken kötü müzik çalındığı zaman ağlaya ağlaya kaçıyormuş. Cehalet bu etkiyi yarattı bende. Cahil insanlara tahammül edemiyorum.<br /><span style="color: red;"><b>-Celal Şengör-</b></span></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Ve ben -aptal gibi- hala
<br />"Bu denli kötü olunamaz" diye düşünüyorum ...<br /><b><span style="color: red;">-</span></b></span><b><span style="color: red;">Ataol Behramoğlu-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Geleceğini merak ederek izledim hayatımı. Mutluluk ve başarı bekledim hep. İkisini de bulduğum zamanlar oldu, ikisini de kaybettiğim zamanlar. Hayatın benle dalga geçtiği ve benim hayatla dalga geçtiğim zamanlar oldu. Hayal kurmaktan bile korktuğum günler gördüm. Hayallerimi bile aşan günler bazen. Geçmişi unutmayı öğrendim, geleceği merak etmemeyi.<br /><span style="color: red;"><b>-Lev Tolstoy-</b></span></span></span><br /><br /><br /><span>İnsanlar sevilmek eşyalar ise kullanılmak için yaratıldılar.Dünyada ki kaosun nedeni insanların kullanılıp eşyaların sevilmesidir.<br /><span style="color: red;"><b>-Cemil Meriç-</b></span></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Sonra aklına bölük pörçük
anılar geldi. Bunları üzerlerinde hiçbir yargıya varmadan düşünüyordu. Çünkü başka bir şey düşünmesine olanak kalmadığından beri, kaçınılmaz anıların duygularına dokunmaması için katı düşünmeyi öğrenmişti.<br /><b><span style="color: red;">-</span></b></span><b><span style="color: red;">Gabriel Garcia Marquez-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Gurur hayatın tuzudur derler; gururum nereye gitti? Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, göremedim, kimse de göstermedi. Sen bir gelip, bir kayboluyordun, tıpkı parlak hızlı bir kuyrukluyıldız gibi; bense her şeyi unutuyor, ağır ağır sönüyordum.<br /><b><span style="color: red;">-</span></b></span><b><span style="color: red;">İvan Gonçarov-</span></b><br /><br /><br />Değerleri altüst edilmiş, yasakların hakim olduğu, etrafta gardiyanların
dolaştığı, köşe başlarındaki idam tahtalarında bedenlerin sallandığı,
kadınların üreten, çalışan konumdan yalnızca bebek üretmek üzere
programlanan hizmetçilere dönüştürüldüğü, tüm bunların ötesinde bir
baskıya dayanan, korkmuş sindirilmiş insanların oluşturduğu, bir toplum
düşünün. Düşünürken çok da uzaklarda aramayın.<br /><span style="color: red;"><b>-<span class="text text-silik text-13">Margaret Atwood-</span></b></span><br /><br /><br />Bendeki bu coşku bir yanardağın patlaması gibi olduğundan elbet dinecek
bir gün. Ama bu coşkuyu oluşturan güçleri içimde taşıdığımı bilmek çok
korkutuyor beni. Zaten yaşamım korkulara bağlı beni vareden bu korkular
onlar yok olursa ben de yok olurum. Benim böyle olduğumu sen de
biliyorsun, hatta böyle olmasaydım benimle bu kadar ilgilenir miydin?
Patlamalar şu an bitmek üzere aslında mutlu olmam gerekiyor ama bunların
her zaman olacağını bilmek korkutuyor beni...<br /><span style="color: red;"><b>-Franz Kafka-</b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Geçtiğimiz yüzyılın sanayi devrimi enerjisini, İngiltere’de, Galler’de kömür ocaklarında çalışan çocuk işçilerin emeği ile sağladı. Çiftliklerde, dokuma tezgâhlarında, dağda, ovada hayvan peşinde hep çocuklar vardı. Yedi, sekiz, dokuz, on çocuk yapan anne-baba, çocuklarını boğaz tokluğuna çalıştırır, işe koşmak için ölenlerin yerine hemen yenisini yapardı. Çocukların ölüm istatistikleri sevgili annecik ve babacıklarının vahşetinin yansımasıdır. Hayvan gibi, mahsul gibi, el ürünü gibi alınıp satılmadığı için en düşük, hattâ hiç değeri olmayan, pazarı olmayan bir nesne çocuk. Hep de böyle olmuş. Hayvan daha iyi besleniyor, mal daha iyi korunuyor çocuktan. Tarih boyunca en çok işçiler ve köylüler mi sömürülmüş? Peki çocukları sömüren kim? Tarihte en çok mazlum uluslar, halklar mı ezilmiş? Peki, neredeyse daha beşikteyken onları “davalarında” ölmek üzere yetiştirenler, her ölüyle, şehitle, zaferlerine bir adım daha yaklaştıklarını söyleyenler kim?<br /><span style="color: red;"><b>-Gündüz Vassaf-</b></span></span></span><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="287" src="https://www.youtube.com/embed/movn_i5zuhI" width="346" youtube-src-id="movn_i5zuhI"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="285" src="https://www.youtube.com/embed/WM-KMqtr8kU" width="344" youtube-src-id="WM-KMqtr8kU"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="287" src="https://www.youtube.com/embed/Yq4KA0mUnC8" width="345" youtube-src-id="Yq4KA0mUnC8"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-67750533861901050632024-03-08T23:03:00.004+03:002024-03-09T01:38:46.961+03:00Annie Ernaux / Bir Kadın (Alıntılar) <div><p style="text-align: left;">Bir anne ve kızı arasındaki hem zayıf hem de sarsılmaz bağı, onları ayıran dünyaları anlatan <b>Bir Kadın</b>, mümkün olan en tarafsız dille yazılmış bir ağıt, belki de Annie Ernaux’nun en dokunaklı metni. (Arka kapak)<br /><br />Annie Ernaux'un annesinin hayatını anlatan bir otobiyografik roman. Kitapta yazar,
annesinin hayatını ve kendi hayatını anlatarak bir kadının hayatındaki
değişimleri ve toplumsal yapıdaki farklılıkları ele alıyor, Alzheimer
hastalığıyla mücadelesini anlatıyor. <br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="997" data-original-width="640" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuuG54knZsNI8ZcDT7LeryrD7C9URxTH-VctfY36l9bFsrm_GLR5IvWop7HQVzedO4rnFpKR4nsQZE7XkMPIVZPtQxxKB1OxU85kVe68qPmZgb6pSda6npSoLkwNuZkqE9y9dE8xYi0EvN5mYH_PkidqK5aCvVnKmxRFgVLQSFuzo4AWfd1zEilRjw9S8m/w167-h261/Bir-Kadin-kitaplar.png" width="167" /></div><br /><span class="text text text-15">Çelişkinin akıl almaz bir şey olduğunu ileri sürmek hatadır zira onun gerçek varoluşu bir canlının acısında yatar.
-Hegel- (s.9 giriş)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Onun hayatta , anneminse ölü olmasını anlayamıyorum. (s.12)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Para, mal ve devlet, ırk ayrımının üç temel direği. (s.14)</span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">"Bu durumda yıllarca yaşasa neye yarardı..." diyorlardı bana. Herkese göre, ölmüş olması daha iyiydi. Bu anlamadığım bir cümle, bir kesinlik. (s.15)<br /><br /></span><span class="text text text-15">En çok dışarıda, şehre indiğimde acı çekiyordum. Araba kullanırken bir anda, "Artık dünyanın hiçbir yerinde olmayacak," diyordum. İnsanların alışılagelmiş davranış biçimlerini artık anlayamıyordum, kasapta şu ya da bu parçayı seçmek için gösterdikleri özen beni dehşete düşürüyordu.</span><span class="text text text-15"> (s.16)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bu, onun göremeyeceği ilk ilkbahar. (s.17)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><div class="dr w-full"><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Yarın annem gömüleli üç hafta olacak. Boş bir kâğıdın üst kısmına, bir mektuba değil de kitaba başlar gibi, "Annem öldü" yazmanın dehşetini ancak iki gün önce yendim.
(s.17)<br /><br />Annem hakkında yazmayı sürdüreceğim. O benim için </span><span class="text-alt font-bold">gerçekten anlam ifade eden tek kadındı. (s.17)<br /></span></span></div><br /><div class="dr w-full"><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Bu güç bir iş. Benim için annemin bir geçmişi yok. </span><span class="text-alt font-bold">O her zaman oradaydı</span><span class="text-alt">. Ondan söz ederken ilk motivasyonum onu zaman kavramının dışındaki imgelere yerleştirmek ve yer aldığı sahneleri rasgele gözümün önüne getirmekti. (s.17)</span></span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">Normandiya Fransızcasında “ihtiras” ayrılık acısı anlamına gelir, bir köpek ihtirasından ölebilir. (s.19)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span></div><span class="text text text-15"></span><span class="text text text-15">Yoksulluğun yükünü hafifletecek her şeyi bilirmiş. Yüzyıllardır anneden kıza aktarılan bilgiler sıra bana gelince durdu; ben sadece bu bilgilerin arşivcisiyim. (s.19)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Ancak toplumsal yaşamın özünün kişiler hakkında olabildiğince çok şey öğrenmek olduğu, kadınların davranışları üzerinde sürekli ve doğal bir gözetim uygulandığı bir dönemde ve küçük bir kasabada “gençliğinin tadını çıkarma” isteği ile “parmakla gösterilme” kaygısı arasında kalmak işten bile değilmiş. (s.23)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir kadın için evlenmek ölüm kalım meselesiymiş; iki kişi daha iyisini yapma umudu ya da kesin batış. </span><span class="text text text-15">Yani “bir kadını mutlu edebilecek” erkek tanımak gerekiyormuş. (s.25)<br /><br /></span>Annem yirmi beş yaşındaymış. <span class="text text text-15">Olduğu kadına dönüştüğü yer burası olmalıydı, her zaman onun olduğunu düşündüğüm bu yüzü, zevkleri ve tavırları burda edinmiş olmalıydı. (s.27)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Annem hakkında yazıyorum çünkü onu dünyaya getirme sırası sanırım bende. (s.29)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir kağıda 'annem 7 Nisan Pazartesi öldü' diye yazarak bu işe girişeli 2 ay oldu.Artık dayanabildim, hatta başka biri yazmış gibi okuyabildiğim bir cümle. (s.29)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sanırım savaş yıllarını bir yere varma mücadelesinde verilen bir mola olarak gördü, etrafta bunca sefalet varken toplumsal ilerleme için çırpınmak tüm anlamını yitirmişti. (s.30)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Yılların kadını, kızıl boyalı saçlarıyla güzeldi. (s.30)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sanırım babam ve ben, ikimiz de anneme aşıktık. (s.31)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Başlangıçta çabuk yazacağımı sanıyordum. Oysa, sözcüklerin seçimi ve yerleştirilmesi ve söyleyeceğim şeylerin sırası üzerine kendi kendime sorular sormak için çok zaman harcıyorum, sanki anneme ilişkin bir gerçeği anlatabilecek ideal bir tek sıra varmış ama bu gerçeğin ne olduğunu bilmiyorum; yazdığım zamanlar, bu sırayı bulmaktan daha önemli bir şey de yok benim gözümde. (s.32)<br /><br /></span><span class="text text text-15">En büyük arzusu, bana vaktiyle kendinin sahip olamadığı şeyleri vermekti. (s.34)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sahip olduğun şeylere rağmen hala mutlu değilsin. (s.34)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Annemin sert mizacını, sevgi patlamalarını, sitemlerini sadece karakter özellikleri olarak düşünmeye değil, aynı zamanda onun geçmişine ve toplumsal durumuna oturtmaya çalışıyorum. Bana gerçeği yansıtma yolundaymış gibi görünen bu yazma biçimi, daha nesnel bir yaklaşım inşa ederek bireysel belleğin yalnızlığından ve karanlığından çıkmama yardımcı oluyor. Ama içimde bir şeyin direndiğini, annemi bir açıklama aramaksızın tamamen duygusal imgelerle -sevgi ya da gözyaşıyla- hatırlamamı istediğini hissediyorum. (s.34)</span></span><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Annemin iki yüzü vardı, biri bizim için, öteki de müşteriler için. Dükkânın çıngırağı çalınca gülümseyerek sahneye çıkar, sabırlı sesiyle insanlara sağlıkları, çocukları ve bahçeleriyle ilgili bildik sorular sorar, mutfağa dönünce yüzündeki tebessüm silinir. (s.35)<br /><br /></span></span><span class="text text text-15">Bilgiden daha güzel hiçbir şey yoktu. Özen gösterdiği yegâne nesne kitaptı. Kitaplara dokunmadan önce ellerini yıkardı. (s.37)<br /><br /></span><span class="text text text-16">Ergenliğimde onunla bağlarımı kopardım, daha sonra aramızda sadece çatışma kaldı.
<br />Gençliğindeki dünyada, genç kızların cinsel özgürlüğün tadını çıkarabilecekleri fikri bile mahvolmakla eşdeğerdi. Cinsellikten yalnızca ''genç kulaklar''a yasak olan müstehcen bir olgu ya da toplumsal yargılara göre, uygun ya da uygunsuz durum olarak bahsedilirdi. Annem bana bu konuda hiçbir şey söylemedi, ben de ona herhangi bir şey sormaya cesaret edemezdim çünkü merak zaten ahlaksızlığın başlangıcı gibi düşünülüyordu. Zamanı geldiğinde ona regl olduğumu söylemenin, bu kelimeyi ilk kez telaffuz etmenin sıkıntısını çektim, nasıl kullanacağımı açıklamadan bana bir ped verirken kızarmıştı.
<br />Büyüdüğümü görmek hoşuna gitmedi. Beni çıplak yakaladığında sanki bedenimden iğreniyordu. Memeleri ve kalçaları bir tehdit olarak algılıyor, erkeklerin peşinden koşmaya başlayıp derslerime ilgimi kaybedeceğimden korkuyordu şüphesiz. </span><span class="text text text-15">(s.39)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Ölümünün beni hiç etkilemeyeceğini düşündüğüm oluyordu. (s.40)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Yazarken kimi zaman 'iyi' anneyi, kimi zaman da 'kötü' yü görüyorum.Çocukluğumun en ücra köşelerinden gelen bu zıtlıktan kurtulmak için sanki başka bir anneyi ve başka bir kızı anlatmaya çabalıyorum. (s.40)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Annem benim için rol model olmaktan çıktı. L'Écho de la Mode dergisinde rastladığım, okuldaki küçük burjuva arkadaşlarımın annelerini andıran kadın imgesine çekilmeye başladım: İnce, ağırbaşlı, yemek yapmasını bilen ve kızlarına "canım" diye seslenen anneler. (s.40)</span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">Bazen kendi kızını kendi sınıfına düşman gibi görüyordu. (s.42)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Aramızdaki çatışmaları unuttum. Edebiyat Fakültesi'nde okurken, zihnimdeki imgesi bağırma ve şiddetten arınmıştı. Sevgisinden ve şu haksızlıktan emindim: Ben amfide oturup Platon dinleyeyim diye, o sabahtan akşama kadar patates ve süt satıyordu. (s.42)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Ölmüş olduğu gerçeği çöktü üzerime hemen ve artık onun içinde olmayacağı gerçek zamana döndüm. (s.44)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Ondan uzakta yaşarken bile, evlenmediğim sürece hala ona aittim. (s.44)<br /><br /></span><span class="text text text-15">İnsanların onu olduğu gibi sevmeyeceklerinden korktuğu için, vereceği şeylerle sevilmeyi umuyordu. (s.45)<br /></span><br /><span class="text text text-15">Cenaze töreni bittikten sonra bitkin ve üzgün görünüyordu, "İnsanın hayat arkadaşını yitirmesi zor şey," dedi bana. İşini eskisi gibi yürütmeyi sürdürdü. (Az önce bir gazetede okudum: "Umutsuzluk bir lükstür.")</span><span class="text text text-15"> (s.46)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir yandan onu kucaklayan, diğer yandan dışlayan bir dünyanın içinde yaşıyordu. (s.48)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Birbirimizle yeniden sinirli, sürekli sitemden oluşan özel bir tonla konuşmaya başlamıştık, bu da yanlış bir şekilde insanlara tartışıp durduğumuzu düşündürüyordu. Bir anne ile kızı arasındaki bu tonu hangi dilde olursa olsun tanırdım. (s.49)<br /></span><br /><span class="text text text-15">İnsanın amaçsızca sürüklendiği, düşünce ve duygudan yoksun, boş, ruhsuz bir yerdi burası. (s.50)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Tanrım, tek bir söz söyle ve ruhum iyileşsin. (s.51)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Çıplak omuzlarına, ilk defa savunmasız ve acı içinde gördüğüm bedenine bakıyordum. Savaş sırasında bir gece, beni güçlükle doğuran genç kadının karşısındaymışım gibi geldi. Şaşkınlık içinde, onun ölebileceğini anladım.</span><span class="text text text-15">(s.53)<br /></span><br /><span class="text text text-15">Yazdığı mektuplarda kelimeleri tükenmişti. (s.54)<br /></span><br /><span class="text text text-15">Sevgili Paulette, içine girdiğim karanlıktan çıkamadım. (s.55)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Hikayesi, dünyada bir yer işgal ettiği hikâyesi burada sona eriyor. Aklını kaybediyordu. Buna Alzheimer diyorlar, doktorların yaşlılığa bağlı bir tür bunamaya verdikleri ad. Birkaç gündür gitgide daha güç yazıyorum, belki de bu âna asla gelmek istemediğim için. Ancak dönüştüğü bunamış kadınla, bir zamanların güçlü ve ışıltılı kadınını birleştirecek kelimeleri bulana kadar içimin rahat etmeyeceğini biliyorum.</span><span class="text text text-15"> (s.55)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Umurunda değildi, artık kaybettiği şey ne olursa olsun onu bulmaya çalışmıyordu. Kendisine ait olanı anımsamıyordu, artık kendisine ait hiçbir şeyi yoktu. (s.59)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Kızımın mutlu olması için her şeyi yaptım ama o, böyle yaptığım için daha mutlu olmadı. (s.60)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir gün saçlarını fırçalamaya başladım, sonra bıraktım. "Saçlarımı taraman çok hoşuma gidiyor," dedi. Daha sonra saçlarını hep fırçaladım. (s.61)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Annemi öpüp asansöre bindim. Ertesi gün öldü.<br />
Sonraki hafta, hayatta olduğu o pazar gününü, kahverengi çoraplarını, altınçanakları, jestlerini, ona veda ettiğim sıradaki gülümsemesini ve ardından öldüğü o pazartesi gününü, yatağındaki halini gözümün önüne getirip duruyordum. Bu iki günü birbirine bağlayamıyordum.
<br />
Şimdi her şey birbirine bağlı. (s.62)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir an için, öldüğünün gayet bilincinde olsam da, onun aşağıya inip dikiş kutusuyla oturma odasına yerleşmesini bekliyorum. </span><span class="text text text-15">Annemin hayali varlığının gerçek yokluğundan daha güçlü olduğu bu duygu, şüphesiz unutmanın ilk biçimi. (s.63)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Onu günden güne, çocukluğumun ilk yıllarında gördüğümü hayal ettiğim şekilde görüyorum: Üstümde büyük beyaz bir gölge gibi. (s.64)<br /></span><br /><span class="text text text-15">Simone de Beauvioir'dan sekiz gün önce öldü.
<br />Almaktan çok herkese vermeyi severdi.Yazmak da bir verme biçimi değil midir? (s.64)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Baskıcı bir çevrede doğan ve bu çevreden çıkmak isteyen annemin tarihin bir parçası olması gerekiyordu ki dahil olmamı istediği, kelimeler ve fikirlerle yönetilen dünyada kendimi daha az yalnız, daha az yapay hissedebileyim. (s.64)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Artık sesini duymayacağım. Olduğum kadını, bir zamanlar olduğum çocukla bir araya getiren onun sesi, sözleri, elleri, tavırları, gülüşü ve yürüyüşüydü. Geldiğim dünyayla aramdaki son bağ da koptu.</span><span class="text text text-15"> (s.64)</span><span class="text text text-15"><br /><br /><br /></span></div><div style="text-align: center;"><span class="text text text-15"><b>8 Mart Emekçi Kadınlar Günü Kutlu olsun...</b></span><br /></div><div><span class="text text text-15"><br /></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUUd_bdlrj_MlCigbdmq3-FejmZbpVyvnnyHf2TmzbpXn8rsvUE3-SKh9ifNvvk3LMqlMNX6MWAIC4uOOfTjEvqyhcChWgMb9y5l5VSsB9uxQTBB0RrJgqdHCerKlFgRdOaLfBBT99E_Qq1txn5Yr1mrntzM_bgXfAHWqJezMFwDpzGMXIOYPQJCa4MTDg/s378/8mart.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="378" data-original-width="320" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUUd_bdlrj_MlCigbdmq3-FejmZbpVyvnnyHf2TmzbpXn8rsvUE3-SKh9ifNvvk3LMqlMNX6MWAIC4uOOfTjEvqyhcChWgMb9y5l5VSsB9uxQTBB0RrJgqdHCerKlFgRdOaLfBBT99E_Qq1txn5Yr1mrntzM_bgXfAHWqJezMFwDpzGMXIOYPQJCa4MTDg/w221-h261/8mart.jpg" width="221" /></a></div><br /></div><div><span class="text text text-15"><br /></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="304" src="https://www.youtube.com/embed/GuxSF5elAVU" width="366" youtube-src-id="GuxSF5elAVU"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="302" src="https://www.youtube.com/embed/O_BTdz326Eg" width="363" youtube-src-id="O_BTdz326Eg"></iframe></div><p></p></div>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-21348011867625550432024-03-06T21:51:00.003+03:002024-03-08T23:11:31.039+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 38<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLkqUc_Abyfz-m5XtZvFIMNOcxPKxWGf9OwT46xp2TLNqh4gTxE2RbFTZL8AI6gqoLFjZl1sqklP7EuJtsQeW-YS5wiANNVDDkdQdZX26QdDEmgYYDe2_Yc9Qqdgw-GosvLPy-4WTLyfitbObRO3kARr9o1OFdwlxJLA_CsoG8L2GmTdc9WpXtvuB3vSXi/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="188" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLkqUc_Abyfz-m5XtZvFIMNOcxPKxWGf9OwT46xp2TLNqh4gTxE2RbFTZL8AI6gqoLFjZl1sqklP7EuJtsQeW-YS5wiANNVDDkdQdZX26QdDEmgYYDe2_Yc9Qqdgw-GosvLPy-4WTLyfitbObRO3kARr9o1OFdwlxJLA_CsoG8L2GmTdc9WpXtvuB3vSXi/w183-h188/kkttpp.jpg" width="183" /></a></div><br /><span class="text text text-15" style="font-family: inherit; font-size: small;">Bazı sözler yanlızca bir yabancıya söylenebilir.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><b><span class="text text-silik text-13" style="color: red;">Leah Thomas-</span><br /></b><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Çıldırmaktan çok korkuyorum. Neler olduğunu anlayamıyorum ve bu korkunç bir şey.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Leonid Andreyev-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Cehennem yerinde hiç ateş yoktur, Herkes ateşini burdan götürür..<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Yaşar Kemal-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /><br /><span style="font-family: inherit;">Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya...<br /><b><span style="color: red;">-Gülten Akın-</span></b><br /><br /><br /></span></span></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><span>Bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca senin haberin olmadan yaşamış birine, bütün hayatını anlatmak istersin.</span></span></span><br /><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><span class="text text text-15"><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Murathan Mungan-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /><br />Hayvanlarla arkadaşlık yaptın mı hiç
<br />Onların merhametinden
<br />Tanrı birazcık da biz zavallılara verseydi..</span> <br /><b><span style="color: red;">-Şükrü Erbaş-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15">İnsan, daha önce hiç görmediği en güzel kitabı, en güzel kadını, en güzel çölü gördükten sonra kendi kendine şöyle der: Yaşamın geri kalan bölümü burada başlıyor.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b><span class="text text text-15">Jean Baudrillard-</span></b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Diğerlerinin çoğu şeyini görebiliyorum. Ama kimse benim içimi göremiyor. İlkel bir seviyede bu beni ruhum yokmuş gibi gösteriyor. Belki de ruhum yoktur. Eğer bir şekilde daha az insan isem, insanlardan insanlık beklemiyorum.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Leah Thomas-</b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">İnsan nasıl böyle küçülebilir, alçalabilir, bayağılaşabilir? Böylesine değişebilir mi insan? Gerçeğe benzer bir yanı var mı bunun? Evet, hem de çok! Her değişim olabilir insanda, her şeye benzeyebilir insan!<br /></span><b><span style="color: red;">-Nikolay Gogol-</span><br /><br /><br /></b>Dolaşıp durdum ben dünyada sadece!
</span><div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Yakaladım her türlü zevki saçlarından,</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Bırakıverdim, tatmin etmeyeni beni,</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Saldım, gitmesi için, elimden kaçanı.</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
İstedim sadece ve sadece gerçekleştirdim</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Ve istedim tekrar tekrar ve zor kullanarak</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Geçirdim fırtınalı bir hayat: </span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Önceleri büyük ve güçlüydü,</span></div>
<div style="text-align: justify;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">
Ama atıyorum şimdi adımlarımı akıllıca ve ölçülü.<i><br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></i><span style="color: red;"><b>Goethe-</b></span></span></div><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><b><br /><br /></b><span class="text text text-15">Herkes kendini tehlikede hissediyordu aslında. Bugün için inanması zor belki ama gerçekten herkes tehlikedeydi. Olacak şey değil, değil mi Olcayto, komünistler emperyalizmi alt edebileceklerine inanarak, dönüşüyorlardı. Ve gücünün farkına varmayan emperyalistler de sanki yenilme ihtimalleri varmış gibi direniyorlardı. Antik çağda onca komedya boşuna yazılmadı evlat. Hayat her çağda üç komedya bir tragedya!<br /><b><span style="color: red;">-Mine Söğüt-</span></b><br /></span><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Büyükler
sayıları pek severler. Ne zaman onlara yeni bir arkadaşınız olduğundan
bahsetseniz, size asla esas konu hakkında soru sormazlar. Asla ‘Sesinin
tınısı nasıl? Sevdiği oyunlar neler? Kelebek koleksiyonu yapıyor mu?’
diye sormazlar. Onun yerine ‘Kaç yaşında? Kaç kardeş? Kaç kilo? Babası
ne kadar kazanıyormuş?’ derler. Sadece bu sorularla onu
tanıyabileceklerine inanırlar. Eğer büyüklere, ‘Kırmızı kiremitleriyle,
penceresinden sardunyalar sarkan ve çatısında kumruların yuva yaptığı
güzel bir ev gördüm…’ derseniz, böyle bir evi hayal edemezler. Onlara,
‘Yüz bin franklık bir ev gördüm’ demek gerek. Ancak o zaman, ‘Ne kadar
da güzel!’ diye çığlık atarlar.<br /></span></span><b><span style="color: red;">-Antoine de Saint-Exupery-</span></b></span><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/cITQNBWgWZw" width="320" youtube-src-id="cITQNBWgWZw"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/i97b6brnWCc" width="320" youtube-src-id="i97b6brnWCc"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="266" src="https://www.youtube.com/embed/gf4FukIJgSc" width="320" youtube-src-id="gf4FukIJgSc"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-13969984492178389822024-02-21T20:58:00.002+03:002024-02-21T21:14:56.240+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 37<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXQXvmG365zHU0jKLjMdrEpLFoRDeE8t_CiQlZGzqmJRLvD7GJlxvEKC_rbRn09RzGqoLT2gHXHoKFo225h8sThTV-b-B6MvPmsY1dhByryKPdqME7vzT0DL_ZZRxcAAnlbic7Qe5HJEV9m3yXymw1H9BKdYSRtIeyjUWI_96Xqv9geRIcdqjy8ZUdvRRt/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="172" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhXQXvmG365zHU0jKLjMdrEpLFoRDeE8t_CiQlZGzqmJRLvD7GJlxvEKC_rbRn09RzGqoLT2gHXHoKFo225h8sThTV-b-B6MvPmsY1dhByryKPdqME7vzT0DL_ZZRxcAAnlbic7Qe5HJEV9m3yXymw1H9BKdYSRtIeyjUWI_96Xqv9geRIcdqjy8ZUdvRRt/w168-h172/kkttpp.jpg" width="168" /></a></div><br /><span class="text text text-15">Kimseye acı vermemek için kırk yerinden kırılan inceliğim...
<br /><b><span style="color: red;">-Şükrü Erbaş-</span></b></span> <br /><br /><br />Konuşacak kimse bulamadıkları için kaç kişinin yazar olduğuna, bu yüzden
kaç kitap yazılmış olduğuna şöyle bir bakarsak, kitapçıların yalnız
insanlar için gidilebilecek en iyi yer olduğunu anlarız.<br /><b><span style="color: red;">-Alain de Botton-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Ve yılanlar yuvasına benziyor bu dünya
<br />Ve bu dünya, bir yandan seni öperken
<br />Kendi zihinlerinde senin darağacının ipini dokuyan<br />
İnsanların ayak hareketlerinin sesleriyle doludur.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Furuğ Ferruhzad-</b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Gerçeği sevdim... O nerede? Her yanda ikiyüzlülük, hiç değilse şarlatanlık en erdemlilerde hatta hatta en büyüklerde bile. Hayır, insan insana güvenemez.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Stendhal-</b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><b><span style="color: red;">Hanya Yanagihara-</span><br /><br /><br /></b><span class="text text text-15">Ben size şunu derim ki kardeşler
<br />Bizsiz güzel değil bu dünya
<br />Bizsiz mesela gökyüzü genişlemez
<br />Biz bugüne bugün dünyada
<br />Güzel diye bildiğimiz ne varsa
<br />Dört elle sarılmalıyız, o kadar..<br /><b><span style="color: red;">-İlhan Berk-</span></b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Ben basit ve sade bir adamım. Benim gösterişim yoktur. Bu durumda pes ederim yani kendimi bırakırım. DoktorRutenspitz, benim sizden saklayacak bir şeyim yok. Ben küçük bir adamım, bunu siz de biliyorsunuz ama küçük bir adam olmaktan utanmıyorum. Tam tersine doktor, açık konuşmak gerekirse ben küçük bir adam olmaktan gurur duyuyorum. Entrikacı olmamak bir başka gurur duyduğum özelliğim. Sinsiliğim yoktur, her şeyi gizlemeden açık açık yaparım. Oysa kötülük yapmayı da becerebilirim.. Ama bu tür şeylerle kendime leke sürdürmem.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span></span><b><span style="color: red;">Fyodor Dostoyevski-</span><br /><br /><br /></b><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav. Her şeyi en baştan yeniden yaşama şansım olsaydı yine aynı şeyleri yapar, aynı yanlışları tekrarlardım. Geçen gün tam da bir romana konu olacak bir hikaye geldi aklıma. Keşke yazabilsem! Şunu bir düşünün: Tatmin olmadığı bir yaşam süren orta yaşlı bir adamın karşısına bir cin çıkıverir ve ona yeniden başlama fırsatı verir, üstelik bir önceki yaşamında yaptıklarını olduğu gibi hatırlayabilecektir de. Tabii, adam bu fırsatın üstüne atlar. Ama sonunda şaşkınlık ve korkuyla fark eder ki eski yaşamının tıpkısını yaşamaktadır, aynı seçimleri yapmakta, aynı yanlışları tekrarlamakta ve aynı sahte hedeflere ve tanrılara sarılmaktadır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span></span><span style="color: red;"><b>İrvin D. Yalom-<br /><br /></b><span class="text text text-15"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="282" src="https://www.youtube.com/embed/fbqse7N4gKQ" width="340" youtube-src-id="fbqse7N4gKQ"></iframe></div><span class="text-alt"><br /></span></span></span><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="284" src="https://www.youtube.com/embed/ew2Nv6c1qTU" width="342" youtube-src-id="ew2Nv6c1qTU"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="283" src="https://www.youtube.com/embed/j0Mz_IqpZX8" width="341" youtube-src-id="j0Mz_IqpZX8"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-77968709685888307622024-02-18T18:48:00.016+03:002024-02-21T20:58:25.687+03:00Terapist yöntemleri sorunsalı.. Kime göre neye göre?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhL6y5uHQVI1iPeZH4OCVoVjSpXnkker3nEKLveAcsn7VGMOfxYKRVRxUl7NcUx7ricGSAiYCjQaf4pqLGa3Zfi8v92gF3OKWJrAUMEJqurahzz8mgscK9SRjVPU9RK_C7wrnOZMw1T7X3oFDJtE4fZa5xQVvSXeeiYx6fGLFfaI2wNAwJH9qfYm7GrrtS0/s620/69.webp" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="534" data-original-width="620" height="195" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhL6y5uHQVI1iPeZH4OCVoVjSpXnkker3nEKLveAcsn7VGMOfxYKRVRxUl7NcUx7ricGSAiYCjQaf4pqLGa3Zfi8v92gF3OKWJrAUMEJqurahzz8mgscK9SRjVPU9RK_C7wrnOZMw1T7X3oFDJtE4fZa5xQVvSXeeiYx6fGLFfaI2wNAwJH9qfYm7GrrtS0/w226-h195/69.webp" width="226" /></a></div><p>Başlığı belki sonra değiştirebilirim ama anlatmak istediklerimi sanırım özetleyen cümleler bunlar. Akşam eski iş yerimden bir arkadaşla sohbet ediyorduk, ifadeye
gelen bir kızla alakalı birşey anlattı. Başka bir konuyla ilgili ifadeye gelmiş ama birden eskiden yaşadığı birşeyi anlatmış, şuan ki durumun anlaşılması için. Anlattıklarından sonra ben de terapistin tutumuna çok sinirlendim, arkadaşım da şaşırdı
anlam verememiş duyduklarına. Daha birkaç gün önce terapistlerin tanı tedavi yöntemleri, yaklaşımları ve farklılıkları ile ilgili Momentos'la yazışmıştık biraz, bu da tam üstüne geldi. Kendisine yeniden teşekkür ediyorum buradan. <br /> <br />Olayları konuları uzatmayacağım özetle konu şu: Bir kız İzmir'de doğup büyüyen oldukça varlıklı ve modern diyebileceğimiz bir aileye sahip. (Modernlik kime göre neye göre, o da ayrı bir konu). Küçüklükte teyzesinin oğlu tarafından taciz ediliyor o zaman 8-9 yaş civarında ve başka kişilerce de bu tarz çirkinliklere maruz kalıyor. Lise de bir sevgilisi oluyor, kendinden 3-4 yaş büyük ve bu durumu sevgilisine anlatıyor. Bir doğum günü partisinde kız sarhoş olunca onu boş odaya götürüp istismarda bulunuyor ve oradaki hiç kimse!!! bu duruma müdahale etmiyor. Sonrasında kızın psikolojisi bozuyor haliyle terapiye başlıyor. Duymaya hazır olun, kadın terapist diyor ki: Bu herkesin başına gelebilecek birşey, bence onunla bağını kesme arkadaş ol, hiç birşey olmamış gibi anca o zaman bu durumu atlatır sıradanlaştırırsın. (Bu arada kız şuan da 30 yaşındaymış).<br /><br />Ben buraya yazıyorum ama bir taraftan içimden neler diyorum neler, o terapist müsvettesine. Takipleştiğimiz terapist arkadaşlar var onlar ne der bilemem ama. Bir terapistin, hele ki kadın bir terapistin böylesine bir travma durumunu nasıl bu kadar sıradanlaştırım danışanına böyle bir öneride bulunur. Bu ne kadar etik doğru, benim uzmanlık alanım değil ama şayet ben yaşasam bu durumu ve biri bana onu dese sanırım onu oturduğu yerde bakışlarımla taşa çeviririp suratına parayı fırlatıp giderdim, elimden bir kaza çıkmasın diye. <br /><br />İnsanların hayat görüşü, dini, siyasi, ahlaki, aileden çevreden gelen gelenek görenekleri inandıkları ya da inanmadığı şeyler etik değerlerin önüne geçmemeli bence. Doktorlar hepsi bir konu da çok farklı şeyler diyor. Birinin tanısını tedavisini diğeri kabul etmiyor. Kimi evrimi safsata görüp kimi kabul ediyor, ki bilim insanları için de geçerli bu durum. Bazı terapistler eşcinselliği doğuştan olağan görürken bazıları hastalık tedavi edilebilir diyor.. Sıkıntılarınızın çözümü doğru insanlarla karşılaşmak yani şansa kalmış gibi sanki.. (Herkesi aynı kefeye koymuyorum bu arada. Bu durumu sorduğum terapist arkadaşlarım ve kendi terapistim çok yanlış bir yaklaşım dedi)<br /> <br />Başka bir örnek sürekli içlerinde olduğum için A savcısı aynı olaya farklı karar verirken B savcısı farklı değerlendiriyor, keza hakimler için de geçerli. Öğretmenler mesela, Osmanlı Devletini Atatürk yıktı, İngiliz ajanıydı diyen ve bunu da çocuklara öyle öğreten kişiler gördüm ben. Evet gerçekten, Atatürk'ün istifa etmeden önce Osmanlı Subayı olduğunu kabul etmeyip çocuklara böyle öğreten öğretmenler. Birini sevmeyebilirsiniz, aynı görüşte olmayabilirsiniz ama bu ülkenin geleceği olan çocuklara doğru bilgi vermek bence tüm meslekler için asıl olması gerekenler.<br /><br />Konu terapistlerden farklı yere geldi ama en başa dönersek, o terapist kendi bu durumu yaşasa ya da en yakını acaba yine aynı öneride mi bulunur?? Tüm meslek grupları için geçerli bu durum. Takdir hakkı, bakış tedavi tanı yöntemleri farklılığı acaba kimlerin hayatına, psikolojisine, geleceğine ne kadar etki ediyor ve bunda etkin rol oynayan kişiler attıkları adımın insanların hayatına olumsuz bir etki yarattığında ne kadar vicdan muhasebesi yapıyor acaba.... <br />Ya da yapıyorlar mı? (hiç sanmıyorum)<br /><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="306" src="https://www.youtube.com/embed/pqqj3SEB440" width="368" youtube-src-id="pqqj3SEB440"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-16395633114485752272024-02-18T01:21:00.005+03:002024-02-18T18:16:41.416+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 36<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNaOzL_BuzKPFAq-Aa_S8TBHiJC_enlIedXyNk_CbPSPx7vlEBTLpT5hZHc_uGujIo7PfjNm0qPrcmgJvBe_9Vx0rkBrjPr30dnRj0yNwBBPP6iYtaXRTGUOqVq5iWO3V-DWB-DKwsZC1TEOvjwMHat5kXFU0yXVWPm73c6kl-DSMccjPKhQJ1cyssifNC/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNaOzL_BuzKPFAq-Aa_S8TBHiJC_enlIedXyNk_CbPSPx7vlEBTLpT5hZHc_uGujIo7PfjNm0qPrcmgJvBe_9Vx0rkBrjPr30dnRj0yNwBBPP6iYtaXRTGUOqVq5iWO3V-DWB-DKwsZC1TEOvjwMHat5kXFU0yXVWPm73c6kl-DSMccjPKhQJ1cyssifNC/s1600/kkttpp.jpg" width="195" /></a></span></div><span style="font-size: small;"><br /><span style="font-family: inherit;"><span>O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.<br /> <b><span style="color: red;">-Yaşar Kemal-</span></b></span></span></span><pre><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /></span></pre><p><span style="font-size: small;"><span class="text text text-15">Kim karışırdı gerçekliğine<br />
Yaşadığım sonsuzluğun
<br />Ve oturuldu birtakım şeyler söylendi<br />
İmla kurallarıyla mutsuzluk üstüne..<br /><b><span style="color: red;">-Turgut Uyar-</span></b></span><br /><span style="font-family: inherit;"><br /></span><b style="font-style: italic;"><br /></b>...yaptıkları için onları bağışlamamı hiçbir zaman istemediler benden, ben de onları hiçbir zaman bağışlamadım.<b style="font-style: italic;"><br /><span style="color: red;">-</span></b><span style="color: red;"><b>Joanne Greenberg-</b></span><br /><br /><br /><span style="font-family: inherit;"> “Ne ekerseniz, onu biçersiniz!” Ne pişirirseniz onu yersiniz! Eğer çocukların ve gençlerin aklını ve<br />ruhunu işlenmemiş bir tarla gibi bırakırsanız, orada ısırgan otu, dikenler ve zararlı otlar bitecektir.”-<br /><b><span style="color: red;">-Gregory Petrov-</span></b><br /><br /></span>"Biliyor musun, kafamın içi yazmak istediklerimle dolu. Akıl almaz büyüklükte bir ambar orası” demişti Sumire. “Bir
sürü imge, manzara, parça parça sözcükler, insan suretleri… hepsi
beynimin içinde göz kamaştırıcı şekilde parlıyorlar, capcanlılar. Bana
‘Yaz hadi!’ diye bağırdıklarını duyup, oradan mükemmel bir hikaye
çıkacak diye düşünüyorum. Yeni bir yere gidiyormuş duygusuna
kapılıyorum. Ama masa başına geçip yazmaya kalkışınca önemli bir
şeylerin yitip gittiğini anlıyorum. Kristalleşemiyorlar sanki, çakıl
taşları gibi öylece kalakalıyorlar. Ve ben de hiçbir yere gidemiyorum.<i><br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></i><span style="color: red;"><b>Haruki Murakami-</b></span></span></p><p><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><b><br />Bazen öyle bir his oluşuyor ki içimde, hem çok tanıdık ama bi o kadar
yabancı. Derin bir nefes alıyorum ve öyle güçlü hissediyorum ki kendimi,
sanki hiç bir şey zor değilmis gibi. Sonra bütün dünyayı özgürleştirip,
haksızlıklara karşı koymak istiyorum. Ama sonra birden yorgun ve üzgün
hissediyorum kendimi ve her şeyi arkamda bırakıp gitmek istiyorum. Hiç
kimseyi özgürlüğüne kavuşturamayacağımın ve haksızlıklara karşı koymaya
cesaretim olmadığının farkına varıyorum. Sonra ağlıyorum ve beni
anlayacak ve teselli edecek birini bekliyorum, ama aynı zamanda birinin
gerçekte o kadar güçlü olmadığımı görmesinden korkuyorum...</b><br /><b><span style="color: red;">-Renate Anders-
</span></b><br /><br /><br />Yeryüzünde küçük düşürülmemiş, aşağılanmamış kimse var mı? Beni o kadar küçük düşürdüler ki, artık<br />kızmıyorum. Ne yapacaksın, insanlar başka türlü davranamıyorlar işte. İnsan her şeye incinirse, iş göremez, üzerinde durmakla zaman yitirir. Yaşam böyle! Eskiden insanlara kızardım. Sonra düşündüm, gördüm ki, kızmaya değmiyor.<br /><b><span style="color: red;">-Maksim Gorki-</span></b><br /></span><br />Tümüyle güvendiğiniz bir şeye asla kendinizi adamazsınız. Kimse yarın
güneşin doğacağını fanatik bir biçimde haykırmaz. Çünkü güneşin yarın
doğacağını herkes bilir. İnsanlar, politik ya da dinsel inançlar ya da
başka tür dogmalar ya da amaçlara kendilerini fanatikçe adıyorsa bunun
nedeni daima, bu dogmaların ya da amaçların kuşkulu olmasıdır. <br /><b><span style="color: red;">-Robert Maynard Pirsig-</span></b><br /><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br />Beni ona bağlayan bu hisse bir isim takamıyorum. Aşk değil bu. Dostluk değil. Dostluk ve ahbaplık gibi. Zora gelince feda edilebilecek bir şey değil. Sevilmenin gururu var tabii, fakat bu biraz da sevmektir.<br /><b><span style="color: red;">-Peyami Safa-</span></b><br /><br /><br /><span class="css-1qaijid r-bcqeeo r-qvutc0 r-poiln3" style="text-overflow: unset;">Herkes biliyor geminin su aldığını,
<br />Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini.
<br />Yine de güvertede dans ediyorlar,
<br />Sanki hiçbir şey olmamış gibi.
<br />Müzik çalıyor, insanlar gülüyor,
<br />Yarın yokmuş gibi yaşıyorlar.
<br />Ama gemi batıyor,
<br />Ve herkes bunu biliyor.
<br />Bazıları panik yapıyor,
<br />Bazıları dua ediyor,
<br />Bazıları ise sadece kabulleniyor.<br />Gemi batıyor,
<br />Ve yapacak hiçbir şey yok.
<br />Su yükseliyor,
<br />Gemi gitgide daha alçaklaşıyor. </span></span><span class="css-1qaijid r-bcqeeo r-qvutc0 r-poiln3" style="text-overflow: unset;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br />Ve sonra her şey sessizliğe gömülüyor.
<br />Gemi battı,
<br />Ve herkes öldü.
<br />Ama belki de bir mucize olur,
<br />Belki de gemi batmaz.
<br />Belki de kaptan doğruyu söylüyordur,
<br />Belki de gemi su almıyordur.
<br />Ama belki de her şey bitti,
<br />Belki de umut yok.
<br />Belki de gemi battı,
<br />Ve herkes öldü. <br /><b><span style="color: red;">-Leonard Cohen-</span></b></span><br /><br /></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="306" src="https://www.youtube.com/embed/zCBa9hS5RaA" width="368" youtube-src-id="zCBa9hS5RaA"></iframe></div><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="303" src="https://www.youtube.com/embed/2CZ8ossU4pc" width="365" youtube-src-id="2CZ8ossU4pc"></iframe><br /><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="301" src="https://www.youtube.com/embed/VrU1jeKBBsk" width="362" youtube-src-id="VrU1jeKBBsk"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-91202883903023867272024-02-17T20:08:00.016+03:002024-02-18T18:15:54.794+03:00Marquis de Sade / Justine - Erdemin Felaketleri (Alıntılar)<p style="text-align: left;">Hayatım da ilk defa bir kitabı okurken mide bulantısı oluştu ve çok rahatsız etti. Özellikle manastırda yaşadıkları ve ikinci bölüm. Bitirmek için zorlandım, daha sert olmasına rağmen "Yatak Odasında Felsefe" bile bu kadar rahatsız etmemişti beni. İlk başlarda Yatak Odasında Felsefe'yi çağrıştırdı. Diyaloglar daha yumuşatılmıştı okuması iyiydi ama ilerledikçe karakterin başına gelenler ve Süper Mario gibi, her seferinde belanın birinden kurtulup daha iğrenciyle karşılaşması tüm iyi niyeti, yardım severliğine rağmen, hayatını kurtartığı herkesin Therese'ye en büyük kötülükleri yapması cidden sinir bozucu. Ne hikmetse her şeyinde bu kızı bulması bir süre sonra ee ama yine mi dedirtti. Kitap kesinlikle adının hakkını veriyor. Erdemi, onuru namusu için yaşayan bir kızın bütün belaları üstüne çekmesi ve o erdem dedikçe, başına gelen felaketler tam olarak..<br /><br />Sanırım bu kitabı okurken iğrenç gelmesinin en büyük nedeni, içindeki bir kaç öykünün gerçek olması. Son yıllarda ortaya çıkan Epstein iğrençliğini neredeyse 233 yıl öncesinden birebir tasvir etmesi. Gerçekten 230 yıl önce Lyon'da bir adam, otuz yıl boyunca on beş yirmi bin, yanlış duymadınız yirmi bine yakın çocuğu sapkın fantazilerine kurban etmiş, kitapta öykülerin gerçekliğine vurgu yapılıyor. Marques de Sade nasıl bir manyak ve dahi ise o tüm sadist sapkın düşüncelerine rağmen inanılmaz bir beyin ve çok farklı bir öngörüsü var. Bu adamın hayatı hapishane ve akıl hastanesin de geçmiş bir sapkın sadist. Okuduğum kitapları resmen bugünü anlatıyor. Bugün bile çoğu insanın sorup, düşünmekten hatta dile getirmekten korktuğu ama var olan şeyleri hiçte hoş olmayan bir söylemde tokat gibi insanın yüzüne vuruyor. Tıpkı Ömer Hayyam gibi..<br />Ve bu yazılanları okuyunca kimbilir, böyle iğrençlikler insalık tarihinin başından beri hep vardı belki de. Belki siz okuyunca sizde bir etki yaratmaz bilemem ama işim gereği bu tür iğrençlikleri çok görüp, duyup şahit olduğum için çocuklarla ilgili kötü şeyleri yüreğim kaldırmıyor artık. Belki de bu yüzden etkiledi beni.. <br />İyi okumalar..<br /></p><p style="text-align: center;"><br /> <img border="0" data-original-height="1225" data-original-width="800" height="280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-P9RCQF45GE528tKw5my48dgtmF3Ff94A20SciIY10tKnoS0IPmJ4GxIdlfXTE8dQk-GZv_-sgQ9JGYglQY5OZ5Rm0aa0rZ7tFX05SjAYitsgrapwRSU_NDmhyphenhyphend-J8BblrmqBiy0CFDb9VcnTdJnCLV2F1Y2oXdxuGuspB6jIWyv_HWq41JAOfYaucpi4/w183-h280/sadee.jpg" width="183" /></p><p><b>En İyi Arkadaşıma
</b><br />Evet, Constance, bu kitabı sana adıyorum; çok hassas
bir ruh yanında, olabilecek en doğru ve en aydınlık düşünceleri kendinde toplayan, cinsinin temsilcisi ve onuru olan sana layık olmak, zavallı erdemin döktürdüğü
gözyaşlarının dinginliğini tanımak. Şehvet oyunları ve
din dışı safsataları dışlayışın, tüm etkinliklerin ve söyleminde sürdürdüğün aralıksız mücadelenle, bu anılardaki
kişilikleri oluşturma ihtiyacı duyarken endişelenmedim
senin için; bazı kalemlerin kinizmi (yine de mümkün olduğunca yumuşatılmış) korkutmayocaktır seni; zincirlerinden kurtulmak için inleyen kötülük, yakalandığı anda
skandal çığlıkları atıyor. Tartuffe davası yobazları eseri;
Justine'inki ise şehvet düşkünlerinin olacak. Onlardan
pek şüphe etmiyorum: Senin de dile getirdiğin hedeflerim artık yadsınamayacak; düşüncelerin zaferim için yeterli ve senin tarafından beğenildikten sonra, ya da eveensel olarak beğenilmek, ya da eleştirilerle yetinmek
önemli değil..... Başarmış olabilir miyim Constance? Gözlerinde zaferimi onaylayacak bir damla yaş olacak mı? Justine’i okuduktan sonra, tek bir sözle şunları söyleyecek misin:
“Oh! Günah’la ilgili bu tablolarla erdeme bağlılığımdan gurur duydum! Gözyaşları içinde nasıl da soylu!
Nasıl da güzelleşiyor kötülüklerle!"
Ey Constance! Eğer bu sözcükler dökülürse dudaklarından, çalışmalarım ödüllendirilmiş olacak. (s.21-22 / İthaf)<br /><br /><br />Felsefenin ana konusu, Tanrının insana önerdiği hedeflere ulaşması için sunduğu araçları geliştirmek ve bundan hareketle, bu
zavallı iki ayaklı yaratığa, yaşamın güçlüklerle dolu yollarında
ilerlemesi için, henüz tanımayı ya da tanımlamayı başaramadığı
halde, yirmi farklı şekilde adlandırdığı bu kaderin garip kaprislerini bildirmek üzere önceden birkaç davranış yöntemi çizmek
olacaktır. (s.23)<br /><br />Yanlış bir felsefenin tehlikeli olabilecek safsatalarını engellemek önemlidir; esas olan, içinde hâlâ iyi prensiplere rastlanan yozlaşmış bir ruhun sunduğu zavallı erdem örneklerinin bu ruhu, en parlak ve en çekici ödüllerle dolu bu erdem yolunda iyiliğe ulaştırabileceğini göstermektir. Bir yandan
Erdeme saygı duyan yumuşak ve hassas bir kadının direncini
kıran bir yığın kötülükleri tanımlamak ve diğer yandan, yine aynı
kadını ezen ya da yaralayan inançları dile getirmek korkutucu
olacaktır. Ama felaketlerle dolu bu tablodan bir iyilik doğacaksa,
bunları sunuyor olm aktan pişm anlık duyulabilir mi? Okuyan
sağduyulu kişiler için Tanrının buyruklarına boyun eğmek gibi
son derece gerekli bir ders çıkarabileceği bir olgu yaratmaktan ve
kendi görevlerini eksiksiz yerine getirdiğine inandığımız birinin
de Tanrı tarafından cezalandırabileceğini görerek bizi görevlerimize yeniden yönelten kötü uyarılar oluşturmaktan dolayı birilerine kızılabilir mi? (s.24)<br /></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p></p><p><br />Ama
iyilik dolu bir kalbi katılaştırmak güçtü, mantıklı açıklamalara inatla direniyor ve bu zevkleri onu parlak beyinlerin göz alıcı hatalarıyla teselli buluyordu. (s.26)<br /><br /> Juliet’te, öngördüğü saygıdeğer kadına mı dönüşecek, erdemli olsa
da temelde ahlaksızlıklaşabilecek eğilimlere sahip küçük kıza
geri mi dönecekti? Diğer yandan Justine, insanın sefahat ve ahlaksızlığın kurbanı haline gelebileceği bir toplumda, gelenekleri riske atacak mıydı? (s.27)<br /><br />Bana bakın, bayım, dedi din adamına... Evet, bir genç kız
için ne kadar acıklı bir durumda olduğumu görüyorsunuz; annemi ve babamı kaybettim. Tanrı, onları, yardımlarına en çok ihtiyaç duyduğum yaşta aldı benden Yıkılmış bir şekilde öldüler,
bayım; artık hiçbir şeyimiz yok... İşte bana tüm bıraktıkları, diye
devam etti, on iki altınlık varlığını göstererek... Ve başımı sokabileceğim hiçbir yerim yok... Bana merhamet edeceksiniz, değil
mi bayım! Siz din elçisisiniz ve kalbim her zaman dini erdemlerle dolu oldu; taptığım ve temsilcisi olduğunuz Tanrı adına, bana
ikinci bir baba olarak, ne yapmam gerektiğini söyleyin... Nasıl
bir insan olmalıyım?
(s.28)<br /><br />...bir kadın ahlaksızlığını ne kadar ortaya koyarsa, listesine girmek isteyen de o kadar
çok olurdu; değersizliğinin ve yozlaşmışlığının ölçüsü, onun için
sergilenmeye cesaret edilen duygularla ölçülür olmuştu. (s.31)<br /><br />Tasarladığı bu iğrenç
proje hoşuna gidiyordu; fiziksel görünümünün ahlaki hatalarını
örttüğü o tehlikeli anlarda sağlamlaştınyordu ne yazık ki projesini; dileklerimizin karmaşıklığı ya da isteklerimizin aşırılığının
çakıştığı ve kırdığımız ketlemelerin çokluğu veya aldığımız zevkin son derece keskin olmasıyla kendimizi yoksaydığımız anlarda. Düşler dağıldığında, yeniden dinginleşildiğinde, uygunsuzluk
pek de önemli olmayacaktır, bu ruhsal hataların öyküsüdür; kimseye zarar vermediği bilinir, ama ne yazık ki hep daha öteye gidilir. Ne olursa olsun, yalnızca coşku patlamalarıyla ortaya çıkan
bu düşüncenin, böylesine kışkırtıcı olabileceğini itiraf etmeye cesaret edebilecek miyiz? Lanetli düş gücümüzü canlandırıyoruz,
oysa bu düş gücünün varlığı bile günah. (s.32)<br /><br />Refahın mümkün olan en korkunç davranış tarzınıda<b>
</b>beraberinde getirebileceği ve insanların mutluluk olarak adlandırdığı, düzensizlik ve yozlaşmışlık içinde bile yaşama yayılabileceği doğrudur; her yerde erdemi izleyen bu felaket ömeği ve
bundan sonra sunacaklarımız, dürüst insanların kafasını karıştırmasın. Suçun bu şekilde kutsanması yanıltıcıdır, sadece bir görüntüdür; bu başarılarının keyfine varanlar, onlara verilen cezadan bağımsız olarak, ruhlarında, onları sürekli kemirerek sahte
ışıklarla aydınlanmalarını engelleyen ve içlerinde büyük zevkler
yerine, bulundukları yere gelmelerini sağlayan suçların içlerini
parçalayıcı anısını bırakan bir kurt beslenmezler mi? Kaderin işkence ettiği zavallının ise, kalbi teselli ile doludur ve sahip olduğu erdemlerden aldığı iç huzuru, bir süre sonra, insanların adaletsizliklerinin verdiği zarar telafi eder. (s.33)<br /><br />“Belki de masum olan bu yaratık bir cani muamelesi
görüyor... Oysa ben, günaha ve ahlaksızlığa bulanmış olduğum
halde, mutluluk ve refah içinde yaşayıp gidiyorum”. (s.35)<br /><br />Erkeklerin en az hoşlandığı, pek açığa vurmasalar bile,
en çok aşağıladığı şey, namuslu kadınlar. (s.37)<br /><br />Umutsuzluğumun ortaya serilişiyle altında ezileceğiniz vicdan azabı, işlediğiniz suçu hatırlatarak
tüketecek sizi.. (s.41)<br /><br />Ah! Bu tür kötü insanların iğrençliklerinin
başkalarına bulaşmaması için dua ettim! (s.45)<br /><br />İtibarı olmadığı gibi, kimse tarafından da korunmayan bir zavallının davası, erdemin sefaletle örtüşmediği, bahtsızlığın sanığa karşı yeterli kanıt kabul edildiği bir ülkede kısa sürüyordu;
burada, pek de haklı olmayan bir önyargıya göre, suç işleyebileceği düşünülen kişi bunu yapmış kabul ediliyordu; duygular suçlunun bulunduğu duruma göre değerlendiriliyordu ve masumiyet
para ya da ünvanla kanıtlanmadığında, masum olma olasılığı olmadığı kanıtlanmış oluyordu. <br />(s.47)<br /><br />Burada, bir suç ortaklığı yapmayı reddedişimin cezasını ödeyecektim; yavaş yavaş ölüyordum; beni yalnızca yeni
bir suç kurtarabilirdi. (s.47)<br /><br />..şimdi nasıl bir
yaşamın hoşuna gideceğine kendin karar verebilirsin, ama benim
tavsiyem, gördüğün gibi seni de başarıya götürmeyen erdemli
hayattan vazgeçmen; seni idam sehpasının ayaklarına kadar gö türen bir iyilik, kurtaransa korkunç bir suç oldu; iyi bak, iyilik bu
dünyada hiçbir işe yaramıyor ve kendini bunun için feda etmek ten vazgeç! (s.48)<br /><br />her zaman kalbimde taşıyacağım dü rüst duyguları terk edeceğime, her türlü tehlikeye atılırım ama; er demin güçlükleri ne olursa olsun madam, suça eşlik eden tehlikeli
saygınlığı tercih edeceğim. Tanrının lütfü sayesinde beni asla terk
etmeyecek dini prensipler benim içimde yaşıyor; Tanrı yaşamı da yanılmaz kılıyorsa, bana daha iyi bir dünya sağlamak içindir. Bu
umut beni rahatlatıyor, acılarım ı dindiriyor ve Tanrının bana
göndereceği tüm felaketlere meydan okuma gücü veriyor. Ruhum daki bu neşe, bir suç işlemem halinde sönecektir ve bu dünyada
cezalandırılacağım endişesiyle beni bir an olsun umut ettiğim din ginliğe kavuşturmayacak işkencelerle acı çekeceğim. (s.49)<br /><br />Hayır, hayır Therese,
hayır; hayalini kurduğun bu inanç sistemi bizi aşağılamak için
oluşturulmuştur. İnan çocuğum, inan bizi kötülüğe ihtiyaç duya cağımız bir konuma soktuğu ve kötülük yapma olanağı verdiği
andan itibaren, kötülüğün yasalarını iyilik gibi kullanırız ve kötü lük iyilikten daha kıymetlidir artık; bizi eşit yaratmıştır; bu eşitli ği bozan, yeniden kurmaya çalışandan daha fazla suçlu sayılmaz;
her ikisi de yaşadığı koşulların etkileriyle hareket ederler, her iki si de onları izlemek ve tatmin etmek zorundadır. <br />(s.50)<br /><br />Sizin erdem kabul ettiğiniz ve çocukluktan
itibaren, hem doğa, hem de toplum için hiçbir işlevi olmayan bu
garip, saçma sapan iffet takıntısı, kafası fikirlerle dolu bir insan
için kınanacak bir dik kafalılıktır. Neyse, beni dinlemeye devam
edin sevgili kızım, sizin tarafınızdan beğenilmeyi arzuladığımı
ve zayıflıklarınıza saygı göstermek istediğimi kanıtlayacağım si ze. Kılınıza bile dokunmayacağım. (s.57)<br /><br />Ahlaksız davranışlarımız
ve yaşadığımız felaketler olmasaydı, bulunacağımız yere gelecek
miydik; bu tür lafların bize uygun olduğunu düşünüyor musunuz!
Kör bir bencillikle, diğerlerinin çıkarlarına karşı mücadele etme ye kalkışan birinin yok edilmemesini nasıl istersiniz? Toplum,
kendi bünyesinde, kendisine karşı olduğunu bildiren birine ta hammül edebilir mi? Ve kendini izole eden birey, diğerlerine kar şı savaşabilir mi? Sosyal uzlaşmayı kabul etmeden, mutlu ve hu zurlu olabilir mi? Toplum fedakârlıklarla beslenir, onu pekiştiren
bağ da budur; söz konusu fedakârlıklar yerine sürekli olarak suç
işleyen kişi, asıl kaygı duyulan varlık haline gelecek, çok güçlüy se saldırılara uğrayacak, zayıfsa hakkından gelmeyi başarabilecek
ilk kişi tarafından kurban edilecektir; insanları kendi huzurunu
korumaya ve bunu bozmak isteyen herkesi yok etmeye iten güçlü
mantık, her koşulda yıkılmaktadır; suç çetelerinin sürekli olması nı olanaksız kılan mantık da budur. (s.62)<br /><br />İnsanlar yalnız, kıskanç, zalim
ve despottur, hiçbir şeyden feragat etmeden, her şeye birden sahip
olmak ister; sürekli olarak elindekileri kaybetmemek, tutkularını
ya da haklarını korumak için savaşır. (s.63)<br /><br />“Canavar! Bu kadar korkunç bir davranışı hak etmek için ne
yaptım ki ona ben, diye soruyordum kendi kendime? Hayatını
kurtardım, servetini iade ettim, o ise sahip olduğum en değerli
şeyi aldı benden! Yabani bir hayvan bile daha merhametlidir! İş te insan, tutkularından başka bir şeyi gözü görmeyen insan! Ya ban çöllerin en ücra köşelerindeki kaplanlar bile korkar zulümle rinden." (s.72)<br /><br />Her şeye muktedir Tanrım! Biliyorsun ki güçsüzüm ve zayı fım, ihanete ve zulme uğradım; seni ömek alarak iyi olmak iste dim ve senin iradenle cezalandırıldım; bitsin artık yüce Tanrım!
Tüm bu kutsal olaylar bana çok pahalıya maloldu, saygı duyuyo rum ve şikayet etmekten vazgeçiyorum; ama yeryüzünde sıkıntı dan başka bir şeyle karşılaşmayacaksam, yüce Tanrım, kendimi
sana hatırlatmak üzere güçlü varlığına dua etmekten, beni karga şadan uzak tutman için yalvarmaktan, bana kötülük yapan, lanet li, hüzün içinde geçirdiğim günlerimi gözyaşı fırtınası ve acılar
içinde boğan, sapkın, elleri kanlı ve kalleş adamlardan uzak tut man için sana tapmaktan başka ne yapabilirim?
Dua, bahtsızların en sessiz sakinleşme yoludur. (s.73)<br /><br /><b>Doğanın, vahşi
hayvanlardan beter yarattığı insanların varolduğu doğru demek!</b> Onların çatısı altında saklanan, sonra da yine onlardan kaçan ben
ve onlar arasında ne fark var ki? Bu kadar açınılası bir kaderle
doğmak zorunda mıydım?.. (s.74)<br /><br />Maalesef, haz düşkünlüğü nün insanın içindeki acıma duygusunu öldürmesi sık görülen bir
durumdu; genellikle katılaştırırdı insanı: Belki sapkınlıkların bü yük çoğunluğunun ruhun katılaşmasını gerektirmesinden, belki bu
tutkuların sinirler üzerindeki sarsıcı etkisinin güçlerini azaltmasın dan, bir şehvet düşkününün duyarlı bir adam olması nadir rastlanır
bir duruıpdu. Tanımladığım bu insan tipinin doğal katılığına. (s.76)<br /><br />Bazen dine sığınıyordum; neredeyse her seferinde onunla sa kinleşip, hissettiğim huzuru, bu kötülük düşkünü ruha aktarmayı deniyor, dini eğilimlerimi bu yolla paylaşmayı başarabilirsem
ona ulaşabileceğime inanıyordum. (s.83)<br /><br />Dinler,
en güçlünün en zayıf üzerinde kurmak istediği baskıyı frenle mekten başka ne işe yarar?<br />(s.84)<br /><br />İkiyüzlülük ve aptallığın izlerini taşıma yan bir tek din var mıdır Therese? Hepsinin içinde ne görüyorum
biliyor musun? Mantığı ortadan kaldıran sırlar, doğayı hiçe sayan
dogmalar ve alay ve tiksintiden başka bir şey uyandırmayan gro tesk törenler. Bunlar arasında aşağılanmayı ve nefretimizi özel
olarak hak eden ise Therese, içinde doğduğumuz söylenen bu
barbar Hıristiyanlık yasaları değil midir? En dayanılmazı bu de ğil mi?... Kalbimizi ve ruhumuzu bu kadar tiksindiren başka bir
din olabilir mi? (s.84)<br /><br />Mantıklı insanlar, bu ürkütücü kültün beş para etmez, havari sinin karanlık sözlerine, mucize iddialarına nasıl inanabilir? Da ha önce, halkı etkilemeyi bu kadar başarabilen bir hokkabaz gel memişti dünyaya! Dünyanın en verimsiz topraklarından birinde,
bir yosma ve bir askerden doğan bu cüzzamlı Yahudi, dünyayı
yaratan kişinin bir parçası olduğunu iddia etmeye cesaret eder! (s.85)<br /><br />Ne kadar duyarlı
olursanız, dürtüleriniz o kadar acı verir size... (s.93)<br /><br />Sen öptüğüm ilk kadınsın, dedi bana kont ve aslında, ru humsun... çok güzelsin küçüğüm; ruhun bir sağduyu ışığı ya yılmış! Bu sevimli kafa nasıl olmuş da bunca zaman karanlıkta
kalmış!
(s.94)<br /><br />Yalan yere yemin etmek, bir günah söz konusu olduğunda er demdir, diyordu trajik şairlerimizden biri; ama yalan yemin et mek, bu yola başvurmak zorunda kalan ince ve hassas bir ruh
için, her zaman dayanılmaz bir durumdu. Rolüm beni boğuyordu. (s.98)<br /><br /> Bir zamanlar
uğruna hayatımı tehlikeye attığım bu adam, bana en küçük bir
merhamet gösterme lütfunda bile bulunmuyordu.
(s.101)<br /><br />Pişman değildim; ruhum temizdi ve beni as la terk etmeyecek olan eşitlik ve erdem duygularına fazla kulak
vermekten başka bir kötülük yapmamıştım. (s.105)<br /><br />İna nılmaz bir zerafet; üstüne üstlük dünyanın en güzel sesi; bunlara
ek olarak düşünce tarzı, canlılığıyla doğanın yarattığı en güzel
ruhlardan biri. (s.106)<br /><br />Erdem bazı insanlar için zaten olanaksızdır; doğa da tutkulara karşı çıkan bir erdemin bulunabileceğine nasıl ina nabilirsiniz? Ve eğer doğada bulunmuyorsa, nasıl iyi olabilir?
Hiç şüphe yok ki, yalnızca içindeki kötülüklere erdemlerle karşı
koyan insanlar tercih edilecektir... Tek olasılık da budur, bir var lığın bedenini ve organlarını iyiliğe teslim etmesinin tek olasılığı
budur; bu varsayıma göre, kötü eğilimler de son derece gerekli dir. Bir şeyin gerekli olması için karşıtının da olması gerektiğine
göre, erdemin gerekliliğini nasıl kanıtlayacaksın bana? Size şunu
söylemişler: Erdem diğerleri için gereklidir; bu anlamda, iyidir;
zira, diğerleri iyi olandan başka bir şey yapmamayı kabul ederse,
ben de, yalnızca iyilikle karşılaşırım. Bu açıklama safsatadan
başka bir şey değildir; diğerlerinden edineceğim birazcık iyilik
için, onların erdemli davranıyor olması karşılığında, benim de er demli olmam zorunluluk haline gelir ve bana hiçbir zararı olma yan milyonlarca hazdan fedakârlık etmem gerekir. Verdiğimden
daha fazlasını alarak, kötü bir alışveriş yapmış olurum; erdemli
davranarak kazanacağım mutluluk, yoksun kalacaklarımla kay bedeceğimden daha az olur; bu denklem eşit olmadığından, ka bul etmek zorunda değilim ve hiç şüphe yok ki, erdemli olarak,
diğerleri adına üstleneceğim acılar kadar iyilik yapmak varlığıma
aykırı olacağından, diğerleri adına bana acıya malolacak bir mut luluk sağlamayı reddetmem daha doğru olmaz mı? Geriye ahlak sız kalarak verebileceğim zarar ve herkes bana benzediği takdir de başıma gelecek kötülükler kalıyor. Tamamen kötülükten olu şan bir döngünün varlığını benimseyerek, şüphesiz riske giriyo rum, bunu kabul ediyorum; ama riske attıklarımdan dolayı yaşa ııs
yacağım acı, diğerlerinin riske atmasını sağladıklarım la telafi
ediliyor; işte böylece denge sağlanıyor, böylece herkes eşit ölçü de mutlu olabiliyor: Bazılarının iyi bazılarının kötü olduğu bir
toplum içinde mutlu olmayanlar ve mutlu olmayı bilmeyenler de
var, çünkü bu karışımda, başka bir durumda olmadığı kadar tu zakla karşılaşılıyor. Karışık bir toplumda, çıkarlar da çeşitlidir:
İşte kötülüklerin sonsuzluğunun kaynağı da budur; herkesin çı karlarının aynı olduğu türden bir toplumda, onu oluşturan her bi rey, aynı zevklere, aynı eğilimlere sahiptir, herkes aynı hedefe
yürür, herkes mutludur. Ama, sizin gibi aptallar, kötülüğün mut luluk getirmediğini söylüyorlar. Hayır, iyiliği yüceltmek işinize
geliyor. (s. 118-119)<br /><br />İnsan, iyi bir amaca hizmet etmek üzere yaratıl madığını düşünecek kadar körleşebilir mi? Tanrıyı algılama gücü
ve yeteneğinin ona verilmesinin ondan istenen görevleri yerine
getirmesi için olduğunu nasıl anlamaz? Tanrıdan gelen kültün te meli, bizzat temsilcisi olduğu erdemden başka ne olabilir? Bunca
güzelliğin yaratıcısının iyilikten başka kuralı olabilir mi? Ve
kalplerimiz, iyilikle dolu olmadıklarında onun hoşuna gidebilir
mi? Bana öyle geliyor ki, karşımda ruhu hassas kişiler olduğun du, bu yüce Tanrıya karşı aşk esinlemek için başka motifler kul lanmama gerek kalmaz. Bize bu evrenin güzelliklerinin zevkini
çıkarma fırsatı vermesi bir lütuf değil midir ve biz böylesi bir
iyilikten dolayı minnet borçlu değil miyiz? Ama daha güçlü bir
mantık, evrensel yükümlülükler zincirimizi tanımlıyor; insanlarla
da mutlu olmamızı sağlayacak bu yasanın gerekliliklerini yerine
getirmeyi neden reddedelim? (s.121)<br /><br /> Neden, inançlı kalbim, bana her an, bu
ilahi varlığın varolduğunu gösteren kanıtlar sunarken, yanılgıya
düşmüş insanlarla bir olup “Tanrı yoktur” diyeyim? Belki de de lilerle birlikte hayal kurmak, sağduyulu insanlarla birlikte düşün mek daha iyi olur? Yine de her şey şu temel prensipten çıkıyor:
Bir Tanrı varsa, bu Tanrı bir kültü hak ediyor ve bu kültün teme li, tartışmasız bir şekilde erdemdir. (s.122)<br /><br /> Bir insanı,
benzerinden kurtulmaya iten bir etkinlik tarzını sonsuza dek in kar etmemize neden olan bu hayata, ne kadar da komik bir anlam
yüklüyoruz. (s.127)<br /><br />Dünyanın
en güzel gözlerine, soylu çizgilere ve mümkün olabilecek en dü rüst, en yumuşak, en nazik bir ses tonuna sahipti.(s.136)<br /><br />Kalbimin bana söylediklerini ve durumumun el
verdiklerini uygulayamamaktan dolayı suçlu sayılabilir miydim? (s.143)<br /><br />Ey Yüce Tan rım! diyordum kendi kendime, kalbimde, ardından bir acı sürük lemeyecek herhangi bir erdem barındıramayacağım galiba! (s.150)<br /><br />Sevgili dostum, diye devam ettim içtenlikle, sen
de benimle birlikte savaşmak ister misin, kaybetmeyeceğimize
yemin ederim?.. İster misin? (s.167)<br /><br />Evrenin dörtte üçü,
gülün kokusunu güzel bulur; oysa bu, onu kötü bulabilecek dört te birinin yanıldığını doğrulamayacağı gibi, bu kokunun gerçek ten de güzel olduğunu kanıtlamaz. (s.179)<br /><br />Yasalarınız, ahlağınız, dininiz,
darağaçlarınız, cennetiniz, tanrılarınız, cehenneminiz, şu ya da bu
söylemin geçerliliğini yitirdiği kanıtlandığında, herhangi bir bağ,
akan yakıcı kan ya da hayvansı ruhlar bir insanı acılar ve ödülle rin öznesi haline getirmeye yettiğinde ne yapacaksınız? (s.181)<br /><br /> İnsanların dünya üzerinde benden zalimce esirgedikleri
huzuru aramaya gideceğim. Bu sözler kalbimi parçaladı; sağlam görüntümü korumak için
allak bullak olduğumu gizliyordum, ama o anda, içten içe, bir ca navarın kurbanı olan bu zavallının bahtsızlığına çözüm bulmak
için gerekirse hayatımı bin kez feda etmeye söz verdim.
(s.219)<br /><br />Kureyşler adıyla
tanınan Araplar, kız çocuklarını, yedi yaşına gelir gelmez Mekke
yakınlarındaki bir dağa gömerlerdi, zira bu aşağılık cinsiyetin
gün görmeyi hak etmediğini söylüyorlardı. Kral Aşem’in sara yında, en küçük bir sadakatsizlikten şüphe edildiğinde, prensin
şehvet oyunlarına hizmette en küçük bir itaatsizlikte bulunuldu ğunda ya da prensin keyfi kaçırıldığında, cezalandırma adına en
korkunç işkenceler söz konusu oluyordu. Ganj kıyılarında kadın lar, efendileri onlardan zevk alamaz hale geldiğinde dünyada va rolmaları gereksizmiş gibi, kocalarının külleri üzerinde intihar
etmeye mecbur tutuluyordu. Başka yerlerde, kadınlar vahşi hay vanlar gibi avlanıyordu, ne kadar öldürülürlerse o kadar şeref du yuluyordu, Formoza’da ise, hamile kaldıklarında linç ediliyorlar dı. Alman kanunları yabancı bir kadını öldürenleri yalnızca on
ekü ceza ödemeye mahkum ediyor, kendi kadınını ya da bir fahi şeyi öldürenleri ise hiç cezalandırmıyordu. Her yerde, tek keli meyle, tekrar ediyorum her yerde kadınlar aşağılanıyor, hırpala nıyor, din adamlarının boş inançlarına, kocalarının barbarlıkları na ya da şehvet düşkünü adamların kaprislerine kurban ediliyor du. (s. 233-234)<br /><br />Bana anlattıklarınızın iğ rençliğinin farkında mısınız! Zalimsiniz. (s.243)<br /><br /> İyilik yok; doğada iyilik, kölenin efendisini sa kinleştirmek ve ona daha yumuşak davranmasını sağlamak için
kullandığı zayıflara özgü bir karakterdir. (s.244)<br /><br />Sefalet içindekilere yar dım etmek kadar hoş bir duygu olabilir mi? Kendimizin de acı
çekmesinden duyduğumuz korkuyu bir kenara bırakalım. Birini
sevindirmekten daha büyük bir tatmin olabilir mi?<br />(s.244)<br /><br />Merhametli bir adam, güneş ışığı gibi, çevresindeki
her şeye zenginlik, huzur ve neşe saçar; ve bu ilahi ışık odağın dan
çıkan doğa mucizesi, en büyük mutluluğu diğerleri için ça lışmak olan
dürüst, nazik ve hassas bir ruhtur. (s.245)<br /><br />Bana yol gösteren
ölüm kokan yıldız, masum da olsam ölümden başka bir yere gö türmüyordu beni. Diğer yollar ahlaksızlıklarla doluydu ve bun lardan biri diğerlerinden daha aç korkunçtu. <br />(s.248)<br /><br />Cehennem den
korkmuyor, cenneti özlemiyorum; ama korkunç bir ölümün vere ceği acılardan çekiniyorum; ölürken acı çekmek istemiyoru(s.272)<br /><br />Madam, dedim ona, eğer bütün bunları işlediğiniz günahlara
borçluysanız, sonuçta her zaman adil olan Tanrı, sizi uzun süre
refah içinde bırakmayacaktır. (s.280)<br /><br />Kötülüğün insanların çı karlarıyla çatıştığını söyleyebilir misin bana? Kötüler ve iyilerin
eşit oranda olduğu bir dünyada kabul edebilirim, zira birilerinin
çıkarı diğerlerini gözle görülür şekilde şok edecektir; ama tama men yozlaşmış bir toplumda bu olamaz; kötü olan dışında her şe yi dışlayan kötülerin, kendi içinde ona zarar verenler dışındaki
kötülükleri vurgular ve her ikimiz de mutlu oluruz. (s.281)<br /><br /><br />Bana hala Tanrıdan mı söz
ediyorsun; eh! Bu tanrının düzenden ve sonuç olarak da erdem den hoşlandığını kim kanıtlayabilir sana? Sana sürekli olarak
adaletsizlik ve düzensizlik örnekleri sunmuyor mu? İnsanlara sa vaş, salgın hastalık ve kıtlık göndererek, her yerinde kötülüğün bulunduğu bir evren oluşturarak mı gösteriyor sana iyiliğe olan
sonsuz aşkını? Kendisi de kötülükler aracılığıyla hareket ettiğine,
eserlerinde her şey kötü ve yoz olduğuna, isteklerinde her şey
günah ve düzendışı olduğuna göre, kötü insanların hoşuna gitme mesini nasıl istiyorsun? Peki bizi kötülüğe götüren bu hareketle re kim itiyor bizi? Bize ondan gelmeyen tek bir his var mı? Onun
eseri olmayan tek bir isteğimiz var mı? Ona zarar verecek ya da
onun için gereksiz olacak bir şeye eğilim esinlemesi ya da buna
izin vermesi mantıklı mı? Eğer kötüler de ona hizmet ediyorsa,
neden direnmek isteyelim kötülere? Ne hakla yok etmeye çalışı rız onları? Ve neden seslerini kesmek isteyelim? Dünyada biraz
daha çok felsefe yapılması her şeyi kısa sürede düzene sokacak
ve tüm yargıçlara, yasa koyuculara, bu kadar sert bir şekilde aşa ğıladıkları ve cezalandırdıkları suçların bazen, kendileri uygula masalar ve asla ödüllendirmeyi düşünmeseler de öğütledikleri bu
erdemlerden daha gerekli olabilir. (s.281-282)<br /><br />İnsanların suç olarak adlandırdık larının tam analizini yaparak başlamak gerekir; burada söz konu su olanın onların kanunlarını ve ulusal geleneklerini çiğnemek
olduğu kabul edilmelidir; Fransa’da suç kabul edilen, buradan
yüz mil uzakta olmayabilir; dünyada evrensel olarak suç kabul
edilebilecek bir etkinlik yoktur; burada kötü ya da suç olup da,
birkaç mil ötede övgüye değer ya da erdemli olan da yoktur; her
şey bakış açısı, coğrafya işidir ve bu nedenle de, başka yerlerde
kötülükten başka bir şey olmayan erdemleri uygulamaya kalkış mak ve bir başka iklimde mükemmel etkinlikler olan suçlardan
kaçınmak anlamsızdır. Şimdi, bu düşüncelerin ışığında sorarım
sana, Çin’de erdem olarak kabul edilse de, Fransa’da zevk için
ya da çıkar adına, suç olarak işlediğim bir etkinlikten dolayı
pişmanlık duymayı sürdürebilir miyim? (s.283)<br /><br />- Bu dünyada suçtan korkmayanların, diye aldım sözü, öteki
dünyada ilahi adalet tarafından cezalandırılmayacağına inanıyor
musunuz?<br />- İnanıyorum, diye devam etti bu tehlikeli kadın, eğer Tanrı
olsaydı, yeryüzünde daha az kötülük olurdu; eğer bu kötülük var sa, ya da bu eşitsizlik Tanrı tarafından emrediliyorsa, ya barbar
bir varlıktır ya da bu barbarlıkları önleyemeyecek durumdadır.<br />-Beni korkutuyorsunuz madam, sizi,
karmaşık düşüncelerinizi ve zırvalıklannızı daha fazla dinleye
meyeceğım için affedin beni. (s.285)<br /><br />Ne kadar da zavallı bir yaratıktım! Mutluluk yalnızca, asla
kaldıramayacağım bir acıya daha da gömüleceğim durumlarda
mı sunulmalıydı bana! Bana felaketler hazırlamayan erdemler
doğamayacak mıydı kalbimden! (s.289)<br /><br />Bana hiçbir şey borçlu olmayan bu genç adamın dürüstlüğü
karşısında gözyaşlarımı tutamadım. <b>İyi davranışlar, uzun süreden
beri kötülerine maruz kalındığında çok daha hoş geliyor.<br /> </b>(s.292)<br /><br />- Ey erdem! diye haykırdım, bu kadar küçük düşmüş durum dayken, daha önce bir hakaret düşünemez miydin! Günahın, bu
kadar küstahça ve cezasız kalarak sana karşı koymaya ve yenme ye cesaret etmesi mümkün müdür! (s.307)<br /><br />Uzun süreden beri iftiraya uğramaya, adaletsizliğe ve acılara
alışmıştım, çocukluğumdan beri erdem duygusuna teslim olur ken yoluma engeller çıkacağını biliyordum; acım beni aptallaş tırmış, içimi parçalamıştı. (s.308) <br /><br />Gidin, beni
ölüm ve utanç arasında bir yere yerleştirmek üzere, içinde bulun duğum durumu zalimce kullanmaya cesaret edebilecek bir
canavarsınız siz; gerekirse ölürüm, ama en azından vicdan azabı
duymam. (s.309)<br /></p><p>Korkunç bir ilahi adaletsizlikle, suçun er demi korkutması mümkündü demek! (s.314)<br /><br />Çocukluğumda, bir tefeci beni hırsızlık yapmaya itmek istedi;
reddettim. Zengin olan o oldu. Bir hırsızlar çetesinin arasına düş tüm, hayatını kurtardığım bir adamla birlikte kaçtım, ödül olarak
bana tecavüz etti. Şehvet düşkünü bir senyörün evine geldim,
teyzesini zehirlemesine razı olmadığım için beni köpeklerine pa rçalatmak istedi. Oradan, ensest ve katil bir cerrahın evine gittim,
korkunç bir cinayeti engellemek istedim, cellat beni bir suçlu gi bi damgaladı; şüphesiz bu zalimlikleri sürdürdü, servet yaptı ve
ben karnımı doyurmak için dilenmek zorunda kaldım. Kendimi
ibadete adamak istiyordum, bunca kötülük aldığım Yüce Tanrıya
içtenlikle yalvarmak istiyordum, kutsal din adamlarımızdan biri nin karşısında günahlarımdan arınmayı umduğum yüce mahke me yüzkarası kanlı bir tiyatroya dönüştü, bana tecavüz eden ve
soyan canavar kendi düzeninde en büyük onurlardan birine yük seliyor, ben ise korkunç bir sefalet uçurumuna geri düşüyordum.
Bir kadını kocasının dehşetinden kurtarm ayı denedim , zalim
adam kanımı damla damla akıtarak öldürmek istedi beni. Bir za vallıya yardım etmek istedim, beni soydu. Kendini kaybetmiş bir
adama yardım ettim, nankör bana bir hayvan gibi çıkrık çevirttir di ve haz aracı olarak kullandı beni, çevresi saygın kişilerle do luydu ve onun evinde zorla çalıştırılmaktansa bir darağıcında öl meye hazırdım. Alçak bir kadın beni yeni bir cinayete ortak et mek istedi, kurbanımın servetini kurtarmak için, ikinci bir kez
varolan üç kuruşluk varlığımı kaybettim. Duyarlı bir adam bana
el uzatıp yaşadığım felaketleri telafi etmek istedi, bunu yapama dan kollarımda son nefesini verdi. Bana ait olmayan bir çocuğu
alevlerden kurtarmak için bir yangının içine atıldım, bu çocuğun
annesi suçladı beni ve hakkımda bir cinayet davası açıldı. Beni
zorla tutkusu kafa kesmek olan bir adamın evine götürmek niye tinde olan en korkunç düşmanımın eline düştüm, bu şehvet dü şkünü adamın kılıcından kurtulabildiysem, bunun nedeni yeni den Themis’inkinin altına düşecek oluşumdu. Servetini ve haya tını kurtardığım bir adama beni koruması için yalvardım, ondan
saygı beklemeye cesaret ettim, beni evine çekti, zalimliklere ma ruz bıraktı, davamın bağlı olduğu ahlaksız yargıcı da buraya ça ğırmıştı, her ikisi de tecavüz etti bana, her ikisi de hakaret etti,
her ikisi de ölümümü hızlandırmak istedi. Kader onları varlığa
boğmuştu, ve ben ölüme koştum.
İşte erkeklerin bana yaşattıkları, işte tehlikeli davranışlarının
bana öğrettikleri; felaketlerle sertleşmiş, haksızlıklar ve adalet sizliklerle isyan etmiş ruhumun artık bağlarını koparmaktan baş ka bir şey istememesi şaşırtıcı mı? (s.326-327)<br /></p><p>Her şeyin bittiğine, artık endişelenmemsi gerektiğine ikna et meye çalışmışlardı. Ama hiçbir şey onu sakinleştiremiyordu;
sanki bu mutsuz yaratık yalnızca acılar için yaratılmıştı ve baht sızlığın kılıcını her zaman başının üzerinde hissediyor, onu eze cek son darbeleri önceden yaşıyordu. <br />(s.331)<br /><br />Tüm hayatı boyunca pişmanlık duyabile ceği tek bir hatası olmayan bu kız bu şekilde muamele gördüğüne
göre, ben ne beklemeliyim? (s.332)<br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="321" src="https://www.youtube.com/embed/Wt41LPL76Y4" width="386" youtube-src-id="Wt41LPL76Y4"></iframe><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="320" src="https://www.youtube.com/embed/kT8Bu_T8810" width="385" youtube-src-id="kT8Bu_T8810"></iframe><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="318" src="https://www.youtube.com/embed/ygotTM_4x-g" width="383" youtube-src-id="ygotTM_4x-g"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div><p></p></div>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-38280118853833698792024-02-14T19:53:00.008+03:002024-02-14T20:22:47.708+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 35<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjC16LKh9ZBg1yrnpA7GJ3S9vXHXirobx8gPNnPK-JmrgQCVUJjNiYGX9CKQSEJD7q5_KZgGx8w9BqQlobMZAHMDIKCRYNCaMKBeYhrs1RQNCWGA_iQoMU_cs185XdcUgx_ZFixXBDMC-9amcbPO3rdxvtwZ6fkZRY8M1QlMQA5r3JtUztihPOP-JgxxQk2/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="187" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjC16LKh9ZBg1yrnpA7GJ3S9vXHXirobx8gPNnPK-JmrgQCVUJjNiYGX9CKQSEJD7q5_KZgGx8w9BqQlobMZAHMDIKCRYNCaMKBeYhrs1RQNCWGA_iQoMU_cs185XdcUgx_ZFixXBDMC-9amcbPO3rdxvtwZ6fkZRY8M1QlMQA5r3JtUztihPOP-JgxxQk2/w182-h187/kkttpp.jpg" width="182" /></a></div><br /><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleketin hali dumandır.<br /><b><span style="color: red;">-Kemal Tahir-</span></b><br /><b><br /><br /></b><span class="text text text-15">Keşke bir kitap okumuş, bir kedi sevmiş olsaydınız. Belki o zaman bu kadar kirletmezdiniz dünyayı...<br /><b><span style="color: red;">-Turgut Uyar-</span></b></span><br /><b><br /><br /></b><span class="text text text-15">Canciğerdiler, kuzu sarmasıydılar.
Onları yoldaş eden çıkarların ortaklığıydı.
Yol bitti.
Avın başında kavgaya tutuştular.
Bir zamanlar el ele tüm ülkenin mahremine girenler, şimdi birbirinin mahremine el uzatıyordu. <br /><b><span style="color: red;">-Barış Terkoğlu-</span></b></span><br /><br /><br />En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım?<br /></span> <span style="font-family: inherit; font-size: small;"><b><span style="color: red;">-Ahmet Hamdi Tanpınar-
</span></b><br /><br /><br />Çünkü bizler, az ya da çok, yaşamak alışkanlığını yitirmiş, aksaya aksaya yürüyen insanlarız. Hem de gerçek canlı yaşamdan tiksinecek, onun lafını bile işitmek istemeyecek kadar yaşama yabancılaşmışız.<br /><b><span style="color: red;">-Fyodor Dostoyevski-</span></b><br /><br /><span class="text text text-16"><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Sürekli değişik düşüncelerin etkisinde kalıyor, bir türlü kendimi bulamıyordum. Galiba bütün kusurum biraz fazla kitap okumaktı. Otuz yaşından sonra felsefe, psikoloji, iktisat, fransızca öğrenmeye kalkışmış, keman dersleri almaya başlamıştım. Bir yandan da ikebana kurslarına yazılmıştım. Komşularım: Bu kadar okuma, sonunda üşütürsün, diyorlardı. Galiba onlar haklıydı, insan çok fazla okumamalı ve çok fazla düşünmemeliydi. Çünkü sonunda gerçekten üşütmese bile bir tuhaf oluyordu. Yaşadığın dünyaya sığmıyordun, ya da dar geliyordu hayat sana.<br /><b><span style="color: red;">-Murathan Mungan-</span></b></span></span><br /><span class="text text text-16"><br /><br />Bazı insanları acı büyütür ve yaşatır. Acı çekmeden, o korkunç yalnızlığı tatmadan kendisi olamaz bazı insanlar. Ne zaman ki en sevdikleriniz yan çizer, ne zaman ki birer birer düşürür herkes maskesini, ne zaman ki yalnızlıktaki o muhteşem gücü keşfedersiniz, o zaman başlarsınız gerçekten yaşamaya...</span><span class="text text text-15"><br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Charles Bukowski-</b></span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><br />Her şey nasıl bitiyor <br /> Nasıl yabancılaşıyor insanlar <br /> Hiçbir şey olmamış gibi.<br /> Birlikte yemek yer miydik <br /> Nerelere giderdik ...<br />Şakalarımız nasıl şakalardı <br />Kavgalarımız <br /> Sesi nasıldı sesi<br /> Unutmak değil, başka bir şey bu.<br /><b><span style="color: red;">-Cemal Süreya-</span></b><br /><br /><br /> Yalnız bir müddet dinlenmek ve birbirimizden uzak
kalmak lazım. Ta ki birbirimizi tekrar görme ihtiyacını şiddetle duyuncaya
kadar. Belki
tekrar dost olur ve bu sefer daha akıllı davranırız. Birbirimizden, verebileceğimizden fazla şeyler beklemeyiz ve istemeyiz.<br /><b><span style="color: red;">-Sabahattin Ali-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">İnsanın sayısız geceler boyunca odada pinekleyerek kitap okuduğunu, ya da kara kara düşündüğünü getir gözlerinin önüne. Kimi zaman boşa koyarsın dolmaz, doluya koyarsın almaz, doğru mu düşünüyorsun yanlış mı bir türlü bilemezsin, çıkamazsın işin içinden, danışacağın tek bir Allah'ın kulu bile yoktur. Dönüp de sen ne dersin bu işe diyebileceğin hiç kimse yoktur yanında, sen de görüyor musun benim gördüğümü diye soramazsın hiç kimseye. Kaygılısındır, kararsızsındır. Bir ölçü yoktur elinde. Neler gördüm ben burada, neler yaşadım .Sarhoş filan da değildim. Uykuda mıydım bilmem. Ama yanımda birisi olsaydı, uyuyordun, düş görüyorsun derdi. Ve işte o zaman her şey çözümlenmiş olurdu...<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span></span><span style="color: red;"><b><span class="text text text-15"><span class="text-alt">John Steinbeck</span>-</span></b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-16">Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Neyi özlediğini, kalbinin arzuladığı şeye kavuşmanın hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini bilmek istiyorum.
Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, bir aptal gibi görünme riskini göze alıp almayacağını bilmek istiyorum.
Ay´ının etrafında hangi gezegenlerin döndüğü beni ilgilendirmiyor.
Kederinin merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetlerince açılıp açılmadığını, daha fazla acı korkusundan kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum.
Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan benim ya da kendi acınla oturup oturamayacağını bilmek istiyorum.
Benim ya da kendi neşenle olup olamayacağını, insan olmanın sınırlılığını hatırlamadan, bizi dikkatli ve gerçekçi olmamız için uyarmadan çılgınca dans edip coşkunun seni parmak uçlarına kadar doldurmasına izin verip vermeyeceğini bilmek istiyorum.
Bana anlattığın hikayenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi kendine dürüst olmak için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratamayacağını; ihanetin suçlamasına dayanıp, kendi ruhuna ihanet edip etmeyeceğini bilmek istiyorum.
Güvenebilir ve güvenilebilir </span><span class="text text text-16">olup olamayacağını bilmek istiyorum. Her gün sevimli olmasa da güzelliği görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum. Benim ve kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını; bir gölün kenarında durup gümüş ay´a ´EVET!´ diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.
Nerede yaşadığın ya da ne kadar paran olduğu beni ilgilendirmiyor. Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, yorgun, bitap da olsan, çocuklar için yapılması gerekenleri yapıp yapmayacağını bilmek istiyorum. Kim olduğun, buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Çekinmeden benimle ateşin ortasında durup durmayacağını bilmek istiyorum.
Nerede, kiminle, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum.
Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlarda sana arkadaşlık eden kendini gerçekten sevip sevmediğini bilmek istiyorum.<br />
<b><span style="color: red;">-Oriah Mountain Dreamer-</span></b></span></span><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="293" src="https://www.youtube.com/embed/EujWxlt4tro" width="353" youtube-src-id="EujWxlt4tro"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="298" src="https://www.youtube.com/embed/PF0KeXsraJU" width="358" youtube-src-id="PF0KeXsraJU"></iframe></span><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="300" src="https://www.youtube.com/embed/_-1PgwI1oWo" width="361" youtube-src-id="_-1PgwI1oWo"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-68218237104394386752024-02-13T00:17:00.007+03:002024-02-14T18:49:22.476+03:00Nilgün Marmara ( Alıntılar )<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Bugün Nilgün Marmara'nın vefatının 37. yıl dönümü.</span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"> 29 yıllık yaşamına sığdırdıkları-sığdıramadıklarıyla mini bir Nilgün Marmara içeriği hazırlamak istedim. </span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br />Genelde
herkes Nilgün Marmara sayesinde Sylvia Plath'ı tanımış ama bende tam
tersi, Sylvia sayesinde Nilgün Marmara'yı tanıdım. </span><span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: 400;">Sylvia Plath üzerine araştırmalar yapan </span><span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: 400;">Nilgün Marmara,</span><span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: 400;"> fikirlerini
benimsediği ve üzerine tez yazdığı Slyvia Plath'la aynı </span><span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: 400;">sonu yaşadı. </span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><b>Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntihar Bağlamında Analizi</b><span style="font-weight: 400;">, Nilgün Marmara’nın mezuniyet tezidir.<br /></span><br /><span>Kitaplarının
hepsini okudum diyemem, yıl dönümü için içerik yapmak isterken onun
sandığım, sandığımız bir kaç sözün, şiirin aslında ona ait olmadığını
öğrendim. Özellikle iki tanesi benim için büyük şok oldu. </span>"Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın. Hepiniz mezarısınız kendinizin” sözü ve "<span class="text text text-15"><span class="text-alt">Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" şiiri.<br /> </span></span><span><br />Eşi </span>Kağan Önal “Kuş Koysunlar Yoluna” adıyla bilinen şiirin dizesinin eşine ait sanılmasına sebep olarak Gülseli
İnal’ı gösterir. Önal’ın ifadesiyle Nilgün Marmara’nın annesinden
notları ve defterleri geri vermek vaadiyle alan İnal, içlerinden seçtiği
metinleri izinsiz ve özensiz bir biçimde yayımlamıştır. <span>Alıntıların en sonuna sevgili Nilgün Marmara'ya atfedilen ama onun olmayan yedi içeriği kaynağıyla paylaşacağım. <br /><br /></span>Nilgün Marmara yaşarken yayımlanmasını istediği şiirlerini daktiloya
çekmiş, dosyalamış ve eşi Kağan Önal’a bıraktığı intihar mektubunda bu
şiirleri isterse bastırabileceğini vasiyet etmiştir.<span> Vefatının yıl dönümü nedenyle, bende elimden
geldiğince onun hakkında söylenen ve eserlerinden karışık alıntılar derledim. <br />Işıklar içinde uyusun..</span><br /></span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /><br /><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="221" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBSgQwL9l2-JF9Xo3q-Dc9DFWZOAyncKyC8VRwN1BphZvbpkabwHtbEacGmURDDDpWQs5RWqoOSuKTphsGMfWbiVWtwUTRPl3iEHgKGoA5hqesFFmd-IbhmZLwnhSpkgL5sD1D2qyT52Rzi0zd60zzDV54gLSBFNcmXOqYpBGmKlFtTxhB-evRQu6ZAP2T/s1600/nilgn.jpg" width="221" /></span></div><p><span class="text text text-15" style="font-family: inherit; font-size: small;"><span class="text-alt"><br /> * * * * * *<br /></span></span></p><p><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /><span class="text text text-15">Hayat, hep yüzünle seviştik,
tersinin hatırı kaldı.<br /><br /></span><span class="text text text-15">..yabancıların en yakınıydın sen!<br /><br /></span><span class="text text text-15">aşka kin kadar yakın bir duygu yoktur.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Her ikisi de birbirlerini tanımayan bir başkasıydılar!</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">İki umudun birbirine değmesi kadar
güzel ne ki?<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sen ne getirdin bana çocukluğundan?<br /></span>Şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı? <br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Her şeyi yazmıyorum, korkuyorum. Yazarsam çok dağılacağım gibi.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Eskiden bir yıldızmış, göğünü yitirmiş.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sevgiyi arttırmak istiyorum, güvenle katlamak..<br /><br /></span><span class="text text text-15">Çölde
<br />Bir yaratık gördüm,<br /> çıplak, vahşi.
<br />Çömelmiş oturuyor
<br />Yüreğini ellerinde tutuyor
<br />Yiyordu.
<br />Dedim ki: “Tadı güzel mi dostum?”<br />
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
<br />“Ama seviyorum
<br />Çünkü acı
<br />Ve benim kalbim.”</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Dünyamsın benim, <br />zorbam, düzenim,
<br />Bundan gözlerim göğe çevrili,
<br />ellerim denizde.
<br />Hiç katılmadan sende yaşıyorum,
<br />dirimimsin benim,
<br />doğarken öldüğüm.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Hayatımda yirmi sayfalık bir öyküye bile yetecek bir olay yok gibiydi.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!<br /><br /></span><span class="text text text-15">Nereye gittiğini bilmiyorsan, derin bir bağın yok demektir. Olsaydı öğrenirdin.<br /><br /></span><span class="text text text-15">var olduğun için müteşekkirim sana. Sıkılan ve sökülen canıma açtığın pencereler için.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Sartre'a göre “intihar dünyada var olmanın bir başka yoludur,” çünkü kişi bir eylem olarak ölümü seçtiğinde kendi varlığının farkına vararak, varlığının tanımını hiçlikle yapar.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Bilir miydim yaklaşan karanlığı daha önceleri,
<br />Son verilebilir yaşamın benimki olduğunu?<br />
<b>Şendim, şendim ben,
Kahkaham insanları ürkütürdü!</b>
<br />Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
<br />Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...
<br />Aşk, bağ ve hiçbir utkuyu düşünmeden,
<br />Kalıvermeliyim öylece kaskatı!</span><br /><br /><span class="text text text-15">Gittikçe soğuduğumu farkediyorum ve bu bana hiç de sevinç vermiyor. Çünkü özün soğuması çok tehlikeli, başkalarıyla ilişkiyi yalıma veriyor, unutulan ben başkayı yakarak yeniden doğacakmış gibi..</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Uçurumlar var, var uçurumlar diyorum ben insanla insan arasında, kendiyle kendi arasında.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer...<br /><br /></span><span class="text text text-15">Biz niye kendi zamanlarımızı yaşayamıyoruz. Niye hep başka zamanlar ve hep başka kendimiz?<br /><br /></span><span class="text text text-15">"Aya dokunmak istiyorum" tümcesini sessiz bir çığlık olarak yineleyerek. Bu huzur için çığlıklar ne köpekler toplumunda, kim duyar? Çığlıklar neden bu den sessiz?<br /><br /></span><span class="text text text-15">Ece bana "Tanrı yoksa herşey mübahtır" diyorsun sen demişti, oysa ben "Tanrı varolduğu için herşey mübahtır" diyorum. Garip bir din anlayışı işte.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bir yaz gecesi dinginliğini özlüyorum, bana hiçbir gıcığı olmayacak bir yaz gecesini... Ve her gün "gitmek mi zor kalmak mı zor" teranesini yinelemek tüm tinsel ve maddi dengemi bozuyor. Midelerim, gözlerim, başlarım, yüreklerim ağrıyor...</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Dünyamsın benim, zorbam, düzenim,
<br />Bundan gözlerim göğe çevrili,
ellerim denizde.
<br />Hiç katılmadan sende yaşıyorum,<br />
dirimimsin benim,
doğarken öldüğüm.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır.
<br />Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara..
<br />Kimse duymuyor çığlıklarımı..</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Umarım şiirlerini ölüm kavramını derinden algılayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Keşke benimde karşımda her zorluğa rağmen dimdik duran ve beni sevebilen biri olsaydı. İnsan tek başına dağ olamıyor bazen.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Ah! Ya benim ele geçirilemez coşkularım,
varolamamış henüz
biçimleyemediğim.
Neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçlere
varılamaz yengisinden sonra
ulaşır esriklik alanları?</span><br /><span class="text text text-15"><br />..uzun upuzun çok güzel yollar düşüyoruz, çok acımasız korku tünellerinden, çok gülünç karanlıklar içinden, olduğumuz bulunduğumuz zamana ve yere varmak, orada durmak için, ağulu tınısını duymak için yaşamın; dolu dizgin bir koşturu ölüme doğru..</span></span></p><div class="dr w-full"><div class="dr w-full"><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Kuşum ve ben bir aynada<br />
uyuyoruz, kafesimiz yatağımız<br />
yüzlerimiz eşlerine baka baka<br />
sonsuz kar altında uyuyoruz<br />
kuşum ve ben.<br />
Eşim ve ben kızıl bir bağla<br />
bağlıyız birbirimize<br />
Çözülürse yoksulluk sevinir<br />
Aynamızın içinde tek bu bağ...<br />
Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...</span></div><div class="dr z-index-2 flex-row w-full justify-end"><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /><span class="text text text-15">Elim narin uzanamam, geri alamam.
<br />Bir dönüştü tekrarlanan,<br />
Ruhlanan bardaklarda şarap tadardık,
<br />Unutanlardan değil hatırlayanlardık</span><br /><br /></span></div></div><p><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Çok yalnızım, mutsuzum <br />Göründüğüm gibi değilim aslında <br />Karanlıklarda kaybolmuşum <br />Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır <br />Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara <br />Kimse duymuyor çığlıklarımı<br />Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor <br />Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım <br />Ümidimi yitirmişim <br />Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim <br />Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye <br />veda edeceğim.<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Tüm atomlarımı bir arada tutan bir sıvı, bir zar var gibi (nar taneciklerini kaplayan zar örneğin) ve işte o zar dışsal bir etkiyle zorlanmakta ve zarın en küçük kıpırtısı atomların bir arada duruş kombinasyonlarında bir değişim yaratıyor. Ama tek tek ne atomları, ne zarı, ne kıpırtısını, ne de kombinasyonundaki değişimi, ne de değişimin kendisini açıklayamıyorum. Unutmaya çalışıyorum.</span><br /><br /><span class="text text text-15">Biliyorum, bir gün dayanamayacak küçük kalbim. Arkamı dönüp güvendiğim ve inandığım her şeye veda edeceğim.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Akıl hastanesinde hastalardan biri: "Hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksin, gelecekler" demiş.<br /><br /></span><span class="text text text-15">Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Uyandığımızda yalnızlığın yanıbaşımızda uyuduğunu görmek..</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Ölürken, kahkahamı ona bırakacağım.</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Zamanı azaldı artık, zorlanmış bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim, olduğum gibi...</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">"<b>Sahneden çekilirken, yaşamıma karışmış herkesi selamlıyorum.</b>"<br /><br /> ********</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span>“Nilgün ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak
canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda.
Akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi
gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir
parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım, otuzuna değmemişti daha. Ece
ile gergedan için yaptığımız söyleşide ondan söz ettim: Bu dünyayı başka
bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.
Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar
görememiştim. Bugün ortaya çıkıyor.” <br /><b>(Cemal Süreya)</b><br /><span class="text text text-15"><br /> **************<br /><b><br />Yukarıda belirttiğim gibi, Nilgün Marmara'nın sanılan ama ona ait olmayan şiirler sözler, kaynaklarıla birlikte paylaştım. Eğer yanlış olan bir içerik varsa uyarın lütfen.</b><br /><br /></span><br /></span></p><p><span style="font-family: inherit; font-size: small;">"Yalnızlık" şiiri <span class="text text text-15"><span class="text-alt">Nilgün Marmara'ya ait değildir!<b> </b><a href="https://www.malumatfurus.org/yalnizlik-siiri/" target="_blank"><b><span style="color: red;">Kaynak Link</span></b><br /></a></span></span><br />"Maskelerinizi
kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın. Hepiniz mezarısınız kendinizin”
dizeleri Nilgün Marmara'ya ait değildir!! Bu dizeler <b>Serdar Aydın'</b>a aittir. <span style="color: red;"><b><a href="https://www.malumatfurus.org/hepiniz-mezarisiniz-kendinizin/" target="_blank">Kaynak Link</a> </b></span><br /><br />"<span class="text text text-15"><span class="text-alt">Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" diye bilinen dizeler Nilgün Marmara'ya ait değildir!</span></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt"> <a href="https://www.malumatfurus.org/oyle-guzelsin-ki-kus-koysunlar-yoluna/" target="_blank"><span style="color: red;"><b>Kaynak link</b></span><br /></a></span></span><span><span style="font-weight: normal;"><br />“Ağrımasa bilir miydim, yüreğimin yerini” sözü Nilgün Marmara’ya ait değildir! </span></span><span><span style="font-weight: normal;">Söz, Sennur Sezer’in “Yankı” şiirinden alıntılanarak oluşturulmuştur.<span style="color: red;"> <b><a href="https://www.malumatfurus.org/agrimasa-bilir-miydim-yuregimin-yerini-hic/" target="_blank">Kaynak</a> Link</b></span><b><span style="color: red;"><br /></span></b></span></span></span></p>
<h2 class="Gvde" style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: normal;"><span>“Beklentim yokmuş gibi davranıp içime dünyalar kadar umudu sığdırmaktan yoruldum.” </span></span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><span style="font-weight: normal;"> sözü Nilgün Marmara’ya ait değildir! <a href="https://www.malumatfurus.org/beklentim-yokmus-gibi-davranip-icime-dunyalar-kadar-umudu-sigdirmaktan-yoruldum/" target="_blank"><span style="color: red;"><b>Kaynak Link</b></span></a></span></span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /></span></h2><p><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><span><span style="font-weight: normal;">"Bak
bu yara annemden, işte bu babamdan, buradaki ilkokul öğretmenimden, ha
şu en derin olan mı onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor canımı,
en çok o kanıyor.” sözünün Nilgün Marmara’ya ait değildir!<span style="color: red;"><b> <a href="https://www.malumatfurus.org/bak-bu-yara-annemden-iste-bu-babamdan/" target="_blank">Kaynak</a> Link</b></span><span style="color: red;"><b><br /></b></span></span></span></span></p>
<span style="font-family: inherit; font-size: small; font-weight: normal;"><span>“Ben Babamın Yuvarladığı Çığın Altında Kaldım” sözü </span></span><span class="text text text-15" style="font-family: inherit; font-size: small;"><span class="text-alt">Nilgün Marmara'ya ait değildir! <br /> </span></span><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Sosyal medyada Nilgün Marmara (1958-1987) imzasıyla paylaşıldığına şahit olduğumuz “ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım”
sözü, şairin “Kan Atlası” adlı şiirinde ayrı olarak ve tırnak içinde
yer almış olup, aslında Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’a aittir ve
yazarın Malina adlı romanında geçer.<br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><a href="https://www.malumatfurus.org/ben-babamin-yuvarladigi-cigin-altinda-kaldim/" target="_blank"><span style="color: red;"><b>Kaynak</b></span></a><span style="color: red;"><b> Link<br /></b></span></span></span></span><p><span class="text text text-15"><br /><br /></span>Tanrı’yla aynı fikirde değilim!<br />İntihar edenlerin<br /> Cehenneme gideceği konusunda.<br /> Kainatın yaratılışına<br /> Katılmaktan bıktığımda ruhum...<br />İntihar edeceğim bende<br /> Denenmemiş bir yolla<br /> Nerdeyse bütün akıllı kalpler<br />İntihar edip siktir çekmiş yeryüzüne<br /> Ben ateist değilim, babasıymış gibi<br /> Tanrı’ya küsen bir çocuğum<br /> Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietzsche’yi<br /> Cehenneme gönderirse<br /> Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de<br /> Tanrı dürüstlüğü sever..<br /> Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum<br /> Ben Tanrı olsam<br /> Peygamberler göndermez<br /> Direk konuşurdum insanlarla<br /> Ben Tanrı olsam<br /> Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım<br /> Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu<br />İçindeki kötülüğü insanlara değil<br /> Tuvallere boşaltırdı<br />Ben Tanrı olsam<br /> Devletler yok olur<br /> Gül kokulu bireyler var olurdu sadece<br /> Atlar çılgın zamanlar koşardı<br />Ben Tanrı olsam<br /> Düşünce gücüyle herkesin<br />İstediği karakter olmasını sağlardım<br /> Dünya bir şiirin<br /> Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece<br /> Ben Tanrı olsam intihar ederdim<br />İnsanlarla birlikte<br /> Acı çekmeyi öğrenemediğim için...<br /><b><span style="color: red;">-Cesar Mendoza-</span></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="298" src="https://www.youtube.com/embed/gj26pMadEpo" width="359" youtube-src-id="gj26pMadEpo"></iframe></div><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="296" src="https://www.youtube.com/embed/yT7lTr8m22E" width="357" youtube-src-id="yT7lTr8m22E"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="304" src="https://www.youtube.com/embed/j-IPapfCUAg" width="365" youtube-src-id="j-IPapfCUAg"></iframe><br /><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="305" src="https://www.youtube.com/embed/2Vq1pdAHBcs" width="367" youtube-src-id="2Vq1pdAHBcs"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com15tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-43996856581723142592024-02-11T00:10:00.010+03:002024-02-12T18:25:50.249+03:00"Ulysses" Türkçeye, "Tutunamayanlar" İngilizceye neden çevrilemez?<p> Ulysses'in hangi çevirisi daha iyi diye bir araştırma yaparken, tesadüfen bu yazıya rastladım. Okuması oldukça zor olan (bence) iki yazar ve kitapları için geniş kapsamlı bir inceleme kaleme alınmış... Konuya eşlik etsin diye, okunması en zor kitaplar belirlenmiş, onunla ilgili bir videoyu da sona ekledim..<br /><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiHu8mgFQzAG90kxa5_cksrcjUGAEqEtGIk5gsXwqATnXyaoA3ic-j3pBkwsUesHUjhLMw-rkgGvYHxRc-z8zDd4D81zZoedpmUMzAcKBkpdPA6w24BDVW6yeJvhJQVvrHbJmrYOzT3maXKnr6163h5rPawY8sLqsX4s0DFsYyzSdnP7gnIC26REiSRXTG/s1564/o%C4%9Fuzz.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1564" data-original-width="1564" height="242" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhiHu8mgFQzAG90kxa5_cksrcjUGAEqEtGIk5gsXwqATnXyaoA3ic-j3pBkwsUesHUjhLMw-rkgGvYHxRc-z8zDd4D81zZoedpmUMzAcKBkpdPA6w24BDVW6yeJvhJQVvrHbJmrYOzT3maXKnr6163h5rPawY8sLqsX4s0DFsYyzSdnP7gnIC26REiSRXTG/w242-h242/o%C4%9Fuzz.jpg" width="242" /></a></div><br /><p>James Joyce’un meşhur romanı <b>“Ulysses”</b>i, Nevzat
Erkmen tarafından Türkçeye çevrilip yayınlandığı 1996 yılından beri kaç
kez okumaya teşebbüs ettim bilmiyorum ama her girişimimde başarısız olup
geri çekildim, hatta bir seferinde otuz sayfa kadar da okudum ama
ilerlemek ne mümkün, nasip olmadı.</p> <p style="font-weight: 400;">Kitabı
esas dilinden, İngilizceden okumuş sanırım bu memleketteki birkaç
kişiden biri olan meşhur bir yazar arkadaşıma bir gün, bir türlü kitabı
okuyamadığımı söylediğimde yüzüme tuhaf tuhaf bakmış, <b>“Bir Müslüman ben Kuran-ı Kerim’i okuyamıyorum diyebilir mi? Bence bir laikin de ‘ben Ulysses’i okuyamıyorum’ deme hakkı yok”</b> demişti. Bu kez de ben tuhaf tuhaf yüzüne bakmış, <b>“Her halde ben imanı o kadar kuvvetli bir laik değilim”</b> demiştim gülerek.</p> Çeviride
bir sentaks sorunu mu vardı, sanmıyorum, zira çok iyi bir tercümanın
elinden çıkmıştı. Peki, bu kitabın Türkçe çevirisini bu kadar
güçleştiren şey neydi? Bu soruyu çok sordum kendime ama cevabını
bulamadım. Ta ki günün birinde Murat Belge’nin vakti zamanında bu kitap
üzerine yazdığı yazıyı okuyuncaya kadar. Murat Belge, yazıyı romanın Türkçeye çevrilmesinden on sene önce yazmıştı; yazı <b>“Ulysses çevrilir mi?” </b>sorusuyla
başlıyordu. Fransızca ve Almanca çevirileri olduğuna göre demek ki bu
tür girişimlerde bulunanlar vardı dünyada diyordu. <p style="font-weight: 400;">Murat Belge çok iyi bir edebiyat çevirmenidir, özellikle Faulkner’dan ve başka yazarlardan mükemmel çeviriler yapmış. <b>Ona göre “Ulysses” kesinlikle Türkçeye çevrilemez. </b>Dahası böyle bir çeviriye gerek de yok. Çünkü bu kitabı çevirmek için, “<b>İngiliz dili içinde üretilmiş bir ‘etki’nin bir başka dilde yeniden-üretimi gerektiriyor”</b> ki bu imkânsız, olayın olmazlığı da buradan geliyor zaten.</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Çeviri
insanların birbirlerini anlama ihtiyacından doğdu. Bu işin tarihi de
insanın tarihi kadar eskidir. İki ayağı üzerine doğrulduktan sonra,
şöyle etrafına bakıp yalnız olmadığını anladığı andan itibaren insan, o
sırada gördüğü yaratıklar kimlerse, insan olsun hayvan olsun, onlarla
anlaşma ihtiyacını hissetti. Önce el kol hareketlerini yaptı, sonra
boğazından mırıltılar şeklinde tuhaf sesler çıkardı. Sonra iletmek
istediklerini resme, çizgilere döktü, taşlara, ağaç gövdelerine,
bulabildiği her uygun nesneye resimler, çizgiler çizerek derdini
anlatmaya çalıştı. Mağara duvarlarına çizdiği bu şekiller zamanla yazıya
dönüştü. Sonra papirüs saplarından kâğıda benzer bir şey icat etti, bu
kez derdini o papirüslere yazmaya başladı. Çok sonra matbaa denilen bir
icat yaptı, yazı yaygınlaştı ama hâlâ farklı diller konuşan insanlar
birbirini anlamıyorlardı. Önlerinde iki yol vardı ya anlamadıkları o
dili öğrenecek ya da o dili kendi diline tercüme edeceklerdi. Çeviri
dediğimiz şey böyle doğdu. <b>Zamanla gelişti bu teknik, günümüzde de sanat halini aldı.</b></p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Sanat dedim, zira <b>çeviri
kelimeler, cümleler arasında bir seçim yapmadır. Mevcut, yüzlerce
kelime arasında uygun kelimeyi, uygun cümleyi seçip ona karar verme
sanatıdır. İnsan aklına dayalı bir uğraştır yani, bir makine bunu
yapamaz.</b> Bugün, Google hazretlerinin yaptığı çevirilere çeviri
demememizin sebebi budur, makine kelimeler arasında seçim yapmaz, uygun
olanı değil, verili olanı oraya koyar ki, ortaya çıkan metin <b>“direkt”</b> bir metin olur. Bildiğim iki dilden bir örnek vereyim: Kürtçede, <b>“Ez têm çavê te” </b>cümlesini makineye verdim, bana <b>“Gözüne geliyorum”</b> diye motomot çevirdi ama dilin inceliklerini, duygusunu bilen bir çevirmen bu cümleyi, <b>“Gözlerinden öperim”</b> diye çevirir ki, doğrusu da budur.</p> <p style="font-weight: 400;">Çeviri
bir dilde yazılmış bir metni, anlamı değişmeyecek şekilde başka bir
dilde ifade etmektir. Kendini çevirdiği metnin yazarı yerine koyup, <b>“yazar şu anda çevirdiğim metni benim dilimde yazsaydı nasıl yazardı”</b> diye düşünüp ona uygun çevirmektir. <b>Bu
yüzden çok iyi İngilizce bilen ve Shakespeare’in de aralarında
bulunduğu birçok yazardan çeviriler yapmış olan şair Can Yücel,
“çeviren” değil de “Türkçe söyleyen” diyordu yaptığı çevirilere. </b></p> <p style="font-weight: 400;">Yine,
mesela Kuran-ı Kerim başka bir dile çevrilemez, çünkü çeviri insan
sözüdür ama Kuran’ın Arapça olan özgün metni Allah’ın kelamıdır,
Allah’ın sözüne bir başkası kendi duygusunu katamaz, müdahale edemez,
kelimeler arasında seçim yapamaz, o metin nasıl indiyse öyle kalmak
zorundadır. <b>Bu yüzden Kuran çevirilerine “çeviri” değil de “meal” denir, insan onu aklının erdiği kadar yorumlayabilir ancak.</b></p> <p style="font-weight: 400;">Haydi gelin, <b>“inşallah”</b> kelimesini Türkçeye çevirelim. Bu kelime Türkçeye birkaç değişik şekilde çevrilebilir:</p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Allah izin verirse."</b></p> <p style="font-weight: 400;"><b>"Allah nasip ederse.”</b></p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Canım pek istemiyor ama bakarız.”</b></p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Söz vermeyeyim.”</b></p> <p style="font-weight: 400;">Şimdi <b>“inşallah”</b>ı bu cümlelerden biri olarak çevirdiğimizde ortada <b>“inşallah”</b> diye bir şey kalıyor mu? Kelimenin bütün büyüsü çoktan kaçtı gitti elden.</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Dünyada ne kadar çevirmen varsa, birbirinden farklı o kadar çeviri vardır.</p> <p style="font-weight: 400;">Mesela Umberto Eco’nun “<b>tıpkı Beethoven’ın 5. Senfonisi gibi olağanüstü bir davul vuruşuna”</b> benzettiği <b>“Komünist Manifesto”</b>nun
bütün zamanların o en meşhur kitap açılış cümlesini, kitabı Türkçeye
çeviren altı çevirmen birbirinden farklı çevirmiş. Bütün çevirilere
baktım; Muzaffer Erdost, <b>“Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor-komünizmin hayaleti”; </b>Nail Satlıgan <b>“Avrupa’da bir heyula kol geziyor-komünizm heyulası”; </b>Rekin Teksoy “<b>Avrupa’da bir umacı dolaşıyor: Komünizm umacısı”;</b> Celal Üstel <b>“Avrupa’ya bir heyula korku salıyor: Komünizm heyulası”;</b> Levent Kavas <b>“Avrupa’da bir hortlak kol geziyor-komünizm hortlağı”;</b> Tanıl Bora ise <b>“Avrupa’da bir heyûla dolanıyor-komünizm heyûlası”</b> biçiminde çevirmiş.</p> <p style="font-weight: 400;">(Ha bu arada ben en çok Tanıl Bora’nınkini beğendim.)</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;"><b>Tahminlere göre bugün dünyada yedi biden fazla dil var</b>. <b>Bu
dillerin içinde sadece 76 tanesiyle edebiyat yapılabiliyor, geride
kalanlar zaman içinde ölüp gidiyor. Dilleri ayakta tutan, onları var
kılan tek şey edebiyattır; edebiyatın içinde de romandır.</b> Bir
dilde, başka bir dile çevrildiği zaman bir anlam ifade edebilen, okunan,
sevilen romanlar yazılıyorsa, o dile artık kolay kolay zeval gelmez.</p> <p style="font-weight: 400;">Konudan, yani çeviri meselesinden uzaklaşmamak için gelin bir deney yapalım.</p> <p style="font-weight: 400;">Bir
ara Maarif Vekilliği de yapmış, Türkçe ezanın da mimarlarından olan
Reşit Galip’in yazarak ilk defa kızlarına okuttuğu, 1930’lu yıllardan
itibaren okullarda her sabah yüksek sesle okutulan, yakın zamanda Ak
Parti tarafından kaldırılan, kaldırılmasına parlamentodaki sosyalist bir
kadın milletvekilinin <b>“hayıflandığı”</b> meşhur <b>“Andımız”</b>ı
önce İngilizceye, sonra İngilizceden Fransızcaya, ondan Almancaya,
böyle böyle sırayla şu anda dünyada bulunan yedi bin dile çevirelim ve
en sonunda elimizdeki metni tekrar Türkçeye çevirelim ve ortaya çıkan
halini parlamentoda bulunan o sosyalist milletvekiline gösterelim. O
kederli milletvekili metne bakıp saçını başını yolmaz mı, <b>“güzelim Andımıza ne olmuş böyle, esas Andımızı isterim, bana Andımızı getirin”</b>
demez mi?; der, zira ortaya çıkacak olan metin bambaşka bir metin olur.
Keşke böyle bir imkânımız olsa da böyle bir oyun oynayabilsek… Ben en
çok, metnin içindeki <b>“Varlığım Türk varlığına armağan olsun”</b> cümlesinin alacağı hali merak ediyorum mesela!</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;"><b>Bizde, Türk aydınının “tercüme bürosundan” çıktığı söylenir.</b> Bu mevzu uzun, buraya girmeden şunu söylemek mümkün. Hasan Ali Yücel’in Maarif Vekaleti sırasında girişilen <b>“klasiklerin tercümesi” </b>hamlesi, bazılarına göre <b>“aydınlanmaya”</b> yol açtı ama mesela Hilmi Yavuz’a göre bir kuşağı da <b>“solcu”</b> yaptı. <b>“Ceviz Sandıktaki Anılar”</b> kitabında Hilmi Hoca <b>“Bizim
kuşak sola edebiyattan gelmiştir. Sol edebiyattan değil. (…) Marks’ı,
Engels’i, Lenin’i okuyarak değil, size tuhaf gelebilir, Tolstoy’u,
Balzac’ı, Dostoyevski’yi okuyarak ‘solcu’ olmuştuk,”</b> der.</p> <p style="font-weight: 400;">Solculukla alakaları olmayan Balzac, Tolstoy ve Dostoyevski, nasıl oldu da bizim münevverleri solcu yaptı? <b>Balzac</b> <b>kralcı ve koyu Katolik, Tolstoy bir ahlakçı, Dostoyevski ise berbat bir milliyetçi ve koyu bir dindardı.</b></p> <p style="font-weight: 400;">Edebiyatın
gücü budur işte. Bu kitaplarda o büyük yazarlar bir siyasi fikrin
propagandasını yapmıyorlardı, hikayelerinin merkezinde <b>“insan”</b>
vardı, zaaflarıyla, pişmanlıklarıyla, ıskaladıklarıyla, küçük
zaferleri, büyük yenilgileriyle pür insan... Dünyayı felakete, büyük
yıkıma götüren zorba anlayışa kafa tutmuşlardı, İsmail Coşkun Hocanın
şahane deyimiyle <b>“bir ideolojinin hoparlörü”</b> sanatçılar değildi. Bu yüzden Hilmi Yavuz ve kuşağına onların kitaplardan geçen şey, <b>“bilinç”
değil, “liberal ve hümanist bir ahlak” anlayışıydı. Bu anlayış
“duygularını” etkiledi, yeni bir “kimlik” aşıladı onlara. </b>Onlar da bunu Türkiye’ye özgü solculuk sandı. <b>“Sola”</b> yönelmeleri Yavuz’un deyimiyle, <b>“soyut
ve teorik bir bilgilenmeden yoksun, ama somut insanlık durumlarından
yola çıkan bir ahlaki duyuş ve tavır alışla gerçekleşmişti.”</b></p> <p style="font-weight: 400;"><b>Onları
komünist bir ihtilal yapmış olan Lenin değil, Lenin’in “gerici bir
pislik parçası” dediği Dostoyevski gibi yazarlar “solcu” yapmıştı.</b></p> <p style="font-weight: 400;">İyi edebiyat çevrisinin bir <b>“faydası”</b>
buysa, kötü teorik metin çevirilerinin de yarattığı başka bir felaket
vardır başka yerde. Marksist klasiklerin kötü çevirileri, Hilmi
Yavuz’dan sonra gelen solcu kuşağı da kendi toplumuna yabancılaştırdı,
19. yüzyıl Avrupa’sını tahlil eden metinler sanki Anadolu’yu
anlatıyormuş gibi algılandı, öyle okundu. Mesela Lenin’in <b>“Devlet ve İhtilal” </b>kitabında geçen bir çeviri cümlesi şöyle:</p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Kolonilerde kolonların söz hakkı yoktur.”</b></p> <p style="font-weight: 400;">Bu kitabı okuyan birçok kişi buradaki <b>“kolonu”,</b> apartmanın altına galeri, beyaz eşya mağazası yapmak için kestiğimiz <b>“kolon”</b> sanır.</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Biz dönelim Murat Belge’nin bize anlattığı “<b>Ulysses neden Türkçeye çevrilemez” </b>meselesine. Belge’ye göre bu kitabın çevirisini imkânsız kılan şey <b>“İngilizceyi Joyce’un kullanış biçimi”</b>dir. İngilizcedeki <b>“kaleidoskop”</b> kelimesiyle oynayarak Joyce’un türettiği yeni anlamları örnek verir, sonra da romanda <b>“Doğumevi”</b>ni anlattığı bir bölümde yazarın <b>“İngiliz edebiyatının üslup tarihinin parodisini”</b>
yaptığını söyler Belge. Çeşitli yazarların üsluplarını taklit ederek
İngiliz edebiyatının klasik döneminden modern dönemine kadar gelir
Joyce. Amacı fiziksel doğumla edebiyatın doğumunu birlikte anlatmaktır.
Şimdi, bu bölümü Türkçeye çeviren mütercim ne yapacak? Diyelim ki
uyarlama yoluna gitti, Joyce Türk edebiyatının doğuşunu bize Mercimek
Ahmet’ten başlayarak mı anlatacak? diye soruyor Belge haklı olarak, ona
göre bu imkansız bir iş. <b>“Shakespeare, Milton çağlarında biz Baki, Fuzuli parodisi yapacağız”;</b> bu işi de o zamanlar bizde hak getire düzyazıyla yapacağız üstelik, hey lolo!</p> <p style="font-weight: 400;"><b>Belki
benim bütün girişimlerime rağmen “Ulysses”i okuyamamamın sebebi
çeviriye gelmemesidir; yoksa “imanı gevşek bir laik” olduğumdan değil.</b></p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Murat Belge’nin bu yazısına, denemelerini topladığı <b>“Sanat Edebiyat Yazıları” </b>kitabı içinde rastladığım sırada, Oğuz Atay’ın <b>“Tutunamayanlar</b>” romanını ikinci kez okuyordum. Sağa sola bakarken <b>“Tutunamayanlar”ın
yazılmasından 35 sene sonra, 2017 yılında, Oğuz Atay’ın kitabını
adadığı kıymetlisi Sevin Seydi tarafından İngilizceye çevrildiği haberi
ilişti gözüme.</b></p> <p style="font-weight: 400;">Benim de ilk aklıma gelen, Murat Belge’nın <b>“Ulysses”</b> için söyledikleri oldu; <b>ben de “Tutunamayanlar”ın en azından bazı bölümlerinin başka bir dile çevrilemeyeceğini düşünüyorum.</b> Öztürkçe veya Osmanlıca parodisini yaptığı bölümlerde çevirmen <b>“Özingilizce” </b>veya <b>“arkaik İngilizce”</b>
parodisi mi yapmış acaba? Yetmedi, romanın 646 ile 651. sayfaları
arasında Türk edebiyatında yazılmış metinler arasında bir gezintiye
çıkarak o metinlerin üsluplarını taklit eder Oğuz Atay. Çevirmen burada
ne yapmış sahiden?</p> <p style="font-weight: 400;">Romanın kahramanı Selim Işık’ın <b>“mahrem-i esrarım”</b> dediği bir defteri var, o deftere 3 Nisan günü <b>“başkalarının düşüncelerini</b>” de yazmaya başlıyor, aklına gelen her şeyi yazıyor. Şiirle başlıyor, yabancı dillerden Türkçeye çevrilmiş, <b>“yabancı dil kokan”</b> şiirler. Bu şiirler <b>“Orada
her şey büyülü ve usandıran bir haşmetle görünür/Bütün renkler ve
kokular iç içe/Kader duvarları koyu ve karanlık gölgelerini
salar/Buradan ebediyete kadar” </b>gibi şiirlerdir ve başka bir dilden Türkçeye çevrilmişlerdir. Şimdi <b>“Tutunamayanlar”</b>ın
çevirmeni, bu çevirinin çevrisi olan şiirleri İngilizceye tekrar nasıl
çevirmiş çok merak ediyorum. Bir de eski dilde olan şiirler var, <b>“Mutasevver
ve mülayim bütün muadeletlerin müphemiyeti/Bu sakim heyûlâyı fıtretle
kaydediyor/Deniz cisimlerinin mütemadi in’ikâsı içinde/Zulmet, bana
artık zannedildiği kadar müstakim görünmüyor,”</b> gibi… Sahi İngilizcede bu dizeler nasıl duruyor acaba? Geliyoruz Cumhuriyet devrine: <b>“Seni hürmete lâyık yapan kara sapandır/Toprak altında yatan ya deden ya babandır”</b> veya <b>“Ekmek yirmi beş kuruş, bu ne biçim hükümet/Kalmadı artık bizde hakka hukuka hürmet”,</b> gel de İngilizceye çevir ve bir anlamı olsun bu dizelerin.</p> <p style="font-weight: 400;">Buradan Cumhuriyet’ten önce Türkçeye çevrilmiş romanlara geçer Oğuz Atay. Şöyle çeviriler mesela:</p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Lagraj,
Lökok’a sert bir nazar atfetti. Aşağı Löretaya’nın bu iki muannit
serserisi için mutavaat kabul etmez bir vaziyet hasıl olmuştu. Her ikisi
de müthiş bir hâlet-i ruhiyenin esiri olmuşlardı. Lökok, nevmidâne
konuştu:</b></p> <p style="font-weight: 400;"><b>‘Hissiyatına
mağlup oluyorsun. Mersiyer bu elim vaziyetten bilistifade, Margörit’i
avucunun içine, o menfur arzularına râm etmek üzere ve gayri kabili red
bir şekilde bu toprakların üzerinde bize hayat hakkı tanımayarak
alacaktır.”</b></p> <p style="font-weight: 400;">Dil devriminden sonra çevrilen bir romandan birkaç cümle:</p> <p style="font-weight: 400;"><b>“Günün
bu saatlerinde, Tosfanya vadisi derin bir sükûnet içindedir. Ağaçların
yaprakları, bir nebze olsun kımıldamaz. Vatre’nin malikânesine giden
tozlu ve kış mevsiminde nakil vasıtalarının seyrüseferine imkân vermeyen
yol, Şolye dağının eteklerinden kıvrılarak, bu nefis manzarayı,
seyyahların gözlerinin önüne, gayri kabili nisyan bir şekilde serer.
(…)”</b></p> <p style="font-weight: 400;">Çevirinin çevirisini yaparken ne acılar çekmiştir çevirmen!</p> <p style="font-weight: 400;">Ve önsözler… yazarları hayat hikayeleri, dergilerde çıkan eleştiri yazılarından, polemiklerden örnekler…</p> <p style="font-weight: 400;">Bütün bunlar İngilizceye nasıl çevrilmiş dersiniz?</p> <p style="font-weight: 400;">Oğuz Atay, <b>“Tutunamayanlar”</b>ı yazmadan önce muhtemelen James Joyce’un <b>“Ulysses”</b>ini İngilizcede okumuş, onun İngilizcede yaptığını Türkçede yapmaya çalışmış, yani <b>“esrarını” </b>ondan almış tıpkı Şeyh Galip’in <b>“Hüsn û Aşk</b>”ın esrarını <b>“Mesnevi”</b>den alması gibi.</p> <p style="font-weight: 400;">Bütün büyük yazarlar birbirlerini daima besler.</p> <p style="font-weight: 400;">*</p> <p style="font-weight: 400;">Yazıyı çevirmenliğime dair bir hatırayla bitirelim o halde.</p> <p style="font-weight: 400;">Mehmed
Uzun’un romanlarını 1990’lı yıllarda Kürtçeden Türkçeye çevirdiğimde,
bazı milliyetçi Kürtler bana çok kızıyordu, onlara göre bu işi yaparak
Kürtlere ait bu metinleri Türklere peşkeş çekiyordum. Dilim döndüğünce, <b>“Olur mu öyle saçmalık? Dostoyevski, Tolstoy, Balzac Türkçeye çevrilmeseydi, biz o yazarlardan mahrum kalmayacak mıydık”</b>
diyor, beyhude bir çabayla kendimi savunmaya çalışıyordum. Sonra, uzun
yıllar hapis yatıp çıkmış, hapishanede okumadık kitap bırakmadığını
söyleyen bir <b>“siyasi abi”</b> çıktı karşıma Mersin’de, benim kitaplarımı da okumuştu mahpushanede. Yekten bana, <b>“Seninle Mehmed Uzun’un üslupları ne kadar birbirine benziyor” </b>dedi. Ben de <b>“Sen Mehmed Uzun hangi dilden okudun?”</b> diye sordum, <b>“Senin yaptığın Türkçe çevirilerden,”</b> dedi.</p> <p style="font-weight: 400;">Sadece gülümsedim ben de.</p><br />Habertürk'ten alıntılanmıştır.<br /><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="337" src="https://www.youtube.com/embed/0yujHkQRkBg" width="405" youtube-src-id="0yujHkQRkBg"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="341" src="https://www.youtube.com/embed/INZw0WFskak" width="410" youtube-src-id="INZw0WFskak"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-56811247999561753282024-02-09T19:54:00.004+03:002024-02-09T22:43:48.407+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 34<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjI1-fXObQmn6dK5mDwpLxDG5EM9rMPKGfRm3ZwrYZC_z0Bf5Ak8ZGlg8Q1AFnnl5U8QrZ4AeJct9WOyOrqnVt0w7F6ztnl2A-IbxkkFKZAP5yljEl0xy9X056ud3cCf9e8peyKGHabFPBxO2jauaVUSFI3DdseyJMV2Yhyphenhyphen74pubUjcj_oTSENzan4ucfO/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="178" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjI1-fXObQmn6dK5mDwpLxDG5EM9rMPKGfRm3ZwrYZC_z0Bf5Ak8ZGlg8Q1AFnnl5U8QrZ4AeJct9WOyOrqnVt0w7F6ztnl2A-IbxkkFKZAP5yljEl0xy9X056ud3cCf9e8peyKGHabFPBxO2jauaVUSFI3DdseyJMV2Yhyphenhyphen74pubUjcj_oTSENzan4ucfO/w174-h178/kkttpp.jpg" width="174" /></a></div><br />Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. <br /><b><span style="color: red;">-Sabahattin Ali- </span></b><span class="text text text-15"><br /><br /><br />Elveda dediğim oldu ama çıkarken kapıyı çarpmadım, onun içindir ki sağır kulaklarınız farkına varmadı...<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><b><span class="LEwnzc Sqrs4e" style="color: red;"></span><span><span style="color: red;">Friedrich Nietzsche-</span><br /><br /><br /></span></b><span class="Cyt8W">Sizi önce bir tas çorbaya muhtaç hale getirecekler, sonra bir tas çorba vererek oyunuzu isteyecekler.</span><span>💩</span><br /><span class="Cyt8W"><b><span style="color: red;">-George Orwell-</span></b></span><b><span><br /><br /></span></b><br /><span class="text text text-15">İnsanların en verimli olduğu çağda tükendim. Her anı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. Bana müsaade.</span><br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b><br /><b><span><br /><br /></span></b>İnsan ne kadar başarmış görünürse görünsün, kaybedilmiş savaşların
izlerini taşıyordur. Para, unvan, aile, çocuklar ya da şöhret bunu
değiştirmiyordu. Herkesin sevgiye ve anlayışa ihtiyacı vardı. Hatta
belkide ihtiyacı yokmuş gibi görünenler diğerlerinden daha çok susamıştı
sevilmeye.<br /><b><span style="color: red;">-Hande Altaylı-</span></b><br /><b><span><br /><br /></span></b><span class="text text text-16">Dünyanın büyük bir kısmı kafayı yemişti. Geri kalanlarda öfke içinde yaşıyorlardı. Ha bir de ne kaçık ne de öfkeli olmayıp, sadece salak olanlar vardı. Hiç şansım yoktu yani. Hem de hiç. Sadece oturup sonumun gelmesini bekliyordum.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Charles Bukowski-</b></span><br /><br /><b><span><br /></span></b>Hepimiz bir adayız. Ölürsek hatırlanalım, yaşarken başkaları da
olabilelim, başkalarına da ulaşabilelim diye hepimiz kendi adamızda
konuşuyor, sesleniyor, anlatıyor, yazıyoruz. Bazen birbirimizin
kıyılarına uğrayan seyrek anlarla yaşayıp gidiyor, bazen kaybolduğumuz
hayatlardan sonra birilerinin karasına vuruyoruz.<br /><b><span style="color: red;">-Murathan Mungan-</span></b><b><span><br /><br /><br /></span></b><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.<br /><b><span style="color: red;">-Tezer Özlü-</span></b></span></span><br /><b><span><br /><br /></span></b>Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren,bilinçsizce meydan
okumaya başlıyordum. Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa
girişmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre
bir hırsa, bir sabırsızlığa kapılıyordu; siyah olan ben, beyaz olan ben'in
yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu. Bir tanesi bir yanlış yapınca, öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi
beceriksizliğine kızıyordu.<br /><b><span style="color: red;">-Stefan Zweig-</span></b><br /><b><span><br /><br /></span></b>Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim <br />Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak <br />Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak <br />Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu; <br />Toprağı rüzgârı denizi göğü <br />O her zaman bir insanla anlamlı <br />Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı <br />Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların <br />Ve ucuz korkuların kör kuyularına <br />Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.<br /><b><span style="color: red;">-Şükrü Erbaş-</span></b><br /><b><span><br /><br /></span></b><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Yakınlık başka bir boyuttur. Diğerinin senin içine girmesine izin vermektir, seni senin gördüğün gibi görmesine izin vermek; diğerinin seni senin içinden görmesine izin vermek, bir insanı varlığının en derin noktasına davet etmek. Modern dünyada yakınlık giderek kayboluyor. Sevgililer bile yakın değil. Dostluk sadece bir kelime artık, giderek kayboluyor. Neden? Çünkü paylaşacak bir şey yok. İçindeki yoksulluğu kim göstermek ister? İnsanlar rol yapma derdinde: "Ben varlıklıyım, ben oraya ulaştım, ne yaptığımı biliyorum, nereye gittiğimi biliyorum." Eğer sen yakın olmaya hazırsan, karşındakinin yakın olmasına da yol açabilirsin. Senin açıklığın, onun açık olmasını kolaylaştırır. Senin içtenliğin, onun içtenliğine, masumluğuna, güvenine, sevgisine, açıklığına izin verir. Sen olmasan, bu evrenin şiirinde, güzelliğinde bir şeyler eksik kalır. Bir şarkı, bir nota eksik kalır, bir boşluk olur; hiç kimse sana bunu söylemedi...<br /><b><span style="color: red;">-Osho-</span><br /><br /><br /></b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="293" src="https://www.youtube.com/embed/3T2Lyho_91Y" width="352" youtube-src-id="3T2Lyho_91Y"></iframe></div></span></span><br /><span class="text text text-15"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="294" src="https://www.youtube.com/embed/wD1Huk3LJoM" width="353" youtube-src-id="wD1Huk3LJoM"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="297" src="https://www.youtube.com/embed/IuP4x3x6g6g" width="357" youtube-src-id="IuP4x3x6g6g"></iframe></div><br /></span><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-60594526824605332942024-02-05T00:51:00.006+03:002024-02-10T22:36:19.235+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 33<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjtoij-0xF3vOhGs39pHR4H9j8accfPwDAWQjfrjWP79iVzMMYT00-EWRxFqThEhhPqnQUW0DWEw7M01sNRr2Z_7FlX8s5MqCmDDDLbyV4-Tz9KqlxFCKwrDDgjJmcUCTJgYsVDgVCMVoiyN46WmwzKMCoY5nXYH9Blh9GbJVE4KZRhgI5fI0FsclsnuVd/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="190" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjtoij-0xF3vOhGs39pHR4H9j8accfPwDAWQjfrjWP79iVzMMYT00-EWRxFqThEhhPqnQUW0DWEw7M01sNRr2Z_7FlX8s5MqCmDDDLbyV4-Tz9KqlxFCKwrDDgjJmcUCTJgYsVDgVCMVoiyN46WmwzKMCoY5nXYH9Blh9GbJVE4KZRhgI5fI0FsclsnuVd/w185-h190/kkttpp.jpg" width="185" /></a></div><br /><span>İnsan yeryüzünün döküntüsüdür..<br /><b><span style="color: red;">-Oruç Aruoba-</span></b></span><br /><br /><br />Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.<br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b><br /><br /><br />Kesin olan bir şey var: bir zamanlar ne olduğumu hatırlayabiliyor olmasam, şu anki bene katlanamazdım.<br /><b><span style="color: red;">-Fernando Pessoa-</span></b><br /><br /><br /><span>Sakinim ben. Dinginim. Korkunç bir fırtınadan önceki dinginlik bu.<br /><b><span style="color: red;">-Sylvia Plath-</span></b></span><br /><br /><br /><span>Tüm kusur bende. Hiç bir konuda hiç kimseye güvenmemem gerektiğini böylece bir kez daha öğrenmiş oldum!!<br /><b><span style="color: red;">-Tezer Özlü-</span><br /><br /><br /></b></span><span>Zevk, tabiatın seciyesidir. Zekanın yaratıcı bir kuvvet olmaktan
çıkması, vücudun arzularına muhalefet etmesinden ileri geliyor.
İstediğin herşeyi yap ve yapabileceğin şeyi iste, hiçbir kaideye kulak
asma. Yaşamanın sırrı budur!<br /><b><span style="color: red;">-Peyami Safa-</span><br /><br /><br /></b></span><span>Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi<br />
Sahi ne kadar da çok severmişiz<br />
Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük<br />
Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk<br />
İstersen bu gece burada kal, dedik<br />
Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık<br />
Sık sık görüşelim, olmaz mı, dedik<br />
İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık<br />
Ortada<br />
Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.<br /><b><span style="color: red;">-Edip Cansever-</span></b></span><br /><br /><br />Öyle zaman olur ki, sorumluluğumuzun bir başkası tarafından
üstlenilmesini isteriz. Bazen ise bir diğer insanın sorumluluğunu
üstlenmemiz gerekir. Bir başka deyişle, arada bir çocuk olur ya da çocuk
olma ihtiyacında olan bir yakınımızın ana ya da babası oluruz. Dengeli
bir biçimde olmak koşuluyla böylesi dayanışmalar yaşamın doğal bir
parçasıdır. Çünkü aslında kimse kendi kendine yeterli olamaz. İnsanlara
gereğinde "hayır!" diyebilmek ve bundan ötürü suçlanmamak kadar,
onlardan bir şeyler isteyebilmek ve beklentilerimizi hissettirebilmek de
kendimize karşı sorumluluğumuzun bir parçasıdır. İnsanlara verebilmek
de öyle!<br /> <b><span style="color: red;">-Engin Gençtan-</span><br /><br /><br /></b><span>Sen bulanık bir gölgeden, sert bir kayıtsızlık çekirdeğinden, bakışlardan kaçan nötr bir bakıştan başka birşey değilsin.<br /><b><span style="color: red;">-Georges Perec-</span></b></span><br /><b><br /><br /></b><span>Başlangıcımız ve sonumuz arasında ne fark var! İlkinde arzunun
çılgınlığı ve tensel zevkin coşkunluğu söz konusu; ikincisinde ise bütün
organların tahribatı ve cesetlerin küflü kokusu. Doğumdan ölüme giden
yol iyilik ve hayattan zevk alma anlamında hep aşağıya doğru gidiyor;
mesut şekilde hayal kuran çocukluk, neşeli gençlik, zahmetli
yetişkinlik, kırılgan ve genellikle acınası yaşlılık, son hastalığın
işkencesi ve sonunda ölümün acısı. Varoluş, sonuçları yavaş yavaş daha
da belirgin hale gelen yanlış bir adım gibi görünmüyor mu?<br /><b><span style="color: red;">-İrvin D. Yalom-</span><br /><br /><br /></b></span><span>Şu ki, geçmiş yıkımlarına bir göz atan bütün insanlar gelmekte
olan yıkımlardan kaçınabilmek için kökten yeni bir şeye başlayabilme
gücünde olduklarını hayal ederler. Kendi kendilerine görkemli bir
vaatte bulunur ve kaderin onları batırdığı o vasat uçurumdan çıkartacak
bir mucize beklerler. Ama hiçbir şey olmaz. Herkes aynı olmaya devam
eder. sadece hepsine damgasını vurmuş olan o düşkünlük temayülünün
sivrilmesiyle değişirler. Etrafımızda yoğunluğu azalmış ilham ve
coşkulardan başka şey görmeyiz. Her insan her şeyi vaat eder; ama her
insan, kıvılcımının dayanıksızlığını ve hayattaki deha noksanlığını
öğrenmek için yaşar. Bir varoluşun aslına uygunluk derecesi kendi
yıkımından ibarettir.<br /><b><span style="color: red;">-E.M. Cioran-<br /><br /><br /></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="334" src="https://www.youtube.com/embed/npHaFAHQrrk" width="401" youtube-src-id="npHaFAHQrrk"></iframe></div><br /><br /></b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="340" src="https://www.youtube.com/embed/61lynR4PjLY" width="408" youtube-src-id="61lynR4PjLY"></iframe></div><br /></span><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-38409774490494266862024-02-04T00:50:00.007+03:002024-02-04T01:09:57.029+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 32<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFBOX_imVcmaH8dTdFJ3Ai6ynj8HB3uovNss0f1TpqIpyntrqpn5hukce-zMrBPlipx2wknC2GqHz18GrZdZs1fTRdb3-KDarIDulNdOFGbdoWwcMayu-4-9eM4WrzMLzYerdLNTFR_h9kHP_F5qKjQfq2cettX18sMNDGZWdpnb71thW_DP6tbbKQxsTE/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="183" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgFBOX_imVcmaH8dTdFJ3Ai6ynj8HB3uovNss0f1TpqIpyntrqpn5hukce-zMrBPlipx2wknC2GqHz18GrZdZs1fTRdb3-KDarIDulNdOFGbdoWwcMayu-4-9eM4WrzMLzYerdLNTFR_h9kHP_F5qKjQfq2cettX18sMNDGZWdpnb71thW_DP6tbbKQxsTE/w178-h183/kkttpp.jpg" width="178" /></a></div><br /> Kitaptaki insanları, sokaktakilerden daha çok sevdim.<br />
<div>
<b><span style="color: red;">-Cemil Meriç-</span></b><br /><br /><br />Dünyanın ahlaksız diye nitelendirdiği kitaplar, dünyaya kendi utancını gösteren kitaplardır.<br /><b><span style="color: red;">-Oscar Wilde-<br /></span></b><br /><br />Kendimi beyaz kadranlı, romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu
gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum.<br /><b><span style="color: red;">-Hakan Günday-</span></b><br /><br /><br />Herkesin kendine yakın bulduğu, diğerlerine tercih ettiği konuşmalar
vardır. Ve çok defa beklenmedik bir anda, unutulmuş ıssız bir köşede
rastlanılan bir insan, sıcacık konuşmasıyla insana benliğinin bozuk
yollarını, sığınılacak bir köşeciği, zamanı, insanların aptallıklarını,
yalancılıklarını unutturabilir.<br /> <span style="color: red;"><b>-N.V. Gogol</b></span><span class="text text text-15"><span style="color: red;"><b>-</b></span><br /></span><br /><br />Öfkeliydim, kendime karşı öfkeli. Hep böyle olurum. Aylarca sessiz
kalırım, neredeyse konuşmayı unutacak kadar, sonra birden baraj yıkılır
ve ne varsa; neyi tutmuşsam her şeyi koyuveririrm, bitmez tükenmez bir
gevezelik başlar ve daha susmadan pişman olurum.<br /><b><span style="color: red;">-Amin Maalouf -</span></b><br /><br /><br /><br />Yorgunum! Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra
gizlerken… Daha sonra yüzleşirken… Kendim olmaya hakkım olduğunu
anladığımda… Kendimle barışırken… Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye
çalışırken… Benim gibi binlerce, on binlerce insanın var olduğunu
öğrenirken… Yoruldum!'<br /><b><span style="color: red;">-Ayşe Kulin-</span></b><br /><br /><br />Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme!
Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş
paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir
seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan
vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.<br /><b><span style="color: red;">-Fyodor Dostoyevski-
</span></b><br /><br /><b><span style="color: red;">(</span></b> Söz konusu çay ise gerisi teferruattır :) <b><span style="color: red;">)</span></b><br /><br /><br />Eğer onun gözünde yoksam ne kadar yokum diye düşünmeye başladım. Bunun
derecesini tayin etmeye çalıştım. Bütünüyle mi yoktum acaba, yoksa kısmi
bir yokluk muydu benimki? Dünyada iki kişi kalsak mesela, arar mıydı?
Aramazsa herhalde kati surette yok sayılırdım onun gözünde.<br /> <b><span style="color: red;">-Emrah Serbes-
</span></b><br /><br /><br />Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemizdir, sevgi değil. Sevgi, akla
boyun eğmez; zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ,
seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde
kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta,
yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu
öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım
etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını
biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz
yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil.
Özgürsünüz.<br /><b><span style="color: red;">-Ursula K. Le Guin-</span></b><br /><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Dostoyevski epilepsi hastası, homofobik ve iflah olmaz bir kumarbazdı. Oğuz Atay sevdiği kadına yakın olabilmek uğruna karısından boşanıp sevdiği kadının kocasıyla arkadaş oldu evlerine daha sık gidebilmek için. Salinger yaklaşık kırk yıl evinden dışarı adım atmadı, tek bir kare bile fotoğrafı çekilemedi. Yusuf Atılgan Türk Edebiyatının kilometre taşları sayılabilecek iki büyük eseri yazdıktan sonra (Anayurt Oteli ve Aylak Adam) insanlara küstü, bir köye yerleşip otuz yıla yakın neredeyse tek bir satır bile yazmadan çiftçilik yaptı. Althusser elli yıldır birlikte olduğu ve taparcasına sevdiği karısı Helen’i bir sabah yanıbaşında uyurken elleriyle boğdu, bu boktan hayata daha fazla katlanmasına seyirci kalmaması için. Stephan Zweig’de tıpkı Althusser gibi yaptı, tek farkla, o tabanca kullandı karısı ve kendisi için. İnsan ırkına duyduğu güvensizlik Walter Benjamin’i Fransa sınırında kendi kafasına sıkmaya zorladı. Hemingway yalancının tekiydi, Jean Genet gasptan tecavüze kadar bulaşmadık suç bırakmadı ve ömrünün yarısını hapiste geçirdi. Kierkegaard çok sevdiği nişanlısı Regine Olsen’i terk etti, çok sevdiği için. Ömrü boyunca hep acı çekti bu yüzden ama soranlara da yaptığının doğru olduğunu söyleyip durdu. O kadar çok seviyordu ki Regine’i ve o kadar nefret ediyordu ki kendisinden, evlenip onun kendisine ‘maruz kalmasına’ izin veremezdi!..
En sevdiğim yazarlardan bir kaçının kısa yaşam öykülerini anlatmaya çalıştım. Bir yerlerde bir terslik var ama nerede bilemiyorum..<br /><b><span style="color: red;">-Ali Lidar-</span></b></span></span><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="307" src="https://www.youtube.com/embed/wY7ds9rYVMA" width="369" youtube-src-id="wY7ds9rYVMA"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="314" src="https://www.youtube.com/embed/wqCpjFMvz-k" width="377" youtube-src-id="wqCpjFMvz-k"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="317" src="https://www.youtube.com/embed/Dy0yUKBBCQc" width="381" youtube-src-id="Dy0yUKBBCQc"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-66695970006836430962024-02-03T00:15:00.006+03:002024-02-03T01:21:51.511+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 31<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjuW6h3WVaPbUbh0aO_pM0CjilLrN3_a2cqmJUewlKrp5L1VC_6odEQhYl4M9a3GkVvKB7JWflSP_bwSQp41ZX4HlJf4va8-swI488ktifngSRbqa8x1uXVtg2udOiRPp1tZu-Tu6fuGxhMqxLdzrFQo16xn8Nj8eINYQmaielAwgCTkZcLYTBdJD6BR24g/w175-h180/kkttpp.jpg" width="175" /></div><span class="text text text-15"><b></b></span><br /><br /><span class="text text text-15">Tanımlamak istiyorum kendimi,
<br />uzun uzun ve yakından bakılmış
<br />bir resim gibi,
<br />anladığım bir sözcük,
<br />su içtiğim testi,
<br />annemin yüzü,
<br />en korkunç fırtınalarda
<br />beni taşıyabilmiş
<br />bir gemi gibi.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Rainer Maria Rilke-</b></span><br /><br /><br /><span class="text text text-15">Doğrusu
evet! Önce kadınları, sonra hayvanları sevdim, şimdi de taşları
seviyorum. Taşlar da insanı hayvanlar ve kadınlar kadar oyalar. Onlar
gibi kalleş de değiller.</span><br /><span class="text text text-15"><b><span style="color: red;">-Victor Hugo-</span></b></span><br /><br /><br />Varıp dayandığımız sonuç: En iyisi hiçbir şey yapmamaktır. Bir köşeye
çekilip, seyirci kalmaktan iyisi var mı? Onun için yaşasın yeraltı! Ah,
şimdi şuraya yazdıklarımın bir bölümüne bari inansam başka ne isterdim!
Yemin ederim ki, beyler, şu çiziktirdiklerimin bir sözcüğüne bile
inanmıyorum. Daha doğrusu belki inanıyorum, ama bir yandan da nedense
her sözümün yalan olduğunu hissediyor, kuşkular içinde kıvranıyorum.<br /><b><span style="color: red;">-Fyodor Dostoyevski-
</span><br /><br /></b><br />Ben anlatmak, filan falan demek istemiyorum. Sonum geldi Olric.. Kendime
yeni bir önsöz yazmak istiyorum. Yeni bir dil yaratmak istiyorum. Beni
kendime anlatacak bir dil. <br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b><br /><br /><br />Biz insanlar, sırlarımızı kendimize saklar, en yakınımızla bile
paylaşmamayı prensip sayar, kendimizle övünürüz, ama zaman olur yeni
tanıdığımız birine tüm sırlarımızı açmaktan hiç çekinmeyiz. <b><span style="color: red;">(</span></b> Kesinlikle doğru ve neden öyle??<b><span style="color: red;">)</span></b><br /><b><span style="color: red;">-Honore de Balzac- </span></b><br /><br /><span><br />Okunsun diye değil, dokunsun diye yazılır bazı şeyler. <br /><b><span style="color: red;">-Franz Kafka-</span></b></span><br /><br /><br />Eğer bir şeyden eminseniz, buna bir de başka bir açıdan bakmaya zorlayın
kendinizi. Aptalca veya yanlış olduğunu düşünseniz bile, yapın bunu.
Bir şey okurken yalnızca yazarın düşüncelerini dikkate almakla kalmayın,
bu konuda kendinizin de ne düşündüğünü tartın. Kendi benliğinizin
sesini bulmaya çalışmalısınız çocuklar. Ve buna başlamak için ne kadar
çok beklerseniz, onu bulmanız o kadar güçleşir. Thoreau demiş ki:
‘İnsanların çoğu sessiz bir umutsuzluk içinde yaşamlarını sürerler.’
Neden buna boyun eğelim? Yeni yollar aramaktan asla kaçınmamalısınız.<br /><b><span style="color: red;">-N.H. Kleinbaum-</span></b><br /><br /><br />Kimseyle yarışmıyorum ve ölümsüzlüğe dair düşüncelerim de yok. Umurumda
bile değil. Hayatta iken devinmek önemli olan. Gün ışığında kapılar
açılır ve atlar ışığın içine fırlar ve cokeyler; parlak ipek
giysilerinin içinde küçük şeytanlar, zorlayarak, sapına kadar. İhtişam
devinimde ve hodri meydan diyebilmektedir. Ölümün canı cehenneme. Herşey
bugün, bugün, bugün. Evet. <br /><span style="color: red;">-<b>Charles Bukowski-</b></span><br /><br /><span class="text text text-15"><br />Kadınları çok seviyorum. Bütün felaketim de budur. <br /><b><span style="color: red;">-Kemal Tahir-</span></b></span><br /><br /><br />Türkiye'de insanlar genellikle kendileri için değil, başkaları için
yaşarlar. Aslında güzel bir evde oturmanın ya da iyi bir otomobil
kullanmanın vereceği zevk, başkalarının bu eve ve otomobile nasıl
özlemle ve gıptayla bakacağını bilmenin vereceği keyfin yanında solda
sıfır kalır. Servet sahibi olanların, her gün servetlerini medyada
sergilemeleri bu yüzdendir. Makam ve mevki için de böyledir durum.<br /><b><span style="color: red;">-Zülfü Livaneli-</span></b><br /><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><br />Hayvanlara bakıyorum da
Ben de hayvanlaşıp onlar gibi yaşayabilirim diyorum,
hepsi kendi aleminde, huzur içinde.
Durumlarından sızlanmazlar, kan ter dökmezler,
Karanlıkta gözleri açık oturmuyorlar ve ağlamıyorlar günahlarına,
Tanrı'ya olan borçlarını konuşup midemi bulandırmıyorlar, Hepsi hoşnut, hiçbirinin mal hırsıyla gözü dönmüş değil,
Ne biri diğerinin önünde diz çöker, ne de binlerce yıl önce
yaşamış kendi türünden birinin,
Hiçbiri dünyanın en mutsuzu değildir ya da en saygıdeğeri.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span></span><b><span style="color: red;">Walt Whitman-</span><br /><br /><br /></b>Senin için gündüz olduğu zaman dostum, benim için gecedir: böyle olsa da
ben yeşil tepelere değerek oynayan öyle vaktini, vadiden süzülen mor
gölgeleri anlatırım; çünkü sen ne karanlığımın türkülerini duyabilir, ne
de yıldızlara çarpan kanatlarımı görebilirsin görmemenden, duymamandan
hoşnudum ben. bırak gecemle başbaşa kalayım. Sen cennetine
yükselirken ben cehennemime inerim, o zaman bile bu ulaşılmaz uçurumu
ötesinden bana seslenirsin,’arkadaşım, yoldaşım’ ben de sana seslenirim,
‘yoldaşım, arkadaşım’ çünkü cehennemimi görmeni istemem. Alevler
görüşünü yakacak, duman burnuna dolacaktı. Senin gelmeni istemeyecek
kadar çok severim cehennemimi. Bırak, cehennemimle başbaşa kalayım. <br /><b><span style="color: red;">-Halil Cibran-<br /><br /></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="313" src="https://www.youtube.com/embed/xMV6l2y67rk" width="375" youtube-src-id="xMV6l2y67rk"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="312" src="https://www.youtube.com/embed/ItISVW3o0X0" width="376" youtube-src-id="ItISVW3o0X0"></iframe></div><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="312" src="https://www.youtube.com/embed/T5Cp55MvX54" width="376" youtube-src-id="T5Cp55MvX54"></iframe></div></b><br /><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-114191953308198362024-02-01T23:02:00.006+03:002024-02-14T19:17:46.002+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 30<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf-3I11S01dFCGFcrU1b8MSra_f8Z4kpKl781w9TUk9ExWTG7Kok0KONTkgEDCoYgOUSCIjs6uX7i-KI3yB643uMiFM1UDBT_lXVT6KsrN5IgDR8GbiJ02TtOHW371Muvz_FuhoeX0EHayXXO25ZkRJtHX5UKKn2Ph6hSP6Y-0pQnVjbIgJ2et2h-DEDYy/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="183" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf-3I11S01dFCGFcrU1b8MSra_f8Z4kpKl781w9TUk9ExWTG7Kok0KONTkgEDCoYgOUSCIjs6uX7i-KI3yB643uMiFM1UDBT_lXVT6KsrN5IgDR8GbiJ02TtOHW371Muvz_FuhoeX0EHayXXO25ZkRJtHX5UKKn2Ph6hSP6Y-0pQnVjbIgJ2et2h-DEDYy/w178-h183/kkttpp.jpg" width="178" /></a></div><p></p><p><span>Cehennem boş, bütün şeytanlar burada.<br /><b><span style="color: red;">-William Shakespeare-</span></b></span><span class="css-901oao css-16my406"><b><br /><br /></b></span>Kafamda susmaları için yalvardığım sesler var.<br /><b><span style="color: red;">-Ali Lidar-</span></b></p><p><span class="text text text-15"><b><i><span class="text-alt">Fevkalade zaferlerim olmayabilir, fakat içinden </span><span class="text-alt font-bold">sağ</span><span class="text-alt"> </span><span class="text-alt font-bold">çıkmayı</span><span class="text-alt"> </span><span class="text-alt font-bold">başardığım</span><span class="text-alt"> </span><span class="text-alt font-bold">yenilgilerimle</span><span class="text-alt"> </span><span class="text-alt font-bold">sizi</span><span class="text-alt"> </span><span class="text-alt font-bold">şaşırtabilirim</span></i></b><span class="text-alt"><b><i>.</i></b><br /><b><span style="color: red;">-Anton Çehov-</span><br /><br /></b></span></span>Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda
tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi???<br /><b><span style="color: red;">-Sabahattin Ali-</span></b><br /><span class="text text text-16"><br />İlginç insanların sayısı neden bu kadar az? Milyonlarca insanın içinde neden sadece birkaç kişi? Bu kasvet verici ve cansız türle yaşamaktan başka çare yok mu?<br /><span style="color: red;">-</span></span><span style="color: red;"><b>Charles Bukowski-</b></span></p><p>Sizi bilmem; ama ben dünyada en çok cehaletten korkarım. Çünkü cehalet,
kendi bildiğinin dışında bir bilgi ve düzey olduğunu farketmeyen bir kör
karanlıktır. Zehirli tutkular ve fanatik öfkeler üretir. En kötü yanı
da cahilin, cahil olduğunu bilmemesidir.<br /><b><span style="color: red;">-Zülfü Livaneli-</span></b></p><p><span class="text text text-15">Bir erkeğin ancak zekası tahrik edebilir beni, içimde oltaya yakalanan balık gibi çırpınıp durması değil.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Aytuğ Akdoğan-</b></span></p><p>Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var. Orada görünmez bir duvara
çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden
uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Ben de o günlerde bir yerde çakıldım işte. Ama tam nerede bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu.<br /><b><span style="color: red;">-Emrah Serbes-</span></b><br /></p><p>İnsanlık pagandır. Asla hiçbir din içine işlemedi onun. Sıradan insanın
ruhunda, ruhun ölümsüzlüğüne inanma gücü bile yoktur. İnsan ne nerede ne
de niçin uyandığını bilmeden uyanan bir hayvandır.<br /><b><span style="color: red;">-Fernando Pessoa-</span></b></p><p>Daracık dünyamda, insanlardan kopuk, manevi olarak çürümüş, yeraltında
sahip olduğum kinimle başa baş nasıl boğuştuğumu anlatmak pek de hoş
olmasa gerek. Üstelik romanların bir kahramanı olur, bense bir
kahramanın taşımaması gereken tüm özellikleri taşıyorum. Bizim gibi
insanları anlamanın en kolay yolu budur. Bizler, yaşama yabancılaşmış,
zorla yürüyen insanlar olduğumuzdan dolayı bu yazdıklarım etkili
olacaktır. Üstelik gerçek hayata öyle yabancılaşmışız ki, adını bile
duymak istemeyiz. Bunda da o kadar ileri gideriz ki, gerçek hayatı
kitaplardan öğrenebileceğimize inanırız.<br /><b><span style="color: red;">-Fyodor Dostoyevski-</span></b></p><p>Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler
dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin
haberi olmamıştı: Umut! O zamandan beri yanlışlıkla kutuyu ve içindeki
umudu iyi şans olarak yorumladık; fakat Zeus'un arzusunun, insanların
kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Umut,
kötülüklerin en kötüsüdür; çünkü, işkenceyi uzatır.<br /><b><span style="color: red;">-İrvin D. Yalom-</span></b></p><p>Bazı kadınlar yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait
olamazlar. Onlar zaten kendilerine bile ait değildir de, o karmaşık bir mesele.
O kadınlara yalnızca yakın durulabilir, yakalanıp durdurursan, kendine ait
kılarsan... Ölüverirler. Çünkü onlar kuş gibidirler. Böyle uçucu kadınlar,
tepeden aşağıya inen bir bisiklet gibi, fren yaptıklarında düşeceklerini pek
iyi bilirler. O yüzden belki de hayat boyu kendilerini en sevdiklerinden bile
korumak mecburiyetindedirler. Kendilerini durdurup öldürüverecek şeylere karşı
dikkatli olmaları gerektiğini –her nasılsa- bilirler. Onlar, insanı ancak
frensiz bir seyahate davet edebilirler. Zira fren yaparlarsa artık onlar, o
kadınlar değiller. Bozulmuş bir oyuncak gibi kıymetsizler. Kanatlarının altına
rüzgârı aldığında uçabilen kuşlar gibi, rüzgârsız kaldığında bir lokma ete
dönüşen kadınlar... Ve adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitilebilecek kuşlar
sanırlar. Bilir misiniz? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce
kuşların kanatlarını biraz kırarlar... Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü
kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler.<br /><b><span style="color: red;">-Ece Temelkuran-</span></b><br /></p><p><span class="css-901oao css-16my406">Söyleyecek fazla bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Ben de sustum...<br /><b><span style="color: red;">-Albert Camus-</span></b></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="309" src="https://www.youtube.com/embed/ZiyfkywvS_8" width="372" youtube-src-id="ZiyfkywvS_8"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="306" src="https://www.youtube.com/embed/JJNwiovOhpU" width="368" youtube-src-id="JJNwiovOhpU"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-42558431574807197842024-02-01T18:27:00.009+03:002024-02-01T19:25:58.658+03:00Simone De Beauvoir / Mandarinler (Alıntılar)<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOity_-1iFy_P81HFvX_rQ0AcFKxG-j4TuP33R3GFM_TtBmsB95h6NlqerLYXH_glM1kHzeKMUcHif9Yc7hinBrwhsdEXFP_AGKLT_C6XdsV5CV_vsdGe6yZ3Zxti7s2d3X24w_w9_Kyw0xPomOBq0O11D2LyoMBs4VwgxyB0Whw6VjTSwVchk0w4r6mDA/s1500/mandar.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1500" data-original-width="895" height="286" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOity_-1iFy_P81HFvX_rQ0AcFKxG-j4TuP33R3GFM_TtBmsB95h6NlqerLYXH_glM1kHzeKMUcHif9Yc7hinBrwhsdEXFP_AGKLT_C6XdsV5CV_vsdGe6yZ3Zxti7s2d3X24w_w9_Kyw0xPomOBq0O11D2LyoMBs4VwgxyB0Whw6VjTSwVchk0w4r6mDA/w171-h286/mandar.jpg" width="171" /></a></div><br /><span>“Herşey değiştiği oranda birbirine benziyordu.” (s.16) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bu
bir masal değildi. Deniz kızı bendim. Tanrı ise gökyüzünün
derinliklerinde soyut bir kavrama dönüşmüştü. Sonra da tüm gücümle
sildim bu kavramı. Tanrı'yı hiçbir zaman aramadım; benden dünyevi
yaşamımı çalıyordu. Ama birgün ondan vazgeçmekle kendimi ölüme mahkum
ettiğimi anladım.” (s.31) </span><br /><span><br />"</span><span class="text text text-15">.. yaşama, ölüme, dünyaya ve dünyanın tüm korkunçluklarına uyum sağladım. Bu, benim işte! Ben, yani hiç kimse!" (s.43)</span><br /><span><br /></span> <span>“Kendi
ölümüme veya onunkine boyun eğmeye hazırım; ama umutsuzluğuna asla!
Hayır! Ufukta kocaman bir tehdidin belirdiğini bilerek yaşamaya, her
sabah güneşin doğuşunu bu duyguyla karşılamaya tahammül edemem. Hayır!
Bazı gerçekler ve inançlar vardır ki alt tarafı sizi ölüme götürür.”
(s.62) </span><br /><span><br /></span> <span>“İnsanın kendi kendini
tanımlaması ve sınırlarını belirlemesi zordu. İçtenlik! Hedeflemesi
gereken tek özgünlük bu olmalıydı. Kendine koyacağı tek kural…” (s. 64) </span><br /><span><br /></span> <span>“Paylaşamadığımız acılar bizde suçluluk duygusu yaratır.” (s.88) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bazı
insanlar vardır, onları gördüğünüz zaman kendilerine nasıl tahammül
ettiklerini düşnürsünüz. Beyinleri sulanmadıysa eğer, kendilerinden
nefret etmeleri gerek.” (s.89) </span><br /><span><br /></span> <span>“Geriye dönüşü olmadan biten o kadar çok şey vardı ki!” (s.90) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bir erkek, insanı sağlığına kavuşturacak bir alet değildi. Bunu geç de olsa anlamıştım.” (s.93) </span><br /><span><br /></span> <span>“Ve
birden geçmişimin bana neden zaman zaman bir başkasının geçmişi gibi
göründüğünü anladım: Şu an da bir başkası olduğumdan!” (s.98) </span><br /><span><br /></span> <span>“Acaba onu artık sevmemekle alçaklık mı ediyorum diye düşünüyordu. Yoksa onu bir zamanlar sevmiş olmak mı bir suçtu?” (s.100) </span><br /><span><br /></span> <span>“-Senin özgürlük dediğin bana acı çektirmek mi? </span><br /><span>-Eğer her istediğimi yaptığımda acı çekeceksen, seninle özgürlüğüm arasında bir seçim yapmam gerekecek!” (s.104) <br /><br /></span><span class="text text text-15">".. Yapmak isteyip de yapamadıklarınızı düşünün bir. Kaçırılan tüm o fırsatlar. Nedense o an düşünüp bir atılım yapamıyor insan. Açık olacağına anlaşılmaz davranıyor.."</span><br /><span><br /></span> <span>“Varolan beş duyumuzla algıladıklarımızdan öyle çabuk sıkılır ki insan!” (s.119) <br /><br />“Ah! Beni yaşamak öldürüyor.” (s.138) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bir insan ses tonuna, sözlerinin anlamlarından daha çok önem verirse dürüstlüğüne ne derece güvenilebilirdi?” (s.185) </span><br /><span><br /></span> <span>“Onun yerinde olsaydım bu yaşama dayanamazdım diye düşündüm. Ama onun yerinde değildim ve o, buna dayanabiliyordu.” (s.221) </span><br /><span><br /></span> <span>“Kendi yarattıkları kişiliklerini hep yanlarında taşıyan insanlar nedense pek sıkıcı olurlar.” (s.240) <br /><br /></span>"<span class="text text text-15">.. İnsan birini görmekten artık haz duymuyorsa, çekip gider. Hepsi bu işte!" (s.245)</span><br /><span><br /></span> <span>“Sınıfsız bir toplumda, insanlığın ödün vermeden kendi kendine varolabileceğine inanma ihtiyacındayım.” (s.248) </span><br /><span><br /></span> <span>“Yeni bir hayata başlamak, bir yerde hayatta kalmak gibiydi. Ve ben, bunu becerebileceğimi umuyordum.” (s.274) </span><br /><span><br /></span> <span>“Onu
ilgilendirecek birşeyler bulmalıydı. Ama hangi konularda? Onunla
konuşmaya, meraklarını ortaya çıkarmaya çalışmalıydı. Ama herhalde onu
müzelere, konserlere götürecek değildi. Kitap okuyup dünyayı anlatmak da
mümkün değildi. Saçlarını usulca öptü. Onu sadece sevmek gerekiyordu;
kadınlarla nedense hep aynı noktaya varılıyordu. Onları sadece sınırsız
bir aşkla sevmek gerekiyordu.” (s.357) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bedeninden başka verecek bir şeyi olmayan bir kadının duygularını anlamak hiç kolay değildi.” (s.361) </span><br /><span><br /></span> <span>“Zenginlik her zaman ortadadır; gözler önündedir yani… Yoksulluk ise daha özeldir, daha kendine dönüktür.” (s.384) </span><br /><span><br /></span> <span>“Bedenlerimiz
birbirini hissetmedikten, bakışlarımız birbirimizin bakışlarına dalıp
gitmedikten sonra, ortak neyimiz kalıyordu ki? Yo, hayır! Ondan bana
uzayabilecek bir köprü asla kurulamayacaktı. Zorlukla bastırdığım bu
hıçkırıklar dışında…” (s.432) <br /><br /></span><span class="text text text-15"><b><i>"Mutlu olman için neye ihtiyacın var?"</i></b> (s.445)</span><br /><span><br /></span>"<span class="text text text-15">Kuşku insanların aklına gelen ilk savunma mekanizmasıdır." (s.447)</span><br /><span><br /></span> <span>“Senin
olduğun gibi değil de düşlediğim gibi olmanı istemem, kendimi sana
tercih etmek gibi birşeydi. Kendini beğenmişlikti yani…” (s.484) </span><br /><span><br /></span> <span>“Günün birinde, yaşamını tümüyle değiştirmeden birini sevmiş olmanın cezasını çekecek miydim acaba?” (s.543) </span><span><br /><br />"</span><span class="text text text-15">Bir zamanlar insanlar dostlarını düşmanlarından ayırt edebilirler, birbirlerini yaşamı bitirme pahasına severler, ölesiye nefret ederlerdi. Şimdiyse tüm dostluklara belli bir yanılma payıyla bakılıyordu. Nefret o eski şiddetini kaybetmişti; kimse artık yaşamını ne bir şeyler uğruna yitirmeye ne de başkasını öldürmeye fazla istekliydi." (s.582)</span><br /><span><br /></span>"<span class="text text text-15">Aşk gibi duygular aldatıcıdır, dostluksa yaşam gibi geçicidir. Ama nefret, birini yakaladı mı bırakmaz ve ölüm kadar kesindir." (s.619)</span><br /><span><br /></span> <span>“İnsanın
birini sevebilmesi için onu kendi kafasında biraz büyütmesi gerekir.
Rolü iki kişi karşılıklı oynarsa buna değer. Ama tek başına kalınırsa iş
saçmalığa dönüşür.” (s.658) </span><br /><span><br /></span> <span>“İnsan artık sevmek istemediği zaman, gerçekten de sevgi duymazdı… Yine de bu; insanın isteğine bağlı olmamalıydı.” (s.673) </span><br /><span><br /></span> <span>“Ne
bekliyordum ki sanki? diye düşündüm. Geçmişi tekrar yaşama umudunu
çoktan yitirmiştim; o halde ne umuyordum? Yitip giden bir aşkın yerini
alabilecek bir dostluk mu? Ama yerini başka duygu almışsa, aşk ne ifade
ederdi ki? Bir hiç! Yo, hayır, herşey ölüm kadar kesindi. En azından
ortada ölü bir beden kalsaydı diye düşündüm yeniden…” (s.676) </span><br /><span><br /></span> <span>“Dünyayı aydınlatan salt sevgidir sanır insan! Ama sevgiyi besleyen, olanca güzelliğiyle dünyadır aslında.” (s.682) </span><br /><span><br /></span> <span>“Dudaklarımı
ısırdım… Hayır, ağlamayacağım! Aslında ağlamıyorum, dedim kendi
kendime: içimde titreşen sadece gecenin ışıkları… Kirpiklerimin ucunda
damla haline dönüşenler, onların parıltısı. Çünkü şu an buradayım, ama
asla geri dönmeyeceğim; çünkü dünya hem çok zengin hem de çok yoksul,
geçmiş ise hem çok yoğun hem de çok hafif; çünkü şu güzelim anı
mutluluğa dönüştüremiyorum… Çünkü aşkım öldü ve ben ona rağmen yaşamımı
sürdüreceğim.” (s.686) </span><br /><span><br /></span> <span>“Belki de hiçbir şey istemediğimiz için hiçbir şeyden yoksun değildik.” (s.688) </span><br /><span><br /></span> <span>“Belki de yalanlara hiçbir zaman kanmadığımdan kendimi hep özgür hissettiğimi söylesem daha iyi ederim…” (s.691) </span><br /><span><br /></span> <span>“Birini
mutlu edebilmek! İşte somut olan budur. Bu sağlam duyguya insan kendini
tüm içtenliğiyle verseydi, karşılığını mutlaka alırdı.” (s.698) </span><br /><span><br /></span> <span>“Eskiden
mutluluğun dünyaya sahip olmanın bir biçimi olduğuna inanırdı: Oysa bu,
dünyadan korunmanın bir biçimiydi sadece…” (s.698) </span><br /><span><br /></span> <span>“Tümüyle bağlanmak için oturup mutlak bir kusursuzluğu beklersek, ne kimseyi sevebiliriz ne de bir şey yapabiliriz…” (s.708) </span><br /><span><br /></span> <span>“İnsanın
düşlerini her şeyin üstünde tutması, aslında kendini beğenmişliktir.
Ama bunun farkına bile varılmaz. Daha ölçülü olunsa da bir yanda
gerçeğin, öte yanda da kocaman bir hiçin yer aldığı anlaşılır. Bence en
büyük yanılgı da boşluğu gerçeğe yeğlemektir.” (s.709) </span><br /><span><br /></span> <span>“Savaş
ölüm gibidir ve ona hazırlıklı olmanın hiçbir anlamı yoktur. Ama uçak
başaşağı gitmeye başlayınca, dehşete kapılmış bir yolcu olmaktansa,
durumu kurtarmaya çalışan bir pilot olmayı yeğlerim.” (s.730) </span><br /><span><br /></span> <span>“Küllerimizi
karıştırmış bile olsala, biz yine de birlikte olamayacağız. Yirmi yıl
boyunca birlikte yaşadığımızı sanmıştım. Ama hayır, her birimiz
yalnızız! Kuruyan tenlerin altında donup kalan damarlarıyla, giderek
yıpranan ciğerleri, böbrekleri ve çekilen kanıyla; içinde taşıdığı,
sinsi sinsi hazırlanarak onu başkalarından ayıran ölümüyle, her insan
yalnızdır.” (s.736) <br /><br /></span>"<span class="text text text-15">Dost edinmenin bedeli çok ağırmış." (737)</span><br /><span><br /></span> <span>“İnsan ya
kayıtsızlığa kapılıp gider, ya da etrafındaki her şeye yeniden kavuşur:
Kayıtsızlığa kapılmamıştım! Madem ki yüreğim çarpmaya devam ediyor, bir
şeyler için, birileri için çarpmak zorunda. Sağır olmadığıma göre
yeniden çağrılar alacağım. Kim bilir belki bir gün yeniden mutlu
olacağım. Belki de… Kim bilir?” (s.741)<br /></span><br /><span class="text text text-15">"Dünyayı fazla ciddiye alıyorsun" (s.744)<br /><br />"</span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Diğer günlerden hiçbir farkı olmayan bir gün ve görünürde gök masmavi. Ama devasa bir boşluk bu. Her şey sessizlik içinde. Belki de kalbimin sessizliği bu. İçimde artık kimseye ve hiçbir şeye karşı sevgi kalmadı. Bir zamanlar "Dünya kocaman, zenginliklerle dolu; onları tatmak için bir ömür yetmez," diye düşünürdüm. Şimdiyse kayıtsızlıkla bakıyorum çevreme. Sanki kocaman bir sürgün alanıymış gibi. Beni asla tanımayacak milyarlarca insandan, uzaktaki galaksilerden bana ne! Benim için tek önemli olan, kendi yaşamım; o da artık önemini yitirdi. Bu dünyada yapacak hiçbir şey bulamıyorum." (s.919)<br /></span></span><p></p><div class="copy"><span><a href="http://kurdele-sarmasigi.blogspot.com" target="_blank"><i><b><span style="color: red;">Ribbon</span></b></i></a>'dan alıntılanmıştır.<br /><br /><br /></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="318" src="https://www.youtube.com/embed/oiL9ItjmHRw" width="382" youtube-src-id="oiL9ItjmHRw"></iframe></div><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="317" src="https://www.youtube.com/embed/jWFb5z3kUSQ" width="382" youtube-src-id="jWFb5z3kUSQ"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-63561767932619499862024-02-01T00:03:00.001+03:002024-02-01T01:09:40.581+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 29<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhpq5dM9CCi7BFThCKtvaXAMhfxhL7hdtABRCWBwZeiqxYw9mI54gfCKvyISGylfyn3EDy_dd40NhrwrGkpSuiniiwg-8tKAC6189cOmGkERWSiCkHoxk0zW0kWjAvrNkZQiw0-dT8xSkZ3-sJnY0GRoQ-zvmIdhW_psQyzBJ_9qGlemEi_sjMYMq6XQWwc/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhpq5dM9CCi7BFThCKtvaXAMhfxhL7hdtABRCWBwZeiqxYw9mI54gfCKvyISGylfyn3EDy_dd40NhrwrGkpSuiniiwg-8tKAC6189cOmGkERWSiCkHoxk0zW0kWjAvrNkZQiw0-dT8xSkZ3-sJnY0GRoQ-zvmIdhW_psQyzBJ_9qGlemEi_sjMYMq6XQWwc/w175-h179/kkttpp.jpg" width="175" /></a></div><span class="text text text-15">Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha ustaca ve korkusuz yaşarım!<br /><b><span style="color: red;">-Ahmed Arif-</span><br /><br /></b></span><span class="text text text-15">Sürekli değişen, hiç kalıcı ve samimi olmayan insan ilişkileri. Şeytan görsün hepsinin yüzünü.<br /><b><span style="color: red;">-Franz Kafka-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br />Her insanın bir başkası için sonsuz bir muamma oluşu, üzerinde düşünülmesi gereken muazzam bir hakikattir.<b><br /><span style="color: red;">-</span></b></span><b><span style="color: red;">Charles Dickens-</span><br /><br /></b><span class="text text text-15">Bazen bir koku, bazen bir görüntü bir yere gitmenize imkan vermemiş miydi? Bu seferki bir ses. Kimliği belirsiz bir hayaletin sesi. Bir fısıltı halinde. Fısıltının hakkını verircesine sadece onun duyduğu. Bir çığlığı da andırdığı halde..<br /><b><span style="color: red;">-Mario Levi-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br />Bir şeyi sadece bizden öyle beklendiği için ya da birilerini memnun etmek için veya onlardan korkumuzdan yapıyorsak eğer özgün bir şekilde yaşamaktan iyice uzaklaşırız.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><b><span style="color: red;"> Maureen Murdock-</span><br /><br /></b><span class="text text text-15">Yalnızca bir günlük yaşam için dünyaya geldiğimi biliyorum. Öleceğimi de biliyorum. Fakat yıldız kümelerinin sık sıralar halinde dairesel devinimlerini gönlümce izlediğim zamanlar, ayaklarımın artık yeryüzüne değmediğini hissediyorum...<br /><b><span style="color: red;">-Carl Sagan-<br /></span></b></span><p> Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler
gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar,
yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de
alaycı bir gülüşle dinlerler bunları.<br /><b><span style="color: red;">-Sadık Hidayet-</span></b><br /><br /><span class="text text text-15">Ben bir devrimle birlikte doğdum. Duyduk duymadik demeyin. Gün ışığını görünceye dek isyanın coşkusuyla dolup, böyle bir ateşin ortasında doğdum ben. Gün kavurucuydu ve o gün tüm yaşamım boyunca beni sarıp sarmaladı. Çocukken bir kıvılcım gibi çıtırdadım. Büyüyünce tepeden tırnağa alev kesildim. Ben bir devrimin kızıyım, buna hiç şüphe yok, bir de atalarımın taptığı ateş tanrısının.<br /></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><span><span><span><span><span><b><span style="color: red;">-Frida Kahlo-</span><br /><br /></b></span></span></span></span></span></span></span><span class="text text text-15">Asırlardan beri olduğu gibi, bugün de milletlerin cahilliğinden ve taassubundan faydalanarak, dini bin bir türlü şahsi maksat ve menfaatleri için alet olarak kullananlar vardır. Din her türlü masallardan ve yalanlardan sıyrılarak, bilgi ışığı altında aydınlanıncaya kadar din oyuncularına her yerde rastlanacaktır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Falih Rıfkı Atay-</b></span></p>Değişir miyim seni bir yaz gününe? <br /><div>
Çok daha güzelsin sen çok daha ince:<br />
Mayısın goncaları sert rüzgarlarla titrer, <br />
Yaz günleri kısa bir düş gibi gelir geçer:<br />
Bazen cehennemin ateşi tepende parlar, <br />
Sonra altın gibi saçlar sararıp solar<br />
Her ne kadar güzel olsan sonun değişmez; <br />
Ne şans, ne doğa yasası sana yardım etmez. <br />
Fakat senin sonsuz yazın hiç solmayacak, <br />
İnce güzelliğin de hiç silinmeyecek,<br />
Ne de ölüm seni gölgesine alabilecek, <br />
Unutulmaz izlenimlerin ebedi sürecek..<br /><b><span style="color: red;">-William Shakespeare-</span><br /><br /></b><span class="text text text-15">Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapmayacağımı biliyorum.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Jean-Paul Sartre-</b></span><br /><b><br />...</b><span class="text text text-15"><span class="text-alt">tek başımıza yaşamak için ailelerimizi terk ediyoruz, yeteneklerimiz olsa da elimizden gelen çabayı göstersek de, en olmayacak umutları beslesek de, dünyayı değiştiremeyecek kitaplar yazmak için uğraşıyoruz. Hayatımızı yaşıyor, istediğimizi yapıyor ve sonra da uyuyoruz, işte bu kadar basit ve kolay. Bazıları camdan atlıyor ya da boğularak intihar ediyor ya da hap yutuyor; çoğu kazayla ölüyor; ve çoğumuzu, büyük çoğunluğumuzu, bir hastalık yiyip bitiriyor, ya da eğer şanslıysak, zamanın kendisi. Avunacak bir şey var: Ne olursa olsun, hayatlarımızın önümüzde açılıp bize hayalini kurduğumuz her şeyi sunduğu saatler var; çocuklar dışında herkes (belki onlar bile), bu saatlerin arkasından kaçınılmaz olarak başkalarının, daha karanlık ve daha güç saatlerin geleceğini bilse de. Yine de kentin, sabahın keyfini çıkarırız; ne olursa olsun daha fazlasını umut ederiz.</span></span><div class="dr z-index-2 flex-row w-full justify-end"><b style="color: red;">-Michael Cunningham-</b></div><b><br /></b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='373' height='310' src='https://www.blogger.com/video.g?token=AD6v5dzyMvAuP97WAM8FeDHT90rGiaTUYzI5gtJIDvzappXl9CN_9AgZbdtBtPOCTs8-8KYcLhdPMwzern5gBWKLDw' class='b-hbp-video b-uploaded' frameborder='0'></iframe><br /><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="302" src="https://www.youtube.com/embed/eQBh7KwSUE0" width="363" youtube-src-id="eQBh7KwSUE0"></iframe></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="309" src="https://www.youtube.com/embed/MoN9ql6Yymw" width="371" youtube-src-id="MoN9ql6Yymw"></iframe></div><br /></div>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-77546827736826605682024-01-28T01:00:00.005+03:002024-01-28T01:06:58.156+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 28<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMH8byu25ppMf34nJwN12p2XT8TtL5FGv2ifG8mg6vuY3QvDYuoP6cuyNFfKmSNvwA9zfJDJmX6P-IPh3IKepiKLc7ZSUPiXAEyZE9LKlqxdSYiiPZoz7YUwOI9J0UJ5DRXLCOJma2tvtmrri2j2sCG_67ftW1iPO3gRHYDNxvJY3vbr_PU-AfHgTngIT4/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMH8byu25ppMf34nJwN12p2XT8TtL5FGv2ifG8mg6vuY3QvDYuoP6cuyNFfKmSNvwA9zfJDJmX6P-IPh3IKepiKLc7ZSUPiXAEyZE9LKlqxdSYiiPZoz7YUwOI9J0UJ5DRXLCOJma2tvtmrri2j2sCG_67ftW1iPO3gRHYDNxvJY3vbr_PU-AfHgTngIT4/w175-h180/kkttpp.jpg" width="175" /></a></div><br /><span class="text text text-15">Mutsuz insanın en büyük avuntusudur dua.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Marquis de Sade-</b></span><br /><br /><span class="text text text-15">Ruhunu sıkı tut dostum,
Dağılmasın!<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Nikos Kazancakis-</b></span><br /><br /><span class="text text text-15">Güçlü olmak denen şey, çaresizlikten doğuyor. Işığın, karanlığı beyaza boyaması gibi bir şey... Karanlık olmazsa ışığı hissedemeyiz ki...<br /><b><span style="color: red;">-Hüsnü Arkan-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Farkında mısın, bazen hayat çekilmez oluyor, ama içince düzeliyor…<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>İvan Gonçarov-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Pek çok kez parmağımla kendi yaramı deştim, size daha fazla inanmak ve sizi daha fazla tanımak için.<br /><b><span style="color: red;">-Halil Cibran-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Aptalı oynayan, ama kraldan daha akıllı olduğunu bilen saray soytarısını taklit etmek ara sıra akıllıcadır. Konuşur, konuşur ve eğlendirir; kimse de onun bir aptaldan başka bir şey olabileceğinden şüphelenmez.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Robert Greene-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Bazen yaşamı ciddiye alır gibi oluyordum. Ama ciddi şeyin kendisinin boşluğu çabucak gözüme çarpıyor ve elimden geldiği kadar rolümü oynamaya devam ediyordum.<br /><b><span style="color: red;">-Albert Camus-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">İnsanların aslında birbirlerine söyleyecekleri hiçbir şey yoktur, karşılıklı olarak yalnızca kendi acılarını anlatırlar, bu böyledir. Herkesin derdi kendine.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Louis Ferdinand Celine-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için ey iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.<br /><b><span style="color: red;">-Sabahattin Ali-</span><br /></b></span><p></p><p><span class="text text text-15">Bazılarımız anadan doğma savaşçıyızdır. Özgürlüğümüzü korumamız gerek. Benim için siyasi partiler önemli değildir. Nerede bir kötülük görsem ona karşı çıkarım. Parti adlarının bir önemi yoktur. Özgürlüktür önemli olan <br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Anthony Burgess-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br /> </span><span class="text text text-16">Her ne kadar tutkulu ve ateşli bir okur olduysam da okumuş olduğum hiçbir kitabı hatırlamıyorum, okumalarım o derece ruh halimdi, rüyalarımdı, daha çok da rüyalarımın tetiklenmesiydi. <b><span style="color: red;">(</span></b>+1 Ben de unutmamak için buraya yazıyorum <b><span style="color: red;">)</span></b> <br /></span><b><span style="color: red;">-Fernando Pessoa-</span></b><span class="text text text-15"><br /><br />"Beni korkutan şeylerle karşılaştığımda, eğer ben başka 1insanı korkutuyar olsaydım kendim daha çok korkardım herhalde diye düşünüp psikolojik olarak rahatlıyorum.
Senin hiç taşıdığın en korkutucu duyguyu başka birinin zihnine yerleştirdiğin oldu mu?"<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Kenzaburo Oe-<br /><br /></b></span><span class="text text text-15">"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim" dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: "Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda..."<br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b></span><br /><span style="color: red;"><b><br /></b></span><span class="text text text-15">Zenginleri sevdiğini açıkca söylemekten hiç utanmayan bir adamın etkisine kapılıp para hırsına teslim olan, kültürü önemsemeyen, tiyatroya, klasik müzik konserine, resim sergisine gitmeyen, kitap okumayan bu gençlerin, sanatın insana verebileceği hazlardan yoksun kalmaları yüreğimi parçalıyor. Paranın yaşamlarını zenginleştirmediğinin, kişisel sorunlarına da bir çözüm getirmeyeceğinin iş işten geçtikten sonra farkına varacaklardır.<br /><b><span style="color: red;">-Mina Urgan-</span></b></span><br /><span style="color: red;"><b><br /></b></span><span class="text text text-16">Sevgili dostum...
<br />Bugün yokluğunun yüzüncü günü. Geçen yüz gün boyunca seni aramadığım yer kalmadı. Sen kitapları çok severdin ve ben de bu yüzden ilk olarak seni kitaplarda aramaya başladım. Belki yemyeşil kırlardan koparılmış ve kitabın arasında kurutulmuş masum bir papatya gibi sen de bir kitabın sayfaları arasında kalmışsındır.... Ah benim elleri kitap kokan sevgili dostum…
Neredesin?</span><span class="text text text-16"> Sahi sen yıllanmış şarkılar dinlemeyi de severdin. Hani şu yıllar geçtikçe güzelleşen, dinledikçe bizi maziye alıp götüren o şarkıları...<br /><b><span style="color: red;">-Berkay Çelik-</span></b></span><br /><span style="color: red;"><b><br /></b></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="305" src="https://www.youtube.com/embed/8H1_z8jeGb8" width="367" youtube-src-id="8H1_z8jeGb8"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="307" src="https://www.youtube.com/embed/oiEqWYawpeU" width="370" youtube-src-id="oiEqWYawpeU"></iframe></div><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="308" src="https://www.youtube.com/embed/nJ4j0Xc4e1Q" width="370" youtube-src-id="nJ4j0Xc4e1Q"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-71893322651272915982024-01-27T01:23:00.008+03:002024-01-27T14:20:32.086+03:00Hüsnü Arkan / Uyku (Alıntılar)<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div style="text-align: justify;"><span class="info__text" style="font-family: inherit; font-size: small;">Uyku, ütopyayı sorgulayan bir ütopyada muhalif düşünceleri nedeniyle rüyaya sürgün edilmiş bir adamın hikayesi...</span><span class="info__text" style="font-family: inherit; font-size: small;"> “Uyku’da vicdan, adalet, ahlak, sorumluluk, yaşam-ölüm, inanç, aşk gibi
insanlığın evrensel soru(n)larını düşle gerçek arasında gidip gelen bir
anlatımla ve ustalıkla ele alıyor.” (arka kapak)</span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></div><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="500" height="279" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjK2f6Z2oZeJSJZ1_r86iBiAewfhoDzI4pLRexyy3uG6QPi-bL4UXTSqk3FmRnHIovSzyTV7ppLk3UdnXBkO68jThBYoCgcUyRIdYErEZsCLrPXLRyHEbnTVqS6cWQQygs86I-TrFmq7TXKlv8NAMOUIo6bd70o9C_QV1Z_HOi8i00X1htAgKpwgTe2k7dY/w279-h279/uyku.jpg" width="279" /></span></span></div><p><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;">"Kadınsızlıktan... Uzun süredir nasıl yaşadığının farkında değil misin? Sabaha kadar oturuyor, bütün gün uyuyor, hiç bir iş yapmıyor... Hep kadınsızlıktan..." (s.10)<br /><br /> <span class="text text text-15">Senin bir geleceğin mi vardı? (s.14)<br /><br />"Burnuma kötü kokular geliyor... Bir erkek ve bir dişi, bir araya geldiklerinde koku salgılıyorlarsa, yalnızca tek bir yere gidebilirler..." (s.17)<br /><br /></span><span class="text text text-15">"Müdür bey tuhaf bir adamdı... Hiçbir şeyden etkilenmezdi, hiçbir şeye zorunlu değilmiş gibi yaşardı. Yaşlıydı ama yaşlı görünmezi. Hep anlamaya çalışırdı; anlamak için yaratılmıştı sanki... Öldüğü dakikaya kadar konuşabiliyordu, kitap okuyabiliyordu, yazabiliyordu.. İnsan, ölüme bu kadar yakınken başka ne ister? Tabii, bir de çevresinde dostları olsun ister... Dostlarının hepsi gitmişti. (s.21)<br /><br /></span><span class="text text text-15">"Akıllı bir kadınla birlikte olmak istiyorsan, aptal olmaya bak! Çünkü akıllı kadınlar nedense aptal erkeklere bayılırlar, böylece kendilerini tamamlamış olduklarını düşünürler. Aptallık ve zeka bir bütündür çünkü. Biri var diğeri yoksa, yok olan kendini bir eksiklik olarak hissettirir." (s.22)</span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">Bugün nasılsınız?
Dünkü gibiyim.. Dün de evvelsi günkü gibiydim.. İnsan nasıl yıkıldığının farkına varamıyor ki.. Benim asıl hastalığım ne, biliyor musun? İyimserlik... (s.23)<br /></span><span class="text text text-15"><br />"Aradan çok zaman geçti." (s.24)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Umudumu yitirdim.<br />Artık, yapılabilecek en iyi şeyin, sayfalarrı anılarımla doldurmak olduğunu düşünüyorum. Neye yarayacaksa! Yaşadıklarım, yazdıkça kim bilir nasıl bir şeye dönüşecek! Abartacağım, yalan söyleyeceğim, unuttuklarımı anımsıyormuş gibi yapacağım. Sonunda, hikayemi bir başkası yaşamış gibi olacak. Kendimi, sözcüklerin arasında, cümlelerin içinde başka biri olarak bulacağım. Yalanlarıma inanacağım.</span><span class="text text text-15"> Bir zamanlar çocuk olduğuma inanamıyorum. Büyüdüğüme de inanamıyorum. İşe giden, işten dönen, içine kapanık, sessiz adamı sokakta görsem tanımam. Siz tanır mısınız? <br /></span><span class="text text text-15">Adamın
içinde bir köpek havlıyor; hiç susmuyor. Bir parça kemik ele
geçirdiğinde bir an yatışıyor ama sonra yeniden yaygaraya başlıyor.
<br />Köpeğin adı Vicdan. (s.27)</span><br /><br /><span class="text text text-15">Şimdi, kulübesinin önünde, çardağın altındaki koltuğunda asma kabağı gibi sallarak geçmişini seyreden yaşlı bir adamım. Her şeye uzaktan bakıyorum. Bir asma kabağının baktığı kadar uzaktan.. İçim boş.<br />Bence her insan iki kişidir. Birincisi önden gidip yolu açar. Ama belki de kapatır; emin değilim. Öteki bazen irkilerek, korkuyla; bazen de umut ederek onun peşine takılır. Önümdeki beni buraya getirdi; ya da arkamda ki adımlarımı izledi ve işte sonunda buluştuk. Geçip gitmiş zaman böyle bir şeydir; ayak izleri birbirine karışır. Köpek yaşlanır, susar. Adını seslendiğinizde başını bile kaldırmaz.... Artık önümde biri yok; kimsenin peşinden gitmiyorum. Biz, iki kişi, yıllarca birbirimize bakmaktan, birbirimizi anlamaya çalışmaktan yorulduk.... </span><span class="text text text-15">İşte ilk
yalanımı söylüyorum; iyi bir hikayenin kahramanı başına buyruk olmalı,
kalemi tutanın biçtiği role asla sadık kalmamalıdır!</span><br /><span class="text text text-15">Aslında en başa gidip her şeyi yeniden yaşamayı ve gerçekten başına buyruk olmayı dilerdim ama yazmakla yetinmek zorundayım. Yaşadıklarımı</span> bir kez de böyle yaratmanın ne sakıncası olabilir ki? .. Biz ikimiz; ben ve beni izleyen ya da ben ve benim izlediğim adam; anımsızlığın keşfinden geliyoruz. Gemimiz bir yıkıntı halinde karaya vurdu. Bütün merettebat öldü; tanıdğımız yok. <br /><span class="text text text-15">Her şeyi baştan anlatmalıyım. (s.28)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Aslında çocukluğumdan söz etmeyi de isterdim ama yazarken ağlamaktan korkuyorum. Yaşlılık insanı sulugöz yapıyor.. (s.29)</span><br /><span class="text text text-15"><br /><b>Meğer ne derin bir kuyuymuşum ben! </b>Kova, kalbimin, beynimin taş duvarlarına çarpıp durdukça gümbürtüsünü duyuyorum; yankı büyüyor, gerçeği örtbas ediyor. Artık anımsamak istemiyorum. Anımsamak, yaşlı bir adam için fazlasıyla can sıkıcı..</span><span class="text text text-15"> Son günlerimde yalnızca bir tanığım olsun istiyorum. Bir Tanrı ya da bir arkadaş; fark etmez... Benim yerime, o anımsasın... Uzun gecelerimde bana beni anlatsın, sorular sorsun, açıklamalar yapsın ve sözleri bittikten sonra, mümkünse saatlerce sussun.... Yaşım ilerledikçe önem verdiğim şeylerin sıralaması değişti. (s.29)</span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">Neye ve kime ait olduğumu tam olarak kavrayamasam da, neye ve kime ait olmamam gerektiğini yeniden anlıyorum. Henüz, "ben yalnızca kendime aitim" önermesinin dışında bir fikre yakınlaşacak herhangi bir ses duymadım. Ayrıca sözüne ettiğim Tanrı ya da arkadaş henüz hanemize uğramadı.</span><span class="text text text-15"> (s.30)<br /><br />Büyük anlamlar yüklediğim hayatım, başkaları için, salladıkça içinde kar yağan küçücük bir cam kutuydu. Ben yalnızca bir kar tanesiydim. Gerçek bile değildim. Sentetik elyaftım. (s.30)</span><br /><span class="text text text-15"><br />Yaşadığım çağın rengi çamur rengiydi. İç içe geçmiş tonlar kendilerine ait saf, doğal duyguyu anlatamaz hale gelmişler, karanlık bir bütün oluşturmuşlardı. (s.31)<br /><br />Taciz ateşi altındaydım; kafamı içinde bulunduğum siperden kaldırmak istemiyordum. Siper iyiydi, sıcaktı, huzur vericiydi. Ama onu tırnaklarımla kazımış olmamın bir anlamı da yoktu; çünkü yalandı. Bunu bildiğim halde kendimi suçlu hissetmiyordum... (s.31)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Benim yaşadığım çağda düşünce kör bir adamdı. İçimizde ürkek adımlarla yürüyor, bazen sopasıyla tesadüfen yaralarımıza dokunuyordu. O zaman köpeğim havlıyordu. (s.32) </span><span class="text text text-15"><br /><br /></span>Körler için yapılmış delikli bir satranç tahtasının üstünde geziniyor gibiydim. Bir takım eller, bir takım duygular bana ait olup olmadıklarını hala bilemediğim art arda dizilmiş anlar, tuhaf bir ortamda, yakamdan tutup deliklere sokuşturmaya çalışıyorlardı beni. (s.33)<br /><br />Duygularım, düşüncelerim geniş bir zamana, yüzyıllara yayılmıştı; zaman genişledikçe suçlarımı bağışlamam kolaylaşıyordu. (s.33)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Razı olmak var olmak gibi bir şeydi; ya da var olmanın kabul gören bir biçimiydi. Razı olduğumda ahlaklı da oluyordum. Seçimlerimin sahiciliğine olan inancım beni dindar yapıyordu. (s.34)<br /><br /></span>Bakışlarımı görmelerini istemiyordum, o yüzden hep yere bakıyordum. (s.34)<br /><br />Ayaklarımın yere değdiğini hissetmiyordum ama kendi aramızda buna yürümek diyorduk. (s.34)<br /><br />Uzak Asya'da geçen, hayal kırıklığıyla noktalanan bir aşk öyküsüydü bu. Düşünü anlatan kadın, aşkın yıkıcılığına dayanamayıp birçok kez uçurumdan atlıyor, ama her seferinde kendini o aşkın başlangıcında buluyordu. Uçurumdan atlamakla kendine karşı bir suç işlediğini düşünüyor olsa da, vicdani bir sorumluluk hissetmiyordu. Sık sık şu cümleyi söylüyordu: <b>"ben mükemmel değilim ki..."</b> <br />Sonunda, kendini değil de sevgilisini öldürmenin daha kesin ya da hiç olmazsa daha gerçekçi bir çözüm olduğunu anlıyordu. (s.35)<br /><br />Az sonra zırhımı kuşanacaktım; birilerinin hayatını bağışlamayı düşünüyordum ama kimler olduklarını bilmiyordum. (s.37)<br /><br />Vazgeçmiştim. Düşlerimi paylaşmak hoşuma gitmişti. Başka dünyalara yaptığım yolcukları anlatırken, kendi isteğimle otopsimasasına uzanmış gibi oluyordum. Yorumcular, orama burama neşter vuruyorlar, beni didik didik ediyorlardı.Giysilerimi çıkarıp, masumiyetin, açıklığın, vicdani hesaplaşmaların bağışladığı odışı hoşnutluğu giydiriyorlardı bana. Bütün fazlalıklarımdan arınıyordum... Düşlerimde yaşadıklarımı sözcükler haline getirirken, birinin beni okşadığı duygusuna kapılıyorum. (s.41)<br /><br />Küçüklüğümden beri üstüme yapışan yalnızlık halimi aşmaya istek gösterebildiğimi şaşarak fark ediyorum. (s.42)<br /><br />İş arkadaşlarım içeri bakmadan geçmezlerdi; selamlarını alır gülümserdim... Beynimin içine bakıyorlarmış gibi olurdum. Aklımdan kötü şeyler geçirmemeye çalışırdım; düşüncelerimi okumalarından korkardım. (s.44)<br /><br />İş arkadaşlarımın sorgulayan bakışlarına takılıp tökezlememek içim başımı önüme eğip yürüdüm.... Daha önce hiç tutuklanmamıştım. Beni bekleyen geleceğin nasıl bir şey olduğu hakkında en küçük bir fikrim yoktu.... Şu kadarını söyleyebilirim ki, başıma gelecekleri pek umursamıyordum; çünkü yaşadığım hayat canımı sıkyordu.. Geride bırakacaklarımın beni tanımlayan şeyler olup olmadığı konusunda kuşkularım vardı. Bir sürünün içindeydim. sürü kurallarına uymam gerekiyordu. Uyumumu ilan etmek için evlenmiş, çocuk sahibi olmuştum. Sürüyle bir sorunum olmadığını herkesin bilmesi gerektiğini düşünerek işimde ilerlemiş müdür olmuştum. Herkes adımı unutmuştu; "Müdür Bey" diyorlardı bana. (s.45)<br /><br />Beni sıradanlaştıran anların, alışmam için uydurulmuş pek çok duayı çocukluğumdan beri her gün yinelemiş olmama rağmen benimsemekte hala zorlandığım ilişkilerin ve onların hayat bulduğu mekanların; küçük odaların, geniş salonların, binaların, parkların, hatta kentim sevimli meydanlarının, hayvanat bahçelerinin dehşet verici bir öykünün sözcükleri olduğunu hissediyordum. Hep böyle hissetmiştim. Bu yüzden, başıma gelecekleri umursamayı, kendime karşı işlediğim vicdanı bir suç olarak görüyordum... Yaşamımda önemli birşeyler eksikti ama ben neyin eksik olduğunu bilmiyordum. (s.45)<br /><br />Pangloss Karşıtları'na yazdığım düşler, boğulmak üzere olan ruhumu yalanın ve sahtekarlığın denizinden çekip çıkarmak için kendi kendime uzattığım bir yardım eliydi. Oraya yazan herkes aynı şeyi yapıyordu. Bulanık suyun içinde, onlarca el kendi gerçeğini ya da kendi düşünü yakalamaya çalışıyor, birbirlerine değince bir an irkiliyor; buna karşın gerçek hayattaki gibi birbirlerinden uzaklaşmıyor; dokunmaktan, buluşmuş olmaktan korkmuyorlardı. Ama herşeyin bir bedeli vardı. Dindar gibi hayatı hiçe saymanın erdemli olmayı gökyüzü ve yer altı hayaletlerini kutsallaştırır gibi kutsallaştırmanın, hayatın tanıdığı seçim haklarına ve onları sunanlara baş kaldırıp benlikten kurtulmanın açık bıraktığı kapıdan umutlu düşlerle birlikte acı ve mutsuzluk da giriyordu. (s.46)<br /><br />Tek kişilik bir hücrede, sessizliğin büyük krallığın biricik tebaası olarak, yalnızlık bayrağını ruhumun gönderine çekmiştim. Daha iyisi ya da daha kötüsü olmazdı; tıpkı dışardaki yaşamım gibiydi... (s.46)<br /><br />İlk duruşmada hiçbir şey konuşmadılar; dosyaları okur gibi yapıp başlarını salladılar. Hayat hakkında her şeyi biliyorlarmış gibi davranıyorlardı; kibirliydiler. Sonraki duruşmalarda onları daha yakından tanıma fırsaı buldum. Kibirlerinde ne kadar içten olduklarını gördüm. (s.47)<br /><br />Gözlerine bakamazdım, ellerini tutamazdım; kabul etmem gerekiyor ki, o gerçekten vardı! (s.48)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Yollarda yüzlerce insan görüyorum. Yaşamlarının ne kadarının kendilerine ait olduğunu bilmiyorum; yürüyüşleri, dalgınlıkları, uykulu halleri bana hep bunu düşündürüyor. Kopya gibi görünüyorlar. Belki asılları başka bir boyutta, bilmediğimiz bir yerde yaşıyor. Yüzlerine baktıkça kendi düşkünlüklerimi görüyorum. Yenildiğimi; kavram ve nesnelere duyduğum ilginin azaldığını, gün boyu oradan oraya koşturan silüetlerden birine dönüştüğümü, giderek zayıflayan bir ışık demeti gibi yavaşça söndüğümü hissediyorum… Köpeğe sus diyorum, susmuyor… Başkalarından daha başarılı olmaktan vicdani bir kaygı duyuyorum... Savcının sesiyle gerçeğe döndüm. (s.50)</span></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span>"Bu kadar mutsuz muydun?" dedi karım.<br />Sustum "Bunun mutsuzlukla bir ilgisi yok; mutlulula bir ilgisi var," demeyi çok istedi ama diyemedim. Elimi uzatıp yanağını okşadım ve hayretle gözlerine baktım. Ağlamıyordu, nefret etmiyordu, sevmiyordu. (s.51)<br /><br />"Düş görmek suç mu peki?"<br />"Cezayı gerektiren şeyler gördünse, evet!" (s.54)<br /><br />Daha önceki düşlerimde hiç tokat yememiştim, gerçekmiş gibi acı veriyor, gurur kırıyordu. (s.57)<br /><br />"Efendim, ben hukuktan anlamam ama insan ruhunu çok iyi bilirim." (s.61)<br /><br />Olacakları kabullenmiştim; hiç tepki göstermedim. (s.61)<br /><br />"Gittiğiniz yerde vicdanınızın sesine kulan vermeyi unutmayın!" (s.63)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Yıllar süren bir yolculuktan sonra evime dönmüş, yatağıma uzanmış gibiydim ama yorgunluk hissetmiyordum. Biri, bütün bedenimi boşaltmış, içimi huzurla doldurmuştu. Ayağa kalkıp penceremi açmak, dışarı bakmak, neler olup bittiğini anlamak istemiyordum. Aslıma dönmüştüm; çam dallarıyla birlikte sallanıyor, kozalaklarla yere düşüyor, suyla akıyordum. Bir el, hiç incitmeden ruhuma dokunuyor, okşayışlarıyla yaşamımı yoğuruyor, biçim veriyordu. Rahattım; sonunda ortaya iyi bir sanat yapıtı çıkacağından hiç kuşkum yoktu. Iyi bir yaşam, iyi bir öykü, iyi bir son… Bir kitapta okumuştum; bir adam mutsuz biten öykülerin sonunu değiştiriyordu. İşi gücü buydu; öykülerin sonunu değiştirmek… Şimdi, elinde kalemle benim öykümün üstüne eğilmişti. Silgisi de vardı. Kargacık burgacık harfleri özenle siliyor; silgi parçalarını temizlemek için kâğıda üflüyordu. Bağlılıklarım, inandıklarım, önemsediklerim havada uçuşuyordu. Yeniden yaratılıyordum. (s.65)</span></span><br /><br />Üstümden küçük bulutlar geçiyordu. Hayatımın içinden geçen küçük şeyler gibi... O güne kadar hiç önemsemediğim, içime gölgeleri düşen, kıpırtılarını hissettiğim ama bir türlü adını koyamadığım anlar, biçimler ve renkler gibi. Daha önce de bulut görmüştüm ama onları ruhumun gözleriyle hiç seyretmemiştim. Dünyaya, bir kar tanesi gibi, cam bir fanusun içinden bakmaya benzemiyordu bu. Duvarları olmayan bir evdeydi sanki. Doğanın evinde; asıl evimde... (s.67)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Bir insanın hızla yükselebilmesi için kararlılıktan başka neye ihtiyacı olabilir ki? Tabi, bir de ayak oyunlarını öğrenmem gerekiyordu. (s.75)<br /><br /></span>Artık gülen insanların, huzuru bağışlayan tepelerdeki ağaçların, böğürtlenlerinin, yaprakların, dalların, çiçeklerin arasındaydım. Kaderimi sevmeye başlamıştım. (s.76)<br /><br />İlk gördüğümde, Cambaz'ın garip davranışlarını yadırgamıştım. Daldan dala atlayarak durmadan konuşuyor, kafasında uçuşan düşüncelerin hepsini aynı aynda dile getirmeye çalışıyordu. Konuşurken karşısındakinin yüzüne bakmıyordu, söylenenleri dinlemiyordu... Sonraları, onun bu haline alıştım. Kötü bir niyeti yoktu; insanları önemsemiyormuş gibi davranmasının altında yatan nedenler, sandığımdan çok farklıydı. İlişkilerinde, kurallara ve biçimlere bağlı kalmaktan hoşlanmıyor, kırıcı olmak pahasına, içinden geldiği gibi hareket ediyordu. (s.91)<br /> <br />"Ona eskiden her şeyin daha iyi olduğunu söyle! Bir de erdemden ve
sorumluluktan söz et! Ama lütfen her zamankinden daha inandırıcı ol!" (s.94)<br /><span class="text text text-15"><b><br />Ne yazık ki, çabalarımın bir değer taşımadığına tanık oldum...</b> (s.103)<br /><br /></span><span class="text text text-15">O zaman şunu anladım; bilgi, başkaları için bir ihtiyaç değilse hiçbir şey yapamazsınız. Dar bir ırmağın üstünde, küçük bir kayıkla kendi kendinize gider gelirsiniz. (s.103)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">O zaman
şunu anladım; bilgi, başkaları için bir ihtiyaç değilse hiçbir şey
yapamazsınız. Dar bir ırmağın üstünde, küçük bir kayıkla kendi kendinize
gider gelirsiniz. Siz okuduklarınızla parmak kadar da olsa yol
aldığınızı düşünedururken, neredeyse kendi kendinize yarattığınıza
inanmaya başladığınız sorunların içinde anlamsızca debelenirken, onlar
hayattan öğrendikleriyle size tur bindirirler.</span><span class="text text text-15">... </span><span class="text text text-15">Kadınlar birer mutfak faresiydi. Erkeklerinin geçmişlerine, geleceklerine sıkıca tutunmuşlardı ve çoğunlukla bu yazgının dışında bir yaşamı hayal etmeyi başaramıyorlardı. Başlarını o delikten bu deliğe sokuyorlar, tencereleri, toprak çanakları şehvetle yalıyorlar, koku alma duyularını erkeklerinin çoraplarını koklayarak örseleyip, eskimiş ayakkabılar gibi ışıltısız ve terk edilmiş bir halde, günlerin tozuna, toprağına karışıyorlardı. (s.104)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Kalabalıkta yaşamanın kurallarını, insanların davranışlarına bakarak öğrenebiliyordum. Daha önce, ait olduğum ya da bana ait olan, benimsediğim ve beni benimseyen insanların dışında, kimseyle yaşamamıştım. (s.106)<br /><br />Karım yüzündeki aydınlığı kaybetmiş ya da ben yeniden körleşmiştim. Bilmiyorum; belki bu durumda aşk adıyla uydurduğumuz yalanların ayakları altında ezilen duygulardan biridir. Ya da belki aşkı ezen şeydir... Bir aydınlık, bir ışık; dokunmak ve her zaman yanınızda, arkanızda, önünüzde olmasını istediğiniz bir şey... Her neyse, çabucak yok oluvermişti. Nereye gittiğini ne ben biliyordum ne de karım... (s.109)<br /><br />"Ben senin vicdanının değilim"... (s.112)<br /><br />"Yarın var!" dedi. "Çünkü hepimiz bunun için yaşıyoruz. Başka şeylere olan inancımızın, aidiyetimizin artık bir anlamı kalmadı. Güzellik, doğruluk, iyi ahlak sahipliği eğer bugüne aitlerse, onları düşüncemizden silip atabilme cesaretine sahip olmalıyız. Artık yalnızca yarın var.. Bize ait bir yarın var!" (s.115)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Burada bir avuç insanız. Bir gemi battı ve kurtulduk; böyle düşünün.. Birbirimize sarılmak, birbirimizi anlamak ve desteklemek zorundayız. Çünkü birbirimize aidiz ve gerçekte birbirimizden başka hiçbir şeye sahip değiliz.. (s.115)</span><br /><br /><span class="text text text-15">Aynı zamanda hem siyahın hem de beyazın haklılığını; hem başkaldırının hem de boyun eğmenin erdemlerini savunan biri olarak, birbirine karşıt durumların iç içe geçtiği bir tablonun tam ortasında duruyordu. Sözleri bir değer taşımıyordu. Kötü bir resmin içinde, önemsiz bir renk ya da ışık yanlışı gibiydiler. (s.116)<br /><br />Bazen, çok eski gecelerin köpekleri havlıyor içimde. Hareketsiz gölgeler ayaklanıveriyor; salyalarının boşlukta ışıldadığını görüyorum. Eski evlerin , eski ilişkilerin karanlığına meydan okuyorlar. Düşman belledikleri şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Belki bir hırsız, belki yalnızca ağaçların hışırtısı... Belki yıllarca yaşamadığım şeylerin, geciktiğim buluşmaların, ruhumun derinliklerindeki pişmanlıkların baş kaldırısı... Adı ne olursa olsun, bu sesleri kendime karşı bir isyanın başlangıcı olarak algılıyorum. Susmuyorlar, yırtınıyorlar; bağırmaktan ciğerleri parçalanıyor. O zaman, akıl çıkınımda ne varsa ortaya döküyorum. İdeallerim, bağlandığım, aldandığım, büyüsüne kapıldığım görüntüler, bugünün gerçekliği dediğimiz her şeyin dışında kalan her şey... Önlerine atıyorum. Ama yine susmuyorlar... <br />Aslına bakılırsa gece de yok, köpeklerde yok; yalnızca ben varım. Kendimi aşıyorum, kendimi yadırgıyorum. Kendimi düşman bellemişim; kendimi ısırıyorum... Geçmişte ne oldu derseniz, yanıtım şudur; geçmişte hiçbir şey olmadı... (s.121)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Bunca yıl sonra anladığım tek şey şu; ben bir açım ve yalnızca kendi hayatıma diş geçirebilirim. Yasallığı olan biricik suç biçimi budur. (s.122)<br /><br /></span>Zamanın kanatları açılıp kapandıkça, anladıklarımız, anlamadıklarımız birbirine benzemeye başlamıştı. (s.125)<br /><br />Uzakta kalan şeyler, gitgide daha da uzağa çekiliyorlardı. Yakınlaştıklarım, gitgide daha da yaklaşıyorlardı. (s.125)<br /><br />"Eskiden her şey daha iyiydi," diyordu ihtiyar. <br />Hangi eskiden, neye benzeyen bir geçmişten söz ettiğini bilmiyordum; çocukluğundan mı, gençliğinden mi, on yıl öncesinden mi? Yok daha dün, kemanın tellerinden biri kopmadan hemen öncesi mi? (s.125)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Hayat böyle bir şeydi. Bazı duygular, bazı istekler zaman zaman ötekileri yeniyor, ruhumuzu yoldan çıkarıyor ya da yola getiriyordu. (s.126)<br /><br /></span>Zamanın kanatları açılıp kapanıyordu.<br />Bazen hepimizi içine alıyordu; karanlığa gömülüyorduk. Bazen de dışında kalıyorduk. Yağmur aldında...<br />Kış Bahçesi'ndeki ilk yıllarıma ilişkin çok az şey hatırlıyorum. Ama gecelerimiz uzundu, arkadaşlığımız iyiydi. Şarabımız boldu. (s.129)<br /> <span class="text text text-15"><br /></span>"Böyle bir yağmuru daha önce görmedim," diyordu ihtiyar. Sonra
ekliyordu: "Eskiden her şey çok daha iyiydi". Her şeyin çok daha iyi
olduğu zamanlara hala uzaktım. Geçmişe değer vermenin bir anlamı olduğu
konusunda da kuşkularım vardı. (s.130) <br /><br />Anlamadıkları bir gerçeği anlamayı umut ediyor gibiydiler. (s.135)<br /><br />Yeniden doğmuştuk. Birbirimize yaslanmayı, birbirimizden hız almayı yeniden öğreniyorduk. (s.159)<br /><br />"Sana güvenmemeliydim." (s.167)<br /><br />"Sen küçük bir adamsın; çünkü vicdanın var." (s.167)<br /><br />"Bunları seni kötülemek ya da çocukça bir intikam almak için söylemiyorum... Yalnızca anlamını istiyorum; ben gerçeğe ilk kez tanıklık etmiyorum... Kusura bakmayın, birbirimizi yanlış tanımayalım istedim..."<br /> Acı birşey di bu. Sessizlikten başka hiçbir yanıtım yoktu. Dilim ağzımda büyümüştü. Kekre bir tat alıyordum; bu benim kendi tadımdı.... Başka bir şey söyleyemedim. Yaşamımda ilk kez yenilmiştim. (s.168)<br /><br />Zorluklarla savaşmayı bilmiyordum. Yalnızca kendime ait zorlukların gerçek olduğuna inanıyordum. (s.169)<br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Siz insanlar, doğaya ait olduğunuzu düşünüyorsunuz ama aslında buna bir değer biçmiyorsunuz. Değer biçiyormuş gibi davranıyorsunuz! Sizin düşünceleriniz, benim de ait olduğum doğanın değil, kendi doğanızın bir ürünü.. Siz yağmuru gördüğünüz, kokusunu duyduğunuz an, ondan yararlanmanın yollarını arıyorsunuz. Siz rüzgarı hissederken değirmenleri varsayıyorsunuz. Güneş doğarken kafanızda o günün telaşı uçuşuyor. Niyetlerinizi, geleceğinizi, amaçlarınızı çok önemsiyorsunuz.. </span></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Ancak, arada bir takım şeyleri atlıyorsunuz.</span></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt"> (s.196)</span></span><span class="text text text-15"><br /></span></span></span></p><p><span class="text text text-15" style="font-family: inherit; font-size: small;">Ama bazen öyle bir an gelir ki, sahip olduğunuz her şey sizin düşmanınız olur... Yarattığınız bütün şeyler, ideolojiniz, mükemmelliğiniz ahmaklıktan başka bir şey değil... Doğadan başka bir ütopyaya hiçbir zaman sahip olamayacaksınız... (s.198)<br /><br />"Korkuyorsunuz değil mi? Geleceğinizden korkuyorsunuz... Sizi olumlayan, arkanızda duran hiçbir düşünce yok! Tanrınız, aşkınız; bütün bunlar yalan... Kıçıkırık bir köyde yaşıyorsunuz, doğa size değer vermiyor, aşağılıyor; kendi anlamınızı gerçekleştiremiyorsunuz... Çünkü sizin dışınızda bir güç, size bir anlam yüklemiyor... Bir tanrınız bile yok! (s.198)<br /></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><br /><span class="text text text-15">Bir de şunu diyeceğim; aslında gerçek diye bir şey yoktur. Sana ait bir şey vardır.Yeni bir tanrı icat etmeyi aklından bile geçirme... (s.203)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15"><b>Yıllar nasıl akıp gitti, farkında değilim.</b><br />Sanki yalnızca unutmadığım şeyler gerçekti; bazı isimler, bazı yollar, bazı çiçekler, bazı düşünceler. (s.206)<br /><br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Aslında hiçbir şeyin derin, tanrısal bir anlamı yoktu. Çünkü Tanrı yoktu; derinlik yoktu. Anlam yoktu. Hepimiz, yok olup gitmenin baskısı altında, böyle bir anlama ihtiyaç duyuyorduk.Başkalarıyla dayanışmanın, başkalarına kol kanat germenin çekiciliğine kapılıyorduk. Dünyanın nesnel varlığının bizim dışımızda da hükmünü sürdüreceği gerçeği gözümüzü kamaştırıyordu.Ama yalnızca o kadar...Gözümüzü kamaştıran ışığı da aslında biz yaratıyorduk. (s.207) <br /><br />Ahlaki bir doğru var mıdır? Varsa gerçekle ilişkilendirilebilir mi? Bütün bunlardan emin değilim. (s.213)<br /><br /></span></span><span class="text text text-15">Gerçek olmak için yanlış yapmayı öğrenmelisin... Gerçeğin yolu tek kişiliktir. O yolda bir tek şeyi gerçekleştirebilirsin; kendini… Başkalarını da gerçekleştirmeye kalkışırsan, asıl gerçeğin, yani nesnel gerçeğin hükmüne tabi olursun… Ve biliyor musun, o gerçek, daima, senin tasarladığından farklı bir yolda yürür. Apışıp kalırsın. (s.214)</span><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><br /><br /></span></span><span class="text text text-15">İnsanların birlikte yapamayacağı şeyler vardır; işemek de bunlardan biridir. (s.215)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Biliyor musunuz, hep şu duyguyla yaşanır; biri gelip sizi bulacak... Bütün yaşadıklarınızı aklayacak ve gerçekten yaşamış olduğunuza sizi inandıracak. Oysa hepsi bir yalandır. Bir ölüyü elinden tutup kimse ayapa kaldıramaz. Onun konuştuklarını kimse anımsamaz. Sözcükler ormandaki yapraklar gibi çürür. Var oldun ve ormana gömüldün! Demek ki artık kuşların kursağındasın...</span><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt">İnsan,
aklanmayı, olumlanmayı, bağışlanmayı kendi uyduruyor. Cennet ve
cehennem gerçekten olsaydı suç işlemezdik, kırmazdık, öfke diye bir şey
olmazdı. Bütün bunları yaptığımız için bu masallara gereksinmemiz var.
Çünkü cadılarla, kötü devlerle, zebanilerle, şeytanla, yani uydurduğumuz
yalanla savaşarak kendimizi iyi hissetme olanağına sahip oluyoruz.
Gerçek savaşların ve gerçek barışların yerine bunları koyuyoruz. Hiçbir
masala gerçekten inanmıyoruz; inanıyormuş gibi yapıyoruz; ahlaksız
birinin korkularına sığınıyoruz. Düzmece, vicdanı dışlayan, biçimsel bir
ahlak uyduruyoruz ve bu ahlak korkularımızla besleniyor. (s.217)</span></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Eksilince anladık ki, arkadaş denen şey bir sakidir; ruhumuzun kadehini doldurur. Bizi yatıştırır, bize boyun eğer, bizi reddeder, hasta eder, iyileştirir, arkamızda durur, terk eder... Bazen çekip gittiğini unuturuz, hala varmış gibi davranırız. Çünkü o kadehi doldurmaya devam eder. Çünkü biz hep içeriz. (s.218)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Yaşlılık! Bütün defterlerin son sayfası! Açmaya korkarsınız. Kendiliğinden açılır.. (s.218)</span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">İnançsızlar inancı övüyor, yüreksizler sevgi aşılıyor; bu nasıl iş? (s.220)<br /><br /></span><span class="text text text-15">Kendiyle derdi olmayanların başkalarıyla da derdi yok, biliyor musunuz? (s.223)<br /><br /></span><b>Bakışlarında ki hüznün yok olması için günlerce bekledim. </b>(s.225)<br /><br /><span class="text text text-15"> <br /> Şarkıları bu kez eşim seçti, benim eski paylaştıklarımı çok bunalım bulmuş paşam :)<br /></span></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="307" src="https://www.youtube.com/embed/A9TRIh6z-n4" width="369" youtube-src-id="A9TRIh6z-n4"></iframe></span></span></div><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="308" src="https://www.youtube.com/embed/d_HlPboLRL8" width="370" youtube-src-id="d_HlPboLRL8"></iframe></span></span></div><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="312" src="https://www.youtube.com/embed/07xTvC5a9YQ" width="376" youtube-src-id="07xTvC5a9YQ"></iframe></span></span></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-10705078896663422602024-01-25T01:30:00.004+03:002024-01-25T02:02:36.581+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 27<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfH1BL_GeJpjT8XwH_ZNhjGS0Je5vZ8TVh8MkORvQ0FlJRumm1lkcNqDkSn0dw9Zr7VSuc43KklKInQn-qOM8igmMRxBM4xHEumBZcwbn2BE98AJzW9mHsztG577oULRs_a0iziwPeONEevVK1Guw6YG9JR5oxxKofXrNYPZ5cp4N9Wev4_Yy_opyj7zmW/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="183" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjfH1BL_GeJpjT8XwH_ZNhjGS0Je5vZ8TVh8MkORvQ0FlJRumm1lkcNqDkSn0dw9Zr7VSuc43KklKInQn-qOM8igmMRxBM4xHEumBZcwbn2BE98AJzW9mHsztG577oULRs_a0iziwPeONEevVK1Guw6YG9JR5oxxKofXrNYPZ5cp4N9Wev4_Yy_opyj7zmW/w179-h183/kkttpp.jpg" width="179" /></a></div> <br /><span class="text text text-15">Biliyor musun, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp, topraktan söker gibi çekip atması, kimi zaman yararlı oluyor.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Ivan Turgenyev-</b></span><p></p><p><span class="text text text-15">İnsan bazen kendisini köşeye çekip dinlenmeli, ruhunu hissetmeli.<br /><b><span style="color: red;">-Özgür Bacaksız-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi niyetim yok.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Stefan Zweig-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br />Ben de burada, hala kulak vermek isteyenlere, hala kuşku duyabilenlere, hala incinebilir olanlara, acılarını bastırmayı henüz alışkanlık haline getirmemiş olan ve bu sayede de acıyı taşıyabilenlere sesleniyorum. Umudumuz onlardadır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b><span class="text text-14">Arno Gruen-</span></b></span></p><p> <span class="text text text-15">"Sence çok korkunç biri değil miyim? Taş kalpli?"<br />
"Eminim bunun için sebeplerin vardır."<br /><b><span style="color: red;">-Haruki Murakami-</span></b></span></p><p><span class="text text text-15">Aşırı doğruluk, aşırı haksızlık getirir. Yasa koyanın aklı o kadar yanılmaz, o kadar kesin midir ki, buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin? Yasa bütün suçları bir kaba koyacak, çalmakla öldürmeyi aynı gözle görecek kadar katı ve duygusuz değildir. Doğruluk boş bir laf değilse, bu iki suç arasında dağlar kadar ayrılık vardır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Thomas More-</b></span></p><p><span class="text text text-15">Hayat planlarımızda en sık, hatta neredeyse zorunlu olarak dikkate almadığımız ve hiç hesaba katmadığımız şey, zamanın bizzat bizde meydana getirdiği değişimlerdir. Elde ettiğimizde artık bize uygun olmayacak şeyler için didinip durmamız ya da bir işin farkına varmadan gücümüzü çalan hazırlık çalışmalarıyla yıllarımızı harcamamız bundandır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Arthur Schopenhauer-</b></span><br /><span class="text text text-16"><span class="text-alt"><br /></span></span><span class="text text text-15">İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlar adına uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Charles Bukowski-</b></span><br /><span class="text text text-16"><span class="text-alt"><br />Benim için bütün oyunlar, romanlar, hikayeler herkesin anladığından başka bir anlam taşıyor. Bütün hayat, bütün insanlık bu kitaplarda anlatıldı, bitirildi. Yeni bir şey yaşamak, yeni bir kitap tanımak oluyor benim için. Kitaplarla ve onların yazarlarıyla birlikte yaşıyorum. Önsözlerle yaşıyorum. Hiç bir yazar şaşırtmıyor beni: çünkü hayatlarını sonuna kadar biliyorum. Gerçek dediğiniz dünyada ise kimin ne yapacağı belli değil. Her gün şaşırtıyorlar beni.<br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b></span></span><br /></p><p>Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl
sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayallerin
neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız
seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak insan kimdir?
Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatrını sor bu vesileyle.
Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında ufacık bir şey
danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış
yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir
tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok
daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika
bedava konuşma hakkım var çünkü.<br /><b><span style="color: red;">-</span><span class="authorOrTitle"><span style="color: red;">Emrah Serbes-</span></span></b><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><br />İnsanın karşısındakine duyduğu güven ve inancın eşlik ettiği bir uyuşmazlık neden olmasın? Görüş ayrılıkları ve uyuşmazlıklar neden karşıdakini reddetme anlamına gelsin? Yıllar yılı hemen hemen her konuda anlaşan iki insanın belirli bir konuda şiddetli bir uyuşmazlığa düşmesi neden bir felaket olarak görsün ve bu durum neden onların birbirlerini hiç tanımamış olduklarının belirtisi sayılsın? Birbirinden farklı iki insanın, zevklerden ideolojilere varıncaya kadar akla gelen her konuda sonsuza kadar uyuşması nasıl mümkün olabilir? Birlikte olmak neden birbiriyle anlaşmak anla mına gelsin? Sağlam bir ilişkiye neden “Ne kadar da iyi anlaşıyorlar” gözüyle bakılsın? Atomun pozitif protonu ile ne gatif elektronunu ele alalım: Bunlar arasında ahenkli bir ilişki yok mu? Hele bir de, ancak madde ile birlikte var olabilen anti-madde düşünülecek olursa.<br /><b><span style="color: red;">-Gündüz Vassaf-<br /><br /><br /></span></b></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="324" src="https://www.youtube.com/embed/qj3QPx089g4" width="389" youtube-src-id="qj3QPx089g4"></iframe></b></span></span></div><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="320" src="https://www.youtube.com/embed/28ds69kqY8s" width="385" youtube-src-id="28ds69kqY8s"></iframe></div></b></span></span><br /><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-62322972019822699982024-01-24T19:39:00.001+03:002024-01-24T19:41:40.397+03:00Karikatürler - 1<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="420" data-original-width="440" height="337" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgOLjNkNsRaBoBo-bA3FkIHc-gTTZ9zH2AGAwmUc2qJBYmfQOFH7_4twgNAQAEpVuhFe1ceb37eeC7G5sz1MGxhUXq0zgPS5h6XW9t5LOg82QP254veUuePNGWRHoHRT8TSPcrerdXztT0Wr75nhtpFfJbHAPE_BY7-9iTO7HdFhCLfm814Tuc2rCuo8cD-/w354-h337/k5.jpg" width="354" /></div><br /></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBihZiNbhK1IqHjG3EdJJQ1O05sOQjM5wUKu8KdQT7ble46ooIqHRZ5mm0PxdJIMjeIhiRm_9Uuf_hoQ98hK7AaJ7836A-yXsnYjBGHhIYrfu6kKw8aIjY5hSxCOVzPrbIE4Ci8VsrzSspL0mDAPBQG1G_nA1km-ttHoLmYtVNPx4gx2TUXVvIYuwmvh_N/s500/k4.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="375" data-original-width="500" height="288" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgBihZiNbhK1IqHjG3EdJJQ1O05sOQjM5wUKu8KdQT7ble46ooIqHRZ5mm0PxdJIMjeIhiRm_9Uuf_hoQ98hK7AaJ7836A-yXsnYjBGHhIYrfu6kKw8aIjY5hSxCOVzPrbIE4Ci8VsrzSspL0mDAPBQG1G_nA1km-ttHoLmYtVNPx4gx2TUXVvIYuwmvh_N/w384-h288/k4.jpg" width="384" /></a></div><br /><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3lEh3BsEYYRH0OVOYnsOPgrAYDJG4l5IRS7dkVtL2EXqxxxns7p2kSdEcjsynpPHl_L59uWlnqGU5juCItGyVwLqYymqn-AZNaT8qUD57Ur9XN-NDJgDBQK1wxE6mWCmq1lYDR5Arx5uEWSGVEAF7_IvPBsQDGYE4nEayJs4u7wISSBefB_dKzX8JQX1j/s567/k6.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="567" data-original-width="482" height="413" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3lEh3BsEYYRH0OVOYnsOPgrAYDJG4l5IRS7dkVtL2EXqxxxns7p2kSdEcjsynpPHl_L59uWlnqGU5juCItGyVwLqYymqn-AZNaT8qUD57Ur9XN-NDJgDBQK1wxE6mWCmq1lYDR5Arx5uEWSGVEAF7_IvPBsQDGYE4nEayJs4u7wISSBefB_dKzX8JQX1j/w351-h413/k6.jpg" width="351" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivudxt0q2NpI5AurPYu7PmnOHOkNP8qhONylpTMdQCqpuhVidpkjO-Z9Hdnq9EJnpfxvGpeNzZB6nwUWIxybu3zLwNRrIpMLE15KhmsfCYbhOlf8y28DVeOg2RTEJ2_TNudnSYWFYQ-z1jJGliDI_NBadkRfqYschXhExDgHZhdEBtuZqqLLpJ4lwqIjPR/s480/k7.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="338" data-original-width="480" height="271" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivudxt0q2NpI5AurPYu7PmnOHOkNP8qhONylpTMdQCqpuhVidpkjO-Z9Hdnq9EJnpfxvGpeNzZB6nwUWIxybu3zLwNRrIpMLE15KhmsfCYbhOlf8y28DVeOg2RTEJ2_TNudnSYWFYQ-z1jJGliDI_NBadkRfqYschXhExDgHZhdEBtuZqqLLpJ4lwqIjPR/w386-h271/k7.jpg" width="386" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhxPMUgWK0uTaiTUpglxt9y3QTLRwC9WYHsG75Ko1uu5gVTKNpfC-Wi1L071JOF4JrQQOrAZbwKteNx2aedtvxEV7NO8QfNRXvhX74ce2Hm8A5NBcZJiNt2c0jAi_gEmj8B1_MsNn5tykCi3BhQMEme8Y66t0aOS50zoxqkyPPQNLc_fU8yfzpUi1d4FpB/s346/k8.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="308" data-original-width="346" height="341" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhxPMUgWK0uTaiTUpglxt9y3QTLRwC9WYHsG75Ko1uu5gVTKNpfC-Wi1L071JOF4JrQQOrAZbwKteNx2aedtvxEV7NO8QfNRXvhX74ce2Hm8A5NBcZJiNt2c0jAi_gEmj8B1_MsNn5tykCi3BhQMEme8Y66t0aOS50zoxqkyPPQNLc_fU8yfzpUi1d4FpB/w383-h341/k8.jpg" width="383" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGYd4qVdlWjfR6h1LlEqb9xoeWhyFNEOY2VYKIO3UVfyh73XO3Y5MsLHrw2xlfUyhFQh_Rv5FkLgysFsn86vV9yzhhhYTI31Hg_LKeKqwhfzVPQwGZByapdU3FuWPa7qzxjMWQ9T3G5xtZonAQt7ZemH1hERKmi0PPkZK8PwvyCMKzYjmVRrTJgLD7tZMO/s720/k9.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="617" height="441" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGYd4qVdlWjfR6h1LlEqb9xoeWhyFNEOY2VYKIO3UVfyh73XO3Y5MsLHrw2xlfUyhFQh_Rv5FkLgysFsn86vV9yzhhhYTI31Hg_LKeKqwhfzVPQwGZByapdU3FuWPa7qzxjMWQ9T3G5xtZonAQt7ZemH1hERKmi0PPkZK8PwvyCMKzYjmVRrTJgLD7tZMO/w378-h441/k9.jpg" width="378" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUGCtQZ2eWNBf2CfoLWNeg8u0S-Q7Cw8bzBP8_KY5dsxQE4V24jO4hJ-95cAjExhw8OWkyRMdy4FJW60UMLy27rKK9X5cONBtoOf2TxY3VRRfmRA4pYxpC48KVJgvNgnAazu14sP6dVKoUjyJqFvXifne9enS218NOWcAYle1kmq3ummY2RNVK0T__o3wR/s918/k10.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="918" data-original-width="761" height="413" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhUGCtQZ2eWNBf2CfoLWNeg8u0S-Q7Cw8bzBP8_KY5dsxQE4V24jO4hJ-95cAjExhw8OWkyRMdy4FJW60UMLy27rKK9X5cONBtoOf2TxY3VRRfmRA4pYxpC48KVJgvNgnAazu14sP6dVKoUjyJqFvXifne9enS218NOWcAYle1kmq3ummY2RNVK0T__o3wR/w342-h413/k10.jpg" width="342" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpj6Hvlz7ptWkzTlglb0KOEt8Id0BDcmUi2UNkjrr-PxUdBaLEQNqcOXRVBBlBBg7omfzt24UquqO9KNxvBkptzzyw_JtWunxy3HuWinYV-xjstbtfRc72HdcyW-nF82OH7P-x5v1OsV80BJ5Sy-CGhOuqI33gWg9qdpsnHET4FofbW_HGfT7f-yWzC4fu/s829/k11.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="663" data-original-width="829" height="326" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjpj6Hvlz7ptWkzTlglb0KOEt8Id0BDcmUi2UNkjrr-PxUdBaLEQNqcOXRVBBlBBg7omfzt24UquqO9KNxvBkptzzyw_JtWunxy3HuWinYV-xjstbtfRc72HdcyW-nF82OH7P-x5v1OsV80BJ5Sy-CGhOuqI33gWg9qdpsnHET4FofbW_HGfT7f-yWzC4fu/w408-h326/k11.jpg" width="408" /></a></div><br /> <p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-3487374469099152242024-01-24T18:43:00.007+03:002024-01-24T23:05:32.820+03:00Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi! <p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1nCCKn86aoX3giEmS30EHyEnrjuXKS25-tWsLrr8fh1s1yQE9WIceFePLyAY2EEYHSAaQp3jz9hQpOLETsXZ3LDD2zDPUK8rRSLHddKgO7aiwe7rpkD6FTqAfwRdsvdzKDCwLwPm_1G-WS460_gzuBTmQRpZspSBD1D4V12lLfiF2d_hcojGln9yuBJ1B/s1040/u%C4%9Fur.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1040" data-original-width="736" height="298" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1nCCKn86aoX3giEmS30EHyEnrjuXKS25-tWsLrr8fh1s1yQE9WIceFePLyAY2EEYHSAaQp3jz9hQpOLETsXZ3LDD2zDPUK8rRSLHddKgO7aiwe7rpkD6FTqAfwRdsvdzKDCwLwPm_1G-WS460_gzuBTmQRpZspSBD1D4V12lLfiF2d_hcojGln9yuBJ1B/w211-h298/u%C4%9Fur.jpg" width="211" /></a></div><p></p><p><span class="text text text-15">Bugün Uğur Mumcu'nun katledilişinin 31. yıl dönümü. Hangi gerçekleri söylediği ya da söylemek üzere olduğu için sustuluruldu hala muamma. Onunla birlikte cemaatler tarikatlar tarafından hedef gösterilmiş, katledilmiş onlarca isme saygılar. Işıklar için de uyuyun. <br />Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı, Türkan Saylan, Turan Dursun, Ali Tatar ve niceleri...<br /><br /><br />"Düşünenlerin öldürülmemesi, öldürülenlerin hiç unutulmaması dileğiyle"....<br /><br />"</span><span class="text text text-15">Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır derler ya, inanmayın sakın".<br /><br />"</span><span class="text text text-15">Koyunlar için değişen bir şey yoktu, nasıl olsa, bu düzende de bir başka düzende de kendi ayaklarından asılacaklardı"<br /><br />"</span><span class="text text text-15">Devrim yasak, evrim sakıncalı, döneklik yararlıdır azgelişmiş demokrasimizde".</span><span class="text text text-15">.<br /><br />"</span><span class="text text text-15">Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar".</span></p><p><span class="text text text-15">"Kıssadan hisse: Görünüşe aldırmayacaksınız ve aldanmayacaksınız!"</span></p><p><span class="text text text-15">"Niye bu kadar cahilsin evladım? Niye hiç okumuyorsun yavrum? Niye hiç okumadan, araştırmadan hep küfrediyorsun canım evladım?"</span></p><p>"<span class="text text text-15">Domuzlar, oldum olası, olacakları bilirler, ancak domuzluklarından ses çıkarmazlardı".</span></p><p>"<span class="text text text-15">Çağlar boyunca daha iyi, daha güzel, daha aydınlık bir dünya isteyen insanlar, düşünceleri uğruna çok eziyet çektiler, öldürülmeyi göze aldılar, öldürüldüler".<br /><br />"</span><span class="text text text-15">Nasıl bir duygudur bu?. Bir insan, hiç gözünü kırpmadan, bir başka insanı nasıl öldürebilir? Nasıl bir kin yerleşmiş katillerin yüreğine?. Kim yetiştirmiş bunları böyle?"</span></p><p><span class="text text text-15">"Türkiye, az gelişmiş değil geri bırakılmış bir ülkedir".<br /><br />"</span><span class="css-901oao css-16my406"><span class="css-901oao css-16my406">Anayasaya bakarsanız , yasa önünde herkes eşittir.Uygulamaya göz atarsanız , insanlar çeşit çeşittir."</span></span></p><p><span class="text text text-15">"Yaşamın katı gerçeği, bütün uydurmaların sınırını aşar. İnsanoğlu öyle katı gerçekler yaşar ki, bunları yaşamadan uydurmanın olanağı yoktur. İşte bu yüzden, yaşanmış kimi olaylar, anlatınca kimsenin inanamayacağı denli, gerçekten daha gerçektirler".</span></p><p><span class="text text text-15">"Muhafazakârlık, "muhafaza" ve "kâr" hecelerinden oluşuyordu"...<br /><br />"</span><span class="text text text-15">İslamcı gençlik, Necip Fazıl’ın Demokrat Parti döneminde Başbakan Adnan Menderes’in emri ile örtülü ödenekten para aldığını bilir mi? Nereden bilecek, bilmez!"</span></p><p><span class="text text text-15">"Vicdan sustu.
<br />Hukuk sustu.
<br />İnsanlık sustu.<br />
Göz göre göre öldürüldük ey halkım,unutma bizi"...</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/SK1bTVsHmmU" width="379" youtube-src-id="SK1bTVsHmmU"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="317" src="https://www.youtube.com/embed/A4bq3vNA7ts" width="381" youtube-src-id="A4bq3vNA7ts"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="313" src="https://www.youtube.com/embed/psRMdeVnfVw" width="376" youtube-src-id="psRMdeVnfVw"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-62535240060490274722024-01-24T01:28:00.005+03:002024-01-24T01:43:01.271+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 26<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjglpByReyVc_RGK0R3YUZuvin88loiFDrJV43wUm4dnGbJ1UvXI2WiuwWireKO33YAXTmBrhcT_BFY3t_E0oSwuQIQ1W0ulsQFBKzjXe3GXKbo82j9Dd1b47ktjQnc_nwM5LdBOZdpXEJiQ84-l_JL5xJFDjTxEFkbZAeTGp5SXZ5FoES6SRJz3-UGFsOn/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="174" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjglpByReyVc_RGK0R3YUZuvin88loiFDrJV43wUm4dnGbJ1UvXI2WiuwWireKO33YAXTmBrhcT_BFY3t_E0oSwuQIQ1W0ulsQFBKzjXe3GXKbo82j9Dd1b47ktjQnc_nwM5LdBOZdpXEJiQ84-l_JL5xJFDjTxEFkbZAeTGp5SXZ5FoES6SRJz3-UGFsOn/w170-h174/kkttpp.jpg" width="170" /></a></div><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Ne demek istediğimi açıklayamam.
<br />Açıklayabilseydim bile, bunu yapmak içimden gelir mi, pek emin değilim. <br /><b><span style="color: red;">-Oruç Aruoba-</span></b></span><span class="text text text-15"><br /><br /></span><span class="text text text-15">Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan, insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak istiyorum.<br /><b><span style="color: red;">-Jack London-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Sabahları uyandığında hayatta olmanın, sevmenin, mutlu olmanın ve düşünmenin nasıl bir ayrıcalık olduğunu düşün.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Marcus Aurelius-</b></span><br /><span class="text text text-15"><br />Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye, zaman ki sana hasta olmuş, incelikli haytasın. Nüks ederken raksına mahallenin maşallahı, eyvallahı, güzelleş be oğlum şimdilik ölümüne kadar hayattasın.
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.<br /><b><span style="color: red;">-Metin Kaçan- </span><br /></b></span><p></p><p><span class="text text text-15">Tutku kendi karanlığını en çok gizlediği zaman belli eder kendini, tıpkı en karanlık göğün en azgın fırtınayı bildirmesi gibi.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b><span class="text font-medium text-16">Stendhal</span><span class="text text text-16">-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">İdrak yanılsaması... Ne güzel bir hastalık. Bulduğum beş kişinin dosyasında da aynı şey yazılıydı. Onların idrakleri yanılıyor. Ne bildiklerini biliyorlar ne bilmediklerini. Her şey bir muamma onlar için, ama bunun bile farkında değiller.<br /><b><span style="color: red;">-Mine Söğüt-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br /></span><span class="text text text-15">Herkes dedi ki otuzlar çok rahat.
Otuzlar şahane. Bu rahatlama yaşı ben kaça gelirsem bir sonraki on yıla
taşınıyor olmalı. Şimdi de 'of , asıl kırklar... Kırklarda başlıyor
hayat,' diyorlar. Tüm dünyanın örgütlenip bana toplu şaka yapacağı kadar
da değerli değilim üstelik.<br /><b><span style="color: red;">-Sinem Sal-</span></b></span><br /><span class="text text text-15"><br />Bir kişinin bir kelimeyle kastettiği bir diğerininkiyle tam tamına aynı değildir ve her farklılık, ne kadar küçük olursa olsun, sudaki bir halka gibi yayılır dilin bütününe. Bu yüzden her anlama aynı zamanda bir anlamama, düşünce ve duygulardaki her mutabakat aynı zamanda bir ayrılıktır.<br /><span style="color: red;"><b>-</b></span></span><span style="color: red;"><b>Byung-Chul Han-</b></span></p><p><span class="text text text-15">Kalabalığın o yersiz, lüzumsuz neşelerine, kahkahalarına aldırma. Hepimiz kavruk hayatlar yaşıyoruz...<br /><b><span style="color: red;">-Selim İleri-</span><br /></b></span></p><p>Gerçek dünyada, her ne kadar mutlu, adil ve hoş olduğu
ileri sürülebilirse de, her zaman sürekli karşı koymamız, üstesinden gelmemiz
gereken çekim yasasının hakimiyeti altında yaşarız. Fakat düşünce dünyasında
çekim yasasının denetiminden kurtulmuş, düşkünlük ve sefaletten azade bedensiz
ruhlar gibiyizdir. Dolayısıyla bu yeryüzünde soylu ve verimli bir kafanın
umutlu ve iyimser bir anda kendisinde bulacağı mutlulukla kıyaslanabilecek bir
mutluluk yoktur.<br /><b><span style="color: red;">-Arthur Schopenhauer</span></b></p><p><span class="text text text-15"><span class="text-alt">"Sevmeyi özledim biliyor musunuz?" Kayıtsız şartsız bir gülüşü. Bir doğruya sevinmekten çok bir saçmalığa gülümseyebilen hoşgörüyü. 'Nerde kaldın' ayazını değil, 'hoş geldin' iyiliğini. Hiçbir şeyle yatışmayan yürek telaşını. Kapı zilleriyle telefon arasında tükenmeyi. Geceyi bir hayal hazinesine çeviren uykusuzluğu. Kendimi severek yürümeyi kalabalıkta. 'Göğe bakma duraklarını' özledim. Yağmuru kirpiklerden içmeyi. Yumruk kadar bir yüreğe dünyayı sığdırma hünerini. 'Sana sevinç verdiğim sürece ben buradayım' zenginliğini özledim. Başka kentlere vuran rengini güneşin. Başka sokakların telaşıyla çoğalmayı. Dünyayı yudum yudum aşka çeviren yalnızlığı...<br /><b><span style="color: red;">-Şükrü Erbaş-<br /><br /><br /></span></b></span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="331" src="https://www.youtube.com/embed/MeLepT9wAG8" width="398" youtube-src-id="MeLepT9wAG8"></iframe></b></span></span></div><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><br /></b></span></span><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="331" src="https://www.youtube.com/embed/Q3Kvu6Kgp88" width="398" youtube-src-id="Q3Kvu6Kgp88"></iframe></b></div><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="336" src="https://www.youtube.com/embed/DaAx_WVY7iM" width="404" youtube-src-id="DaAx_WVY7iM"></iframe></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div></b><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-11323305338254629812024-01-23T00:32:00.006+03:002024-01-23T01:00:49.450+03:00Altı Çizili Kitap Cümleleri - 25<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWyEovubEELpODedWfj7tdPcpt_QB3Rc3zyLWVwagGSX7LRCGd2F_GnOfb1qjlmkwd1xWGyeEmJW3jp36zND72B0MTyJOUVr6_GTTGwuxJ73lJBM9_tgRu4S9XByElyzLeqqokpK285f5AB6x-IdOczaEMdr2kgSDO1h_ysBRS2EjGzLGSwKIM-P2CLQXF/s200/kkttpp.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="195" height="173" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhWyEovubEELpODedWfj7tdPcpt_QB3Rc3zyLWVwagGSX7LRCGd2F_GnOfb1qjlmkwd1xWGyeEmJW3jp36zND72B0MTyJOUVr6_GTTGwuxJ73lJBM9_tgRu4S9XByElyzLeqqokpK285f5AB6x-IdOczaEMdr2kgSDO1h_ysBRS2EjGzLGSwKIM-P2CLQXF/w168-h173/kkttpp.jpg" width="168" /></a></div><br /><span class="text text text-15" style="font-family: inherit; font-size: small;">Tek pişmanlığım, kelimelerimi bile hak etmeyen insanlara saatlerce cümleler kurmaktır.<br /><b><span style="color: red;">-İlhan Berk-</span></b></span><span style="font-size: small;"><span style="font-family: inherit;"><br /> <br /><span class="text text text-15">Sakin ol hiçbir şey için üzülme ama bol bol kız, öfkelen, dövüş, savaş, küfret ama üzülme. İnsanı üzüntü çürütür.<br /><b><span style="color: red;">-Zülfü Livaneli-</span></b></span><br /><br /><span class="text text text-15">Sanırım benim en büyük derdim, hiçler arasında bir hiç olduğumu kendime yedirememek..<br /></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><span style="color: red;">-Henry Miller-</span></b></span></span><br /><br /><span class="text text text-15">Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına<br />
karanlığına boş bir dolabın.
<br />Omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine<br />
uyusam gölgesinde bir haftalığına.<br /><b><span style="color: red;">-Nazım Hikmet Ran-</span></b></span><br /><br /><span class="text text text-16">İnsanlar, bize zarar verdikleri için değil; yaptıkları haksızlıklarla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki kötülüğün başkaldırmasına sebep oldukları için
korkunçlar.<br />
<b><span style="color: red;">-Spinoza-</span></b></span><br /><br /><span style="font-weight: normal;"><span>Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. N</span></span><span style="font-weight: normal;"><span>asıl ki çömleği tutan dışındaki biçimi değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik değil, hiçlik bilincidir. <br /><b><span style="color: red;">-Şems-i Tebrizi-</span><br /><br /></b></span></span><span class="text text text-15">Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı, hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız.<br /><b><span style="color: red;">-Dostoyevski-</span></b></span><br /><span style="font-weight: normal;"><span><b><br /></b></span></span><span class="text text text-15">Bazen deliliğim başlıyor. Uzağa, çok uzağa, kendimi unutacağım bir yere gitmek, unutulmak, kaybolmak, yok olmak istiyorum. Kendimden kaçıp, çok uzaklara, mesela Sibirya'ya gitmek, ahşap evlerde, çam ağaçlarının altında, gri gök ve karın, lapa lapa yağan karın altında, gidip kendi hayatıma yeniden başlamak istiyorum.<br /><b><span style="color: red;">-Sadık Hidayet-</span></b></span><br /><span style="font-weight: normal;"><span><b><br /></b></span></span><span class="text text text-15">Her gün hata üstüne hata yapıp utanırsam belki biraz ağırbaşlı olurum. Ama yok, böyle bir başarısızlıkta bile bir şekilde bahaneler üreterek, her şeyi güzelce kalıbına uydurarak arkasında ayakları yere basan bir teori varmış gibi gösteririm.<br /><b><span style="color: red;">-Osamu Dazai-</span></b></span><br /><span style="font-weight: normal;"><span><b><br /></b></span></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt">Şey, zamanın
'geçtiğini', önümüzden akıp gittiğini düşünürüz; ama ya biz öne doğru,
geçmişten geleceğe, sürekli yeniyi keşfederek gidiyorsak? Böyle bir
zaman akışı, biraz kitap okumaya benzerdi, anlıyor musunuz? Kitap orada,
tümüyle, kapağının içinde. Ama öyküyü okumak ve anlamak istiyorsanız,
ilk sayfadan başlamalı, sonra ilerlemeli, hep sırayla gitmelisiniz.
Böylece evren çok büyük bir kitap, biz de onun çok küçük okuyucuları
olurduk.</span></span><br /><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><span style="color: red;">-Ursula K. Le Guin-</span></b></span></span><br /><span style="font-weight: normal;"><span><br /></span></span><span class="text text text-16">Her gün birlikte yaşadıkları yılları düşündü. Nasıl bu duruma geldik Selim? Bir arada olmanın kaçınılmazlığından başka bir neden yok muydu bizi yaklaştıran? Aramızdaki boşluğu nasıl doldurmalıyım? Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim? Belki de, bu kısa huzursuzluğu duyduğum için, dantelin kıvrımlarından gözümü bir türlü ayıramadığım için benimle övünürdün. Koca ayı, derdin, düşünür gibi bir halin var. Dikkat et midene dokunur sonra. Zarar yok; yaşasaydın da beni yerin dibine batırsaydın. Bin kere esir alsaydın beni, Selim! Öyle durma hiç konuşmadan. Ağır bir söz söyle; utandır beni. Söyle, de ki: bin tane kitap okumak gerek. Geceleri de uykusuz kalınacak.<br /><b><span style="color: red;">-Oğuz Atay-</span></b></span></span></span><span class="text text text-15"><span class="text-alt"><b><br /><br /></b><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="309" src="https://www.youtube.com/embed/FbNYK2erJ7o" width="372" youtube-src-id="FbNYK2erJ7o"></iframe></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="304" src="https://www.youtube.com/embed/ZhGyDpQNaq8" width="366" youtube-src-id="ZhGyDpQNaq8"></iframe></div></span></span><p></p>Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3928818441025845242.post-79805130661411060212024-01-22T20:05:00.021+03:002024-01-23T00:50:46.241+03:00Ağaç Ev Sohbetleri - 231<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_1GwKQxGsV4RMJtwuAyRBOLaa-zz6SRGS_aAjqhG8JGNXUFMPItRWwHkcTONcEE4K6AE8aoLJJ6LQQVdjwu5p-ND-AhmOvOBTEEdy2nMRcSe3xG_I8733I3Fk8c75IPKYY3dTcFNNW6k4qBx8w0pKp5YSwc13gfvtVoERmtiaqBwviLMZDluTQG2sXdiS/s280/Ag%CC%86ac%CC%A7%20Ev%20Resmi.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="280" data-original-width="224" height="235" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_1GwKQxGsV4RMJtwuAyRBOLaa-zz6SRGS_aAjqhG8JGNXUFMPItRWwHkcTONcEE4K6AE8aoLJJ6LQQVdjwu5p-ND-AhmOvOBTEEdy2nMRcSe3xG_I8733I3Fk8c75IPKYY3dTcFNNW6k4qBx8w0pKp5YSwc13gfvtVoERmtiaqBwviLMZDluTQG2sXdiS/w188-h235/Ag%CC%86ac%CC%A7%20Ev%20Resmi.jpg" width="188" /></a></div><span style="font-family: inherit;"><br />Sevgili <a href="https://sadevederin.blogspot.com/" target="_blank"><b><span style="color: red;">DeepTone</span></b></a> tarafından organize edilen<span> Ağaç Ev Sohbetleri'nin bu hafta ki konusu oldukça ilginç. İzlediği bir filmden yola çıkarak, konu sevgili <span style="color: red;">Manxcat</span>'ten gelmiş.</span></span><span style="font-family: inherit; font-size: small;"><br /><br /><b>Ölümle burun
buruna olduğunuz bir anda normal koşullarda asla yapmam dediğiniz bir
şeyi yapar mısınız? Hayatta kalmak için ölmüş bir insanı parçalayıp
yiyebilir misiniz? Hayatta kalma iç güdünüz ağır basar mı yoksa ben
insanlığımı (nedir insanlık?) kaybetmeden ölmeyi yeğlerim mi dersiniz?<br /><br /></b>Derin dışında henüz kimsenin yazısını okuyamadım, kim ne yazdı bilemiyorum ama verilecek cevapları en merak ettiğim konulardan haftadan biri olacağı kesin. <br /><br />Öncelikle hiç yaşamadığım, bilmediğim sınanmadığım bir konuyla ilgili, olur olmaz, yaparım yapmam dememem gerektiğini geçen yıl acı tecrübelerle öğrendim. Bunlar beni daha da katılaştırdı, o yüzden bu yazıyı geçen yıllarda çok başka cevaplardım. Neyse, söz konusu ölümle burun buruna gelmekse (ki hayatım da çok yaşadım bu anı) o an ki ruh hali, şartlarla davranış şekliniz de değişir. </span><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Köpekten korkmam dersiniz ama köpek dibinize kadar geldiğinde belli olur korkup korkmadığınız ya da cesaretinizin süresi. </span><span style="font-family: inherit; font-size: small;">Ama şu su götürmez bir gerçek. çaresizken yapmam olmaz dediğiniz herşeyi öyle bir güzel yapıyorsunuz ki. Bunun en iyi örneği Sophie'nin Seçimi filmidir. İzlemeyen varsa izlesin, o seçim yapmaya zorlandığı an ki çaresizlik ve anlık verilen seçim. Spoiler olmasın izleyin, benim içime öküz oturdu o an, izleyin sizin de otursun. <br /><br />Hayatta kalmak için ölmüş birini yer miyim? Yaşamak gibi bir derdim yoksa eğer ya da yaşaması gereken çocuklarımsa kendimi öldürür yem ederdim, geride kalana afiyet olsun :) Demesi ne kolay değil mi? Peki o an geldiğinde onlar o cesareti gösterebilir mi? Sizce?<br /><br />Kendi adıma konuşmak gerekirse eğer. Hayatım da bir cesede dokunmamış ya da ceset kokusunun nasıl birşey olduğunu bilmemiş olsaydım, düşünmeden evet diyebilirdim. Ama o herkesin kaldırabileceği bir koku değil. Kedi köpek ölüsü insan bedeninin yanında parfüm sayılır. O iş, yerim yemem demeyle olmuyor. Ki hayvanlara göre insan vücudu daha çabuk çözüldüğü için kokma ve çürüme evresi daha hızlı, öyle düşünmek gibi bir zamanınız da çok olmaz. <br /><br />İnsan hayatta herşeye alışır. Ölüm müş, ayrılıkmış bunlar bile 10 dakikalık gündem konusu artık. En alışılmaması gereken şeyler bile artık sıradanlaştı. Kendi adıma konuşmak gerekirse otopsi odasına ilk girdiğim ve cesede ilk dokunduğum da tansiyonum düşüp olduğum yerde donup kalmışken, sonrasın da eliniz de yemekle cesedi izliyorsunuz. O kadar sıradanlaşıyor herşey. Ceset kokusuna alışılmıyor ama. Kırk yıllık adli tıpçılar bile alışamamış ki.<br /><br />Hayatta kalma iç güdünüz mü ağır basar, insanlık mı? Cevabı içinde vermiş aslında Manxcat. İnsanlık nedir? Neye göre kime göre? Eğer benim ölümüm bir amaca insanlığa hizmet edecekse o ayrı. Ama böyle bir durum da neyin insanlığı? Herkes insanlıktan çıkmış halde. Jose Saramago'nun Körlük kitabı gibi düşünün. Herkes hayatta kalma peşinde, insanların çaresizlilkeri ilerleyen zamanlarda nasıl sıradanlığa dönüşüyor. Millet başlarda tuvalet ararken, bir süre sonra nasıl olsa herkes kör diye yattığı yere bile yapıyor. <br /><br />Felaketlerin, ölümlerin, çocuklar üzerinden yapılan iğrençliklerin bile sıradan geldiği bir dünya da, hayatta kalabilmek için birini öldürmek ya da yemek düşünülmesi olanaksız birşey değil. Ha dinozorlar gibi herkes birbirini yedikten sonra tek kalıp kendi kendimi yemektense ölmek iyidir sanırım. "Bir de bayıl istersen Feriha" gibi oldu bu da sanki :) Özetle; midem ne kadar kabul eder bilmiyorum ama hayatta kalmak için yapardım sanırım. <br />Son yıllarda yediğim kazıklardan sonra, amaan bana ne tohumuna para mı saydım modundayım :)<br /><br /> Ölmek, öldürmek deyince pek severim bu şarkıyı :)</span><br /><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><iframe allowfullscreen="" class="BLOG_video_class" height="300" src="https://www.youtube.com/embed/DMiJaKnsU8Q" width="361" youtube-src-id="DMiJaKnsU8Q"></iframe></div><br />Kırmızı Ruhhttp://www.blogger.com/profile/07869691600993024502noreply@blogger.com14